7 Ekim ve Sonrasına Dair: Türkiyeli Yahudiler Anlatıyor Röportajlar

Luna Anlatıyor: ‘Rahatları bozulmasın diye antisemitizme dahi maruz kalmanın Türkiyeli Yahudiler için kabul edilebilir olduğunu fark ettim’

Luna ile Ocak ayının sonunda Zoom aracılığıyla görüşerek dosyamız üzerine uzun uzun konuştuk. Henüz dosya fikri Avlaremoz içerisinde dahi tartışılmaya başlamamışken Luna 7 Ekim’de ve sonrasında yaşanan olaylardan toplum olarak çok etkilendiğimizin bilincinde, bizden bir şeyler yapmamızı istemiş; kendisi bir katkı sunabilir mi diye defalarca sormuştu. Bunun üzerine dosya fikri ortaya çıktığında görüşmeci olarak elbette ilk aklıma gelen kişi Luna oldu. Luna Kaliforniya’da yaşıyor ve özel sektörde yöneticilik yapıyor. 20 seneden fazladır Türkiye dışında yaşıyor; önce Avrupa’da sonra da Amerika’da uzun süre yaşayan Luna’nın iki çocuğu var. Luna Türkiye’den gitme fikrinin çok mutlu bir çocukluk geçirmiş olmasına rağmen 15-16 yaşlarında aklında şekillenmeye başladığını ve Türkiye’nin gittiği yön sebebiyle kararının doğruluğunu üzülerek tekrar tekrar fark ettiğini ifade ediyor.

Luna ABD’nin çok yenilikçi ve ilerici bir bölgesinde yaşamasına rağmen içinde bulunduğu sistem sebebiyle toplumun çok polarize olduğunu, eğitim sisteminin yanlış yönlere çekildiğini, çocuklarının Yahudi bireyler olarak eğitim sisteminin içerisinde haksızlığa ve zorbalığa uğradıklarını anlattı. Dünyanın yaşanan olaylara gösterdiği tepkinin de verdiği sebeple, bu dönemde aidiyet duygusunu da çok sorgulayan Luna hayatında ilk defa Yahudilerin çoğunluk olduğu bir yerde yaşama ihtiyacı hissettiğinin altını çizerken yine ilk defa karışık bir evlilik yapmadığı için kendisini çok şanslı hissettiğini söyledi. Çok net bir duruşu olan, çevresindeki kişilerle sorular sorarak ve onların da kendisine sorular sormalarını teşvik ederek diyalog kurmaya çalışan Luna, bu dönemden sonra Yahudi sembollerine, geleneklerine eskisinden daha çok sahip çıkmaya başlamış ve artık Yahudilerin öncelikle kendileri için çaba sarf etmesi gerektiğine inanıyor. Sözü Luna’ya bırakıyorum:

7 Ekim’den çok kötü bir şekilde haberdar oldum. Dünyanın farklı yerlerinde bulunan 30 kişi olarak kendi aramızda entelektüel bir kulüp kurmuştuk birkaç sene önce. Toplantılarımızı çevrimiçi olarak yapıyorduk. Çok özel bir bağ kuruldu aramızda. İlk defa bu insanlarla yüzyüze buluşma kararı almıştık. Toplantımızı yapmak üzere Avrupa’da buluşmuştuk. Biz bu haberi aldığımızda oradaydık. İsrail’de yaşayan amcam ve kuzenlerimden mesajlar gelmeye başladı, haberleri ilk ondan aldım. ‘Biz iyiyiz ama burası çok kötü, ne olduğunu anlayamıyoruz.’ Bizim ailede herkes başka bir yerde olduğu için Whatsapp gruplarına hep mesaj atılıyor, ‘eğer haber alamazsanız merak etmeyin,’ dediler. En başta bu kadar büyük bir şey olduğunu anlayamadım. Çok kısıtlı bir zamanın içindeydik, elimi telefona atmak istemediğim, sosyal medya ve haberlere bakmak istemediğim bir dönemdi. Üç günlük özel bir programdaydık sonuçta. Böyle bir haber almak çok üzdü beni. Ailesi İsrail’de yaşayan veya Türkiye’de yaşayan insanlar olarak, – bu tip terör olaylarına da maalesef alışık olduğumuz için – bu kadar büyük bir olay olduğunu ilk aşamada anlamadım.

