Tu were mara min û Meryema Fuleh bibire bi fuletiye
(Gel Hristiyan dininin kurallarına göre Meryem ile nikahımızı kıy)
De hayê sed caran li min hayê.
(Eyvah ki eyvahlar bana)
Metran İsa destanı, Kürt sözlü tarih anlatısında belge niteliği taşıyan `dengbeji` geleneği sayesinde günümüze kadar gelebilmiş bir Ahtamar adası hikayesidir.Bu sebepledir ki dillerden düşmeyen Tamara1 hikayesinin aksine, gerçekleşmiş olma ihtimali çok daha yüksektir. 1800`lü yıllarda geçtiğini tahmin ettiğimiz olay, dönemin Van Valisi’nin zorbalıkla evlenmek istediği güzeller güzeli Ermeni kızı Meryem’in Kolağası Kürt Ali’yle birlikte kaçıp, Ahtamar adası Surp Khaç Manastırı’na Metran (piskopos) İsa’ya sığınmasından ibarettir. Osmanlı’da ibadethanelerde kıyılan nikahın resmi nikah sayılması ve kutsal mekanlara dokunulmaz gözüyle bakılmasındandır ki, Meryemle Ali, validen kurtulabilmek için bu yolu seçmiştir.
Destanda anlatıldığı üzere Van Valisi, Ahtamar adasına sığınan Meryem ile Ali’yi yakalamak için adayı kuşatarak Manastırın başpiskoposu Metran İsa’ya seslenir:
“Ey Metran, dün gece bir rüya gördüm ve bu rüyada iki yaban kekliği gelip bu adaya kondu. Ve ben sabah uyandığımda Meryem’den haber alamadım, onların bu adada olduklarını biliyorum, eğer onları bana teslim edersen sana altın hesabıyla bin kese altın vereceğim” der.
Metran bu teklifi kesin bir dille redderek:
“Ey vali dediğini yapamam, İsa’nın mabedine sığınmış hiç kimseyi sana teslim etmem, onları muratsız yollamam” der.
Bunun ardından Ali, Meryem’le nikahının geçerli sayılabilmesi için Metran İsa’ya Hristiyanlığa geçmek istediğini söyler.
Metran İsa’nın verdiği cevap ise İslam dinine duyduğu saygıyı göstermesi bakımından tarihe not düşülecek türden bir ifadedir:
“Yapamam Ali. Senin aşkın uğruna Muhammed’in dinini bu kilisenin avlusunda rezil edemem”.
Parçanın tüm nakaratlarında Metran İsa’nın Van valisine karşı büyük bir savaş verdiği ve adını yüzyıllarca unutturmayacak bir kahramanlık örneği gösterdiği anlatılır. Hikayenin nasıl bittiğine dair farklı söylemler olsa da kesin olarak ne olup bittiğine dair elimizde somut herhangi bir veri bulunmamakta. Bazıları, ‘dengbeji hikayelerde mutlu son pek görülen bir şey değildir’ düşüncesiyle valinin adadaki herkesi katlettiğini inanırken, aksini düşünenler ise böylesi bir olayın halktan büyük bir tepki toplayacağını ve dolayısıyla valinin geri çekilmek zorunda kalarak, Meryem ile Ali’nin muratlarına erdiğini, belirtir.
Tamara hikayesinin aksine, Ahtamar ile özdeşleşmesi gereken gerçek bir hikayedir Metran İsa destanı. Bu destan, sadece bir kahramanlık, hoşgörü ya da aşk hikayesi değildir aslında. Osmanlı’nın egemenlik kurduğu topraklarda yaşayan halkların, uğradıkları zulmün fotoğrafını çeken bir hikayedir de aynı zamanda.
Ermenilerle beraber durduğu vakit, iktidarın din kardeşi olup olmaması fark etmeksizin Kürd’ü de imha etmeye yöneldiğini görürüz bu hikayede. Ermeniler açısından da durum aynıdır, Müslüman olmayana reva görülen o acımasız muamele… Tabii eklemek gerek, hiçbirimiz bu tarz destanları dinlerken Meryem’in ailesinin yerine koymak istemeyiz kendimizi.
