Almanya'daki Yahudiler Anlatıyor Röportajlar

Adi Liraz anlatıyor: “Kendimi dinle tanımlamazdım, sonra anladım ki din aynı zamanda kültürel bir olgu”

 small

Eren Yıldırım Yetkin / [email protected]

Berlin’de yaşayan Yahudilerle yaptığımız röportajların ilki, Tel Aviv doğumlu, sanatçı/aktivist Adi Liraz ile;

Seni biraz tanıyabilir miyiz?

Ben Adi Liraz, 13 seneden bu yana Berlin’de yaşıyorum. Sanatçı, kuratör ve aktivistim ve anneyim. Yeni kurduğumuz NOMEN kolektifin bir üyesiyim. Sanatsal ve politik işlerimde göç ve Müslüman karşıtı ırkçılığı sıklıkla konu ediyorum, aynı şekilde bir Yahudi olarak kişisel kimliğimle ve kişisel ve kolektif tarihimle iliştiriyorum bunları.

13 senedir Almanya’da yaşadığını söyledin. Peki öncesinde neredeydin?

Buraya gelene kadar tüm hayatımı Filistin/İsrail’de çeşitli şehirlerde geçirdim. Gelmeden hemen önce Tel Aviv’deydim ve Kudüs’te okudum. Ailemleyse ülkenin orta kesimindeki küçük şehirlerde yaşadım.

Sonrasında Berlin’de yaşama ya da Almanya’da yaşama hedefiyle de direkt Berlin’e geldin…

Hayır, ilk düşündüğüm buraya sanat yapmak için birkaç yıllığına gelmekti. Sonrasında partnerimle tanıştım, çocuğumuz oldu ve işte şimdi başka bir yerde yaşayabileceğimi hayal dahi edemiyorum.

Peki, kimliğini ve kendini Almanya’da nerede konumlandırıyorsun?

Biraz çetrefilli. Çünkü benim ailemde Almanya’dan gelen yok, ama hepsi Avrupa’dandı. Benim içinse… Sanırım önce şunu söylemeliyim, buraya ilk geldiğimde birisi bana Yahudi misin diye sorsa hayır derdim. Çünkü ben seküler bir ailede büyüm ve kendim de sekülerim ve benim için o zamanlar kendimi bir dinle tanımlamak… Kendimi dinle tanımlamadım. Bir süre burada yaşadıktan sonra anladım ki din aynı zamanda kültürel bir olgu. Sanırım yaklaşık on senedir de kendimi Yahudi olarak tanımlıyorum. Hatta benim için daha kolay, düzeltiyorum çok daha kolay ben Yahudi’yim demek İsrailliyim demekten. Çünkü bu devlet ile, başlangıcıyla ve bugünkü durumuyla ilgili birçok sorun görüyorum. Kısacası “nerelisin” sorusuna cevap vermek benim için biraz zorlu. Ama birisi misal bana hangi dinden olduğumu soracak olsa, benim için şu sırada her ne kadar seküler olsam da Yahudi’yim demek daha kolay.

Açıklık kazandırmak adına soruyorum “bu devlet”ten kastın İsrail devleti mi?

Evet İsrail devleti. İsrail devleti ile sorunlarım var.

Peki kimliğini Yahudi hayatında nereye oturtuyorsun? Nasıl tarif edersin?

Bu benim toplumsal bağım, aidiyetim ve tarihim. Her şeyden önce burada Hristiyan olmayan birisi olarak bulunmak. Benim dilim, anadilim İbranice. Ve elbette din. Bence din kendisini farklı bağlamlarda ve yollarla ifade ediyor ya da benim etrafımı nasıl algıladığımı etkiliyor. Ancak mesela aidiyet ve nereden geldiğim hakkında düşününce, hani sen de bilirsin şu soruyu “nerelisin?”, “ama gerçekten nerelisin?”, “kökenin esas nereden?”, benim için sadece doğduğum yer değil bu sorunun cevabı. Benim dedem ve anneannemlerin, onların atalarının nereden geldiği, onların hikayesinin ne olduğu, onların aidiyetinin ne olduğu. Her ne kadar hepsi seküler ailelerden gelmiş olsalar da kendilerin Yahudi olarak tanımlıyorlardı.