İlk başta aramızda İsrail’de yakınları, arkadaşları olanlara haberler gelmeye başladı. İnsanlar haberlere bakmaya başladı. Olayın daha büyük olduğunu anlamamız biraz zaman aldı. Yani benim için olay aslında ancak 8 – 9 ve 10 Ekim’de etrafımda gördüğüm olaylara şekillenmeye başladı. Olan olayların kabulü, başsağlığı ve acının azaltılması için söylenebilecek kelimelerin kullanılması yerine dünyanın o tavrı, beni olayın felaketi dışında en çok kıran şey oldu. Benim en çok canımı bu acıttı, durumun vehametinin karşısında dünyanın tepkisi…

7 Ekim’den sonra özellikle yaşadığım yerdeki ve işteki Yahudi arkadaşlarımla aramızda hemen bir bağlantı olustu. Hemen herkes birbirine “İyi misiniz?” diye sordu. Ayrıca yıllardır konuşmadığım Yahudi olduğunu bildiğim fakat başka hiçbir alakamız olmayan çok uzaktan tanıdığım insanların dönüp dolaşıp birbirine mesaj atmasını çok değerli buldum. Yahudi birliğinin çok özel bir his olduğunu düşünüyorum. Bin bir farklı ülkenin farklı şehirlerinde yaşıyoruz ama herkes birbirine o hissi hissettirebilecek birkaç söz söyledi. Kim olduğunu unuttuğum insanlar kalbimdeki o yaraya en iyi gelen şeylerden oldu. Çok değerliydi.

Geniş toplumdan ise, ABD’de olan birkaç kişi bana ulaşıp ‘Herkes iyi mi?’ diye sordu, ‘Senin ailen iyi mi?’ diye sordu. İsrail’de ailem yaşadığını herkes bilmiyor. Çok üzüldüğünü, inanamadığını söyleyen insanlar da oldu. Bunların sayısı ilk günlerde yeterli sayıdaydı.

‘Toplum çok polarize. Düşünceni sormuyor, tarafını soruyor.’

Çok komik bir durum oluyor, Amerika’da insanlar sohbet ederken düşüncelerini dile getirmiyorlar, karşı tarafın ne düşündüğünü tahmin ederek konuşuyorlar. Mesela Türkçe konuşuyoruz bazen ve birileri “Aa Türk müsünüz?” diye soruyor ve o zaman Türkiye’de 7 Ekim’den sonra belirginleşen Erdoğan’ın söylemlerini, tavırları desteklemeye çalışıyorlar. Benim Türk olduğumu bilip sanki o yönde pozisyon alacağımı düşündükleri için bu tarz giriş cümleleriyle sohbeti açabiliyorlar. Yahudi olduğumuzu bilenler var, o zaman da bize o şekilde pas veriyorlar. Bunları yüzeysel buluyorum, bunlar daha üçüncül çevre dediğimiz, çocuğumun arkadaşının ailesi gibi, okul bahçesinde gördüğüm bir kişi gibi, bir şey söylemesi gerektiğini hisseden ama ne söyleyeceğini bilmeyen kişiler… Amerika’da benim yaşadığım yerde kendini sosyal eşitlikçi olarak tanımlayan ve sol eğilimli olarak tabir edebileceğimiz çok fazla insan var; konuyla ilgili bir şey söyleme ihtiyacı hissediyor ama ne söyleyeceğini bilmiyor, ama sana göre bir şey de söylemek istiyor… Burada çok enteresan detaylar olabiliyor, çünkü benim Türk ve Yahudi olduğumu anlayınca afallıyorlar. “Türküm” diyorum, tam bir şey söyleyecekler ama “Yahudiyim” diyorum öbür tarafa dönüyorlar hemen, kafası çok karışıyor. Böyle çok ilginç durumlar var… Bir yandan görüş bildirmemi istemiyorlar, ama diğer yandan bana yandaş bir şey söylemeye çalışıyor. Bu da aslında toplumun ne kadar kutuplaşmış olduğunu gösteriyor, yani bir şekilde, düşünceni sormuyor, tarafını soruyor.

Bir de daha yakındaki insanlar var; bunların bir kısmıyla aynı fikirde değiliz, arkadaşız bazıları Yahudi, bazıları karışık evlilik yapmış kişiler – biraz aradalar ve Türkiye’deki haberlerden etkileniyorlar, bazıları pek taraf tutmayan, çok dindar olmayan kişiler… Bu kişilerle çok daha derin sohbetlerim oluyor, daha fazla fikir alışverişi yapıyoruz. Bana dominant Yahudi görüşünü soranlar oluyor, yani bana ne düşündüğümden çok ‘Sen de bu dominant Yahudi görüşünde misin?’ diye soranlar… ‘Bunu nasıl açıklıyorsun, nasıl savunuyorsun?’ diye soranlar, ‘Bu olaya bakışın nedir?’ diye soranlar oluyor. Ben bu soruların bana sorulmasını da davet ediyorum aslında. ‘Soru sorun!’ diyorum açık olarak. ‘Bence ben sana dominant Yahudi görüşünü en azından takip ettiğim kadarıyla söyleyebilirim,’ diyorum. Ayrıca ben Ortadoğu’dan gelen bir Yahudiyim, sen muhtemelen Amerikalı Yahudilerin görüşlerini duyuyorsun, Amerika’da sistem çok daha farklı. Böyle çok daha derin tartışmalarım, konuşmalarım, fikir alışverişlerim var.

Bu konuşmaları ben davet ediyorum ve böyle olması gerektiğini düşünüyorum, çok samimi buluyorum soru sorulmasını. Tabii soru var, soru var, yargılayan soru olabilir, saldırı sorusu olabilir… Bunlara hayatımda çok kısıtlı yer veriyorum. Bu sorular kendilerini hemen fark ettiriyor zaten, zaman bile harcamıyorsun. Konuşmak istersen soru sorabilirsin diyorsun, orada kesiliyor zaten, Gerçekten soru sormak isteyenler için ise bu fikir alışverişini çok değerli buluyorum. Aynı fikirde olmamıza gerek yok, soru sormamız yeterli. Ben de bazen soru soruyorum, diyorum ki ‘Fikrine saygı duyuyorum, paylaşmak istemezsen zorunda değilsin ama anlamak istiyorum, yani bu fikrin arkasında ne var?’ Ben bu konuda daha aktifim ve bu diyaloga önem veriyorum.

‘Ben dünyada bu seviyede antisemitizm olduğunu ve sebepsiz şekilde bu kadar nefret edildiğimizi bu olaydan sonra bu kadar derin hissettim.’

Yaşanan olaylar günlük hayatımı elbette etkiliyor. Bu olay benim hayatımın mihenk taşlarından biri olabilir. Daha önce tabii ki Türkiye’de sinagog saldırısı vs. oldu ve bir sürü kötü şey yaşadık belki… Sinagog saldırısında bu seviyede etkilendiğimi hatırlamıyorum. Ben dünyada bu seviyede antisemitizm olduğunu ve sebepsiz şekilde bu kadar nefret edildiğimizi bu olaydan sonra bu kadar derin hissettim.

“Ya bu olayları bu acıları eşimle bu şekilde paylaşamasaydım?”

Hatta şöyle bir cümlem var ki kendime söylenirken bile çok zorlanıyorum ve duygulanıyorum… Yıllarca savaş verdiğim bir şeydir çünkü: “İlla aynı dinden insanlar birbirleriyle evlenmelidir” düşüncesine çok karşı çıkardım. “İlla böyle bir aile kurulmalıdır” baskılarına çok karşı çıktım. Hem haklı tarafları olduğunu düşünürdüm, hem haksız tarafları olduğunu düşünürdüm. Karışık evlilik konusunda nerede durduğumu ben de bilmezdim. Yahudi aile bütünlüğünü çok seviyorum ve bu konuda çok şanslı olduğumu düşünüyorum ama insan hayat eşini sadece buna göre seçebilir mi diye düşünceler çocukluğumda, ergenliğimde, yetişkinliğimde kafamda hep çok dönmüştür. Bu tip bir acının karşısında, böyle bir travmanın karşısında -ki sadece uzaktan yaşıyoruz, ben ABD’deyim sonuçta çok farklı bir yerden yaşıyorum olayları- “Ya bu olayları bu acıları eşimle bu şekilde paylaşamasaydım?” diye düşündüm. Annemi ilk defa anladım. Demek ki bana yıllarca benim çok basit ve primitif bulduğum Yahudi eş bulma konusundaki garip dileklerini böyle bir yerden söylemiş diye düşündüm. Bunu da bir tek kendi eşime dillendirdim zaten, anneme bile söylemedim. Varlığımıza yapılan bu tehdidi, bu acıyı eşimle ayni benzer duygularla paylaşabildiğim için kendimi şanslı hissettim.

Yaşanan olaylar ailemle ilişkilerimi etkilemedi. Çok dindar bir aile değiliz, ama geleneklerine bağlı bir aileyiz. Hem biz hem de eşimin ailesi öyle. Tipik bir Türkiyeli Yahudi aileyiz. Ben de dindar değil ama geleneksel bir insanım, bunlar değişmedi. Kimse çok farklı bir fikir söylemedi. Akrabalarımız var İsrail’de çok uzun senelerdir yaşayan. Aramızda bir fikir tartışması olmadı. Politik görüşlerimiz çok benzer. Ailenin bir kısmı da çok apolitik zaten. Bazı İsrail eleştirilerimiz bile çok benzer. Benim en büyük fikir farklılıklarım birkaç yakın arkadaşım ile yaşandı.

‘Şu anda paramın nereye gittiğini, kimi bağışlarımla desteklediğimi, hangi kafeye oturduğumu önemsiyorum. Hepsi değişti. Hiç şakası yok. Tamamen değişti.’

Kamusal alandaki insanlar ile ilişkim bu olaylardan çok etkilendi. Ben çok ses çıkartan biriyim. Çok net bir duruşum var. Gittiğim kafeler mekanlar bile değişti. Aslında olabilecek en sosyal eşitlikçi, güzel anlamda azınlık fikirlerinin en çok çıktığı, en yenilikçi, en liberal, bu düşüncelerin merkezi olan, LGBT haklarının ortaya çıktığı bir yerde yaşıyorum. Burada yaşamayı seçmemin sebeplerinden biri de bu saydıklarıma değer veren biri olmam ve bunları zenginlik olarak görmem, ama bunların buradaki karşılığı tabii ki malesef Pro-Filistin oluyor. Bazı algılar güzel, bazı yerlerde ise antisemitizmi doruklarına ulaştırıyor. Kötü olan her şeyin Yahudi kaynaklı olduğu gibi bütün uçları görebileceğin söylemleri barındıran bir yer. O yüzden şu anda paramın nereye gittiğini, kimi bağışlarımla desteklediğimi, hangi kafeye oturduğumu önemsiyorum. Hepsi değişti. Hiç şakası yok. Tamamen değişti.

Sosyal hayatımda şöyle şeyler oldu: İlkokul arkadaşım Instagram’da bir paylaşım yapıyor mesela. Soru soruyorum. Ben gönüllü bir hasbaracı[1] olmuş durumdayım. Soru soruyorum yani benim yöntemim bu. Tartışmıyorum bile, soru soruyorum sadece. Bir kişiyi etkiliyorsam, bir kişiyi etkiliyorumdur. Bunu şimdiye dek yaptım ve mental sağlığım izin verdiği sürece yapmaya devam edeceğim.

Bir sürü insan bana ‘Kiminle uğraşıyorsun? Niye uğraşıyorsun? Neden cevap veriyorsun? Niye soru soruyorsun? Neden bu paylaşımı yapıyorsun? Kim anlayacak?’ gibi yorumlar yapıyorlar. Ben öyle düşünmüyorum. Ben bundan kişisel bir haz alıyorum. Benim de faydam bu olsun diye düşünüyorum. Bir insana bir soru sorduysam ve ben de cevap olarak kendime düşünecek bir şey aldıysam konuyla ilgili, bunu fayda olarak görüyorum. Evet bu konularda paylaşımlar yaptım. Konu benim için hiç kapanmış değil hatta hâla çok da gündemimde.

Sosyal medya hesabımı bu dönemde açık hâle getirdim. Neden böyle bir karar aldığımı ben de bilmiyorum. Açık olsun ben de daha çok insana ulaşayım gibi mi düşündüm? Bilmiyorum. Bu dönemdeki postlarımın çoğu bu konuyla ilgiliydi. Kendime ait paylaşımlar da yaptım beğendiğim başka içerikleri de paylaşmıştım. Ailemden bazen ‘biraz sus’ gibi tepkiler aldım. Türkiye’de olan bazı arkadaşlarım da uzakta olduğum için daha rahat konuştuğumu iddia ettiler. ‘Ne kadar güzel uzakta olup özgürce konuşmak, biz burada bunları söyleyemiyoruz’ dediler. Tonlarca bu tarz yorum geldi.

Bir sürü insanı bu süreçte sosyal medyamdan sildim. Bunları çok rahat bir şekilde yaptım. Daha önce hiç böyle bir diyalogum veya filtrem olmamıştı. Şu anda bu filtreyi görmüş oldum. Bu insanların hayatımda, çevremde olmamaları gerektiğine karar verdim. Bu yanlış anlaşılmasın, farklı fikirlere sahip kişileri sildim anlamına gelmiyor. Farklı fikirleri olan kişilerle hâla fikir alışverişlerimiz oluyor. Asla siyah veya beyaz değilim. Çok soru soran, çok dinleyen hatta söylediği şeyler zor olsa bile dinlemeye çalışan biriyim. Ama bazı insanların da böyle bir seviyede olmadığını fark ettikten sonra onları sildim.

Ben aynı zamanda ABD vatandaşıyım ve önümüz seçim, ve seçimler için ilk defa daha önce düşünmediğim şeyler düşünüyorum. Bu konuda da yalnız olduğumu düşünmüyorum. Yahudi olmayan pek çok yenilikçi ve liberal kişinin de bu olaylar sonrasında da daha farklı kararlar vereceğini biliyorum. Çok büyük bir kayma olacak. Çeşitlilik için her şey mübah mıdır? Çeşitlilik için atılan her adım başkalarını haksızlığa veya zarara uğratıyorsa dahi değerli midir? Bunu kişisel hayatımda da yaşadım. Çok büyük bir teknoloji şirketinde çalıştım. Bu şirket içerisinde bile patlamış bir balondu artık bu çeşitlilik meselesi. Bir kişi sadece azınlık bir toplumdan geliyor diye, siyahtır diye veya kahverengidir diye, veya LGBT bir bireydir diye bu uğurda her şey mübah mıdır? Bu kişilerin desteklenmesi çok önemlidir, ama acaba bu kişilerin desteklenme sürecinde yarattığımız sistemde her şey mübah mıdır? Seçimlerle de ilgili şunu düşünüyorum: Bu konunun artık daha doğru şekilde ele alınması gerekiyor. O yüzden seçimlerdeki tavrım da çok değişecek. Paramı nereye kullanacağımı daha iyi düşünüyorum. Kimi destekleyeceğime daha çok önem veriyorum. Seçim konusunda kimin daha saçma sapan bir gündemle ilerlediği ve kimin eşitlik adına, farklı grupların yükselmesi adına ”gerçek” adımlar attığının ayrımına varılması gerektiğini fark ettim.

