“(…) Ama, o zaman bana Céline’in müthiş niteliklerinin ne olduğunu soracaksınız. İlgiyle karşılanan “Gecenin Sonuna Yolculuk” için ona bazı çevrelerdeki merak ve hatta bu coşkuyu kazandıran şey ne? Louis-Ferdinand Céline bir hicivci: Jules Valles, Octave Mirbeau, Léon Bloy ve Léon Daudet’nin izinden giden bir hicivci.”
Edmond Jaloux, Excelsior, 14 Aralık 1932
Louis-Ferdinand Céline, 1932’de “Gecenin Sonuna Yolculuk” eserini yayımladığında, yazar-eleştirmen Edmond Jaloux, Excelsior gazetesinde kendisi için bu sözleri kaleme almıştı. Céline kuşkusuz 20. yüzyılın en önemli edebiyatçılarından biri. Céline’i bu başarısının yanı sıra “konuşulur” daha doğrusu tartışılır kılansa bir başka yanı: Antisemitizmi. Her ne kadar kitaplarını basan yayınevleri bunu görmek istemese de…
Edmond Jaloux 1932’de bu satırları kaleme alırken, henüz Céline ile yıllar sonra daha da belirginleşecek antisemitizmlerinin onları birleştireceğinden habersizdi. Fransız Akademisi üyesi olduğu dönemde Jaloux, L’Echo de Paris’te 5 Ekim 1936’da “Les Indésirables” yazısında Yahudi mültecileri hedef aldı. Fransa, o dönem Nazi zulmünden kaçan Yahudilerin sığınağıydı ve Jaloux’ya göre, “bu mülteciler önceki nesillerdekine göre daha tehlikeli”ydi. Çünkü “asla gerçek bir Fransız’a dönüşmeyecek” ve hatta “ihanetle ya da savaş hazırlayarak zarar verecek”lerdi. Louis-Ferdinand Céline ise komünizme odaklanmıştı. Aralık 1936’da, SSCB ziyareti sonrasında kaleme aldığı Mea Culpa’da ağır eleştiriler getirecekti. Bu kitapta “Bende hala bazı nefretler eksik. Halbuki var olduklarından eminim” diye yazmıştı. Kendisinde eksik olan nefret neydi bilinmez ama kısa süre sonra Céline’in nefreti, antisemitizmi belirgin bir şekilde ortaya çıkacaktı. Halbuki “Taksitle Ölüm” romanında küçük burjuva baba figürünün hayattaki başarısızlıklarını Yahudilere yüklediği antisemitizmle dalga geçmişti. Fakat üçlü risalesi bu konudaki yazdıklarını tamamen değişecekti.”
Céline, bu üçlemeyi yazmaya 1933’te iktidara gelen Nazilerin güçlerini pekiştirdikleri yıllarda üçlemesine başladı. Serinin ilki, 1937’de bastığı “Bagatelles pour un massacre” oldu. Kitabın ağır antisemit tonu gecikmeli de olsa Türkiye basınının bile ilgisini çekti. 23 Aralık 1938’in Cumhuriyet gazetesinde “Hem Nalına Hem Mıhına” köşesinde Avrupa’da yükselen antisemitizmden bahsedilirken, bu kitap örnek gösterilecekti:
“Birkaç gün evvel, elime bir Fransızca kitap geçti. Louis Ferdinand Celine isminde bir Fransız yazmış. Bu kitap, Fransa’da Yahudi aleyhtarlığı yapmak için neşredilmiştir.
(…)
Fransız muharriri, kitabın bir yerinde şöyle diyor:
‘1914’te Fransa’nın umumi nüfusu 40 milyondu. Bu nüfus arasında 2 milyon Yahudi ve Yahudi melezi vardı. Fransa’nın umumi serveti 100 milyar franktı, bunun 750 milyarı Yahudilerin elindeydi. Fransa. Büyük Harp’te, 9.950.000 kişi seferber etti, bunun yalnız 45.000 kişi Yahudi idi. Fransa, 1,750,000 maktul verdi. Büyük Harp’te ölen Fransız Yahudileri ise 1350 kişiden ibarettir. Demek ki harpte 1300 Fransız ölüsüne mukabil 1 Yahudi ölmüştür Yahudilere ait rakamlar Fransa’daki hahambaşının beyanatından alınmıştır. Fransızlar, seferber ettikleri insan mevcudunun 3’te birini kaybettikleri halde Yahudiler, ancak 33 kişide bir kişi kurban vermişlerdir.
Şu halde, Fransa’da, her meslekte 1300 kişide bir Yahudi’ye hayat hakkı vermeliyiz. Mesela 30.000 Fransız doktoruna mukabil 23 Yahudi doktor olmalıdır. Halbuki Fransa’da 8000 kadar Yahudi doktor vardır.”
Bu kitaba yönelik gelen tepkiler büyürken Céline, 1938’de serisinin ikincisini “L’Ecole des cadavres”ı yayımladı. Bu kitabında kendisine yönelik eleştirilerden birine, “Salvador, Yahudi” imzalı bir mektuba da yer verecekti. Mektup, özellikle Türkiye basınının da alıntıladığı “sadakatsizlik” ithamına yanıt veriyordu:
“(…) Şimdi bilesin ki, ben bir Yahudi olarak, senin gibi bir aptalın geçen savaşta sadece 1300 kişinin öldüğünü söylemesini sağlamak ve bana kirli youtre [Almanca Yahudi “Jude” kelimesinin Fransızcada pejoratif olarak kullanılan versiyonu] denilmesini duymak için savaşa gitmeyeceğim.
Ve eğer sadece 1300 kişi ölmüşse bu ‘youtre’ların Hristiyanlardan daha şanslı olduklarını gösterir.
Onların çoğu lejyondaydı ve saklanmadılar.”
Céline, “L’Ecole des cadavres”da Nazi Almanyası ile ittifak talebini açıkça vurgulayacaktı: “Fransız-Alman birliği. Fransız-Alman ittifakı. Fransız-Alman ordusu. (…) Önce Fransız-Alman ordusu. Kalanı kendiliğinden gelecektir. Ayrıca İtalya ve İspanya doğal olarak konfederasyona katılacak. Avrupa Aryan Devletleri Konfederasyonu.”
Ferit Edgü “zehirli kaleminden pek az yazar ve politikacının kurtulduğu”nu söylemişse de Louis-Ferdinand Céline için Hitler hayranlığının merkeziydi: “İşçi için en çok şeyi kim yaptı? Stalin değil, Hitler.” Aynı Nazi propagandasında olduğu gibi, Céline de savaşın taraflarını antisemit bir bakış açısıyla yorumluyor, “Beyazlara karşı zenci Yahudiler. Ne eksik, ne fazla” diyordu.
Louis-Ferdinand Céline, Yahudiler arasında ayrım yapılmasına da karşı çıkmaktaydı. Her ne kadar yer yer hedefinde sermayeyi, daha doğrusu gücü elinde tuttuğuna inandığı Yahudiler varmış gibi gösterse de, niyetinin bu olmadığı başka satırlarına yansıyacaktı: “Her Yahudi şeytanın altınlarının bir görevlisidir. Büyük ya da küçük Yahudi! Hiçbir ayrım yok!”
“Edebiyatla tıp arasında seçebilecek olsaydım tıbbı seçerdim” diyen ve bu sözleri ile on yıllar sonra Türkçe çevirmeni Yiğit Bener tarafından “hekimliğinden vazgeçemeyen bir yazar” olarak nitelenecek Céline, bu yönünü Naziler gibi bir “ırk hijyencisi” olarak da kullanmaktaydı.
“İtalyan antisemitizmini isteksiz, benim zevkime göre soluk, yetersiz buluyorum. Tehlikeli buluyorum. İyi Yahudiler ve kötü Yahudiler arasında bir ayrım mı? (…) Cerrah iyi ve kötü mikroplar arasında ayrım yapar mı? (…) Hayır. Bu tutum beceriksizliktir ve felaket olurdu.”
Louis-Ferdinand Céline / L’Ecole des cadavres
Céline, yıllar sonra yayımcısı olacak Gallimard’ın “Fransız antisemitizm tarihinin en alçak parçaları arasında yer almakta” diyeceği risalelerine “Les Beaux Draps”ile devam etti. Hayatını değiştiren dönüm noktasıysa Nazilerin çöküşü oldu.
Nazi yanlısı Vichy yönetiminin önde gelenleri gibi Céline de Almanya’ya kaçacak, oradan da yolu Danimarka’ya uzanacaktı. Fakat burada, dönemin gazetelerinin aktardığına göre, 1945 yılının Aralık ayında bir Fransız’ın Kopenhag’da bir sokakta kendisini tanıması sonucunda yakalanacaktı.
Danimarka’da Vestre Faengsel Hapishanesi’nde kalan Céline için tartışma iki ülke arasında gerilime neden oldu. Bu süreci 3 Şubat 1947’de L’Aurore gazetesi yazarın ünlü kitabı “Gecenin Sonuna Yolculuk”a atıfta bulunarak takip ediyordu: “Louis Ferdinand Céline, gecenin sonuna yolculukta son istasyonunda durdurulurken.”
Basın iki ülkenin, Fransız ve Danimarka yargısının farklı tutumu olduğunu yazıyordu. Fransız yargısı “O bir savaş suçlusu” diyordu. Danimarka yargısıysa “O bir siyasi mülteci” yanıtını verecek ve Céline’i teslim etmeyeceğini söyleyecekti.
Yaklaşık 1,5 sene hapiste yatan ve 1951’de afla ülkesine dönen Céline’in sağlık sorunları baş göstermişti. Dönemin basınına göre, bir de korkusu vardı: Yayımcısı Robert Denoël gibi komünistler tarafından öldürülmek. Fakat sonu bu olmadı, 1 Temmuz 1961’e kadar yaşadı. Yazarlığının ilk yıllarındaki kadar itibar görmese de…
Denoël’in 1945’te suikasta uğraması ardından yayınevi rakibi Gallimard’a geçince, Céline’nin de artık yeni bir yayımcısı olmuştu. Bilindiği kadarıyla antisemit içerikli ve hayatını değiştiren üçlemesi kendisinin isteği üzerine basılmadı. Fakat kaleme aldıkları için de hiçbir zaman açıkça özür dilemedi.
Bu risalelerin yeniden basımı gündeme gelince Gallimard, yazarının antisemit içeriğinin farkında olduğunu basına yaptığı açıklamalarda güçlü bir dille vurgulamış olsa da, yayınevi bugün hala Céline’i okuyucusuna tanıtırken bu özelliğini “göz ardı” ediyor. Gallimard’ın internet sitesinde yazarın “o yıllar”ı için şöyle deniliyor: “1944’ten 1951’e Almanya ve Danimarka’da sürgünde yaşadı.” Antisemitizmi de, neden Danimarka’ya gittiği, gitmek zorunda kaldığı da nedense “unutuluyor” bu satırlarda. Yazarın geçmişi okuyucusunun biraz hafızasına, epey de vicdanına bırakılıyor. Tüm bunun üstüne yayınevi “Fransa’ya döndükten sonra” diyor ve ekliyor: “Çoğunlukla fakirleri tedavi etmeye devam etti.”
Céline’in biyografisi için Türkiye’deki yayınevi farklı bir yol izliyor. Yapı Kredi Yayınları, yazarını internet sitesinde “günümüze dek uzanan tartışmaların, kavgaların baş aktörü, dünyayı ikiye bölen ve bölmeye devam eden, bazılarının tanrı saydığı, bazılarının insanlık suçlusu ilan ettiği” diye tanıtıyor. Oysa Céline’in antisemitizmi de, Hitler’e olan açık desteği de tartışmaya yer bırakmayacak netlikte.
Louis-Ferdinand Céline, yayınevleri ya da sevenleri tarafından olabildiğince eserleriyle, olumlu yönleriyle anılmak, hatırlanmak istense de, o aslında kendi felaketini kendi getirenlerden. Sözleri, sözcükleri sakınmadan kullananlardan ve sonunda o çok sevdiği ifadesiyle “ölümün işbirlikçi”sine dönüşenlerden sadece biri. Tıpkı “Gecenin Sonuna Yolculuk”ta dediği gibi:
“Sözcüklerden asla yeterince sakınmayız, öyle zararsız gibi durur sözcükler, tehlikeli bir halleri falan yoktur elbette, hava cıva, ağızdan çıkan birtakım sesler, etliye sütlüye karışmayan, kulaktan girip beynin o kocaman gevşek gri dokusunun müthiş sıkıntısı tarafından kolayca emilebilen. Onlardan sakınmayız, sözcüklerden, felaketler de öyle gelir zaten.”
Louis-Ferdinand Céline, 1932’de “Gecenin Sonuna Yolculuk” eserini yayımladığında, yazar-eleştirmen Edmond Jaloux, Excelsior gazetesinde kendisi için bu sözleri kaleme almıştı. Céline kuşkusuz 20. yüzyılın en önemli edebiyatçılarından biri. Céline’i bu başarısının yanı sıra “konuşulur” daha doğrusu tartışılır kılansa bir başka yanı: Antisemitizmi. Her ne kadar kitaplarını basan yayınevleri bunu görmek istemese de…
Edmond Jaloux 1932’de bu satırları kaleme alırken, henüz Céline ile yıllar sonra daha da belirginleşecek antisemitizmlerinin onları birleştireceğinden habersizdi. Fransız Akademisi üyesi olduğu dönemde Jaloux, L’Echo de Paris’te 5 Ekim 1936’da “Les Indésirables” yazısında Yahudi mültecileri hedef aldı. Fransa, o dönem Nazi zulmünden kaçan Yahudilerin sığınağıydı ve Jaloux’ya göre, “bu mülteciler önceki nesillerdekine göre daha tehlikeli”ydi. Çünkü “asla gerçek bir Fransız’a dönüşmeyecek” ve hatta “ihanetle ya da savaş hazırlayarak zarar verecek”lerdi. Louis-Ferdinand Céline ise komünizme odaklanmıştı. Aralık 1936’da, SSCB ziyareti sonrasında kaleme aldığı Mea Culpa’da ağır eleştiriler getirecekti. Bu kitapta “Bende hala bazı nefretler eksik. Halbuki var olduklarından eminim” diye yazmıştı. Kendisinde eksik olan nefret neydi bilinmez ama kısa süre sonra Céline’in nefreti, antisemitizmi belirgin bir şekilde ortaya çıkacaktı. Halbuki “Taksitle Ölüm” romanında küçük burjuva baba figürünün hayattaki başarısızlıklarını Yahudilere yüklediği antisemitizmle dalga geçmişti. Fakat üçlü risalesi bu konudaki yazdıklarını tamamen değişecekti.”
Céline, bu üçlemeyi yazmaya 1933’te iktidara gelen Nazilerin güçlerini pekiştirdikleri yıllarda üçlemesine başladı. Serinin ilki, 1937’de bastığı “Bagatelles pour un massacre” oldu. Kitabın ağır antisemit tonu gecikmeli de olsa Türkiye basınının bile ilgisini çekti. 23 Aralık 1938’in Cumhuriyet gazetesinde “Hem Nalına Hem Mıhına” köşesinde Avrupa’da yükselen antisemitizmden bahsedilirken, bu kitap örnek gösterilecekti:
“Birkaç gün evvel, elime bir Fransızca kitap geçti. Louis Ferdinand Celine isminde bir Fransız yazmış. Bu kitap, Fransa’da Yahudi aleyhtarlığı yapmak için neşredilmiştir.
(…)
Fransız muharriri, kitabın bir yerinde şöyle diyor:
‘1914’te Fransa’nın umumi nüfusu 40 milyondu. Bu nüfus arasında 2 milyon Yahudi ve Yahudi melezi vardı. Fransa’nın umumi serveti 100 milyar franktı, bunun 750 milyarı Yahudilerin elindeydi. Fransa. Büyük Harp’te, 9.950.000 kişi seferber etti, bunun yalnız 45.000 kişi Yahudi idi. Fransa, 1,750,000 maktul verdi. Büyük Harp’te ölen Fransız Yahudileri ise 1350 kişiden ibarettir. Demek ki harpte 1300 Fransız ölüsüne mukabil 1 Yahudi ölmüştür Yahudilere ait rakamlar Fransa’daki hahambaşının beyanatından alınmıştır. Fransızlar, seferber ettikleri insan mevcudunun 3’te birini kaybettikleri halde Yahudiler, ancak 33 kişide bir kişi kurban vermişlerdir.
Şu halde, Fransa’da, her meslekte 1300 kişide bir Yahudi’ye hayat hakkı vermeliyiz. Mesela 30.000 Fransız doktoruna mukabil 23 Yahudi doktor olmalıdır. Halbuki Fransa’da 8000 kadar Yahudi doktor vardır.”
Bu kitaba yönelik gelen tepkiler büyürken Céline, 1938’de serisinin ikincisini “L’Ecole des cadavres”ı yayımladı. Bu kitabında kendisine yönelik eleştirilerden birine, “Salvador, Yahudi” imzalı bir mektuba da yer verecekti. Mektup, özellikle Türkiye basınının da alıntıladığı “sadakatsizlik” ithamına yanıt veriyordu:
“(…) Şimdi bilesin ki, ben bir Yahudi olarak, senin gibi bir aptalın geçen savaşta sadece 1300 kişinin öldüğünü söylemesini sağlamak ve bana kirli youtre [Almanca Yahudi “Jude” kelimesinin Fransızcada pejoratif olarak kullanılan versiyonu] denilmesini duymak için savaşa gitmeyeceğim.
Ve eğer sadece 1300 kişi ölmüşse bu ‘youtre’ların Hristiyanlardan daha şanslı olduklarını gösterir.
Onların çoğu lejyondaydı ve saklanmadılar.”
Céline, “L’Ecole des cadavres”da Nazi Almanyası ile ittifak talebini açıkça vurgulayacaktı: “Fransız-Alman birliği. Fransız-Alman ittifakı. Fransız-Alman ordusu. (…) Önce Fransız-Alman ordusu. Kalanı kendiliğinden gelecektir. Ayrıca İtalya ve İspanya doğal olarak konfederasyona katılacak. Avrupa Aryan Devletleri Konfederasyonu.”
Ferit Edgü “zehirli kaleminden pek az yazar ve politikacının kurtulduğu”nu söylemişse de Louis-Ferdinand Céline için Hitler hayranlığının merkeziydi: “İşçi için en çok şeyi kim yaptı? Stalin değil, Hitler.” Aynı Nazi propagandasında olduğu gibi, Céline de savaşın taraflarını antisemit bir bakış açısıyla yorumluyor, “Beyazlara karşı zenci Yahudiler. Ne eksik, ne fazla” diyordu.
Louis-Ferdinand Céline, Yahudiler arasında ayrım yapılmasına da karşı çıkmaktaydı. Her ne kadar yer yer hedefinde sermayeyi, daha doğrusu gücü elinde tuttuğuna inandığı Yahudiler varmış gibi gösterse de, niyetinin bu olmadığı başka satırlarına yansıyacaktı: “Her Yahudi şeytanın altınlarının bir görevlisidir. Büyük ya da küçük Yahudi! Hiçbir ayrım yok!”
“Edebiyatla tıp arasında seçebilecek olsaydım tıbbı seçerdim” diyen ve bu sözleri ile on yıllar sonra Türkçe çevirmeni Yiğit Bener tarafından “hekimliğinden vazgeçemeyen bir yazar” olarak nitelenecek Céline, bu yönünü Naziler gibi bir “ırk hijyencisi” olarak da kullanmaktaydı.
Céline, yıllar sonra yayımcısı olacak Gallimard’ın “Fransız antisemitizm tarihinin en alçak parçaları arasında yer almakta” diyeceği risalelerine “Les Beaux Draps”ile devam etti. Hayatını değiştiren dönüm noktasıysa Nazilerin çöküşü oldu.