Almanya’da bu tip soruları nasıl cevaplıyorsun? Mesela toplumsal çoğunluktan birisi sorduğunda ya da Müslüman azınıktan, cevapta bir farklılık oluyor mu?

Oluyor. Farklı geçmişlerden farklı kişiler bana soruyor bunu. Sanırım pek de tanımadığım başka bir Yahudi’ye çatışmadan kaçmak adına İsrailliyim derim. Eğer bir Alman ise, sanırım İsrail / Filistin ya da gene çatışmadan kaçmak için İsrail. Eğer Müslüman cemaatten birisiyse İsrail / Filistin ya da Filistin / İsrail cevabını veririm. Eğer mevzu bahis cemaate adiyet ya da din ise ama her üç durumda da Yahudi olduğumu söylerim.

Yahudi kimliğin arkadaş çevrende, arkadaş seçiminde bir etken oldu mu hiç?

Arkadaş seçiminde konu aidiyet değil, kabul ve samimiyet. Eğer ben önyargılardan uzak, ki karşımdaki de, ben olabiliyorsam, arkadaşlarımı bizi bağlayan etmenler aracılığıyla seçiyorum, mesele değerlerimiz ya da etik açıdan uyuşma, ama kültürel ya da dini aidiyet vasıtasıyla değil. Esasen benim en yakın arkadaşlarım Müslüman, birkaç tane Yahudi arkadaşım var. Açıkcası seküler ya da dindar olsun Müslümanlarla burada Almanya’da bir bağ kurmak benim için Yahudilerle bağ kurmaktan daha kolay. Çünkü tanıştığım, görüşme şansım olan Yahudilerin çoğunluğu İsrailli ve İsrailli Yahudi cemaati Almanya’da içine çok kapalı ve kabul eder vaziyette değil. Hani çoğu zaman da önyargılı buluyorum. Çünkü İsrail’de yaşadığın zaman Yahudi cemaatinden olmayanlarla tanışma şansın çok az, böyle olunca da buraya gelenler bu “baloncuğu” devam ettiriyorlar hayatlarında ki bu da cemaat dışından kişilerle görüşmen konusunda bir sınır çiziyor. Ben de ilk buraya geldiğim de aynı şeyi yaşadım. Partnerimle ilişkim sayesinde, ki kendisi seküler bir Müslüman, bakış açım değişti. Buradaki İsraillilerin sahip olduğu bu yanlış anlamayı kırmak genellikle çok zor. Müslümanların nasıl olduğu ya da hatta nasıl olması gerektiği hakkında bazı görüş ve önyargılar var, hatta bu seküler Müslümanlar için de geçerli. Benim için buna karşı durmak zor olabiliyor ve mesela yakın arkadaşlıklar kuramıyorum.

Yahudi kültürel kimliğinden bahsettin. Tam olarak neyi içeriyor bu kimlik?

Benim için her şeyden önce ana dilim olan İbranice. Ve yerinden edilmenin kavrayışı. Kişisel olarak ya da aileleri aracılığıyla bu deneyimi, yerinden edilmeyi yaşamış kişilerle bir çok müşterek zemin buluyorum, çünkü bu da bir nevi bazen hiç olmadığın bir mekana veya kimliğinin direkt bir parçası haline gelmemekle birlikte sadece ziyaretçi olarak bulunduğun bir mekana aidiyetdir. Sanırım bu Yahudiliğin esas parçası. Bu deneyim, bu farklı mekanlara aidiyetin kompleks tarihi ya da devletsizlik / ülkesizlik. Her ne kadar benim atalarım bulundukları ülkelere aidiyet hissetmiş olsalar da ya zorla terk ettirilmişler ya da terk etmişler ama ait oldukları topraklarda kalamamışlar. Bunu ben de doğduğum yerde yaşama açısından kendi deneyimlerimde hissettim. Bir gelenek gibi devam ediyor, nedenini bilmeksizin. Bu kökleri arama ama aynı zamanda köksüzlüğün kabülü… Bu tarz-ı hayat ki kendisi fiziksel bir aidiyetten çok spritüel bir aidiyete şartlanmış.

Görüşmeye başlamadan önce kısaca atalarının nereden geldiğinden bahsetmiştin. Bize yeniden anlatabilir misin?

Elbette. Baba tarafımda, babamın her iki ebeveyni de doğu Avrupa’dan, Ukrayna, Polonya ve Romanya’dan geliyorlar. Tabii o sıralar sınırlar bugünkünden farklı. Yani net olarak nereden geldiklerini söylemek zor, ancak doğu Avrupa. Anne tarafıysa şöyle, dedem Leh ama Türkiye ve Suriye’de büyümüş. Anneannem ise aileden Yunan ki nesillerce Yunanistan’da yaşamışlar. Ortaçağda İspanya’dan göçmüşler, yani Sefaradlar. Ladino / Judeo Espanol da konuşabiliyorlardı. Her ikisi de İsrail’e göçmüşler genç yaşlarında. Orada evlenmiş ve dayımla annem dünyaya gelmişler. Ama annem Yunanistan’a dönmüş küçük bir çocukken ve 14, 15 yaşına kadar orada kalmış.

Yunanistan’da nerede? Selanik mi?

Aile İonnina’dan, ama annem Atina’da büyümüş.

İlk defa Yahudi olduğunu ne zaman duydun ya da öğrendin?

Ben Yahudi kültürünün egemen olduğu bir ülkede doğdum yani benim için normal olandı. Benim için çocukken zor olan bundan farklı bir yeri hayal etmekti. Kısacası orada yaşadığım sürece kimlikle ilgili bu soruyla pek de yolumun kesiştiğini söyleyemem. Ki kendimi Yahudi olarak tanımlamam sadece bundan on sene öncesine gidiyor. Berlin’de bir süre yaşadıktan sonra farkındalığım gelişti, ben aslen Yahudi’yim. Ama zaten 30 yaşıma gelmiştim.

Shoah ve Avrupa’daki Yahudi cemaatleri İsrail’de önem teşkil eden bir konu. Bu tarihle İsrail’de ne zaman karşılaştın?

Bu İsrail’de çok erken yaşlarda öğrendiğin ve yüzleştirildiğin bir konu. Yuva zamanında öğreniyorsun. Holocaust anma günü var ve o gün televizyon ve radyolardan sadece Holocaust ile ilgili anılar ve anlatılar yayınlanıyor. Ya da yuva ve okullarda seremoni düzenleniyor. Esasen ilk ne zaman duyduğuma dair parmağımla koymuş gibi bir tarih veremem, çünkü her daim gerçekliğin, yaşamın bir parçasıdır.

Peki ailende?

Ailemde çok da öyle konuşulmazdı. Her şeyden önce baba tarafından, onun ebeveynleri Holocaust’tan sağ kurtuldular ama ne var ki ben bebekken ikisi de yaşamını yitirdi. Babaannem toplama kampındaymış. Kolunda bir numara taşımış. Büyükbabam ise, babamın babası, Sovyet kuvvetlerinde Almanlara karşı savaşmış. Savaştan önce bir ailesi olduğuna ve bu ailenin kurtulamadığına dair söylentiler var, mamafih doğruluğunu teyit edemiyoruz. Diğer taraftansa, yani dedem, annemin babası savaş sırasında İngiltere’deymiş. Anneannem ise Yunanistan’da saklanıyormuş. Hani deneyimlemiş o dönemi ama evini barkını bırakıp, kaçmak ve tüm bu süre saklanmak zorunda kalmış. Ama o da ben dört yaşındayken öldü. Yani tüm bu zamanı sağ atlatıp ben tanıma fırsatı bulduğum kişi de savaşı İngiltere’de geçirmiş dedemdi. Bu sebeple de çok bir şey duymadım.

Ama aile içinde sürekli anlatılan önemli bir hikaye var. Ailemin Yunan tarafı İoannina’da büyük bir evde yaşıyorlarmış. Annemin dedesi Yahudi cemaatinin başındaymış ki misal Filistin’deki cemaat başıyla da tanışıklığı varmış ya da sonradan İsrail’in ilk başbakanı Ben Gurion ile. Savaştan önce aktif bir Siyonistmiş ve Siyonist Kongre’lerinden birine katılmış. Savaş sırasında anneannem ve kardeşi çok küçükler. Ebeveynleri ve büyük ninem Henriatta, onun kız kardeşi ve onun ebeveynleriyle (Levy ailesi) birlikte yaşıyorlarmış. Büyük ninemin kız kardeşi engelliymiş ve ebeveynleri de oldukça yaşlı. Cemaat başı olan büyük dedem Almanların Yunanistan’ı ilhak ettiğini, bizimkilerin kaçması gerektiğini söylemiş. Ama onlar yaşları ve engelli kızları sebebiyle bunu yapamayacaklarını söyleyerek kalmışlar. Sadece anneannem, erkek kardeşi ve onların ebeveynleri yola düşmüşler.

Almanlar Yunanistan’dan çekildikten sonra, aile geri dönüp evlerini aramış, ancak evlerinin Almanlar tarafından üs olarak kullanıldığını görmüşler. Birlikler evi terk ederken evi kundaklamışlar. Aile de savaş bitip dönünce evi aramış. Evden eser yok tabii ama bodruma açılan bir kapı bulmuşlar, Almanların fark etmediği bir kapı. Kapıyı açıyorlar ve içerisinde birçok farklı eşyayı buluyorlar. Annemde halen aileye ait ve savaştan bu bodrumda kurtulan bazı hediyelikler bulunmakta. Ancak, Levy ailesi, Henrietta’nın ebeveynleri ve kız kardeşi arkalarında hiçbir iz bırakmadan kaybolmuşlar. Tahminimiz o ki toplama veya ölüm kamplarından birinde öldürüldüler.

En ilginç hikaye ise ailedeki amcalardan birisi zamanının ilk fotoğraf makinesine, ki streografik makineye sahipmiş (çift gözlü makine, üç boyutlu çekim için tasarlanmıştır, e. y.). Büyük dedem İoannina’da pazara gittiğinde de tesadüf eseri bu slayt ve kamerayı buluyor, geri alıyor ve eve getiriyor. Bugüne kadar da ailede bu parça. Yani savaş öncesindeki hayatlarına dair bir dökümantasyonumuz var. Savaşı atlatmayı başarmış. Türkiye’nin etkisini gerçekten de görebiliyorsun, insanlar o tipik Türk kırmızı şapkalarını taşıyor. Çok enteresan. Ailenin savaştan önce nasıl bir hayat geçirdiğini anlatan gerçek bir arşiv. Hani savaşın hikayesi değil ama savaştan önce ne olduğunu, ki belki de çok daha önemli bellek açısından, insanların günlük yaşamını, gerçek hayatlarını görebiliyorsun. Düğün ya da mesela seyahat fotoğrafları var. İşte bu benim dinleyerek büyüdüğüm önemli hikaye.

O fotoğrafları sen gördün mü?

Evet. Bazılarını dijital ortama da aktardım. Annemin kuzeni tüm bu aile geçmişini ilgilendiren parçaları toplayıp onlarla ilgileniyor. Fotoğraf ve hikayeler aynı zamanda İonnina’da bir müzede sergilenmekte.

Almanya hakkında ya da tarihle yüzleşme hakkında. 13 yıldan bu yana burada yaşıyorsun. Almanya’daki geçmişle yüzleşme pratiklerimi nasıl görüyor ve yorumluyorsun?

Şöyle ki İsrail’de büyüdüğüm sıralarda Almanya bir tabuydu. Etrafımdakilerden bazıları Alman mallarını boykot ediyordu. Elbette satılan ürünler vardı, ama içinde bulunduğun kültürden aldığın Almanya’dan olan her şeyi boykot etmeni önceliyordu. Ayağının o topraklara asla değmemesi gerektiği gibi. Ya da herhangi bir Almanla kontağa geçmemen gerektiği gibi. Tabii ki bu durum senin merakını arttıran bir şey de olabiliyor. Şu Almanya, o habis ülke, nedir aslen orası. Beni buraya getiren de zaten buydu. Görmek, yüzleşmek için. “Bu”nun ne olduğunu görmek için. Ailemden değil ama çevremden hep o Almanlarla görüşmemem gerektiğine dair korkutucu hikayeleri duyuyordum. Buraya ilk gelişim ziyaret amaçlıydı. Sanırım duvarın yıkılışından on sene kadar sonraydı. Dahası, Doğu Berlin’e gelmiştim. DDR’den kalanları görmeyi istiyordum.