‘Rahatının bozulmaması adına, antisemitizme maruz kalınmasının, birebir kendilerine söylenen kelimenin yutulmasının, yok olmanın, görünmez olmanın, haklarından vazgeçilmesinin kabul edilebilir olduğunu idrak ettim.’

Arkadaşlarımla ilişkimde çok büyük bir fark olmadı. İkincil ve üçüncül çevrelerde daha büyük kayıplar ve kopuşlar oldu. Türkiyeli bir Yahudi arkadaşımın söylediği bir şey beni düşündürdü. Yargılamadım ama çok düşündüm. Gerçekten rahatlarının bozulduğunu ve rahatlarının bozulmaması adına onlar için bir sürü şeyin kabul edilebilir olduğunu fark ettim. Yani rahatının bozulmaması adına, antisemitizme maruz kalınmasının, birebir kendilerine söylenen kelimenin yutulmasının, yok olmanın, görünmez olmanın, haklarından vazgeçilmesinin kabul edilebilir olduğunu idrak ettim. Bu benim için çok şaşırtıcıydı. Türkiyeli Yahudilerin bazı tavırlarının biraz değişmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bu savunma mekanizmasının anneannelerimizin devrinde kaldığını zannediyordum. Hani bizim hep duyduğumuz, kayadez olarak adlandırdığımız, bir olay olduğunda yok olduğumuz kamufle olduğumuz herkesin low profile yaşadığı, etkinliklerin azaltıldığı, kimsenin çok sosyalleşmediği, herkesin biraz içine kapandığı, yok olduğu bir süreç olur. Hiç tepki de vermeyiz dışarıya, herkes kabuğuna çekilir, olaylar geçer, biz tekrar rutinimize devam ederiz. Bu tabii öğrenilmiş bir defans mekanizması. Nedenlerini de çok iyi biliyoruz. Ama sanki ben bunun artık biraz değiştiğini veya yeni jenerasyonun bunu kabul etmeyeceğini düşünüyordum. Bu mantalitenin hâla geçerli olduğunu gördüm. Kendime çok yakın gördüğüm, benzer şekilde yaşadığımız, aynı çevredeki insanların bunu kendine savunma mekanizması edinmesini biraz şaşırtıcı buldum. Onlar tabii her gün benden çok daha farklı bir ortamda işe gidip çocuklarını okula yolluyor olabilirler… Yargılayamam, ama sanki biraz daha fazla ses çıkartabilmelerini, varlıklarını göstermelerini, cesur olmalarını beklerdim.

‘Benim yaşananlara tepkim şöyle oldu: Yahudi sembollerini şu günlerde kolyemde veya vücudumda daha çok bulunduruyorum ve daha çok görünür hâle getiriyorum.’

Birkaç tane antisemit saldırı yaşadım. Bir gün eşimle bir kafede oturuyorduk. Kendi aramızda Türkçe olarak konuşuyorduk ve konumuz gerçekten o hafta olan olaylardı. Herhalde ses kontrolümüzü yapmadan hararetli bir şekilde çekinmeden konuşuyorduk. Gayet rahattık. Yan masadan biri de bir anda “siz” dedi; gerçekten inanamadım. ‘Siz artık yerleşimci olmaktan vazgeçmeyecek misiniz?’ dedi. ‘Bu hisle yaşamaktan bıkmadınız mı?’ Bunu bana İngilizce sordu. Yanındaki kişi Türkçe anlayan Yunan kökenli bir Amerikalıymış ve konuştuklarımızı ona tam olarak aktarmasa da bizim Yahudi olduğumuzu veya Pro-Yahudi bir şeyler konuştuğumuzu söylemiş. Bu arada benim bu olaylardan sonra yaşadığım en büyük değişikliklerden biri de üzerimde şadayımı[2] daha çok takmaya başlamış olmam. Yahudi sembollerini şu günlerde kolyemde veya vücudumda daha çok bulundurmam ve daha çok görünür hâle getirmem. Benim yaşananlara tepkim de böyle oldu. Normalde takmayacaksam bile artık takıyorum! Belki ondan da anlamış olabilir Yahudi olduğumuzu yani, üzerimdeydi şaday’ım.

Bana yönelttiği bu yerleşimci olmaktan vazgeçmeyecek misiniz cümlesi aslında bir soru değil. Hepimiz bunun bir soru olmadığını biliyoruz. Bu bir saldırı. Bunu göğsünde pas olarak yumuşatabilirsin, cevap vermeyip kalkıp gitmeyi tercih edebilirsin… Saldırıyla da cevap verebilirsin. Benim saldırı ile  cevap verme gibi bir alışkanlığım yok. Bu aşamayı geçtiğimiz bir yerdeyiz. Ben genelde soruyla cevap veririm böyle şeylere. ‘Bir fikrin var galiba ama soruya çevirmek ister misin? Öğrenmek istediğin bir şey mi var? Seve seve fikrimi paylaşırım,’ dedim. Bu formatta sadece nefretini kusuyorsun.  Hâla soru sormadın. Bu söylediğin senin inandığın yargılar. Ama soru sormak istiyorsan, bir fikir alışverişi yapmak istiyorsan ben sana Ortadoğu’dan gelen bir Yahudi olarak –ki çok fazla yok etrafta – fikrimi söyleyebilirim. Bunu söyledikten sonra biraz sakinleşti. ‘Ben sana iki şans verdim’, dedim, ‘kalkıyorum umarım bir daha yargılamak yerine soru sormayı tercih edersin.’ dedim. Medeni ve medeni olmayan arasında bir diyalogdu, çok gereksizdi.

“İntafada’nın İ’si”

Oğlumun okulunda başımıza bir şey geldi. Okulun öğretmenleri ve okul birliği oldukça Pro-Filistin. Politikayla eğitim birbirine karışmış durumda. Kendilerine müfredat hazırlamış durumdalar ve yuva seviyesinden itibaren bu müfredatla çocukların eğitim görmesini istiyorlar. İ harfi “İntafada’nın İ’si” olarak öğretiliyor… Bu seviyedeyiz. Biz daha korunaklı bir okuldayız, ama etkilerini yine de hissediyoruz.

‘Siyonist kelimesinin karşılığının başkasını evinden kovan ırkçı rejim olarak öğretilen okullar var.’

Bir de tabii müfredattan bahsetmek lazım. Daha kötüsü olabilir mi bilmiyorum ama… Bir gün eve şöyle bir duyuru geldi. ‘Biz bu okul bölgesinde siyonizme ve kolonyalizme karşı olduğumuz için’ diye başlıyor… Burada olaylara şöyle eğiliyorlar: Bu olayda kim kimi bastırıyor ve bastırılan kim? Bu filtreden geçtiği için; ‘biz siyonist ve bastırıcı güce tepki olarak Ortadoğu etkinliği yapmaya karar verdik. Bunu okullara uygulayacağız’, diye bir duyuru geldi. Tabii her şey hemen uygulanamıyor. Buna itiraz edenler oldu ama sonunda etkinlik kesinleşti. Etkinliği düzenleyecekleri gün 6 Ocak’tı galiba. Ben okul müdürüne mail attım. ‘Okulda bu yapılacak mı? Yapılacaksa o gün çocuğumu okula göndermeyeceğim. Bu etkinliğe katılan bir öğretmen var mı?’ Bu bölgede okul müdürü öğretmenlerden sorumlu değil. Öğretmenler bir sendikanın parçası ve okul müdürü de oraya atanmış bir insan. Tabii ki bir ekip olarak çalışıyorlar fakat her okulda bu bağın sıkılığı değişiyor. Bizim okulda durum bu kadar vahim değil çok şükür ki, bizim müdür hiçbir öğretmenin katılmayacağını söyledi. Vergi ödediğim yerde, çocuğumun Yahudi olması sebebiyle ne duyacağına bile emin olamadığım için, o gün çocuğu okula yollamamaya karar verebiliyorum. Antisemitizmden bahsediyorsak bundan daha öte bir şey olamaz herhalde. Eğitim hakkının elinden alınmasından bahsediyoruz. Bizim okulda bu yaşanmadı ama başka okullarda bu yaşandı. Siyonist kelimesinin karşılığının başkasını evinden kovan ırkçı rejim olarak öğretilen okullar var. Böyle bir eğitim sisteminden bahsediyoruz. Daha önce söylediğim gibi bulunduğumuz bölge gerçekten en yenilikçi, en eşitlikçi yer. Burası kadın liderlerin ilk defa çıktığı, LGBT bireylerin ilk defa şirketler yönettiği, ilk defa insanların din farkı gözetilmeksizin şirketlerin ve hatta devletin yönetiminde söz sahibi oldukları yegane yerlerden biri.  Ama durum artık öyle bir seviyeye geldi ki, öyle bir ekstremleşti ki artık woke[3] dediğimiz; neyi ne için yaptığımızı unuttuğumuz bir yerdeyiz… Benim yaşadığım en büyük antisemitizm buydu. 6 Ocak günü ben çocuğumu okula gönderiyor muyum, göndermiyor muyum? Sadece Yahudi olduğu için okul hakkı elinden alınıyor mu alınmıyor mu?