Nazi yanlısı Vichy yönetiminin önde gelenleri gibi Céline de Almanya’ya kaçacak, oradan da yolu Danimarka’ya uzanacaktı. Fakat burada, dönemin gazetelerinin aktardığına göre, 1945 yılının Aralık ayında bir Fransız’ın Kopenhag’da bir sokakta kendisini tanıması sonucunda yakalanacaktı.
Danimarka’da Vestre Faengsel Hapishanesi’nde kalan Céline için tartışma iki ülke arasında gerilime neden oldu. Bu süreci 3 Şubat 1947’de L’Aurore gazetesi yazarın ünlü kitabı “Gecenin Sonuna Yolculuk”a atıfta bulunarak takip ediyordu: “Louis Ferdinand Céline, gecenin sonuna yolculukta son istasyonunda durdurulurken.”
Basın iki ülkenin, Fransız ve Danimarka yargısının farklı tutumu olduğunu yazıyordu. Fransız yargısı “O bir savaş suçlusu” diyordu. Danimarka yargısıysa “O bir siyasi mülteci” yanıtını verecek ve Céline’i teslim etmeyeceğini söyleyecekti.
Yaklaşık 1,5 sene hapiste yatan ve 1951’de afla ülkesine dönen Céline’in sağlık sorunları baş göstermişti. Dönemin basınına göre, bir de korkusu vardı: Yayımcısı Robert Denoël gibi komünistler tarafından öldürülmek. Fakat sonu bu olmadı, 1 Temmuz 1961’e kadar yaşadı. Yazarlığının ilk yıllarındaki kadar itibar görmese de…
Denoël’in 1945’te suikasta uğraması ardından yayınevi rakibi Gallimard’a geçince, Céline’nin de artık yeni bir yayımcısı olmuştu. Bilindiği kadarıyla antisemit içerikli ve hayatını değiştiren üçlemesi kendisinin isteği üzerine basılmadı. Fakat kaleme aldıkları için de hiçbir zaman açıkça özür dilemedi.
Bu risalelerin yeniden basımı gündeme gelince Gallimard, yazarının antisemit içeriğinin farkında olduğunu basına yaptığı açıklamalarda güçlü bir dille vurgulamış olsa da, yayınevi bugün hala Céline’i okuyucusuna tanıtırken bu özelliğini “göz ardı” ediyor. Gallimard’ın internet sitesinde yazarın “o yıllar”ı için şöyle deniliyor: “1944’ten 1951’e Almanya ve Danimarka’da sürgünde yaşadı.” Antisemitizmi de, neden Danimarka’ya gittiği, gitmek zorunda kaldığı da nedense “unutuluyor” bu satırlarda. Yazarın geçmişi okuyucusunun biraz hafızasına, epey de vicdanına bırakılıyor. Tüm bunun üstüne yayınevi “Fransa’ya döndükten sonra” diyor ve ekliyor: “Çoğunlukla fakirleri tedavi etmeye devam etti.”
Céline’in biyografisi için Türkiye’deki yayınevi farklı bir yol izliyor. Yapı Kredi Yayınları, yazarını internet sitesinde “günümüze dek uzanan tartışmaların, kavgaların baş aktörü, dünyayı ikiye bölen ve bölmeye devam eden, bazılarının tanrı saydığı, bazılarının insanlık suçlusu ilan ettiği” diye tanıtıyor. Oysa Céline’in antisemitizmi de, Hitler’e olan açık desteği de tartışmaya yer bırakmayacak netlikte.
Louis-Ferdinand Céline, yayınevleri ya da sevenleri tarafından olabildiğince eserleriyle, olumlu yönleriyle anılmak, hatırlanmak istense de, o aslında kendi felaketini kendi getirenlerden. Sözleri, sözcükleri sakınmadan kullananlardan ve sonunda o çok sevdiği ifadesiyle “ölümün işbirlikçi”sine dönüşenlerden sadece biri. Tıpkı “Gecenin Sonuna Yolculuk”ta dediği gibi:
Paylaş: