Göze Çarpanlar

“Filistin için Felsefe”ye İmza Atan Dostlarıma Açık Mektup

Fotoğraf: Ash Hayes Unsplash

Kaynak: Medium, Hannah Arendt Center, Şeyla Benhabib

4 Kasım 2023 tarihli metin İngilizce aslından Türkçe’ye tercüme edilmiştir.

Değerli dostlarım, sevgili meslektaşlarım;

Dünya çapında çok sayıda krizin patlak verdiği ve birçok çevrede küresel bir yangının konuşulduğu karanlık zamanlardayız. Bu karanlık zamanlar aynı zamanda insani ilişkilerin, dostlukların, ittifakların denendiği zamanlardır. Çoğunuzu okudum; çoğunuza ders verdim; bazılarınıza danışmanlık yaptım, üniversitelerimizde kadınların hakları için cinsiyet eşitliği için; Müslüman öğrencilerin başörtüsü takma hakları için, mültecilerin ve vatansızların hakları için ve diğer birçok savaş için sizinle birlikte mücadele ettik. Ancak bu mektubu ve içinde dile getirilen görüşlerin çoğunu onaylamıyorum.

Fikirlerimizi netleştirmeyi arkadaşlarıma ve kendime borçluyum. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, 1960’ların sonlarında İstanbul’da öğrenci bir aktivist olduğumdan beri, Filistin halkının kendi kaderini tayin etme hakkını destekliyorum ve İsrail-Filistin ve ayrıca Arap ülkeleri üzerine düşündüğümden beri, – ki ikisi aynı şey değil – son yarım yüzyıldır  kimi zaman iki uluslu bir devleti; kimi zaman tek devleti, ve kimi zaman da federal bir yapıyı savundum.

Mektubunuza itirazım, İsrail-Filistin çatışmasına yalnızca “yerleşimci-sömürgecilik” merceğinden bakması ve Hamas’ın 7 Ekim 2023 zulmünü işgalci güce karşı meşru bir direniş eylemi olarak yüceltmesidir. İsrail-Filistin çatışmasını yerleşimci-sömürgecilik merceğinden yorumlayarak her iki halkın tarihsel gelişimini gözden kaçırıyorsunuz. Her ne kadar İsrail Devleti’nin işgal altındaki Batı Şeria’daki Filistin halkına, mülteci kamplarına ve tabii ki Gazze’ye yönelik eylemleri ve kurumları renk değil milliyet temelinde ayrımcı olsa ve bu İsrail ile komşuları arasında devam eden olağanüstü durumu yansıtmaktaysa da Siyonizm bir ırkçılık türü değildir.

Tarihsel olarak, aralarında Ben Gurion’un da bulunduğu pek çok İsrailli lider, İsrail’in 1967’de fethettiği toprakların geri verilmesi fikrindeydi çünkü bunun devletin demokratik yapısını ve Yahudi karakterini değiştireceğinden korkuyorlardı. O zamanlar Filistin Otoritesi yoktu ancak 1970’lerde George Habash liderliğindeki Filistin Kurtuluşu Halk Cephesi ve Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü gibi çeşitli Filistin kurtuluş hareketleri ortaya çıkmıştı. Filistin milliyetçiliği de Siyonizm dahil pek çok milliyetçilik gibi muhalifleri tarafından tanınma mücadelesinin potasında ortaya çıktı. İsrail ve Filistin milliyetçilikleri birbirinin aynasıdır ve günün sonunda yan yana yaşamak ve topraklarını birbirleriyle paylaşmak zorundadırlar.

Beyanlarınızda  ne tarih olgusu ne de bu halkların başına gelen trajedilerin duygusu var ve başka bir geleceğin mümkün göründüğü birçok an da es geçilmiş. “Şiddet üreten koşullardan” söz etmenize rağmen Yitzhak Rabin’in aşırılık yanlısı bir Yahudi tarafından öldürüldüğünden ve Enver Sedat’ın İsrail ziyareti sonrasında Hamas’ın ideolojik atası olan Müslüman Kardeşler’in bir üyesi tarafından öldürüldüğünden bahsetmiyorsunuz. Şöyle yazıyorsunuz: “Gazze halkı dünya çapındaki müttefiklerini hükümetlerine derhal ateşkes talep etmeleri için baskı yapmaya çağırdı. Ancak bunun, kurtuluşları için kolektif eylemin sonu değil, başlangıcı olması gerektiği konusunda açıktılar.” Bu talepleri onaylarken aynı zamanda Hamas’ın Filistin “kurtuluş mücadelesinin” sözde öncüsü olması konumunu da onaylıyorsunuz. Bu çok büyük bir hatadır. Hamas, Gazze’deki sivil halka rehine muamelesi yapan nihilist bir örgüttür. Örgütün lideri İsmail Hanniye, Katar’da lüks bir otelde otururken, Gazze sokaklarında çocuklar ölüyor. Evet, Uluslararası Af Örgütü’nün dediği gibi, “Gazze dünyadaki en büyük açık hava hapishanesidir” ama bu aynı zamanda Hamas’ın Tüzüğü’nün İsrail Devleti’nin yıkılmasını onaylayan imhacı bir örgüt olmasından da kaynaklanmaktadır. Siz de şunu yazarken zımnen bunu destekliyor gibisiniz: “Adalet ve barış olacaksa Gazze kuşatmasının kaldırılması gerekir; işgal sona ermeli ve Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında yaşayan herkesin ve sürgündeki Filistinli mültecilerin haklarına saygı gösterilmelidir.” Amin! Ama Hamas’ı “şu anda Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında yaşayan tüm insanların haklarına saygı göstermeye” adanmış bir siyasi örgüt olarak görüyor musunuz? Bu tarihe ve mantığa aykırı. Hamas kendisini İsrail Devleti’ni yok etmeye adamıştır; ben bunu desteklemiyorum. Ya siz? Bu akıl yürütüşünüze hangi ahlaki veya politik mantık rehberlik ediyor?

7 Ekim 2023 saldırıları, Columbia ve Barnard’dan bazı meslektaşlarım tarafından imzalanan bir mektupta, İkinci Cenevre Protokolü’nün belirtildiği gibi. “işgalci bir devlet ile işgal ettiği halk arasında devam eden bir savaşta ya da şiddet içeren ve yasadışı işgale direnme hakkını kullanan işgal altındaki bir halk olarak uluslararası insani hukukun öngördüğü bir salvo” değildir. (Columbia Fakülte Mektubu: Öğrencilerimizin Refahına İlişkin Ciddi Kaygılar) Bunlar yalnızca İsrail ve diğer yerlerdeki Yahudi halkı için değil, aynı zamanda Filistin halkının tarihi için de bir dönüm noktasıdır. 1.300 İsrailli Yahudinin öldürülmesi, 3.000 kişinin yaralanması, kibbutzların ve kasabaların yakılıp yıkılması ve 200’den fazla insanın rehin alınması, dünya çapında birçok Yahudinin ruhunda derin bir yara oluşturdu; İsrail’in kamuoyunda kaybettiği hissi bunu daha da arttırıyor. Ve öyle de oldu: Antisemitizm çirkin yüzünü Paris’ten Dağıstan’a, Cornell’den Berlin’e kadar gösterdi. Evet elbette İsrail ve Siyonizm eleştirisi antisemitizm değildir. Bunu yıllar önce 1980’lerin sonundaki Oslo anlaşmaları sırasında ilk defa söyleyen barış yanlısı sol Yahudi gruplardı ve İsrail statükosuna karşı verilen mücadelelerin izlerini hala taşıyorlar.

7 Ekim 2023 sadece İsrail ve Yahudi diasporası için bir dönüm noktası değil; Filistin mücadelesi için bir dönüm noktası olmalı. Filistin halkı Hamas belasından kurtulmalı. 7 Ekim 2023’te gerçekleştirilen şiddet eylemleri — bedenlerin kutsiyetinin bozulması ve zarar verilmesi ; çocukların ve bebeklerin öldürülmesi; bir müzik festivalinde gençlerin diri diri yakılması; tecavüz, cinayet ritüeli ve insan kaçırmalar yalnızca savaş suçları değil aynı zamanda insanlığa karşı suçlardır; ayrıca tüm bunlar şiddet pornografisinden keyif alan İslami Cihatçı ideolojinin hareketi ele geçirdiğini de ortaya koyuyor. Filistin mücadelesi ve Yahudi halkının öldürülmesi artık cihad olarak görülüyor. Kendi ülkesindeki otoriter politikalarını gizlemek için İslamcı bayrağını çekmeyi bir an bile kaçırmayan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, 29 Ekim 2023’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıl dönümü kutlamalarında Hamas’ı “mücahitler”, yani cihad savaşçıları olarak adlandırdı. Filistin halkı, artık hareketlerini ele geçiren bu yıkıcı ideolojiye karşı savaşmak zorundadır.

Evet, savaş suçu işleyen sadece Hamas değil; İsrail de Gazze’de aynısını yapıyor. Uzlaşmazlık koşullarında sivil halkın “orantısız” şiddete maruz kalması ve yok edilmesi bir savaş suçudur. Gazze’nin çocukları, silahlı angajman kurallarının soğuk eliyle “ikincil zarar” haline geldi ve İsrail, Gazze’nin şu anda 9000’i aştığı anlaşılan sivil nüfusunu bombalamaktan kaçınmak için elinden geleni yapmadığı için kınanmalıdır. Ancak Hamas’ın silahlarını ve karargahlarını, İsrail tarafından vurulması halinde dünya çapında infial yaratacağını çok iyi bildikleri hastane ve camilerin altına yerleştirme konusundaki mutlak nihilizmini ve sinizmini göz ardı edemeyiz.

Bununla birlikte, vahşeti neredeyse devasa ve kıyameti andıran bu acımasız şiddet döngüsüne son verilmesi çağrısını destekliyorum ve aynı zamanda Gazze’de ateşkes çağrısında bulunuyorum. Ateşkesin yanı sıra yaralıların, yaşlıların ve gençlerin Gazze’den derhal tahliye edilmesi gerekiyor. İkinci bir Nakba yaşanmamalı. Komşu ülkeler, Batı Şeria’daki topluluklar, Ürdün ve Mısır ve diğer ülkeler, savaş koşullarından kaçmak isteyen Filistinli mültecileri kabul etmek için gönüllü olmalıdır. Ancak günün sonunda bir Filistin devleti kurulmalıdır. Rehineler karşılığında mahkum değişimi yapılmalı. İsrail binlerce Filistinliyi hapishanelerinde tutuyor; bazılarının rehineler karşılığında uluslararası hukuka uygun şartlara uygun olarak serbest bırakılması gerekiyor.

Filistinlileri ihmal eden İbrahim Anlaşmaları onları da kapsamalı ve İsrail Devleti’nin sınırlarının nihai olarak tanınmasına ve Batı Şeria ile Gazze’nin bazı kısımlarında bir Filistin devletinin kurulmasını  sağlamalıdır. Tıpkı 500.000’e yakın İsrailli yerleşimcinin işgal altındaki topraklardan çekilmesi gerektiği gibi, Gazze ile geri kalan Filistin toprakları arasında toprak bütünlüğünün bulunmaması sorununun da bazı düzenlemelerle çözülmesi gerekecek. Bu da İsrail’de iç savaşa yol açabilir.

Şu anda bu çatışmanın önümüzdeki yarım yüzyıl boyunca barışçıl çözümünü etkileyecek iki gerçek tehlike var: Hamas’ın dünyanın gözündeki zaferi ve dünya kamuoyunun İsrail’e karşı seferber edilmesi ki bu aynı zamanda Filistin Yönetimi üyelerinin ve bir kenara itilmiş olan İsrail ile birlikte yaşamayı kabul eden diğer Filistinliler’in de İsrail’e karşı harekete geçmesi anlamına geliyor. Batı Şeria’da Hamas’tan etkilenen genç Filistinliler oraya akın etmeye başlayabilir. Filistinliler arasında barış içinde bir arada yaşamayı seçen makul ve onurlu sesler şimdi tamamen susturulabilir, örneğin Kudüs Üniversitesi eski Başkanı filozof Sari Nusseibeh ve Oslo anlaşmalarının kahramanlarından biri olan ve şu anda İsrail hapishanelerinde olan (kim bilir ne tür suçlamalarla) Marwan Baghrouti’nin kardeşi Mustafa Baghrouti. Uluslararası toplum ve her şeyden önce ABD, alternatif Filistinli liderlerin marjinalleştirilmesini durdurmalıdır.

İsrail’in işgal altındaki topraklardaki sömürgeci-yerleşimci politikalarıyla suçlayanlara ortak  olarak varlığına katıldığım bir diğer tehlike ise sağcı İsrailli partilerin çabalarıdır; iktidardaki Likud’un; sözde Milli Güvenlik Bakanı olan faşist Itmar Ben Gvir’in; Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve diğerlerinin Batı Şeria’daki Filistinlileri mülksüzleştirerek, döverek ve işkence ederek “sahada gerçekler” yaratması. Yahudiye ve Samarya’nın (Batı Şeria’nın Tevrat’taki isimleri) “etnik temizliğinden” başka bir niyetleri yok. Onlar, Hannah Arendt, Sidney Hook ve Albert Einstein’ın da katılımıyla, 2 Aralık 1948’de NY Times’a yazdığı “Yeni Filistin Partisi: Menachem Begin ve Politik Hareketin Amaçları” başlıklı açık mektupta kınanan Yahudi-faşizmin uzun bir çizgisinin mirasçılarıdır. Mektupta şöyle yazarlar:

Zamanımızın en rahatsız edici siyasi fenomenlerinden biri, yeni kurulan İsrail devletinde, organizasyonu, yöntemleri, siyasi felsefesi ve sosyal çekiciliği bakımından Nazi ve Faşist Partiye çok benzeyen bir siyasi parti olan “Özgürlük Partisi”nin (Tnuat Haherut) ortaya çıkmasıdır. Filistin’deki terörist, sağcı, şovenist bir örgüt olan eski Irgun Zvai Leumi’nin üyeleri ve takipçilerinden oluşmuştur.

Şok edici bir örnek, Arap köyü Deir Yasin’deki davranışlarıydı. Ana yolların dışında ve Yahudi topraklarıyla çevrili olan bu köy, savaşta hiç yer almamıştı ve hatta köyü kendi üsleri olarak kullanmak isteyen Arap çetelerle savaşmıştı. 9 Nisan’da (THE NEW YORK TIMES), terörist gruplar, savaşta askeri bir hedef olmayan bu barışçıl köye saldırdı, sakinlerinin çoğunu (240 erkek, kadın ve çocuk) öldürdü ve birkaçını Kudüs sokaklarında geçit yapmak için hayatta tuttu.

Bugün, Menachem Begin tarafından kurulan Likud’un mirasçıları İsrail’de iktidardalar ve İsrail’in başına Holokost’tan bu yana en büyük felaketi getirdiler. Diasporadaki Yahudi cemaati bu gerçekleri konuşma cesaretine sahip olmalı ve bölge her iki tarafta da Mesihçi şiddet spazmlarıyla daha da patlamadan önce bu şiddet döngüsüne müdahale etmelidir.

Yakın gelecekte gerçekleşmesi gerektiğine inandığım hiçbir şeyin gerçekleşeceğinden emin değilim. Ancak felsefeciler olarak fikirlerimizi açıklığa kavuşturmamız gerekiyor. Kant’ın 1795’te söylediği gibi, uluslar arasındaki “ebedi barış” fikri, Hollandalı bir Hancı’nın bir mezarlığın penceresine yerleştirdiği, hem sonsuz hem de ölümsüz anlamına gelen Almanca “ewig” kelimesiyle oynadığı resme benzese de, ilkelerimiz aracılığıyla dünyayı da değiştirebileceğimizi ummaktan başka seçeneğimiz yok.