‘Hiçbir zaman hayatımda Yahudilerin çoğunluk olduğu bir yerde yaşamadım. Daha önce buna ihtiyaç duyacağımı düşünmezdim. İlk defa buna ihtiyaç duyuyorum.’

Olaylar aidiyet duygumu elbette etkiledi. Zaten olan bir şeyi tetikledi. Etrafımda benzer düşüncede ve hissiyatta olan daha fazla insan olması isteğimi artırdı. Aidiyet konusunda gerçekten değişik düşüncelerim oluştu ve bunu da 7 Ekim sonrasına borçluyum. Aslında hiçbir yer çok aidiyet hissi vermiyor ama bir yerde çoğunluk olma veya daha çok olma hissi hoşuma gidiyor. Her ne kadar o çoğunluk olmanın getirdiği etkiyle etraftaki tehlikenin de daha sert olacağını bilmeme rağmen. Bu nedenle gözümü ABD’de bir başka yere dikmiş durumdayım. Benim kalbimin sızladığı aynı yerden kalbi sızlayan insanlarla çevrili olmanın bana iyi geldiğini fark ettim. Hiçbir zaman hayatımda Yahudilerin çoğunluk olduğu bir yerde yaşamadım. Daha önce buna ihtiyaç duyacağımı düşünmezdim. İlk defa buna ihtiyaç duyuyorum.

‘Bugün en aydın, en okumuş, en çok soru soran insanın bile Yahudilerin şu anda hissettiği varoluşsal tehdidi hissettiklerini anladıklarını düşünmüyorum.’

Bugün en aydın, en okumuş, en çok soru soran insanın bile Yahudilerin şu anda hissettiği varoluşsal tehdidi hissettiklerini anladıklarını düşünmüyorum. Olayı özelleştirmek istemiyorum. Dünyanın pek çok yerinde bu varoluşsal tehdidi hisseden grup olabilir. Ama şu anda benim savaşım benim içinde olduğum grup için. Bunun önemini de bu olaydan sonra daha iyi anladım. Başkaları için savaşmaktan kendimiz için ne yaptığımızı unutmuşuz. Bu varoluşsal krizin beni yaraladığı yerden aynı hissi hisseden insanlarla çevrili olmak istediğimi daha iyi anladım. Çocuklarım konusunda da beni düşündürdü. Bu olayların tekrarlanabileceğini, antisemitizmin  yok olmadığını ve hiç bir zaman yok olmayacağını, antisemitizmle savaşa sürekli devam etmemiz gerektiğini ve bunun farkında olup buna çaba harcamamız gerektiğini fark ettim. 7 Ekim’den sonra çocuklarımı antisemitizme karşı bilinçli, donanımlı ve sağlam duruşlu yetiştirmem gerektiğini anladım.

Evet, olduğum yerde güvendeyim, ama sokağa çıktığımda etrafıma eskisi gibi bakamıyorum. Etraftaki 10 insandan 9’unun benden nefret etmesi hissi kulağımda çınlıyor ve bu çok acıklı. Bu aydınlık, bu refah, bu batılı eğitim seviyesinde hâla antisemitizmin bitmediğini görmek… Eğitim sistemi de galiba antisemitizmin ele alınması gereken yerlerden biri….

Ben [Türkiye’de yürütülen ve Yahudilerin ve İsrailli çifte vatandaşların fişlenmesini hedef alan bu propagandaya] şaşırmıyorum. Beklediğim yerden bir darbe geldiğinde şaşırmıyorum diyeyim. Türkiye ile ilgili beklentilerim bayağı farklı bir yerde. Bu sebeple zaten göç ettim. Maalesef Türkiye hep kararımın benim için doğru olduğunu gösteren yöne doğru ilerledi. O yüzden ben Türkiye’den gelen hiçbir şeye şaşırmıyorum ve üzülmüyorum. Bir tek galiba Rağmen Sahaf’ın kapısına “Yahudiler giremez” yazılmasına üzüldüm. Türkiye olduğu yerle politik konjonktürüyle, ilişki kurduğu devletlerle, ortaklarıyla ne olduğu ortada… Bunlar bilinmeyen şeyler değildi. Belki uzaktan konuşmak kolay diyebilirsin ama… Maalesef beni şaşırtmıyor ve çok büyük duygular uyandırmıyor.