Bugün böylesine kahramanlık, aşk ve hoşgörü ifade eden bu hikayeler, o dönem buna maruz kalan farklı din ve inanca mensup halklar için de geçerli miydi acaba? Onlar da bizim gibi gururlanıyor muydu? Hiç duydunuz mu Müslüman olmayan bir gencin Müslüman bir kızı kaçırdığını anlatan destansı bir hikaye? Ne mümkün… Bu tarz hikayeleri dinlerken hissettiğimiz o yoğun duyguların arasına, farklı din ve inanca sahip halkların maruz kaldığı haksızlıkları da sıkıştırabilseydik eğer bugün tamamen yabancılaştığımız bu toplumları çok daha iyi anlayabilmiş, tanıyabilmiş olurduk aslında. Her şeye rağmen, Metran İsa destanında, halklar bakımından çeşitli seviyelerde zalim iktidara maruziyet olsa da, halkların zalimlere karşı biraradalığının resmini de görüyoruz.
Ahtamar, Metran İsa gibi nice destanlara şahit olmuş, dilden dile dolaşan kılamları2ve ortaçağ Ermeni sanatının şaheseri niteliğindeki Surp Khaç manastırıyla, bir kentin dünyaya açılan kapısıdır. 10. yüzyılın başlarında Abbasilerle geliştirdiği iyi ilişkileri fırsata çevirerek Vaspurakan kralı olan Gagik, içinde bulunduğu barış ortamını değerlendirerek Van Gölü’nün özellikle güney sahillerinde yoğun bir imar faaliyetine girişmişti. Bugün o bölgeden günümüze kısmen de olsa ulaşabilen bir çok eser Kral Gagik döneminden. Ayrıca sadece Ahtamar adasında değil, Van gölünde bulunan adaların tamamında Ermeni manastırları harabeye dönmüş olsalar bile kısmen ayaktalar. Hatta 7. yüzyılda yazılmış Ermenice bir el yazması esere göre, Van Gölü’ndeki adaların sayısının 7 olduğu ve bu adalardan üçünün zamanla suların yükselmesiyle gözden kaybolduğu ve Tsipan isimli sular altında kalan bir adanın da üzerinde eski bir Ermeni manastırı olduğu, aktarılır.
İsa peygamberin gerildiği orjinal çarmıhtan bir parçanın3 6. yüzyıldan Ahtamar Manastırı’nın yapıldığı tarihe dek Van bölgesinde bulunduğu birçok kaynakta rivayet edilir. Bazı Ermeni tarih anlatımlarında, Ahtamar adasındaki Surp Khaç manastırı, bu kutsal emanetin muhafaza edilmesi için Kral Gagik’in emriyle 915 – 921 yıllarında Mimar Manuel’e bir saray kilisesi olarak inşa ettirilmiş ve Surp Khaç (Kutsal Haç) ismini almıştı. Ermeni dünyasında Ahtamar adasının hac yeri sayılması da yine bu kutsal emanetle ilişkili. Ermeni mimarların Ermeni dini mimarisindeki gelişiminin zirve noktası olan Surp Khaç manastırı, 1113 yılından itibaren Ermeni kilisesinin katolikosluk merkezi olarak da hizmet vermiş. 1915 Ermeni soykırımının ardından metruk kalan binlerce manastır ve kilise yapısı gibi Ahtamar adası Surp Khaç manastırı da uzun yıllar metruk kalmış; ve hatta bir ara Türk hükümeti tarafından hakkında yıkım kararı dahi alınmıştı. Meryemle Ali’yi kurtaran Metran İsa gibi, Ahtamar’ı da Türk edebiyatının başpiskoposu Yaşar Kemal, son anda devreye girerek kurtarmıştı.
Sonuç itibariyle, bugüne kadar gidip yüksek kabartma rölyeflerini kendi gözlerinizle görmemiş, ellerinizle dokunmamışsanız manastırı ve tüm heybetiyle Artos Dağı’nı karşınıza alıp tertemiz ada havasından derin bir nefes çekmemişseniz, içerideki freskolara bakarken, kulaklarınız o bin yıllık rutubet kokan salondaki akustiği duymamışsa, Ahtamar Adası’nı ve üzerindeki Surp Khaç Manastırı’nı anlatmaya sayfalar yetmez maalesef. Hele içinden Türk olmayan her şeyin çıkarıldığı ve haliyle kocaman bir boşluktan ibaret kalan resmi Türk tarih anlatısıyla öğrenmek zorunda kalmışsanız bölge tarihini, nasıl muhteşem bir detayı kaçırmış olduğunuzu bilemezsiniz hiçbir zaman.
Yeri gelmişken şunu da belirtmek lazım.
Bakmayın siz, “Ahtamar” adını, aşk hikayelerinden aldığını söyleyenlere.
Deniz kayası anlamına gelir, Ahtamar.
Masmavi Van denizinin ortasına, nazar boncuğu misali dikilmiş kocaman bir kaya kütlesidir Ahtamar.
1 Ahtamar Adası’nın adının nereden geldiğine dair rivayet olunan ve yaygın olarak bilinen hikaye göre: zamanında bu adada yaşayan Ermeni baş keşişin güzelliği dillere destan Tamara adında bir kızı vardır. Adanın çevresindeki köylerde çobanlık yapan bir genç bu kıza âşık olur. Bu genç Tamara ile buluşmak için her gece adaya yüzer. Tamara ise ona gece karanlığında yerini belli etmek için onu bir fenerle bekler. Bundan haberdar olan kızın babası, fırtınalı bir gecede elinde fenerle adanın kıyısına iner ve sürekli yer değiştirerek gencin boşuna yüzüp, gücünü yitirmesine neden olur. Yüzmekten gücünü yitirip, yorulan genç çoban boğulur ve boğulmadan önce son nefesiyle “Ah Tamara!” diye haykırır. Bunu duyan kız da hemen ardından kendini gölün sularına bırakır O günden sonra ada Ah Tamara! ismi ile anlatılır. (Kaynak Wikipedia)
2 Kılam: Söz konuşma. Kurmanci ve Zazaca’da dengbej şiirine verilen isim.
3 Kutsal emanet olan rölikten bahsedilmekte
Metran İsa destanı: https://youtu.be/vTsEZlHbeGk?si=Fxu5Z-sY73DjjpNG Seslendiren: Mehmed Arif Ciziri
KAYNAKÇA
1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler – Raymond H. Kevorkian – Paul B. Paboudjian
Tarihi Kentler ve Ermeniler – Van / Richard Gable Hovannisian
Science in Seventh-Century Armenia: Ananias of Sirak/Chicago journal/History of science society
Metran İsa destanı, Kürt sözlü tarih anlatısında belge niteliği taşıyan `dengbeji` geleneği sayesinde günümüze kadar gelebilmiş bir Ahtamar adası hikayesidir.Bu sebepledir ki dillerden düşmeyen Tamara1 hikayesinin aksine, gerçekleşmiş olma ihtimali çok daha yüksektir. 1800`lü yıllarda geçtiğini tahmin ettiğimiz olay, dönemin Van Valisi’nin zorbalıkla evlenmek istediği güzeller güzeli Ermeni kızı Meryem’in Kolağası Kürt Ali’yle birlikte kaçıp, Ahtamar adası Surp Khaç Manastırı’na Metran (piskopos) İsa’ya sığınmasından ibarettir. Osmanlı’da ibadethanelerde kıyılan nikahın resmi nikah sayılması ve kutsal mekanlara dokunulmaz gözüyle bakılmasındandır ki, Meryemle Ali, validen kurtulabilmek için bu yolu seçmiştir.
Destanda anlatıldığı üzere Van Valisi, Ahtamar adasına sığınan Meryem ile Ali’yi yakalamak için adayı kuşatarak Manastırın başpiskoposu Metran İsa’ya seslenir:
“Ey Metran, dün gece bir rüya gördüm ve bu rüyada iki yaban kekliği gelip bu adaya kondu. Ve ben sabah uyandığımda Meryem’den haber alamadım, onların bu adada olduklarını biliyorum, eğer onları bana teslim edersen sana altın hesabıyla bin kese altın vereceğim” der.
Metran bu teklifi kesin bir dille redderek:
“Ey vali dediğini yapamam, İsa’nın mabedine sığınmış hiç kimseyi sana teslim etmem, onları muratsız yollamam” der.
Bunun ardından Ali, Meryem’le nikahının geçerli sayılabilmesi için Metran İsa’ya Hristiyanlığa geçmek istediğini söyler.
Metran İsa’nın verdiği cevap ise İslam dinine duyduğu saygıyı göstermesi bakımından tarihe not düşülecek türden bir ifadedir:
“Yapamam Ali. Senin aşkın uğruna Muhammed’in dinini bu kilisenin avlusunda rezil edemem”.
Parçanın tüm nakaratlarında Metran İsa’nın Van valisine karşı büyük bir savaş verdiği ve adını yüzyıllarca unutturmayacak bir kahramanlık örneği gösterdiği anlatılır. Hikayenin nasıl bittiğine dair farklı söylemler olsa da kesin olarak ne olup bittiğine dair elimizde somut herhangi bir veri bulunmamakta. Bazıları, ‘dengbeji hikayelerde mutlu son pek görülen bir şey değildir’ düşüncesiyle valinin adadaki herkesi katlettiğini inanırken, aksini düşünenler ise böylesi bir olayın halktan büyük bir tepki toplayacağını ve dolayısıyla valinin geri çekilmek zorunda kalarak, Meryem ile Ali’nin muratlarına erdiğini, belirtir.
Tamara hikayesinin aksine, Ahtamar ile özdeşleşmesi gereken gerçek bir hikayedir Metran İsa destanı. Bu destan, sadece bir kahramanlık, hoşgörü ya da aşk hikayesi değildir aslında. Osmanlı’nın egemenlik kurduğu topraklarda yaşayan halkların, uğradıkları zulmün fotoğrafını çeken bir hikayedir de aynı zamanda.
Ermenilerle beraber durduğu vakit, iktidarın din kardeşi olup olmaması fark etmeksizin Kürd’ü de imha etmeye yöneldiğini görürüz bu hikayede. Ermeniler açısından da durum aynıdır, Müslüman olmayana reva görülen o acımasız muamele… Tabii eklemek gerek, hiçbirimiz bu tarz destanları dinlerken Meryem’in ailesinin yerine koymak istemeyiz kendimizi.
Bugün böylesine kahramanlık, aşk ve hoşgörü ifade eden bu hikayeler, o dönem buna maruz kalan farklı din ve inanca mensup halklar için de geçerli miydi acaba? Onlar da bizim gibi gururlanıyor muydu? Hiç duydunuz mu Müslüman olmayan bir gencin Müslüman bir kızı kaçırdığını anlatan destansı bir hikaye? Ne mümkün… Bu tarz hikayeleri dinlerken hissettiğimiz o yoğun duyguların arasına, farklı din ve inanca sahip halkların maruz kaldığı haksızlıkları da sıkıştırabilseydik eğer bugün tamamen yabancılaştığımız bu toplumları çok daha iyi anlayabilmiş, tanıyabilmiş olurduk aslında. Her şeye rağmen, Metran İsa destanında, halklar bakımından çeşitli seviyelerde zalim iktidara maruziyet olsa da, halkların zalimlere karşı biraradalığının resmini de görüyoruz.
Ahtamar, Metran İsa gibi nice destanlara şahit olmuş, dilden dile dolaşan kılamları2 ve ortaçağ Ermeni sanatının şaheseri niteliğindeki Surp Khaç manastırıyla, bir kentin dünyaya açılan kapısıdır. 10. yüzyılın başlarında Abbasilerle geliştirdiği iyi ilişkileri fırsata çevirerek Vaspurakan kralı olan Gagik, içinde bulunduğu barış ortamını değerlendirerek Van Gölü’nün özellikle güney sahillerinde yoğun bir imar faaliyetine girişmişti. Bugün o bölgeden günümüze kısmen de olsa ulaşabilen bir çok eser Kral Gagik döneminden. Ayrıca sadece Ahtamar adasında değil, Van gölünde bulunan adaların tamamında Ermeni manastırları harabeye dönmüş olsalar bile kısmen ayaktalar. Hatta 7. yüzyılda yazılmış Ermenice bir el yazması esere göre, Van Gölü’ndeki adaların sayısının 7 olduğu ve bu adalardan üçünün zamanla suların yükselmesiyle gözden kaybolduğu ve Tsipan isimli sular altında kalan bir adanın da üzerinde eski bir Ermeni manastırı olduğu, aktarılır.
İsa peygamberin gerildiği orjinal çarmıhtan bir parçanın3 6. yüzyıldan Ahtamar Manastırı’nın yapıldığı tarihe dek Van bölgesinde bulunduğu birçok kaynakta rivayet edilir. Bazı Ermeni tarih anlatımlarında, Ahtamar adasındaki Surp Khaç manastırı, bu kutsal emanetin muhafaza edilmesi için Kral Gagik’in emriyle 915 – 921 yıllarında Mimar Manuel’e bir saray kilisesi olarak inşa ettirilmiş ve Surp Khaç (Kutsal Haç) ismini almıştı. Ermeni dünyasında Ahtamar adasının hac yeri sayılması da yine bu kutsal emanetle ilişkili. Ermeni mimarların Ermeni dini mimarisindeki gelişiminin zirve noktası olan Surp Khaç manastırı, 1113 yılından itibaren Ermeni kilisesinin katolikosluk merkezi olarak da hizmet vermiş. 1915 Ermeni soykırımının ardından metruk kalan binlerce manastır ve kilise yapısı gibi Ahtamar adası Surp Khaç manastırı da uzun yıllar metruk kalmış; ve hatta bir ara Türk hükümeti tarafından hakkında yıkım kararı dahi alınmıştı. Meryemle Ali’yi kurtaran Metran İsa gibi, Ahtamar’ı da Türk edebiyatının başpiskoposu Yaşar Kemal, son anda devreye girerek kurtarmıştı.
Sonuç itibariyle, bugüne kadar gidip yüksek kabartma rölyeflerini kendi gözlerinizle görmemiş, ellerinizle dokunmamışsanız manastırı ve tüm heybetiyle Artos Dağı’nı karşınıza alıp tertemiz ada havasından derin bir nefes çekmemişseniz, içerideki freskolara bakarken, kulaklarınız o bin yıllık rutubet kokan salondaki akustiği duymamışsa, Ahtamar Adası’nı ve üzerindeki Surp Khaç Manastırı’nı anlatmaya sayfalar yetmez maalesef. Hele içinden Türk olmayan her şeyin çıkarıldığı ve haliyle kocaman bir boşluktan ibaret kalan resmi Türk tarih anlatısıyla öğrenmek zorunda kalmışsanız bölge tarihini, nasıl muhteşem bir detayı kaçırmış olduğunuzu bilemezsiniz hiçbir zaman.
Yeri gelmişken şunu da belirtmek lazım.
Bakmayın siz, “Ahtamar” adını, aşk hikayelerinden aldığını söyleyenlere.
Deniz kayası anlamına gelir, Ahtamar.
Masmavi Van denizinin ortasına, nazar boncuğu misali dikilmiş kocaman bir kaya kütlesidir Ahtamar.
1 Ahtamar Adası’nın adının nereden geldiğine dair rivayet olunan ve yaygın olarak bilinen hikaye göre: zamanında bu adada yaşayan Ermeni baş keşişin güzelliği dillere destan Tamara adında bir kızı vardır. Adanın çevresindeki köylerde çobanlık yapan bir genç bu kıza âşık olur. Bu genç Tamara ile buluşmak için her gece adaya yüzer. Tamara ise ona gece karanlığında yerini belli etmek için onu bir fenerle bekler. Bundan haberdar olan kızın babası, fırtınalı bir gecede elinde fenerle adanın kıyısına iner ve sürekli yer değiştirerek gencin boşuna yüzüp, gücünü yitirmesine neden olur. Yüzmekten gücünü yitirip, yorulan genç çoban boğulur ve boğulmadan önce son nefesiyle “Ah Tamara!” diye haykırır. Bunu duyan kız da hemen ardından kendini gölün sularına bırakır O günden sonra ada Ah Tamara! ismi ile anlatılır. (Kaynak Wikipedia)
2 Kılam: Söz konuşma. Kurmanci ve Zazaca’da dengbej şiirine verilen isim.
3 Kutsal emanet olan rölikten bahsedilmekte
Metran İsa destanı: https://youtu.be/vTsEZlHbeGk?si=Fxu5Z-sY73DjjpNG
Seslendiren: Mehmed Arif Ciziri
KAYNAKÇA
1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler – Raymond H. Kevorkian – Paul B. Paboudjian
Tarihi Kentler ve Ermeniler – Van / Richard Gable Hovannisian
Science in Seventh-Century Armenia: Ananias of Sirak/Chicago journal/History of science society
collectif2015.org/100anit
Paylaş: