Arşiv Kültür Sanat Makaleler Yahudi/Edebiyat

Elias Canetti: Körleşmeyi Anlatan Sefarad

Körlük, zamanı ve mekânı alt etmeye yarayan bir silahtır; varlığımız tek dayanağını duyularımızla, gerek yapıları, gerekse kapsamları bakımından pek yetersiz olan duyularımızla kavradığımız birkaç kırıntının dışında, sonsuzluğa dek uzanıp giden bir körlükte bulur. Evrende egemen olan kuram, körlüktür. Körlük, birbirlerini görmeleri halinde beraberlikleri düşünülemeyecek nesnelerin ve yaratıkların yanyana bulunabilmelerine olanak tanır. Zamanın artık çekilmez olduğu, taşınması olanaksız bir yüke dönüştüğü noktada koparılabilmesi, ancak körlüğün yardımıyla düşünülebilir.”1

Elias Canetti, iki dünya savaşı arasındaki zaman diliminde doğasından kopan insanın varabileceği noktayı Körleşme romanı ile anlattı. Her biri uğruna yaşadığı arzular tarafından gözleri bağlanmış karakterlerden oluşan romanını Canetti, henüz 26 yaşındayken 1931’de tamamladı ancak kitap 1935 yılında yayımlanabildi. Türkçeye Ahmet Cemal tarafından Oğuz Atay’ın “müthiş bir yazar, kitap da öyle” diyerek “tavsiye” etmesiyle 1981 yılında kazandırıldı.2 Kitap, Almanca Die Blendung ismi ile yazıldı ve İngilizceye Auto-da-Fe başlığı ile çevrildi. Körleşme‘yi yazarın 1960 yılında yayımlanan diğer önemli kitabı Kitle ve İktidar ile birlikte düşünmek yerinde olur. Körleşme, İkinci Dünya Savaşı öncesini anlatırken, Kitle ve İktidar‘da ise savaş sonrası yıkımı görmüş bir Yahudi’nin kitle sosyolojisine dair kapsamlı çözümlemelerini bulabiliyoruz. Kitabın tanıtımına, Canetti’nin Sefarad kimliğini ve Ladino’nun onun hayatındaki yerini vurgulamadan geçmek hata olur. Zira Canetti, otobiyografisinde çocukluğuna dair aklında kalan ve hayatını değiştirdiğini düşündüğü bütün olayları, eserlerini yazdığı Almanca dilinde değil Sefarad kültüründeki bağlamlarını vurgulayarak Ladino dilinde ifade etmeyi tercih etti.  

Bir Lanetle Zihne Kazınan Ladino

Canetti, 1905 yılında Bulgaristan’ın Rusçuk şehrinde doğdu. Annesi Mathilda Arditti  Rusçuklu Sefarad bir aileden, babası Jacques Elias Canetti ise Edirneli başka bir Sefarad aileden geliyordu. Sefarad kültürünün içine doğan Canetti, anadili Ladino dışında Rusçuk’ta altı yaşına kadar Arnavutça, Bulgarca, Ermenice, Romani, Romence, Rusça ve Yunancayı da duydu. Otobiyografisinde Ladino’ya geçmiş olan birkaç Türkçe kelime bildiğini de belirten Canetti, altı yaşından itibaren duyduğu ve konuştuğu dillerin arasına İngilizce, Fransızca ve Almancayı da kattı. Maria Esformes’in Canetti’nin otobiyografisi üzerine yaptığı değerlendirmeden anlaşılacağı üzere Canetti, Ladino ile olan bağlarını ise hiçbir zaman kopartmadı. Öyle ki Canetti altı yaşındayken anne ve babası Rusçuk’tan taşınmaya karar verdiler. Bu ayrılış kararına dedesinin verdiği şiddetli tepkiyi Canetti, Ladino dilinde betimler. Taşınma kararına şiddetle karşı çıkan ve aileyi engellemeye çalışan dede, çabalarında başarılı olamayınca altı yaşındaki Elias’ın gözleri önünde babasına lanet eder. Bu olayı “la maldicion del padre” (babanın laneti) diyerek anlatan Canetti,  babasının bu olaydan bir sene sonra beklenmedik bir şekilde öldüğünü anlatır. Ladino’nun zihnine bu lanetle kazınmasıyla birlikte Canetti, Thomas Falk’a göre, kelimelerin ölümü dahi getirebilecek kadar güçlü olduğuna inanmaya başlar.3 (Babasının ölümünün, Canetti’nin ölüm hakkındaki fikirlerini nasıl şekillendirdiğini anlattığı kısa video şuradan izlenebilir)

Canetti, 1905 ila 1921 arasındaki dönemi anlattığı otobiyografisinin ilk cildinde, Sefaradlara dair etnik ve sınıfsal ayrımlar hakkında da bilgi verir. Aşkenazlara Todesco denildiğini, bu kelimenin aynı zamanda bir azarlama ve sövgü sözcüğü olduğunu aktarır. Ayrıca bir Sefarad ile bir Todesco’nun katiyen evlenmemesi ve böyle bir “hata” yapmaması gerektiğine dair uyarıyı dedesinden; evlenilecek Sefaradın ise Es de buena famiglia yani “iyi bir aileden gelmesi” gerektiğini ise annesinden duyar.4 

Canetti, babasının ölümünden sonra annesi ve kardeşleriyle birlikte önce Zürih’e ardından Frankfurt’a taşındı. 1924 yılında ise kimya okumak üzere Viyana’ya giden Canetti, üniversite yıllarında felsefe ve edebiyata merak sardı ve Körleşme‘yi de bu merakın filizlendiği Viyana’da yazdı. İkinci Dünya Savaşı Canetti’yi tekrar 1938 yılında Britanya’ya taşıdı. Savaşın yarattığı yıkımı gören Canetti, 1960 yılında Kitle ve İktidar kitabını 30 yıllık bir çalışmanın ardından tamamladı. Birçok ödülün yanı sıra 1981 yılında Nobel de kazanan Canetti 1994 yılında Zürih’de öldü. 

Körleşme, Elias Canetti. Sel Yayıncılık

Körleşme‘nin Tarihi

Giddens ve Harvey gibi modernite kuramcıları, modernite öncesinde zamanın mekana bağlı olduğunu, modernite ile birlikte ise bu bağın koptuğunu, döngüselliğin yerini doğrusallık ve ilerlemenin aldığını söylerler. Modernite ile birlikte zaman, mekandan bağımsız ve ölçülebilir bir hale gelmiştir. Foucault’ya göre ise zaman ve mekan arasındaki kopuşla birlikte zaman merkeze alınırken, mekan ise ölmüştür. Mekan yani sosyal ilişkilerin hüküm sürdüğü doğa ile zaman arasındaki ilişkinin kopması toplumsal ilişkileri de değiştirdi. Doğanın bir parçası olan insan, doğanın karşısında ve zamana karşı doğayla savaşan insana dönüştü. Zaman ve mekan arasındaki bu ontolojik kopuş, insan ve hafıza ilişkisini de değiştirdi. Zamanı, doğanın mekan üstündeki etkisiyle algılayan ve hatırlayan insan, çizgisel ve rakamlarla ifade edilen bir zamanda, mekanın önemsizleşmesi ve mekana dair özgünlüklerin yok sayılmasıyla birlikte araçlara bağlı halde hatırlamaya başladı. Mekanın ve mekanın öznesi olan insanların doğadan kopuşu doğrusal olarak ilerleyen ve sayılarla, küçük parçalara ayrılarak ifade edilen zamanın tahakkümünü beraberinde getirdi. Aslında modernitenin öldürdüğü tanrı değil insanın parçası olduğu doğaydı. İnsana varlığının anlamını veren doğanın ölümü, doğadan bağımsız ve ona karşıt toplumsal ilişkilerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Marx’ın, insanın kendi doğasına ve doğaya yabancılaşması olarak tanımladığı bu sürecin en uç hali belki de iki dünya savaşı arasındaki süreçte kendini gösterdi ve atom bombaları ve milyonlarca insanın katledilmesiyle zirveye vardı.

Körleşme‘nin İntikamvari Yöntemi

Canetti zaman ve mekan arasındaki bağın kopuşunun yarattığı yıkımı Körleşme olarak tanımlamış ve bu kopuşu kitabın kurgusuna ve karakterlerine de yansıtmış görünüyor. Kitapta ne klasik bir karakter, ne net bir zaman dilimi ne de net bir mekan var. Postmodern romanın ilk örneklerinden birisi olarak değerlendirilen Körleşme, klasik romanların anlatım tarzları ve bakış açılarının dışına çıkarak romandaki her karakterin kendi bakış açılarını veren ve merkezi olmayan bir anlatım tarzına sahip. Kitapta yer alan her karakter öncelikle belli birer gerçeklik ilkesiyle anlatılıyor ve karakteri anladığınızı düşündüğünüz anda Canetti, size verdiği gerçeklik ilkesini elinizden alarak yoluna devam ediyor. Kitaptaki mekanlar net değil, karakterlerin algılarıyla değişebilmekte; zaman ise doğrusal ilerlememekte, bir an’dan ibaret olabilmektedir. İşte bu kurgu itibariyle Canetti belki de mekan ve zaman arasındaki bağı kopartan dönüşümden intikam almaktadır. 

