Göze Çarpanlar

Bomonti bira fabrikası yıkılırken: Endüstriyel miras kimlik, bellek ve kent!

Kaynak: BirGün, Şükrü Aslan, 22 Temmuz 2020

Yüzyılların cisimleştirdiği her şey tasfiye edildi. Bu mekânların verildiği aileler-şirketler devasa mekânlar inşa etti. Kimlik gitti, bellek gitti, mekanın ruhu gitti… Beton yığınları kaldı

İstanbul Şişli’de, adını verdiği semtte bulunan Bomonti Bira Fabrikasının ikinci bölümü şu sıralar yıkılıyor. Kentin endüstri mirasının bu müstesna örneği Diyanet İşleri Başkanlığının yeni ihtiyaçlarına cevap verecek binalarla yer değiştirmek üzere temelli kentin belleğinden siliniyor. Semti, ilçeyi ve nihayet kentsel mirasın önemini bilenlerin biraz da hüzünle izledikleri bir manzara yaşanıyor. Oktay Ekinci’nin konuşmalarını hatırlıyorum, ‘kentsel miras ve mekânlar söz konusu olduğunda muhafazakârlarla ilericiler yer değiştiriyor’ derdi. Genellikle yıkıp, yenisini kurmayı hayal eden İlericiler, böyle durumlarda muhafazakârlaşıyor, muhafazakârlar da yıkmaktan yana oluyorlardı. Ekinci’nin bu tespiti tam anlamıyla Bomonti Bira Fabrikasının bugünkü mahzun halini ve ona yönelik toplumsal algılarımızı anlatıyor sanki.

Türkiye’nin tek sanat üniversitesi olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Fen Edebiyat Fakültesi ile Bomonti Bira Fabrikası binasını küçük bir sokak ayırır. Komşudurlar yani. Hatta fakültenin yer aldığı alan, 1930’lu yıllarda açılan ve 1960’da kapatılan ve o süre içerisinde İstanbul’un popüler eğlence mekanlarından biri olan Bomonti Bira Bahçesidir. Bundan dolayı Mimar Sinanlılar, Bomonti Bira Fabrikasıyla hem bireysel hem de kurumsal ilgileri nedeniyle fazlasıyla içli dışlıdırlar. Hatta bu ilgi, olur ya fabrikanın en azından hâlâ ayakta kalan (şimdi yıkılmakta olan) kısmı üniversitemize verilebilir diye 2012-13 yıllarında bazı teşebbüslere de konu olmuştu.

BİRA FABRİKASINDAN DİYANET’E

Bira Fabrikasının ayakta kalan kısmının üniversiteye devredilmesi belki üniversitenin mekân ihtiyacına cevap verirdi ama bence asıl, mekânın üniversiteye ihtiyacı vardı. Çünkü üniversite fabrikanın en azından kalan kısmının ruhuna saygı gösterebilirdi. Kentteki bellek mekânlarının mahrum bırakıldığı en önemli şey sanırım bu saygıdır. Fakat olmadı. Bu mekân 2019’da Diyanet İşleri Başkanlığına devredildi. Herhalde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın daha fazla ‘ihtiyacı’ vardı ki fabrikanın kalan binaları üniversiteye değil de oraya verildi.

İşte şimdi Diyanet İşleri Başkanlığı devraldığı bu binaları yıkıyor ve belli ki kendi tasarladıkları yeni binalar yapacaklardır. Böylece Bomonti’nin bundan sonraki tarihinde artık yeni bir kurum, bina ve işlevler yer alacak. Uzun bir zamandır mekânın değişen kimliğinin yerine ikame edilen yeni kimliğin bir halkası olarak.

FABRİKA VE SEMT: MEKÂN VE KİMLİK

Bomonti’de mekân kimliğinin değişimi yeni değildir elbette. Uzun bir zamandır yeni kimliğiyle adeta kendini zihnimizin içine itiyor. Bira Fabrikasına gitmek için attığınız her adım, size bu yeni kimliği söyletiyor, ezberletiyor. Mesela Osmanbey’den Bomonti’ye gitmek için Halaskargazi Caddesinden sağa Ergenekon Caddesine dönüyorsunuz, yaklaşık bir kilometre sonra yine sağa Kazım Orbay Caddesine giriyorsunuz. O yol sizi Silahşör Caddesine çıkarır. İşte Bomonti Bira Fabrikası bu cadde üzerindedir. İsimlerin özenle seçildiği ne kadar açık! Sezen Türkoğlu ve Zeynep Günay’ın ortak çalışmalarında Bomonti’deki bu yeni mekân isimlerinin öyküsünü okuyunca insan gerçekten şaşırıyor. 1925-1950 yılları arasında yapılan yeniden isimlendirmelerle memleketin her yerinde olduğu gibi Bomonti’de de cadde ve sokakların geleneksel isimleri kayıtlardan silinmiştir. Onlardan birkaç örnek vereyim: ‘Gürcü Kilisesi Sokak’, ‘Kazım Orbay Caddesi’ olmuştur. ‘Feriköy Ermeni Kilisesi Sokak’ ‘Feriköy Fırın Sokak’ olmuştur. ‘Bey Sokak’ ‘Harzemşah Sokak’ olmuştur. ‘Tokaloğlu Sokak’, ‘Oktay Cebeci Sokak’ olmuştur. ‘Hasop Sokak’ da ‘Perihan Sokak’ olmuştur.

FABRİKA TARİHİ VE ‘MİLLİLEŞTİRME’

Bomonti Bira Fabrikasının şimdi eğlence, dinlenme mekânı olarak kullanılan bölümlerinin tarihsel öyküsü de ilginçtir. 1891’de İsviçre tebaasından ve Almanya mahmîlerinden Bomonti kardeşler tarafından Feriköy’de Bakla Tarlası olarak bilinen arazide kurulmuştur. Adı geçen kardeşler, fabrika yerini 90 bin kuruşa satın almış, 300 bin kuruş harcayarak 53 bin arşın arsa üzerine modern tekniklerle üretim yapan ilk bira fabrikasını 1892’de tesis etmişlerdir. 1909’da Büyükdere’de açılan Nektar Bira Fabrikasıyla rakip olan Bomonti Bira Fabrikası, 1912 yılında Bomonti-Nektar Birleşik Bira Fabrikaları Şirketi adı altında bu şirketle birleşmiştir. İçki Tekelinin kurulduğu dönem de dâhil 1938 yılına kadar on yıl imalat yetkisi tekrar Bomonti-Nektar Şirketine verilmiştir.

1940 yılında çıkarılan yasayla şirketin Tekel İdaresi tarafından satın alınır. Bu satın alma işinin tam adı ‘Devletleştirme’dir aslında. ‘Millileştirme’ de denilir ilgili literatürde. Şimdilerde çokça kullanılan bir terimdir, ‘yerli ve milli olmak’ diye. Aslında tam olarak erken Cumhuriyet dönemi söylemidir bu ve tam da buna uygun olmayan ne varsa onların ‘yerli’ ve ‘milli’ alana dâhil edilmesi için büyük mesai harcanmıştır. Öyle ki bazen bu ‘millileştirme’ çabaları devleti yönetenlerin kendi aralarında çeşitli anlaşmazlıklara bile yol açmıştır. Şerafettin Turan’ın aktardığına göre Atatürk’ün, 1937 yılı Eylül’ünde İsmet İnönü’yü Başbakanlık görevinden almasının sebeplerinden birisi de Bomonti Bira Fabrikasıydı. Bomonti şirketiyle baş gösteren anlaşmazlıkta Atatürk, devletle 10 yıllık sözleşme yapan şirketin çıkarlarından çok devletin yatırımlarını önemserken, İnönü buna karşıydı. Belli ki kriz Atatürk’ün ölümünden sonra, İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde ‘temelli’ çözülmüştü. Fabrika ‘satın alınmış’ yani devletleştirilmişti.

İlginç hususlardan birisi bu ‘devletleştirme’nin biçimiydi. 11 Nisan 1940 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki habere göre fabrikanın satın alınması tütün karşılığında olmuştu. Devlet, Bomonti kardeşlere tütün vermiş, fabrikayı almıştı. Bunun, ‘gönüllü’ bir alışveriş olduğunu söyleyenler çıkabilir elbette. Öyle ya da böyle fabrika bu tarihten sonra artık ‘milli’ olmuştur.

Ekonomide bu millileştirme hamleleri elbette dönemin politik tercihlerinin yansımalarıydı ve birçok başka örneği de vardı. 1937 yılı Eylül ayında ve pek çok tarihçiye göre ‘serbest teşebbüsten yana olduğu için’ Başvekâlet görevine getirilen Celal Bayar’ın hükümeti döneminde devam etmiş; hatta daha da gelişmiş; kamusal hizmet üreten ve fakat ‘yabancıların’ elinde olan pek çok şirket devletleştirilmişti. Bu yolla ‘milli’ olmayan ekonomi hızla tasfiye ediliyordu ve devletin kendi milli ekonomisini yatırım yoluyla kurmak için gerekli sermaye de buradan sağlanıyordu.

Dolayısıyla devletin kendi yatırımları da bir program dâhilinde yürüyor; ‘milli’ fabrikalar’ hızla çoğalıyordu. Bunların içinde Paşabahçe Cam Fabrikası, Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası, Paşabahçe Tekel İçki Fabrikası, Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası, Bakırköy Pamuklu Sanayi İşletmesi, Feshane, Cibali Tütün Fabrikası sayılabilir.

Bütün bu fabrikalar İstanbul’un endüstriyel dokusu ve üretim dinamikleri içinde muazzam bir yer oluşturuyordu. Aynı zamanda ‘bir sanayi şehri’ olarak İstanbul, bu fabrikalarla sadece kenti değil, modern zaman ulusallık söylemlerinin de en büyük görünümleri ve kanıtlarını sunuyordu. Ülke, bu endüstri mekânlarını ders kitaplarında çocuklarına anlatıyor, kalkınmışlığını bunlar üzerinden dile getiriyordu.

İNŞA EDİLEN TOPLUMSAL DOKU

1930’lu yıllardan başlayıp inşa edilen bu ‘milli’ ekonominin ana dinamiği olan fabrikalar kendi etrafında başka tür bir sosyal ve mekânsal hayatın ortaya çıkmasına da etkide bulunmuşlardı. Şimdi artık İstanbul kentinin en pahalı alanlarında kalmış sosyal konutların çoğu, bu fabrikalar ile ilişkili mesafelerde kurulmuştur. Büyük bir bölümü de söz konusu fabrikalarda çalışan işçilerin kurdukları kooperatiflere tahsis edilmişti. Onlardan birkaç örnek vereyim: 1954 yılında Kadıköy Koşuyolu’nda yapılan 236 ucuz ev; İETT Kadıköy Havagazı İşçileri Yapı Kooperatifine, İstanbul İşçi Sendikaları Birliği Yapı kooperatifine ve İstanbul Liman ve Doklar Gemi Sanayi İşçileri Kooperatifine tahsis kılınmıştı. Aynı yıl Üsküdar’da 81 ev İstanbul İşçi Sendikaları Birliği Yapı Kooperatifine, İstanbul Elektrik Gaz Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası Yapı Kooperatifine tahsis kılınmıştı. Hasköy’de Darülaceze arkasında Belediye arazisi üzerinde 323 evlik bir mahalle tesis olunmuş ve İETT Otobüs İşçileri Yapı Kooperatifi, Taşkızak Deniz İşçileri Sendikası Yapı Kooperatifi, İstanbul İşçi Sendikaları Birliği Yapı Kooperatifi, İstanbul Liman ve Doklar Gemi Sanayi İşçileri Yapı Kooperatifine tahsis kılınmıştı. Mecidiyeköy Esentepe’de 220 evlik bir ucuz mesken mahallesi yapılmış 6188 sayılı kanun uyarınca İstanbul Gazeteciler Cemiyeti ve Gazeteciler Sendikası Yapı Kooperatifine tahsis kılınmıştı. Şişli Abidei Hürriyet yolunda Ermeni Mezarlığı arkasında belediye malı arazide 120 evlik bir ucuz mesken mahallesi yapılmış İstanbul Bira Fabrikaları İşçileri Yapı Kooperatifine tahsis olunmuştu. Bakırköy Kartaltepe’de 6188 sayılı yasa gereği hazineden alınan arsaya 111 evlik ucuz mesken mahallesi yapılmış ve Sümerbank Bakırköy Pamuklu Mensucat Sanayi İşçileri Yapı Kooperatifine tahsis kılınmıştı. Yıldız Posta Caddesinde Hazineden 5218-5228 sayılı kanunlarla devralınan 86 evlik bir ucuz mesken mahallesi tesis edilmiş, Güzel Konutlar Yapı Kooperatifine tahsis kılınmıştı.

Bütün bu konut alanlarının inşası ile söz konusu endüstri mekânları arasındaki doğrudan ilişki vardı. Dolayısıyla söz konusu toplu konut alanları (ve onların enformel biçimleri olarak gecekondu mahalleleri) her halükârda kentsel belleğin en önemli örnekleri olarak endüstri mekânlarının izlerini taşıyorlardı.