Bende daha büyük duygular uyandıran şeyler, beklemediğim yerden gelen darbeler oldu. Mesela LGBT for Free Palestine posterinin 8 Ekim’de şehir merkezinde görmek beni daha çok kırıyor. 8 Ekim’de yani…

Veya Avrupalı devlet başkanlarının söylemleri… Örneğin İrlanda başbakanın kendisinin aynı zamanda İrlanda vatandaşı olan bir rehine hakkında “kayboldu ve bulundu” demesi, rehine olduğundan veya Hamas’tan bahsetmemesi beni daha çok kırdı. Çünkü Avrupa’dan, İrlanda’dan bunu beklemiyorum. Türkiye’nin ise son 20 yıldır yaptıklarına partnerlerine baktığımız zaman böyle bir tavır takınması beni şaşırtmıyor. Bunu söylediğim için üzgünüm ama benim hissiyatım bu.

Dünyada bazı yerlerde yaşanan antisemit olaylar beni gerçekten çok şaşırttı. Belki bilmediğimden… Ben üniversitelerin bu halde olduklarını bilmiyordum. Bir üniversitenin başkanı çıkıp Yahudilerin öldürülmemesi için “bağlam” gereklidir demesi… Açık açık ‘Bizim politikalarımız gereği Yahudiler veya siyahiler veya LGBT’lerin kimsenin herhangi bir kimsenin öldürülmesinin şiddetinin propagandası haline getirilemez ve bu bir suçtur,’ diyememesi beni daha çok kırdı. Cümleden “Yahudiler”i çıkarıp başka bir şey koyduğunda kabul edilemeyen cümlelerin “Yahudiler” denince kabul edilebilmesi beni çok şaşırttı. Amerika’da yaşamama rağmen belki üniversite ortamından daha uzak olduğum için üniversitelerin içinin böyle olduğunu bilmiyordum. Bu beni çok düşündürdü. Bunları görmek bana şunu hissettirdi: Evet biz Holokost hikayeleri ve kitaplarıyla büyüdük ama bunlar roman veya hikaye değil… Propaganda çok güçlü bir şey ve şu anda sosyal medya diye bir şey var. Bizim önceliğimiz kim olduğumuzu tarihimizi, değerlerimizi bilmek ve kendimizi korumak olmak zorunda. Bütün eforumuzu başkalarına destek vermeye harcamak yerine artık kendimize dönmenin zamanı geldiğini söylüyor bu olanlar. 

Orta Çağ’dan kalma komplo teorilerine çok şükür ki daha az maruz kaldım. Bu konuda şanslıydım. En azından bunun içinde değilim. Ancak buna rağmen şunu da duydum. Evimden yaklaşık 20 dakika uzaklıkta City Council’in önünde “İsrail kendi insanlarını kendisi öldürdü. Bu bir komplodur. Gazze’ye girmek için yapılan bir oyundur” diye bağıran insanlar gördüm. Türkiye’deki komplo teorilerine karşı Amerika’da da bunlar var. Türkiye’de konuşulan komplo teorilerinin içine de kendi akıl sağlığım için girmemeyi tercih ediyorum.

Son olarak böyle bir alan açtığınız için çok teşekkür ederim. Aslında bazı konuların beni hâla çok üzdüğünü, hâla çok duygusal olduğumu hissettim. Zorlukların insanları güçlendirdiğine inanırım, neye ihtiyacımız olduğunu belirginleştiriyor. Geriye dönüp baktığımızda kolaylıklardan çok zorlukları ve o zorluklardan nasıl çıktığımızı hatırlıyoruz. Bu dönemin de Yahudilere olumlu şeyler katacağına inanıyorum. Belki hepimiz başka yerlere savrulmuşken belki odaklanmamız gereken daha içsel bir yere dönebiliriz. Kendi adıma 40’lı yaşlarım için dileklerim arasında Yahudi bilincine daha yakın olmak var. Çocuklarıma da bu bilinci verme isteğini bu olayın ve dünyanın bu olaya tepkisinin tetiklediğini düşünüyorum. Günün sonunda kötülüklerin içinden aslında daha büyük bir birlik doğacağına inanıyorum.


[1] Hasbara: İbranice’de İsrail avukatlığı anlamında kullanılan terim

[2] Şaday: İbranice göğüs anlamına gelen ve Türkiyeli Yahudiler tarafından zaman zaman Magen David yani Davud’un Yıldızı yerine kullanılan sözcüktür. Yıldız çoğunlukla kolye olarak göğüste taşındığı için şaday olarak adlandırılır.

[3] Woke: İngilizce ‘uyandı, uyanmış’ anlamına gelen bu kelime, solcular tarafından azınlık haklarını körü körüne savunması anlamında pejoratif olarak kullanılıyor.