Karakterler ise uçlardadırlar ancak dönemin ruhunu da yansıtırlar. Başkahraman Dr. Kien, dünyayla ilişkisini kesmiş, gününün büyük bir bölümünü yazarak ve okuyarak kütüphanesinde geçiren ve kendini “kitaplık sahibi ve bilgin” olarak tanımlayan bir sinolog ve filologtur. Binlerce kitaplık servetine ve bilgisine rağmen evinden ayrıldığı sınırlı zamanlarda, kitaplığının dışındaki dünyaya dair söyleyecek hiçbir sözü ve onu değiştirebilmeye yeltenecek bir irade kırıntısı yoktur. Therese ise Dr. Kien’in hayatına hizmetçi olarak girip, onunla evlenen ve evlendiği günden itibaren adım adım, dışarıdaki müttefiklerinin de yardımıyla, evini işgal eden faşizmin cisimleşmiş halidir. Kitabın diğer önemli bir karakteri ise planlarını gerçekleştirebilmek için her yolu denemekte beis görmeyen cüce pezevenk Fischerle’dir. Kitaptaki diğer karakterler ise Therese ve Fischerle’den türetilmiş gibidir. Dr. Kien’e düşen ise bu karakterler arasında savrulup durmak ve rüyalarında gördüğü sona doğru ilerlemektir.

Dünyasız Bir Kafanın Sonu Faşizm

Kitabın ilk bölümü olan “Dünyasız Bir Kafa” okuyucuyu Dr. Kien ve önce hizmetçisi daha sonra eşi olan Therese ile tanıştırır. Dr. Kien, yirmi beş bin kitaptan oluşan dünyasında yaşayan, davet edildiği konferanslara gitmek yerine, son anda bir bahane öne sürerek el yazısıyla hazırladığı notlarını okunması için yollayan, dünyadan kopuk birisidir. En çok değer verdiği şey kitapları, en sevmedikleri çocuklar ve kadınlar ve en korktuğu ise kör olmaktır. En değerlileri olan kitaplar, düzenli bir şekilde muhafaza edilmeli ve her gün muntazaman tozları alınmalıdır. Kitaplardan kurduğu ülkesinin halkı onun zenginleşmesine yardım eden araçlardır ve onlarla birebir ilgilenmek yerine temizliklerini başkasına yaptırır. Kitaplar halkı, kendisi ise hükümdardır. Sadece kitapları değil kendi yaşamını devam ettirmesini sağlayan fiziksel gereksinimleri için de dışa bağımlıdır Dr. Kien. Bu dışa bağımlılık, “devletinin” sınırları içerisine bir yabancının, Therese’nin girişini zorunlu hale getirir. 

İkinci Dünya Savaşı öncesi faşizmin yükselişi Therese ile sembolize edilir kitapta. Paradan başka hiçbir şeyi düşünmeyen Therese, bilimin maddi kazanç uğruna yapılmaması gerektiğini düşündüğü için üniversitelerde ders vermediğini söyleyen Dr. Kien’in gündelik ihtiyaçlarını karşılamak ve kitaplarının tozunu almak için evinde çalışmaktadır. Sekiz yıl boyunca işleri Dr. Kien’in istediği gibi yaparak onun güvenini kazanmıştır ancak evde kendisine ayrılan alandan memnun değildir ve Dr. Kien’in parasına konmaya amaçlamaktadır. Amacına ulaşmak içinse kaleyi içeriden ele geçirme yoluna girer ve Dr. Kien’in en değerlileri olan kitaplarına bakabilecek en doğru kişi olduğu yanılsamasını yaratır. Sonunda Dr. Kien, kitaplarıyla istediği gibi ilgilendiği için ondan etkilenir ve evlenirler. Evlilik gerçekleşir gerçekleşmez Therese evdeki hakimiyetini artırmak için yöntem değiştirir ve fiziksel şiddete varan bir mücadele başlar. Dr. Kien bu mücadeleyi önceleri yok sayar, görmezden gelir ve sonunda en büyük korkusu olan körlüğü bir yöntem olarak kullanmaya başlar. Therese’yi görmemek için evin içinde bilinçli olarak gözlerini kapatarak gezmeye başlar hatta bu durumu, duyularla algılanan gerçekliğin sınırlı olduğu, zaman ve mekan algısının duyulardan kaynaklandığı ve asıl gücün duyular olmadan algılamayı başarmakla ilgisi olduğu gibi aciz bir meşrulaştırma yoluna da gider. İlk bölümün sonunda okurlar, bilinçli körlüğün Kien’i kendi kurduğu devletten kovulmasını kolaylaştırdığını görürler. Fiziksel gücünü kullanmaktan çekinmeyen Therese önce uzun boylu Dr. Kien’i giderek küçültür ve sonra evin hakimi olur. Yirmi beş bin nüfuslu kitlesini her ne kadar “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” diyerek mobilize etmeye çalışsa da kitle artık Therese’nin rehineleridir. Dr. Kien, kitaplarını kafasının içine yerleştirerek, “insan her zaman kendisini kitleden ve onu oluşturanlardan korumasını bilmelidir, bunlar tehlikelidirler, çünkü bilgisizdirler ve dolayısıyla da akıl denen şeyden yoksundurlar”5 diye düşündüğü ve yıllardır dışında kalmayı başardığı kitleye karışmak zorunda kalır. 

Dünyasız Bir Kafa, Kafasız Bir Dünyaya Karışıyor  

Kitabın ikinci bölümü olan Kafasız bir Dünya’da okuyucu, İkinci Dünya Savaşı öncesi faşizmin fiziksel yıkımdan önce yarattığı ahlaki yıkımı görüyor. Dr. Kien artık korunaklı ortamından kovulmuş ve kafasında taşıdığı kitaplarıyla başını sokacak bir delik aramaktadır ve bu arayış kambur cüce Fischerle ile tanıştırır bizleri. Canetti, dönemin Yahudi karşıtlığını Yahudi stereotiplerini kullanarak yarattığı Fischerle karakteri ile sembolize eder. Fischerle çengel burunlu, kambur bir cücedir. Tek derdi onu Amerika’ya götürecek ve orada ünlü bir satranç şampiyonu yapacak olan parayı bir şekilde elde etmektir. Cennetin Yıldızları Pavyonu’nda karısını pazarlayan Fisherle’yi hiçbir saygınlığının olmadığı ve polislerle sürekli sorun yaşadığı bu dünyadan kurtaracak tek şey zekasıdır. Satranç bu zekanın paraya, saygınlığa dönüşmesini sağlayacak ve onu pezevenk cüceden Dr. Fischer’e dönüştürecek yegane araçtır. Gerekli parayı elde etmek için her şeyi yapmaya hazır olduğu sırada Dr. Kien ile tanışır. Dr. Kien’in kafasında taşıdığı kitapları yatmadan önce çıkarıp, düzenli bir şekilde dizmesine yardımcı olur. Cüce, uzun boylu Dr. Kien’i yabancısı olduğu dünyada, arkasından iş çevirmeyi de ihmal etmeyerek, onu koruması altına almış gibidir. Karşılığında ise onu Amerika’ya götürecek pasaportu ve kamburunu terzilik hileleriyle kapatan kaliteli kıyafetler edinebileceği parayı Dr. Kien’den alabilecektir. 

Kitabın bu bölümünde faşizm; ahlaki çöküş, kör taklidi yapan bir dilenci veya bir Yahudi’nin kendisine sipariş vermesini kaldıramayan veremli bir garson gibi durum ve karakterlerle  sembolize edilse de Fisherle tek başına bütün durum ve karakterleri içinde eritmiş gibi görünmektedir. Canetti, dönemi Yahudi bir karakter üzerinden okumuş gibidir. Bölüm Fischerle’nin Dr. Kien’in karşısına çıkması başlar, onun Dr. Fischer’e dönüşerek Yahudiliğe atfedilen basmakalıp anlamlardan sıyrılmaya çalışması ve bu yolla saygınlık kazanabilme uğraşının başarıya ulaşmaya en yakın olduğu zamanda, cücelik günlerinde söylediği “bir Yahudi ölümcül düşmanlarına karşı her zaman tetikte olmalıdır” cümlesini unutarak yaptığı hatanın bedelini canıyla ödemesiyle biter. Bölümün bana kalırsa anlattığı, antisemitizm, ahlaki değerlerin hiçbir şey ifade etmediği bir dünyada yaşayan karakterler ve dünyasız kafaların ahlak olarak sunduğu bütün özelliklerin para marifetiyle değişebilirliğini net bir şekilde gösteren bir keşmekeştir. 