Sonra buraya taşınınca, işte o zaman o “Almanya’dayım!” diye düşündüğüm anı yaşadım. Bir keresinde kütüphaneden ödünç aldığım bir videoyu geri götürmem gerekti gece vakti, son gününe gelmişti ve ben geceleyin bisiklet sürüyordum. Her yer karanlık ve boştu. Bir anda aklıma geldi “Aman tanrım, Almanya’dayım! Burada ne oldu, ben neredeyim?” Gerçekten çok korkmuştum. Tüm o içinde büyüdüğüm hikayeler gibi diye düşündüm. Ansızın, sadece o anda kendimi biraz yalnız ve karanlıkta hissettim. Tüm o hikayelerin, filmlerin, kitapların, okulda savaş ve Almanlar hakkında öğrendiklerimle ilgili flashbackler (geriye dönüşler) cereyan etti.

Ancak elbette burada yaşadığında o “kötü Alman” imajındaki kişilerle karşılaşmıyorsun, çünkü sen gene tanıdığın, bildiğin kişilerle buluşup, bildiğin mekanlara gidiyorsun. Karşılaştığın kişiler ve mekanlar (tarihi ve geçmişleri açısından) herhangi bir tabela taşımıyor sonuçta. Belki farklı kişilerle sohbete, tartışmaya başladığında ve geçmiş konu edildiğinde ya da müze veya anıtlara gittiğinde bununla karşılaşıyorsun. Mesela bir iş yerinin tabelasında 60-70 senelik tarihi olduğunu görünce başlıyorum düşünmeye nasıl destek oldular ya da ilişmediler de bu işyeri sağlam kalabildi diye.

Ama günlük hayatta, benim daha çok deneyimlediğim insanların benimle olan iletişimlerinde sezdiğim suçluluk hissi. Kim olduğumu, nereli olduğumu söylediğimdeki deneyimlerim insanların bir anda aşırı nazik ya da ilgili ya da dikkatli olduğunu gösteriyor. Bana soru sorarken ki abartı dikkatleri ya da aşırı derecedeki eleştirellikten uzaklıkları. Eğer ben bir şey söylersem tamam ama o an ortamda Yahudi ya da İsrailli olmayan birisinin söylediği değildir mesela. Ya da en basitinden dini pratikler konusu.

Eğer ben belli başlı bayramların nasıl kutlandığı hakkında konuşursam, herkes bir anda pür dikkat kesilir. Ama mesela bir Müslüman bayramlarını anlatmaya kalksa, etnik Almanlar kuşkuyla yaklaşıyor ya da dinlemiyor bile. Alman kültürünün bir parçası olduğunu düşünmüyor ve kabul etmiyorlar. Benim için savaşın ve travmanın etkisi o kadar aşikar ki. Söylemem gerekiyor, bununla düzgün bir şekilde yüzleşilmemiş. Ben antisemitizmden çok filosemitizme maruz kalıyorum ki bence çok daha büyük farkları yok. Çünkü o da önyargı dolu ve beni beni gerçekten tanımaksızın bir yere koyuyor.

emotional

Antisemitizm dedin. Burada yaşanan güncel antisemitizm tartışmalarıyla ilgili ne düşünüyorsun? Mültecilerle ilgili ya da ondan önce Müslümanların antisemitizm bağlamında sorun olarak ele alınmasını kastediyorum.

Gerçek antisemitizmi ben daha çok etnik Almanlarda deneyimliyorum. Herhangi Müslümanda bunu yaşamadım. Bazı Müslüman çevrelerden deneyimlediğim, kafamda oturtabileceğim bir İsrail eleştirisi. Ben antisemitizm ve antisiyonizmi birbirinden ayırıyorum. Aynı şey değiller. Birinin antisiyonist ya da Filistin yanlısı olması onu direk antisemit yapmaz. Esasen tam tersi. Çünkü bence antisemitizim ırkçılığın başka bir türüdür ve eğer birisi diğerini İsrail’i eleştirdiği için ötekileştiriyorsa bu da bir çeşit ırkçılıktır. Çünkü Filistinlilerin yaptığı deneyimi de böylelikle yok sayıyor. Bir açıdan “Ben sizin yaşadıklarınızı, dinsel problemlerinizi ya da kültürel sorunlarınızı duymak istemiyorum” demek bu. Bu benim için ırkçılıktır. Filistinlilerin ırkçılık sebebiyle çektiklerini ve travmalarını duymak istemiyorum demek ırkçı bir eylemdir.

Bir yandan da bir kolektifte de angajesin. Bize ne yaptığını anlatabilir misin?

NOMEN kolektifi çok yeni kuruldu. Bir süredir toplanıyorduk ancak aktivitelere başlamamız bir hafta öncesine uzanıyor. Ama hepimiz Salam-Schalom İnisiyatifi’nde angajeydik. Orada bir çok etkinliğimiz oldu, protestolar, kültürel etkinlikler ya da panel tartışmaları ve sergiler gibi. Ya da Almanya’daki ırkçılığa karşı makaleler yayınladık. Müslümanlarla birlikte durma girişimiydi, ırkçılığa ve Müslüman karşıtı ırkçılığa karşı.

Şu anda kolektifte yaptığımız ise buna işlerimizi devam ettireceğimiz alternatif bir topluluk oluşturmak. Bu aktif toplulukla, birlikte farklı yollardan baskıya ve ırkçılığa karşı durmayı, iletişim kanalıyla yürütülen yeni etik eylemler için bir yol bulmayı hedefliyoruz. Benim için sanat bir iletişim yolu. Farklı hikayeleri anlatmada ya da farklı konuları açığa çıkarmadaki bir yol. Bu da bizim NOMEN kolektifinde kullanacağımız bir eylemsellik. Ama interaktif bir şekilde, insanların uzaktan izledikleri bağlamlarda değil. Elini uzatan ve insanları içine alan bağlamlarda.

Şimdiye kadarki sanatsal işlerinden bahseder misin ya da şu anda neyin üzerinde çalışıyorsun?

Performans sanatı genellikle. Projelerimden birisinin ismi ExDress, partnerim Sanija Kulenovic ile birlikteyim orada. Kendisi Almanya doğumlu ama Bosna’da büyümüş bir Müslüman. Buraya sadece savaş sırasında gelmiş. Aslında hikayelerimizi paylaşıyor ve birbirimize bağlanıyoruz. Her ikimiz de performans sırasında üzerimizden dağılan kıyafetler giyiyor ve hem izleyici hem de bulunduğumuz mekanla bir bağ kuruyoruz. Aynı zamanda dayanışma ve bir çeşit alternatif topluluk kurma teşebbüsü bu.

Aynı zamanda kumaş ve fotoğraflarla çalıştığım, eve, toprağa, kadın ve anne kimliğime aidiyetimi, Almanya’da göçmenliğimi, Almanya’da yaşayan bir Yahudi olarak kimliğimi araştırdığım enstelasyonlar hazırlıyorum. Çeşitli sergilerin ve etkinliklerin küratörlüğünü de yapıyorum. Bunlarda insanları anlattıkları hikayeleri aracılığıyla birbirine bağlıyorum, ki birçok kişisel ya da toplumsal travmatik deneyimlerin bağlantıları da burada, şeylerin ya da dinlenilmeyen seslerin veya toplumun kabullenmediği hikayelerin bağlantıları. Benim teşebbüsüm konuşulmayanı teşhir etmek.

Şu anda da “48 saat Neukölln” çerçevesinde NOMEN kolektifi çatısı altında bir çeşit kabullenilmeyen kimliklerin koleksiyonu tarzında bir serginin küratörlüğünü yapıyorum. Konu açlık, esasen tanınırlık için açlık. Haziran sonunda sergilenecek.

Ziyaret etmeyi çok isterim. Görüşme için çok teşekkürler.

Sergiyle ilgili: https://www.facebook.com/events/1731774670428025/

1 comment on “Adi Liraz anlatıyor: “Kendimi dinle tanımlamazdım, sonra anladım ki din aynı zamanda kültürel bir olgu”

  1. […] Adi Liraz anlatıyor: “Kendimi dinle tanımlamazdım, sonra anladım ki din aynı zamanda kültür… […]

Comments are closed.