Bomonti Bira Fabrikası bu anlamda etki gücü yüksek bir endüstri mekânıydı. Fabrika semte ruhunu vermişti. Aykut Görkey, 1955’de ‘Bomonti Bira Fabrikasında dolaşmak dünya turuna çıkmak gibiydi’ diye yazar. Her şeyden önce içinde bulunduğu semtteki gündelik hayatı etkilemişti. Merkezinde Bira Fabrikası olmak üzere Bomonti bir dizi büyük fabrikaya ev sahipliği yapıyordu. Bu nitelikleri dolayısıyla 1960’lı yıllarda Erol Tümertekin’in gözde çalışma alanlarından birisi olmuştu. “Şişli Gecekondularını İhya ve Güzelleştirme Derneği” başkanı Naim Tanyeri, Bomonti Bira Fabrikasında muhasebeciydi. Aynı kişi 1974 yılında kurulan Bomonti Bira Fabrikası İşçileri Tüketim Kooperatifinin de başkanıydı. Tam bir sınıf mekanıydı Bomonti. Kitlesel işçi eylemleri olmaktaydı yaygınlıkla. Bu sınıf semti niteliğinin etkisi olmuş mudur emin değilim ama Troçki’nin de sürgün hayatı yaşadığı dönemde, 1929 yılında Bomonti’de bir evde kaldığını da not etmek gerekir.

NESNELEŞEN MEKÂNLAR

Bomonti Bira Fabrikasının Öyküsü aslında İstanbul’daki diğer benzer endüstriyel mekânların ve hatta kentin öyküsünün bir örneğidir. 19’uncu yüzyılın sonunda kurulan fabrika, 20’nci yüzyıl biterken ‘elden çıkarılmıştır’. Türkiye’nin hemen hemen bütün diğer endüstri mekânları gibi. Bu süreç yerel ya da merkezi devlet görevlileri ya da kurumları aracılığıyla gerçekleşmiştir. Lefebvre’nin söylediği gibi; devlet ve yönetme erkini paylaşan kurumlar, devletin işlerliği ve güvenliğinden sorumlu aygıtlar, politik söylem merkezleri, yerel yönetimler ve benzeri seküler veya dinsel oluşumlar, bir anlamda kentin nasıl olması gerektiğini planlayan güç merkezleridir ve egemen veya değil tüm görüşleri gündelik hayatın içerisinde yeniden üreterek, kenti dönüştürürler. İstanbul’daki endüstriyel mekânların öyküsü tam olarak Lefebvre’nin işaret ettiği gibidir.

Burada sorun sadece özelleştirme değildir. Başka bir deyişle orada gömülü kişisel, toplumsal, mekânsal öykülerle ilgili çok daha geniş boyutları var. Bu mekânlarda (fabrika, sokak, semt, mahalle) cisimleşmiş gündelik kültürler ve hayat; buralarda inşa edilmiş kimlikler var.

Biraz Bomonti’den çıkarak aynı ilçe sınırlarında olan Mecidiyeköy’e gidelim. Likör ve Kanyak Fabrikasına. Hikâyesi hemen hemen Bomonti Bira Fabrikası ile aynıdır. Şimdi ne var eski fabrikanın yerinde? Örnekleri çoğaltabiliriz. Paşabahçe Cam Fabrikası, Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası, Paşabahçe Tekel İçki Fabrikası, Bakırköy Pamuklu Sanayi İşletmesi vb. her birinin öyküsü birbirine benzerdir.

Bu endüstri mekânlarının hiçbiri artık bir endüstri mekânı değildir. Bu işlevleri çok uzun zaman önce durduruldu. Bir kısmı artık bina olarak da durmuyor. Yıkıldı ya da yıktırıldı. Bu mekânlar eski fonksiyonlarını kaybettiler. Oradaki mekânsal bellek de toplumsal bellek de görünmez oldu. Oralarda ve çevresinde kurulan gündelik hayat ve dayanışma araçları da artık yok.

Peki, ne var bu mekânların yerinde? Oteller, AVM’ler veya başka işlevleri olan şaşaalı binalar ve müşterileri var. Bu kadar.

Yüzyılların cisimleştirdiği her şey tasfiye edildi. Bu mekânların verildiği aileler-şirketler yeni imar haklarıyla devasa mekânlar inşa ettiler. Şimdi o mekânlar ve müşterilerinden müteşşekil bir kentsel doku var. Kimlik gitti, bellek gitti, mekanın ruhu gitti… Beton yığınları kaldı.