Kafadaki Dünya: Modern Edebiyata Dönüş

Kitabın üçüncü bölümü Dr. Kien’in faşizme rehin bıraktığı halkını kurtarmak uğruna Fischerle’nin oyununa gelmesi ve parasını kaptırması sonrasında, kitabın diğer karakterleri kadar uçlarda dolaşmayan kardeşine ulaşmasıyla başlıyor. Eskiden jinekolog olan ruhbilimci kardeşi Dr. Georges, Dr. Kien’in kafasındaki dünyayı keşfe çıkıyor. Canetti’den Freud’a saygı olarak da düşünülebilecek bu bölümde okuyucu, ilk iki bölümün kaotik ruhundan sonra psikolojik çözümlemelere, modernitenin bilimsel tartışmalarına ve kaynaklarına doğru uzun bir diyalogun içinde buluyor kendisini. Postmodern edebiyatın ilk örneklerinden sayılan Körleşme‘nin ilk iki bölümündeki karmaşık, zaman ve mekandan bağımsız olay ve karakter örgüsünde kaybolduktan sonra Dr. Kien’i efsaneler ve psikolojik çözümlemelerle anlamaya çalışıyoruz. Bölüm, Dr. Kien ve halkının akıbetiyle sona eriyor. 

Kitabın son bölümü aynı zamanda Kitle ve İktidar hakkında da ipuçları veriyor. Kitle’nin ne olduğuna dair bir açıklamayı metnin akışına ustaca yedirebilmek, dönemin sosyo kültürel eleştirisini karmaşık bir kurguyla yapmayı başaran bir yazar için hiç de zor olmamıştır sanırım. 

Kitle, yaşına karşın, dünyanın en genç hayvanı, en öz yaratığı, ereği ve geleceğidir. Onun üzerine hiçbir bilgimiz yok; hâlâ birer birey olduğumuz varsayımıyla yaşamaktayız. Kimi zaman kitle, gök gürültülerinden örülü bir fırtına, içinde her damlanın yaşadığı ve aynı şeyi istediği coşkun bir okyanus gibi saldırır üzerimize. Bu saldırının hemen ardından parçalanıp gitme alışkanlığını henüz koruduğu için, fırtına geçince yine biz olarak, zavallı ve bırakılmış şeytancıklar olarak kalırız. Bir zamanlar bu denli çok, bu denli büyük ve bu denli bütün olduğumuzu anılarımıza sığdıramayız bir türlü. İş bu noktaya vardığında, aklın boyunduruğunda yaşayanlar, sorunu “hastalık” sözcüğüyle açıklarlar, alçakgönüllülüğün bayraktarlığını yapmak isteyen ise, yanılgısının gerçeğe ne denli yaklaştığının bilincine varmaksızın, havayı “insanın içindeki hayvan” diyerek yumuşatır. Kitle ise bu arada yeni bir saldırı için hazırlanır. Bir gün gelecek, kitle artık parçalanmaz olacak; belki önce bir ülkede başlayacak bu gelişme, sonra orayı çıkış noktası yapıp çevresinde ne varsa yutarak ilerleyecek; ta ki artık Ben, Sen, O kavramları değil, ama yalnızca kitle varolacağından, kitlenin varlığına ilişkin tüm kuşkular ortadan kalkana dek.”6

Sonuç olarak Körleşme; iki dünya savaşı arası dönemi anlamak isteyenler için okunması zorunlu ama okuması zor ve ikinci kez okunmayı hak eden sert bir başyapıt. Therese karakteri rızaya dayalı olarak kurduğu faşizm ile günümüzün seçimle iktidara gelen ve başlarda demokrasiden bahseden ancak onu seçimlere indirgeyen, sonra adım adım yaşam alanlarını istila eden iktidarları anlamak için önemli bir örnek. Dr. Kien de yine aynı şekilde dünyasız kafaların nasıl faşizmin ağına düştüğünü, kafasız dünyalarda binlerce kitap okumuş olmanın hiçbir işe yaramayacağını, kütüphanelerin dışındaki pratiğin, kitaplardaki teoriden daha hızlı değiştiğini ve öngörülemezliklerle dolu olduğunu anlatan, entelektüeller için 1930lardan gelen bir öğüt niteliğinde. 

1 Elias Canetti, Körleşme, Çev. Ahmet Cemal, İstanbul: Sel Yayınları, 2015, s. 88.
2 Ibid, s. 12-13.
3 Maria Esformes, The Sephardic Voice of Elias Canetti, European Judaism: A Journal for the New Europe, Vol. 33, No. 1, Spring 2000, pp. 109-117.
4 Elias Canetti, Kurtarılmış Dil, Çev. Şemsa Yeğin, İstanbul: Payel, 1995, s. 18
5 Canetti, Körleşme, s. 115.
6 Canetti, Körleşme, s. 468.