Yahudiler 7 Ekim vahşetinin yasını tutarken, ilerici Yahudi düşmanları temel söylemlerini kaybetme olasılığı karşısında paniğe kapıldılar.
David Suissa tarafından kaleme alınan bu yazı 19 Ekim 2023’te Jewish Journal’da yayınlanmıştır. Metnin orjinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Son yıllarda üniversite kampüslerinin antisemitizmin yuvası haline geldiği bir sır değil. Ancak şaşırtıcı olan, bu antisemitizmin 7 Ekim’de 1400 Yahudi’nin Hamas tarafından katledilmesinden bu yana patlama yapmış olması. İsrail Hamas’ı ortadan kaldırma kampanyasına başlamadan önce bile aktivist gruplar zorbalıklarına ve İsrail karşıtı zehirlerine hız verdiler.
Şunu bir düşünelim: 1400 Yahudi katledildi ve saldırı altında olanlar Yahudi öğrencilerdi. Bu zehrin arkasında ne var? Diğer şeylerin yanı sıra, bir anlatıyı kaybetme korkusu.
Filistinli teröristler tarafından 1400 Yahudi’nin öldürülmesi ilerici anlatıyı alt üst etti. Bu anlatıya göre -Yahudiler ezen, Filistinliler ezilendir- bu sabittir ve asla sarsılmamalıdır. Dolayısıyla, Yahudiler 7 Ekim vahşetinin yasını tutarken, ilerici Yahudi düşmanları temel anlatılarını kaybetme olasılığı karşısında paniğe kapıldılar.
Bu yüzden Yahudi nefretlerini ikiye katladılar ve hemen İsrail’i suçladılar. Yahudi öğrencilere hadlerini bildirmek zorundaydılar. Esasen verdikleri mesaj buydu: “1400 ölü Yahudi umurumuzda değil. Unutmayın ki siz her zaman zalim, Filistinliler ise her zaman mağdur olacak.”
Yahudiler geleneksel olarak daha fazla Yahudi ölürse dünyanın daha fazla sempati duyacağını varsaymışlardı. Keşke İsrailliler Hamas roketleri üzerlerine yağarken sığınaklara kaçmayı bırakıp kendilerinin katledilmesine izin verselerdi, belki de ilerici anlatı daha dengeli olurdu.
Bu argüman 7 Ekim’de patladı. Kaç Yahudi’nin öldüğü önemli değil. Gazze sınırı yakınlarında ölen 1400 barışçıl Yahudi için sığınacak bir yer yoktu, ancak bu durum dünyanın Yahudi karşıtı, Siyonizm karşıtı mekanizmasında pek bir etki yaratmadı. Yahudi nefreti her zamanki gibi canlı ve diri.
Yahudi üniversite öğrencileri bu nefreti muhtemelen herkesten daha fazla hissediyor. Acılarına sempati duymak yerine gördükleri şey, her şeyden önce, yenilenmiş bir saldırganlık.
İster Hamas’ın İsraillileri öldürmesinden İsrail’i “tamamen sorumlu” tutan bir mektup yayınlayan Harvard öğrenci grupları koalisyonu olsun, ister üniversite liderlerinin ve ilerici grupların Hamas’ın terörizmini adlandırmak ve dile getirmek konusunda isteksiz açıklamaları, hatta sessizlikleri olsun, Yahudi öğrenciler kendilerini hem yalnız hem de ihanete uğramış hissediyorlar. Daha da önemlisi, kendilerini güvensiz hissediyorlar.
Cornell’de Hamas katliamlarını “heyecan verici” olarak nitelendiren bir profesör, Columbia’da saldırıya uğrayan İsrailli bir öğrenci, Stanford’da Yahudi öğrencileri köşeye sıkıştırdığı iddia edilen bir öğretim görevlisi ya da NYU’da Yahudi rehinelerin posterlerini yırtan Yahudi düşmanları görüyorlar.
Sosyal adalete inanan Yahudi öğrenciler “Queers for Palestine” (“Blacks for KKK” ile eşdeğer) gibi posterleri görüyor ve merak ediyor: Burada bize yer var mı?
Yahudi öğrenciler, 7 Ekim katliamlarından birkaç gün sonra Filistin’de Adalet için Öğrenciler (SJP) adlı kuruluşun “Ulusal Direniş Günü”nü başlattığını ve çeşitli şubelerine şu çağrıyı yaptığını gördüler:
“Bugün Filistin direnişinin tarihi bir zaferine tanıklık ediyoruz: karada, havada ve denizde halkımız Siyonist varlığın yapay bariyerlerini yıktı, aşılmaz bir yerleşimci kolonisi cephesini beraberinde götürdü ve her birimize Filistin’e tam dönüşün ve kurtuluşun yakın olduğunu hatırlattı.”
Bu arada, pek çok Yahudi öğrenci bu zorbalık ve saldırganlık karşısında dehşete düşerken, üniversiteler birdenbire “ifade özgürlüğünü” keşfetti. Tüm bu Yahudi düşmanları kendilerini ifade etmekte özgürler! Bunlar, azınlık öğrencilerini her türlü “mikro saldırganlıktan” korumak için ellerinden geleni ardına koymayan aynı üniversiteler. Yahudiler makro saldırganlıklardan bile korunamıyor.
Belki de Yahudiler, kendilerine ait 1400 kişiyi kaybettikleri ve şok edici bir düşmanlık fırtınasına dayanmaları beklendiği en uç durumda bile, herhangi bir korumayı hak etmeyecek kadar başarılı, güçlü ve ayrıcalıklı olarak görülüyorlar. Belki de öyledir.
Ancak tüm bunların bir de iyi tarafı var: Yahudiler artık neyle karşı karşıya olduklarını biliyorlar. Safça “Filistin yanlısı” olduğunu düşündükleri saldırgan aktivist hareket, her şeyden önce Yahudi ve İsrail karşıtı. Filistinli kışkırtıcılar ve onların yol arkadaşları Yahudilerin Yahudiye ve Samiriye’yi işgalinden nefret ettikleri kadar Tel Aviv ve Hayfa’yı işgalinden de nefret ediyorlar.
Bu refleksif düşmanlığın bir başka işaretini, eski medya da dahil olmak üzere dünyanın büyük bir kısmı İsrail’in Gazze’deki bir hastaneyi bombaladığı ve 500 Filistinliyi öldürdüğü haberinin üzerine atladığında gördük. New York Times, hiçbir şeyi doğrulamadan, Filistinlilerin iddiasını manşetine taşıdı: “İsrail Saldırısı Hastanede Yüzlerce Kişiyi Öldürdü.” Bu acele yargılamanın (ki en iyi ihtimalle spekülatifti) Yahudi hayatlarını tehlikeye atmış olmasına aldırmayın. Yahudileri zalim olarak gösteren ilerici anlatıya hızlı ve uygun bir dönüş sağladı.
Ancak 7 Ekim’in ardından daha da kötüleşen İsrail’e karşı bu kronik ve sinsi önyargı, başka bir umut ışığına yol açtı: Yahudi toplumunun birçok köşesinden gelen öfkeli bir tepki. Yahudi üniversite öğrencilerine verdikleri mesaj, yalnız olmadıklarıydı.
Kampüslerdeki birçok Yahudi grubu, Yahudilerin beslendiği değerli merkezler olmuştur. Siyonist aktivistler gerçeklerle yüz yüze ve sosyal medyada mücadele ediyorlar. Kahramanlar arasında “artık yeter” diyen ve nüfuzlarını güce dönüştüren üniversitelerin mega bağışçıları da var. Wexner Vakfı’ndan Marc Rowan’a, Jon Huntsman’dan Bill Ackman’a, Ronald Lauder’a ve diğerlerine kadar pek çok bağışçı, Yahudi öğrencileri korumamanın bir bedeli olacağını mezun oldukları üniversitelere bildiriyor.
Shoah’dan bu yana Yahudilerin yaşadığı en karanlık an, Yahudi nefretinin en karanlık köşelerine yeni bir ışık tuttu. Şimdi, Yahudilerin en iyileri neyle karşı karşıya olduklarını bilerek mücadele ediyorlar.
Kapak fotoğrafı: Columbia Üniversitesi’nde Filistin’e destek gösterisi 12 Ekim 2023.
Yahudiler 7 Ekim vahşetinin yasını tutarken, ilerici Yahudi düşmanları temel söylemlerini kaybetme olasılığı karşısında paniğe kapıldılar.
David Suissa tarafından kaleme alınan bu yazı 19 Ekim 2023’te Jewish Journal’da yayınlanmıştır. Metnin orjinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Son yıllarda üniversite kampüslerinin antisemitizmin yuvası haline geldiği bir sır değil. Ancak şaşırtıcı olan, bu antisemitizmin 7 Ekim’de 1400 Yahudi’nin Hamas tarafından katledilmesinden bu yana patlama yapmış olması. İsrail Hamas’ı ortadan kaldırma kampanyasına başlamadan önce bile aktivist gruplar zorbalıklarına ve İsrail karşıtı zehirlerine hız verdiler.
Şunu bir düşünelim: 1400 Yahudi katledildi ve saldırı altında olanlar Yahudi öğrencilerdi. Bu zehrin arkasında ne var? Diğer şeylerin yanı sıra, bir anlatıyı kaybetme korkusu.
Filistinli teröristler tarafından 1400 Yahudi’nin öldürülmesi ilerici anlatıyı alt üst etti. Bu anlatıya göre -Yahudiler ezen, Filistinliler ezilendir- bu sabittir ve asla sarsılmamalıdır. Dolayısıyla, Yahudiler 7 Ekim vahşetinin yasını tutarken, ilerici Yahudi düşmanları temel anlatılarını kaybetme olasılığı karşısında paniğe kapıldılar.
Bu yüzden Yahudi nefretlerini ikiye katladılar ve hemen İsrail’i suçladılar. Yahudi öğrencilere hadlerini bildirmek zorundaydılar. Esasen verdikleri mesaj buydu: “1400 ölü Yahudi umurumuzda değil. Unutmayın ki siz her zaman zalim, Filistinliler ise her zaman mağdur olacak.”
Yahudiler geleneksel olarak daha fazla Yahudi ölürse dünyanın daha fazla sempati duyacağını varsaymışlardı. Keşke İsrailliler Hamas roketleri üzerlerine yağarken sığınaklara kaçmayı bırakıp kendilerinin katledilmesine izin verselerdi, belki de ilerici anlatı daha dengeli olurdu.
Bu argüman 7 Ekim’de patladı. Kaç Yahudi’nin öldüğü önemli değil. Gazze sınırı yakınlarında ölen 1400 barışçıl Yahudi için sığınacak bir yer yoktu, ancak bu durum dünyanın Yahudi karşıtı, Siyonizm karşıtı mekanizmasında pek bir etki yaratmadı. Yahudi nefreti her zamanki gibi canlı ve diri.
Yahudi üniversite öğrencileri bu nefreti muhtemelen herkesten daha fazla hissediyor. Acılarına sempati duymak yerine gördükleri şey, her şeyden önce, yenilenmiş bir saldırganlık.
İster Hamas’ın İsraillileri öldürmesinden İsrail’i “tamamen sorumlu” tutan bir mektup yayınlayan Harvard öğrenci grupları koalisyonu olsun, ister üniversite liderlerinin ve ilerici grupların Hamas’ın terörizmini adlandırmak ve dile getirmek konusunda isteksiz açıklamaları, hatta sessizlikleri olsun, Yahudi öğrenciler kendilerini hem yalnız hem de ihanete uğramış hissediyorlar. Daha da önemlisi, kendilerini güvensiz hissediyorlar.
Cornell’de Hamas katliamlarını “heyecan verici” olarak nitelendiren bir profesör, Columbia’da saldırıya uğrayan İsrailli bir öğrenci, Stanford’da Yahudi öğrencileri köşeye sıkıştırdığı iddia edilen bir öğretim görevlisi ya da NYU’da Yahudi rehinelerin posterlerini yırtan Yahudi düşmanları görüyorlar.
Sosyal adalete inanan Yahudi öğrenciler “Queers for Palestine” (“Blacks for KKK” ile eşdeğer) gibi posterleri görüyor ve merak ediyor: Burada bize yer var mı?
Yahudi öğrenciler, 7 Ekim katliamlarından birkaç gün sonra Filistin’de Adalet için Öğrenciler (SJP) adlı kuruluşun “Ulusal Direniş Günü”nü başlattığını ve çeşitli şubelerine şu çağrıyı yaptığını gördüler:
Bu arada, pek çok Yahudi öğrenci bu zorbalık ve saldırganlık karşısında dehşete düşerken, üniversiteler birdenbire “ifade özgürlüğünü” keşfetti. Tüm bu Yahudi düşmanları kendilerini ifade etmekte özgürler! Bunlar, azınlık öğrencilerini her türlü “mikro saldırganlıktan” korumak için ellerinden geleni ardına koymayan aynı üniversiteler. Yahudiler makro saldırganlıklardan bile korunamıyor.
Belki de Yahudiler, kendilerine ait 1400 kişiyi kaybettikleri ve şok edici bir düşmanlık fırtınasına dayanmaları beklendiği en uç durumda bile, herhangi bir korumayı hak etmeyecek kadar başarılı, güçlü ve ayrıcalıklı olarak görülüyorlar. Belki de öyledir.
Ancak tüm bunların bir de iyi tarafı var: Yahudiler artık neyle karşı karşıya olduklarını biliyorlar. Safça “Filistin yanlısı” olduğunu düşündükleri saldırgan aktivist hareket, her şeyden önce Yahudi ve İsrail karşıtı. Filistinli kışkırtıcılar ve onların yol arkadaşları Yahudilerin Yahudiye ve Samiriye’yi işgalinden nefret ettikleri kadar Tel Aviv ve Hayfa’yı işgalinden de nefret ediyorlar.
Bu refleksif düşmanlığın bir başka işaretini, eski medya da dahil olmak üzere dünyanın büyük bir kısmı İsrail’in Gazze’deki bir hastaneyi bombaladığı ve 500 Filistinliyi öldürdüğü haberinin üzerine atladığında gördük. New York Times, hiçbir şeyi doğrulamadan, Filistinlilerin iddiasını manşetine taşıdı: “İsrail Saldırısı Hastanede Yüzlerce Kişiyi Öldürdü.” Bu acele yargılamanın (ki en iyi ihtimalle spekülatifti) Yahudi hayatlarını tehlikeye atmış olmasına aldırmayın. Yahudileri zalim olarak gösteren ilerici anlatıya hızlı ve uygun bir dönüş sağladı.
Ancak 7 Ekim’in ardından daha da kötüleşen İsrail’e karşı bu kronik ve sinsi önyargı, başka bir umut ışığına yol açtı: Yahudi toplumunun birçok köşesinden gelen öfkeli bir tepki. Yahudi üniversite öğrencilerine verdikleri mesaj, yalnız olmadıklarıydı.
Kampüslerdeki birçok Yahudi grubu, Yahudilerin beslendiği değerli merkezler olmuştur. Siyonist aktivistler gerçeklerle yüz yüze ve sosyal medyada mücadele ediyorlar. Kahramanlar arasında “artık yeter” diyen ve nüfuzlarını güce dönüştüren üniversitelerin mega bağışçıları da var. Wexner Vakfı’ndan Marc Rowan’a, Jon Huntsman’dan Bill Ackman’a, Ronald Lauder’a ve diğerlerine kadar pek çok bağışçı, Yahudi öğrencileri korumamanın bir bedeli olacağını mezun oldukları üniversitelere bildiriyor.
Shoah’dan bu yana Yahudilerin yaşadığı en karanlık an, Yahudi nefretinin en karanlık köşelerine yeni bir ışık tuttu. Şimdi, Yahudilerin en iyileri neyle karşı karşıya olduklarını bilerek mücadele ediyorlar.
Kapak fotoğrafı: Columbia Üniversitesi’nde Filistin’e destek gösterisi 12 Ekim 2023.
Paylaş: