Kaynak: Şalom
Geçtiğimiz pazar sabahı, DSİP’in (Devrimci Sosyalist İşçi Partisi) Marksizm toplantıları kapsamında yer alan ‘Türkiye’de Antisemitizmin Kodları’ panelinde konuşmacı olarak yer aldım.
Davet geldiğinde şöyle düşündüm: “Sol antisemitizmi dinlemek istiyorsa neden olmasın?” Orada ne Ortadoğu politikası uzmanı, ne de eğitimci kimliğimle yer alacaktım. Benim için problem değildi. Olduğum gibi konuşacaktım ve bu belki de iki taraf için kolay olmayacaktı. Elinde not defterleriyle gelenler hayal kırıklığına uğrayabilirdi çünkü konuşma hazırlamamıştım.
Eğitimci, antropolog Avlaremoz yazarlarından Işıl Demirel zaten konuşma konusunda benden deneyimliydi. Avlaremoz platformu kurucularından Eli Haligua da keza öyle. Konuşma yapacağım salonda, elimde dışarıdan getirdiğim kahve bardağıyla duvarda asılı anti-kapitalist posterlere bakarken düşündüm “Dışarıda nasılsam burada rahatça aynı kişi olabilecek miyim? Nitekim konuşmaya elimde o kahve bardağıyla çıktım, kimsenin de umurunda olduğunu zannetmiyorum.
Konuşma başladığında, Işıl antisemitizm tarihini özetleyen kronolojik sırayla tarihten çok güzel örnekler sundu. Eli Avlaremoz’u tanıttı. Sıra bana geldi. (Bana sıra ne çabuk gelmişti?)
İtiraf ediyorum, kendimi ifade etmek de benim için kolay değildi. Nakba Günü’nde konuşmacı olarak gelmiştim. En başta başıma burada çok kötü şeyler gelecek diye düşünmedim değil.
İyi kötü Yahudi’nin İsrail karşıtlığı – taraftarlığı şeklinde yapılmaya başlandığı bir dönemdeydik. Ben ne karşısında ne çaprazında ne paralelinde durmadan rahat konuşmak istiyordum. Bir kalıba sokulmadan “Şu yazıldığında ne hissediyorsun?” diye sorulduğunda, sıradan bir azınlık vatandaşını anlamaya çalışan ve yargılamayan kalabalığın karşısında rahatça “Şu başlıklar, haberler, söylemler, durumlar beni şöyle hissettiriyor” diyebilmek. Karşıdakinin beklentilerinin ötesinde, gerisinde veya karşısında cevap verebilme/ vermeme lüksüne sahip olabilmek. Özgürlük biraz da bu değil midir?
Konuşmanın bir yerinde – mizahçı kontenjanından davetli olduğumdan- “Bari inşallah dünyayı yönetiyoruzdur” gibi klasik şakalarımdan birini yaptım. Salonda biri bu şakayı ciddiye aldı, belki hassasiyeti vardı bilemiyorum. Sonra şaka olduğunu tekrar belirtip aynı şakayı tekrar yaptım “Yani inşallah yönetiyoruzdur.” Birkaç kişi güldü, şükür şakayı ciddiye almayanlar çıkmıştı.
Sonra devam ettim “Yani Rothschild’lere gelin gidelim de bari değsin.” Bu şakamı ciddiye alan olmamıştı şükür.
Kendi düşündüğüm şeyleri çekinmeden söyledim. Kimi not tuttu. Kimi önceden hazırladığı soruları bilerek sordu. Kimi soruları telefonundan okuyup sordu. Moderatör, konu İsrail konusuna gelince konuyu yumuşatırken ben bir türlü açıp bilmeyen plastik su şişesini açmakla uğraşıyordum.
Ortam gerilmişti, ben bir türlü şişeyi açamamıştım ve salonda gerçekten dünyayı yönetmek isteyeceğimi ve bunu yürekten istediğimi, gururlandığımı düşünen birileri vardı.
Sanırım elli bin tane şeyi tam, eksik ve yarım söyledim, söyleyebildim. Sandalyemde daha önce Roni Margulies oturmuş. “Olduğu gibi düşüncelerini, hislerini anlatabilmek için sıradan bir Yahudi vatandaşın buraya gelip konuşması daha zor galiba?” diye düşündüm. Dinleyenler için de yeni bir adımdı sanırım. “Üniversitedeyken farklı parti arayışındaydım, yunusu görünce LDP’ye verdim oyumu” dediğimde kinayeli gülüşmeler oldu. O yaşta farklı parti arayışına yönelten şeylerden biri antisemitizm kodlarından biriydi hâlbuki.
Benimle gelen bir arkadaşım ön sıralardan ‘Ha gayret, olduğun gibi kal’ diye bana bakıyordu. Yüzündeki ifadeden gergin olduğunu anlayabiliyordum. Her Yahudi’nin Ortadoğu uzmanı olması gerektiği beklentisini başarılı bir şekilde çökertiyordum. Soruları cevaplarken suyu bir anda açtım. Şişeden fırlayan kapak; mikrofonun önünde turlayıp, gözden kayboldu.
Elimdeki şişeyle oynarken elimden geldiğince salonun çok detaylı bilmediği Hitler hayranı sanatçılı o operatör reklamı, O hava şirketinin kafir bulmacasını, antisemit basın hakkında 3-5 örnek verdim. İçeriği vermek de çok kolay değildi.
Güzel ne demek tartışılır ama benim için güzel bir ortamdı. Belki de salon için ‘İyi Yahudi’ olamamışımdır bilmiyorum ama konuşmamı “Hepinize teşekkürler, tartışırken çok kibardınız. Bir daha çağırırsanız bir daha geliriz” diyerek sonlandırdım.
Panel bitti, ceketimi alıp çıktım.
Emeği geçen herkese teşekkürler.
Kaynak: Şalom
Geçtiğimiz pazar sabahı, DSİP’in (Devrimci Sosyalist İşçi Partisi) Marksizm toplantıları kapsamında yer alan ‘Türkiye’de Antisemitizmin Kodları’ panelinde konuşmacı olarak yer aldım.
Davet geldiğinde şöyle düşündüm: “Sol antisemitizmi dinlemek istiyorsa neden olmasın?” Orada ne Ortadoğu politikası uzmanı, ne de eğitimci kimliğimle yer alacaktım. Benim için problem değildi. Olduğum gibi konuşacaktım ve bu belki de iki taraf için kolay olmayacaktı. Elinde not defterleriyle gelenler hayal kırıklığına uğrayabilirdi çünkü konuşma hazırlamamıştım.
Eğitimci, antropolog Avlaremoz yazarlarından Işıl Demirel zaten konuşma konusunda benden deneyimliydi. Avlaremoz platformu kurucularından Eli Haligua da keza öyle. Konuşma yapacağım salonda, elimde dışarıdan getirdiğim kahve bardağıyla duvarda asılı anti-kapitalist posterlere bakarken düşündüm “Dışarıda nasılsam burada rahatça aynı kişi olabilecek miyim? Nitekim konuşmaya elimde o kahve bardağıyla çıktım, kimsenin de umurunda olduğunu zannetmiyorum.
Konuşma başladığında, Işıl antisemitizm tarihini özetleyen kronolojik sırayla tarihten çok güzel örnekler sundu. Eli Avlaremoz’u tanıttı. Sıra bana geldi. (Bana sıra ne çabuk gelmişti?)
İtiraf ediyorum, kendimi ifade etmek de benim için kolay değildi. Nakba Günü’nde konuşmacı olarak gelmiştim. En başta başıma burada çok kötü şeyler gelecek diye düşünmedim değil.
İyi kötü Yahudi’nin İsrail karşıtlığı – taraftarlığı şeklinde yapılmaya başlandığı bir dönemdeydik. Ben ne karşısında ne çaprazında ne paralelinde durmadan rahat konuşmak istiyordum. Bir kalıba sokulmadan “Şu yazıldığında ne hissediyorsun?” diye sorulduğunda, sıradan bir azınlık vatandaşını anlamaya çalışan ve yargılamayan kalabalığın karşısında rahatça “Şu başlıklar, haberler, söylemler, durumlar beni şöyle hissettiriyor” diyebilmek. Karşıdakinin beklentilerinin ötesinde, gerisinde veya karşısında cevap verebilme/ vermeme lüksüne sahip olabilmek. Özgürlük biraz da bu değil midir?
Konuşmanın bir yerinde – mizahçı kontenjanından davetli olduğumdan- “Bari inşallah dünyayı yönetiyoruzdur” gibi klasik şakalarımdan birini yaptım. Salonda biri bu şakayı ciddiye aldı, belki hassasiyeti vardı bilemiyorum. Sonra şaka olduğunu tekrar belirtip aynı şakayı tekrar yaptım “Yani inşallah yönetiyoruzdur.” Birkaç kişi güldü, şükür şakayı ciddiye almayanlar çıkmıştı.
Sonra devam ettim “Yani Rothschild’lere gelin gidelim de bari değsin.” Bu şakamı ciddiye alan olmamıştı şükür.
Kendi düşündüğüm şeyleri çekinmeden söyledim. Kimi not tuttu. Kimi önceden hazırladığı soruları bilerek sordu. Kimi soruları telefonundan okuyup sordu. Moderatör, konu İsrail konusuna gelince konuyu yumuşatırken ben bir türlü açıp bilmeyen plastik su şişesini açmakla uğraşıyordum.
Ortam gerilmişti, ben bir türlü şişeyi açamamıştım ve salonda gerçekten dünyayı yönetmek isteyeceğimi ve bunu yürekten istediğimi, gururlandığımı düşünen birileri vardı.
Sanırım elli bin tane şeyi tam, eksik ve yarım söyledim, söyleyebildim. Sandalyemde daha önce Roni Margulies oturmuş. “Olduğu gibi düşüncelerini, hislerini anlatabilmek için sıradan bir Yahudi vatandaşın buraya gelip konuşması daha zor galiba?” diye düşündüm. Dinleyenler için de yeni bir adımdı sanırım. “Üniversitedeyken farklı parti arayışındaydım, yunusu görünce LDP’ye verdim oyumu” dediğimde kinayeli gülüşmeler oldu. O yaşta farklı parti arayışına yönelten şeylerden biri antisemitizm kodlarından biriydi hâlbuki.
Benimle gelen bir arkadaşım ön sıralardan ‘Ha gayret, olduğun gibi kal’ diye bana bakıyordu. Yüzündeki ifadeden gergin olduğunu anlayabiliyordum. Her Yahudi’nin Ortadoğu uzmanı olması gerektiği beklentisini başarılı bir şekilde çökertiyordum. Soruları cevaplarken suyu bir anda açtım. Şişeden fırlayan kapak; mikrofonun önünde turlayıp, gözden kayboldu.
Elimdeki şişeyle oynarken elimden geldiğince salonun çok detaylı bilmediği Hitler hayranı sanatçılı o operatör reklamı, O hava şirketinin kafir bulmacasını, antisemit basın hakkında 3-5 örnek verdim. İçeriği vermek de çok kolay değildi.
Güzel ne demek tartışılır ama benim için güzel bir ortamdı. Belki de salon için ‘İyi Yahudi’ olamamışımdır bilmiyorum ama konuşmamı “Hepinize teşekkürler, tartışırken çok kibardınız. Bir daha çağırırsanız bir daha geliriz” diyerek sonlandırdım.
Panel bitti, ceketimi alıp çıktım.
Emeği geçen herkese teşekkürler.
Paylaş: