15 Kasım 2003’te Neve Şalom ve Şişli Beth Israel Sinagoglarına yapılan eşzamanlı iki saldırıda 28 kişi ölmüş 300’den fazla kişi yaralanmıştı.
Kaynak: Şalom
14 Kasım 2003 Akşamüzeri belleğimde hiç unutmayacağım bir telefon konuşması.
– Mois yarın sabah nerede olursun? Şişli mi? Neve Şalom mu? Ortaköy mü?
– Yok, bu Şabat Sirkeci’de olursam daha iyi, duadan sonra Sultanahmet’e uğrayacağım.
– Peki, o zaman görüşürüz.
Bir gün sonra önceden karar verdiğimiz gibi Sirkeci Bet Avraam Sinagogunun önündeydim. Saatler 9.14’ü gösterdiğinde karşı kıyıdan yükselen dumanlar ve net hissedilebilen patlama sesiyle ürkmüştüm. Hemen yakınımızdaki polis memurları duruma anlam verememiş, aradan birkaç dakika geçmeden telefonda nefes nefese kalmış Rafi’nin sesinde o korktuğumuz ama hiç üstümüze konduramadığımız terörün bizi evlerimizde yakaladığını öğrenmiştim. Duanın orta yerinde içeri girip, sinagogu duadakilerin talletlerini çıkarmaya bile fırsat vermeden acilen boşaltmamız birkaç dakikayı almıştı. Arabama atladığım gibi dörtlüleri yakıp, son hızla Şişhane Yokuşuna vardığımda daha fazla ilerleyememiş, bir köşede park edip, insan ve cam seli içerisinde Büyük Hendek Caddesi’nin başına yürüyerek devam edebilmiştim. Ardı ardına gelen ambülansları, çevre binaların kırılan ve tüm yolu kaplayan cam parçalarını gördüğümde sessizce bir köşede durup ağlamıştım. Kaybedilen sadece o sinagogların içinde veya önünde beklemekte olan kardeşlerimizin hayatları değil, bir daha geri dönülmesi zor bir travmada geleceğe dair hayallerimizdi.
Annemin telaşla arayan telefonunda halimi belli etmek istemezcesine, “Anne ben iyiyim, lütfen evden çıkma, beni de merak etme” diyebilmiştim. Gençler arasında bir telefon trafiği çoktan başlamış, kimin hangi hastaneye gideceği, herkesin iyi olup olmadığı anlaşılmaya çalışılmaktaydı. Nedim şans eseri kurtulmuş, yaralı olarak hastaneye kaldırılmıştı. Aradan bir saat geçmeden gelen telefon acı haberi vermekteydi. Yaniv ağlamaklı sesi ile “Yoel’i kaybettik abi” demekteydi. “Ne diyorsun? Hayır! Emin misin?” “Evet, Şişli’deydi Yoel, şimdi haber geldi, kurtulamadı.”
Bedenim, bir zaman sonra kendisinin de parçası olacağı sonsuz bir gerçeği duygularımdan önce kavramıştı. Olay, duygularla aklın hemen kavrayamayacağı kadar tuhaftı. Daha bir hafta evvel görüştüğünüz, yazın beraber seyahate gittiğiniz gencecik bir can artık hayatımızda olmayacak ve biz geride kalanlar onun idealleri için mücadele verecektik. Yürümek, nereye olduğunu bilmeden sadece derin derin nefes alıp gitmem gerekmeyen bir yere doğru hızlı adımlarla yürümek tek terapimdi. Gündüzün geceye bağlandığı saatler soluğu takımın geri kalanı gibi Alman Hastanesinin koridorunda almıştık. Kendimizi, yaşadıklarımızı o an için unutup, yaralıların bir an evvel iyileşebilmesi için bir avuç genç, anne, baba, cemaat yöneticileri kol kola vermiştik.
Travmalarda söz yoktur. Bir koku, bir görüntü, bir ses ya da bir dokunuş, bir çağrışım belleğimizi alt üst edebilir. Travma bilinçdışımızda köklenir ve bedenimizde kendini tüm çıplaklığıyla hissettirir. 15 Kasım 2003 günü gibi ağır bir travmayı yaşayan veya buna tanıklık edenler, çok uzun bir süre zihinlerinde aynı olayı yeniden kurgulamaya, düzenlemeye çalışabilir. Bu yaşananları simgeselliğe dönüştürmektir. Toplum olarak unutmaya karşı “Hatırlamak” ve “Hatırlatmak” ise travmanın acı verici hisleriyle bozulan hikayemize bir anlamda şifa vermektir. Yeterince konuşamadığımız, unutmaya yüz tuttuğumuz anılarımız ise bizi yeniden o travmanın içine sürükler. 15 Kasım 2003 Türkiyeli Yahudiler’in ancak birlikte konuşup, toplumuyla bütünleşebildiğinde üstesinden geleceği travması, biricik acısıdır. Sizlerle bu satırları paylaştığım esnada önümde 16 Kasım 2003 tarihli Milliyet Gazetesi, Naşit Ağabey’in, Şişli Beth İsrael ve Neve Şalom’un patlama sonrası fotoğrafları, kulaklarımda Yoeliko’nun, Anna-Anette Rubinstein Talu’nun, Avram’ın, Berta’nın ve diğer tüm kaybettiğimiz kurbanların isimleri yankılanmaktaydı.
Evet, 15 Kasım 2003’ü aradan yıllar geçse de unutmamalıyız. O sinagogu her yıl dini anma töreninde doldurdukça yaralarımızı bir kez daha saracak,kaybettiklerimizin ideallerinde birbirimize sımsıkıya bağlanıp “Buradayız” diyebileceğiz. 20 Kasım Pazar günü hep birlikte, acılarımızı paylaşabilmek dileğiyle…
15 Kasım 2003’te Neve Şalom ve Şişli Beth Israel Sinagoglarına yapılan eşzamanlı iki saldırıda 28 kişi ölmüş 300’den fazla kişi yaralanmıştı.
Kaynak: Şalom
14 Kasım 2003 Akşamüzeri belleğimde hiç unutmayacağım bir telefon konuşması.
– Mois yarın sabah nerede olursun? Şişli mi? Neve Şalom mu? Ortaköy mü?
– Yok, bu Şabat Sirkeci’de olursam daha iyi, duadan sonra Sultanahmet’e uğrayacağım.
– Peki, o zaman görüşürüz.
Bir gün sonra önceden karar verdiğimiz gibi Sirkeci Bet Avraam Sinagogunun önündeydim. Saatler 9.14’ü gösterdiğinde karşı kıyıdan yükselen dumanlar ve net hissedilebilen patlama sesiyle ürkmüştüm. Hemen yakınımızdaki polis memurları duruma anlam verememiş, aradan birkaç dakika geçmeden telefonda nefes nefese kalmış Rafi’nin sesinde o korktuğumuz ama hiç üstümüze konduramadığımız terörün bizi evlerimizde yakaladığını öğrenmiştim. Duanın orta yerinde içeri girip, sinagogu duadakilerin talletlerini çıkarmaya bile fırsat vermeden acilen boşaltmamız birkaç dakikayı almıştı. Arabama atladığım gibi dörtlüleri yakıp, son hızla Şişhane Yokuşuna vardığımda daha fazla ilerleyememiş, bir köşede park edip, insan ve cam seli içerisinde Büyük Hendek Caddesi’nin başına yürüyerek devam edebilmiştim. Ardı ardına gelen ambülansları, çevre binaların kırılan ve tüm yolu kaplayan cam parçalarını gördüğümde sessizce bir köşede durup ağlamıştım. Kaybedilen sadece o sinagogların içinde veya önünde beklemekte olan kardeşlerimizin hayatları değil, bir daha geri dönülmesi zor bir travmada geleceğe dair hayallerimizdi.
Annemin telaşla arayan telefonunda halimi belli etmek istemezcesine, “Anne ben iyiyim, lütfen evden çıkma, beni de merak etme” diyebilmiştim. Gençler arasında bir telefon trafiği çoktan başlamış, kimin hangi hastaneye gideceği, herkesin iyi olup olmadığı anlaşılmaya çalışılmaktaydı. Nedim şans eseri kurtulmuş, yaralı olarak hastaneye kaldırılmıştı. Aradan bir saat geçmeden gelen telefon acı haberi vermekteydi. Yaniv ağlamaklı sesi ile “Yoel’i kaybettik abi” demekteydi. “Ne diyorsun? Hayır! Emin misin?” “Evet, Şişli’deydi Yoel, şimdi haber geldi, kurtulamadı.”
Bedenim, bir zaman sonra kendisinin de parçası olacağı sonsuz bir gerçeği duygularımdan önce kavramıştı. Olay, duygularla aklın hemen kavrayamayacağı kadar tuhaftı. Daha bir hafta evvel görüştüğünüz, yazın beraber seyahate gittiğiniz gencecik bir can artık hayatımızda olmayacak ve biz geride kalanlar onun idealleri için mücadele verecektik. Yürümek, nereye olduğunu bilmeden sadece derin derin nefes alıp gitmem gerekmeyen bir yere doğru hızlı adımlarla yürümek tek terapimdi. Gündüzün geceye bağlandığı saatler soluğu takımın geri kalanı gibi Alman Hastanesinin koridorunda almıştık. Kendimizi, yaşadıklarımızı o an için unutup, yaralıların bir an evvel iyileşebilmesi için bir avuç genç, anne, baba, cemaat yöneticileri kol kola vermiştik.
Travmalarda söz yoktur. Bir koku, bir görüntü, bir ses ya da bir dokunuş, bir çağrışım belleğimizi alt üst edebilir. Travma bilinçdışımızda köklenir ve bedenimizde kendini tüm çıplaklığıyla hissettirir. 15 Kasım 2003 günü gibi ağır bir travmayı yaşayan veya buna tanıklık edenler, çok uzun bir süre zihinlerinde aynı olayı yeniden kurgulamaya, düzenlemeye çalışabilir. Bu yaşananları simgeselliğe dönüştürmektir. Toplum olarak unutmaya karşı “Hatırlamak” ve “Hatırlatmak” ise travmanın acı verici hisleriyle bozulan hikayemize bir anlamda şifa vermektir. Yeterince konuşamadığımız, unutmaya yüz tuttuğumuz anılarımız ise bizi yeniden o travmanın içine sürükler. 15 Kasım 2003 Türkiyeli Yahudiler’in ancak birlikte konuşup, toplumuyla bütünleşebildiğinde üstesinden geleceği travması, biricik acısıdır. Sizlerle bu satırları paylaştığım esnada önümde 16 Kasım 2003 tarihli Milliyet Gazetesi, Naşit Ağabey’in, Şişli Beth İsrael ve Neve Şalom’un patlama sonrası fotoğrafları, kulaklarımda Yoeliko’nun, Anna-Anette Rubinstein Talu’nun, Avram’ın, Berta’nın ve diğer tüm kaybettiğimiz kurbanların isimleri yankılanmaktaydı.
Evet, 15 Kasım 2003’ü aradan yıllar geçse de unutmamalıyız. O sinagogu her yıl dini anma töreninde doldurdukça yaralarımızı bir kez daha saracak,kaybettiklerimizin ideallerinde birbirimize sımsıkıya bağlanıp “Buradayız” diyebileceğiz. 20 Kasım Pazar günü hep birlikte, acılarımızı paylaşabilmek dileğiyle…
Paylaş: