LGBTİ+ Dosyası: “Bir davranış içine girdiğin zaman empati beklersin ama Yahudi toplumunda empati eğer kendi sınırlarını geçiyorsa hiçbir şekilde yoktur.”
Bu haftaki röportajımız, kendini cinsiyetsiz olarak ifade eden 55 yaşındaki görüşmecimizle. Cinsel kimliğinin farkına 20’li yaşlarının sonunda varan görüşmecimiz 30’lu yaşlarını, kendi ifadesiyle, “Eşcinselliğimi rahat yaşayabileceğim bir yer” olduğu düşüncesiyle Amerika’da geçirdiğini anlattı. Türkiye’ye döndükten sonra ise yakın çevresine cinsel kimliğinden bahseden görüşmecimiz aldığı tepkilerin birçoğunun ne kadar incitici olduğunu paylaştı. Diğer yandan cemaat içinde kendi cinsel kimliğinin bahsi geçmediğini çünkü, yine kendi ifadesiyle, “Pankart taşımadığını” yani cinsel kimliğinin dış görünüşünden anlaşılmadığını belirtti. Buna ek olarak, cemaatin kuralları dogma boyutunda yaşadığını düşünen görüşmecimiz genel olarak Türkiye’deki Yahudi cemaatinin esnek olmadığının altını çizdi. Şimdi sözü kendisine bırakıyorum.
“Kendimi ararken, iç dünyamdaki arayışıma tam hâkim olamadığım için dış dünyada yolculuklara çıktım. Yani hep Türkiye dışına çıktım fırsat oldukça. Dış dünyadaki yolculuklarımda, aslında zamansız ve de sorgusuz yaşadığım anlarda ancak iç dünyama yolculuk yaptım. Bunu bilinçaltım biliyordu, ama 40’lı yaşlardan itibaren bunu algılamaya başladım. Dünyada gezmek istediğim yerleri gezdim ve iç yolculuğumda gelmek istediğim yere geldim. Ben bir kişinin aslında sıfır ila üç yaş arası kişiliğinin oluştuğunu ve de kendisi sıfır ila üç arasıyla bağlantıda kaldığı müddetçe dış dünyadaki üzerine giydirilen bütün gömleklerin ya da davranış biçimlerinin aslında geçersiz kılındığını düşünen bir adamım. Benim sıfır ila üç yaşıma yolculuk, 50’li yaşlarımda başladı. Yani o zamanki halleri hatırlamam ve onun dünyasını algılayıp ne olduğunu bilmem 50’li yaşlarımda başladı. Daha evvel belki 20’li 30’lu yaşlarımda bunun farkındaydım ama buzdağının görünmeyen tarafında kaldı. Yani 50’li yaşlardan itibaren bütünleştiğimi söyleyebilirim. Biraz zaman aldı kendimi bulmam.
“Cinsiyetsizin tanımı ne? Belki insan aklının pek algılayamadığı bir şey bugünün zihniyetiyle.”
Kendimi nasıl tanımlıyorum, cinsiyetsiz, pasaportu olmayan bir insan. Dünya vatandaşı demek istemiyorum çok klişe ama pasaportu olmayan bir insan. Demek ki, ben gittiğim her ülkede adapte edebilirim kendimi. Bir sıkıntı yaşamam. Cinsiyetsizin tanımı ne? Belki insan aklının pek algılayamadığı bir şey bugünün zihniyetiyle. Ne tanımlıyorsak bugün, şu an ne sınıflandırmalar yapıyorsak onların hepsini bünyesinde bulundurabilen, onları yaşayabilen ve onlarla barışabilen kişi. Sınıflandırmaların ötesinde. Fiziksel bir şey değil.
Kendimin farkına vardığım bir anım var, hayal meyal anımsıyorum. Çok küçüğüm. Annemin yazlık bir ayakkabısı vardı topuklu, aynayı göremiyordum onları aynada kendimi görmek için kullandığımı hatırlıyorum. Ve sanki, ama çok saniyenin onda biri gibi, sanki makyaj yapmaya çalışıyorum. Ama o anda film kopuyor. Ya bir şekilde odaya biri giriyor bir farkındalık yaşanıyor ama o kişiyi de görmüyorum. Bu bir fotoğraf karesi. Ama ondan sonra çekmeceye konulmuş ve çekmeceden dışarı çıkarılmamış. O fotoğrafın çekmeceden uzun yıllar çıkmamasının tek bir sebebi yok. Sonuçta öğrenilmiş davranış biçimleri her şekilde sizi etkiler. Sebep ailem de olur, öğrenilmiş davranış biçimleri de olur, toplum da olur, hepsi olur. Hangisi daha ön plana geçiyor hangisi belirleyici oluyor bilemiyorum. Ama o bir paket. Sonra o fotoğraf Amerika’ya gitmeden bir sene evvel çıktı çekmeceden.
Amerika’da yaşadığım bir dönem oldu hayatımda. Amerika herhalde eşcinselliğimi rahat yaşayabileceğim bir yerdi. Yani bir küçük çocuğun lolipop dükkanına girip şekercide her türlü şekeri denemesi gibi ben de 30 yaşıma kadar kendime izin vermediğim tarafımı yaşamak için Amerika’yı seçtim. Oraya gitme ana nedenim eşcinselliği hiç yaşanmamışlıktan çok yaşanmışlıkta yaşamak. Ama o anda bilinçaltım beni oraya götürdü. Ne yaşayacağımı bilmeden oraya gittim.
“Cinsel kimliğim bir farklılık yaratmadı, ikimiz de cinsiyetsiz olarak baba ve oğul olmayı yaşadık.”
Türkiye’ye dönme nedenim, babamın beni bilinçaltından çağırmasıydı. Tam dönmemeye karar verdiğim an gördüğüm bir rüya yüzünden Türkiye’ye geri döndüm. O zaman da iyi bir iş teklifi almıştım ama o aldığım iş teklifini geçerli saymadım. Babamın evine dönmem gerekiyordu. “Babamın evi” metafor. Yani köklerimin yerine gelmem gerekiyordu. Orada halledilmemiş şeyler vardı. Karmik olarak yaşamam gereken bir yol vardı. Ve babamla bir 7-8 senelik çok güzel bir yolculuğumuz oldu. Babam hayatında benle olan ilişkisinde farklı bir yere geldi, ben onunla olan ilişkimde farklı bir yere geldim. Cinsel kimliğim bir farklılık yaratmadı, ikimiz de cinsiyetsiz olarak baba ve oğul olmayı yaşadık. O yüzden önemli bir süreçti. Gelme nedenim bilinçaltımın beni dürtmesiydi yoksa Amerika’da kalsam eksik kalacak şeyler olacaktı.
Amerika’dan döndüğüm zaman da şöyle bir kararım oldu, şapkamı önüme koydum ve dedim ki, “Beni tanıyan yakın çevremdeki insanlara kimliğimi söyleyeceğim oradaki yaşam kolaylıklarımı Türkiye’de ne kadar yapabiliyorsam yapacağım”. Türkiye’ye döndüğüm zaman babam, annem, yakın çevrem… Pankart taşımadım ama o kimliğimi paylaştım. Şimdi cesaret ve pervasız yan yanalar. Çok ince bir çizgi var aralarında. Zaman zaman pervasıza kayabilirsin zaman zaman cesarete kayabilirsin. Bir kelime, her zaman aynı anlamı içermez. Cesaretin içinde pervasız da olması gerekiyor. O zaman pervasız olduğu zaman o cesur bir karar olmuyor bir refleks oluyor. Tepkisel bir davranış biçimi oluyor.
“Eğer ailem değiştiyse de onlar için sevinirim ama bana bir şey ifade etmiyor. Çünkü teyzemin verdiğicevabı bekliyorum ben insanlardan. Ama on kişide bir kişi veriyor, dokuz kişi bu cevabı vermiyor.”
Çok aşırı tepki aldığım bir erkek arkadaşım var. Onunla biz çok yakındık 11-12 yaşından beri, şu verdiği tepki beni çok rahatsız etmişti, “Peki sen bunu açıklıyorsun, biz çok yakın arkadaştık lisedeyken insanlar bizim hakkımızda ne düşünecek?” demişti. Yani bu bana böyle tepeden aşağı kaynar sular gibi gelmişti. Ve de hala her görüştüğümüz de ki artık çok fazla görüşmüyoruz çünkü sıkıldım aynı lakırdıyı duymaktan, “Ne zaman bir kız arkadaşın olacak?” diye sorar. Hala. Çünkü çok takıntılı bir arkadaşımdır. Beraber yaşadığı arkadaşı, bir keresinde onu çok kötü susturduğu halde o yine kendi bildiğini okumaya devam ediyor. Sonuçta yapacak bir şey yok. Bu bir örnek. Nasırlaşmış bir düşünce şekli var insanlarda. Bu çok arkaik. Deepak Chopra bunu çok güzel izah eder, “Beynimizin sürüngen tarafıyla reflekslerimizi kullanırız hareket ederiz”. Bu tarz davranışlar çok incitici davranışlar. Benim ailemden bir tek teyzem çok ilginç bir cevap verdi, “Hay Allah acaba bu kadar yıl farkında olmadan seni incitecek bir söz söyledim mi?” dedi. Bir tek o. Annem de babam da abim de böyle bir tepki vermediler. Reddetme, dışlama, utanma her birinden az buçuk var. Zaman içinde düşünceleri değişmiş olabilir ama bana bir şey ifade etmiyor artık. O onların yolculuğu. İnsanlar bir kum tanesi. Kum tanesi olarak geliyorlar kum tanesi olarak gidiyorlar. Ve başka bir şey umurlarında değil genel anlamda. Ben hayatı her zaman sorgulayan biriyim. Mevlana’nın bir sözü var, “İstiridyenin içindeki kum tanesi ol, istiridyenin içindeki incinin oluşmasına yardımcı ol” der. Yani kum tanesi olmak hem çok kolay hem çok zor olabilir çünkü kum tanesinin de bir işlevselliği olabilir. Ama bu işlevselliğe insanlar zannediyorum sadece kum tanesi olarak bakıyorlar. Çoğu. Bütün dünya için geçerli bu, Türkiye için değil sadece. O yüzden ben belki kendimi bu konuda azınlık olarak görüyorum. Sıradan olmak hiçbir sıkıntı değil. Tamam, sıradan olalım hepimiz sıradan olalım. Ama o sıradanlığın içinde bir şeyleri sorgulamadan nasıl gelişeceğiz? Gelişme şansımız yok sorgulamadığımız müddetçe. Ben hayatım boyunca her şeyi sorguladığımı biliyorum. Bu Yahudi genlerimden olabilir kendim olmamdan olabilir, birçok nedeni olabilir. Ben sorguluyorum. Ama insanların sorgulamadığını ve bu konuda mesai harcamam gerekmediğini de biliyorum. Çünkü sorgulamıyorlar ve öyle kalacaklar. Eğer ailem değiştiyse de onlar için sevinirim ama bana bir şey ifade etmiyor. Çünkü teyzemin verdiği cevabı bekliyorum ben insanlardan. Ama on kişide bir kişi veriyor, dokuz kişi bu cevabı vermiyor.
Tepkisel bir yanım olduğundan bahsettim. Cemaatle ilgili, dedemden kaynaklanan bir tepkisel taraf var. Dedem görünen tarafıyla dindar bir resim çizerdi ama ben onun hiçbir zaman dindar ve ahlaklı biri olmadığını düşünürdüm. Bir yaz okuluna gitmem gerekti Büyükada’da kaldığımız bir zaman diliminde ve çok tepkiseldim. Yani o zamanın imam hatip kursu diyelim Yahudiler için olan. Çok tepkiseldim. Ama gitmem gerekiyordu çünkü dedemin evinde misafirdik o yaz, başka bir seçim hakkım yoktu. Bazen tepkisel olursunuz, bazen de tepkisel olmanızın bir anlamı olmaz çünkü bir yere varmaz. Gitmem gerekiyordu o kursa. O hiç sevmediğim bir kurs oldu ve ben sinagoga girdiğim zaman o günden sonra kipa takmamaya başladım. Bunun da tepkileri çektiğini fark ettim bir süre. “Yahudi değil misiniz?” diye sordular sinagogda beni kipasız gördükleri zaman. “Bu sizi niye ilgilendiriyor?” diye cevap vermem gerekti bir süre. Sonra buna cevap vermekten yorulduğum için kipa takmaya başladım sinagoga girdiğim zaman.
Bir davranış içine girdiğin zaman empati beklersin ama Yahudi toplumunda empati eğer kendi sınırlarını geçiyorsa hiçbir şekilde yoktur. Kuralları dogma boyutunda yaşarlar. Ve esnek değildir Türk Yahudi cemaati. Tabii ki istisnalar vardır. Ama genel anlamda esnek olduğunu düşünmüyorum Türk Yahudi cemaatinin.
“Doğduğum günden beri din benim için denklem dışı. Her din. Sadece Yahudilik değil.”
Dinin getirisini, öğretisini biliyorum. Yani belirli ritüelleri, belirli gelenekleri, folkloru çok iyi bilen biriyim. Yahudi folklorunu ve geleneğini. Ve onun çok değerli olduğunu düşünürüm çünkü orada bir yaşanmışlık var. O yaşanmışlık o kültürün parmak izi. Ama onu dinle aynı kefeye koydukları an tepkisel olan çünkü dinin farklı folklorun farklı olduğunu düşünen bir insanım. Doğduğum günden beri din benim için denklem dışı. Her din. Sadece Yahudilik değil.
“Dünyanın neresinden olursa olsun Yahudi bir eşcinselle flört etmeden evvel bir kere daha düşünürüm herhalde.”
Partnerimin Yahudi olması isteğim dışı olurdu çünkü Yahudi ve eşcinselliğin iyi bir beraberlik olduğunu düşünmüyorum. Yahudiliğin bir refleksi var. Sorgulamanın içinde kaybolan bir davranış biçimi var Yahudilerde. Sorgularlar, ama sorgulamanın içinde kayboldukları zaman neyi sorguladıklarını da unuturlar ve sorgulamada kalırlar. Bu bir reflekstir. Bu ve eşcinsellik. Eşcinsel de başka şekilde kendini sorgular, iki kere sorgulama sistemi kolay bir denklem değil. Onun için dünyanın neresinden olursa olsun Yahudi bir eşcinselle flört etmeden evvel bir kere daha düşünürüm herhalde. Hayatı zorlaştırmanın alemi yok.
Yaşım 55. LGBTİ+ hareketi içinde olan insanları tanıdım, daha genç insanlar. Belirli davranış biçimleri için belirli yaşların dinamiğine ihtiyaç var. Ben kendimi hiçbir savaşın içinde görmüyorum 55 yaşında. Dünyanın neresinden olursam olayım. Dünyanın en demokratik ülkelerinden İskandinavya’da dahil olsam LGBTİ+ hareketinin içinde olmam. Bunu uygulayan insanlara da ne sempatim olur ne antipatim olur. Onlar bu yolu seçmişler derim. Gelişmeleri de takip etmiyorum fakat üzülüyorum bir sıkıntı yaşadıkları zaman. Haberlerde gördüğüm zaman. Yürüyüşümüz kaç senedir engelleniyor.
Bir İstanbullu olarak kendimi hiçbir yerde güvende hissetmiyorum artık. Kuzguncuk, Kadıköy Çarşı, Yel değirmeni… Buralar gitmeyi hala sevdiğim eski İstanbul. Başka bir yer söyleyemeyeceğim. Cinsel kimliğimi açık eden bir dış görünüşüm yok, pankart taşımıyorum. O yüzden bu mekanlara bakışımla cinsel kimliğimin bir ilgisi yok. Kendimi Türkiye Yahudi’si olarak 1942 olaylarından önceki kimliğime bakarak azınlık olarak görmüyorum Yahudi olarak bu topraklarda, ama 1942’den sonra farklı davranış biçimlerine maruz kalmak açısından azınlık olarak görüyorum. Ne kadar azınlıksın ne kadar bu ülkenin vatandaşısın. Herkesin içinde mutlaka Ermeni kanı vardır bu ülkede, olmamasına imkân yok. Bir nesilden yakalar çünkü burası Ermenilerin ana vatanı. Herkesin içinde mutlaka bir Rum kanı vardır. Bir yerden yani. Beş nesil öncesinden. Herkesin içinde mutlaka bir Yahudi kanı vardır 500 yıldır bu topraklarda yaşıyoruz. Şu anki sayısı belki 10 binler civarında ama sonuçta bu, ne kadar dışarıda bırakıyorsun ne kadar içselleştiriyorsun meselesi. O yüzden bu azınlık kelimesi doğru bir kelime doğru bir yaklaşım değil. Çünkü hepimiz azınlığız. Ama dünyada şu anki konjonktür bunu öyle yorumlamıyor. Milliyetçilik ve ayrımcılık çok ön planda. Bu şekilde sistem çok daha rahat kendini manifest ediyor, vücut buluyor. Çok iyi yönetiyor. İnsanların en zayıf oldukları nokta hep aynı; ayrımcılık. Sonuç olarak cehalet ve din yan yana çok tehlikeli bir ikili.”
LGBTİ+ Dosyası: “Bir davranış içine girdiğin zaman empati beklersin ama Yahudi toplumunda empati eğer kendi sınırlarını geçiyorsa hiçbir şekilde yoktur.”
Bu haftaki röportajımız, kendini cinsiyetsiz olarak ifade eden 55 yaşındaki görüşmecimizle. Cinsel kimliğinin farkına 20’li yaşlarının sonunda varan görüşmecimiz 30’lu yaşlarını, kendi ifadesiyle, “Eşcinselliğimi rahat yaşayabileceğim bir yer” olduğu düşüncesiyle Amerika’da geçirdiğini anlattı. Türkiye’ye döndükten sonra ise yakın çevresine cinsel kimliğinden bahseden görüşmecimiz aldığı tepkilerin birçoğunun ne kadar incitici olduğunu paylaştı. Diğer yandan cemaat içinde kendi cinsel kimliğinin bahsi geçmediğini çünkü, yine kendi ifadesiyle, “Pankart taşımadığını” yani cinsel kimliğinin dış görünüşünden anlaşılmadığını belirtti. Buna ek olarak, cemaatin kuralları dogma boyutunda yaşadığını düşünen görüşmecimiz genel olarak Türkiye’deki Yahudi cemaatinin esnek olmadığının altını çizdi. Şimdi sözü kendisine bırakıyorum.
“Kendimi ararken, iç dünyamdaki arayışıma tam hâkim olamadığım için dış dünyada yolculuklara çıktım. Yani hep Türkiye dışına çıktım fırsat oldukça. Dış dünyadaki yolculuklarımda, aslında zamansız ve de sorgusuz yaşadığım anlarda ancak iç dünyama yolculuk yaptım. Bunu bilinçaltım biliyordu, ama 40’lı yaşlardan itibaren bunu algılamaya başladım. Dünyada gezmek istediğim yerleri gezdim ve iç yolculuğumda gelmek istediğim yere geldim. Ben bir kişinin aslında sıfır ila üç yaş arası kişiliğinin oluştuğunu ve de kendisi sıfır ila üç arasıyla bağlantıda kaldığı müddetçe dış dünyadaki üzerine giydirilen bütün gömleklerin ya da davranış biçimlerinin aslında geçersiz kılındığını düşünen bir adamım. Benim sıfır ila üç yaşıma yolculuk, 50’li yaşlarımda başladı. Yani o zamanki halleri hatırlamam ve onun dünyasını algılayıp ne olduğunu bilmem 50’li yaşlarımda başladı. Daha evvel belki 20’li 30’lu yaşlarımda bunun farkındaydım ama buzdağının görünmeyen tarafında kaldı. Yani 50’li yaşlardan itibaren bütünleştiğimi söyleyebilirim. Biraz zaman aldı kendimi bulmam.
“Cinsiyetsizin tanımı ne? Belki insan aklının pek algılayamadığı bir şey bugünün zihniyetiyle.”
Kendimi nasıl tanımlıyorum, cinsiyetsiz, pasaportu olmayan bir insan. Dünya vatandaşı demek istemiyorum çok klişe ama pasaportu olmayan bir insan. Demek ki, ben gittiğim her ülkede adapte edebilirim kendimi. Bir sıkıntı yaşamam. Cinsiyetsizin tanımı ne? Belki insan aklının pek algılayamadığı bir şey bugünün zihniyetiyle. Ne tanımlıyorsak bugün, şu an ne sınıflandırmalar yapıyorsak onların hepsini bünyesinde bulundurabilen, onları yaşayabilen ve onlarla barışabilen kişi. Sınıflandırmaların ötesinde. Fiziksel bir şey değil.
Kendimin farkına vardığım bir anım var, hayal meyal anımsıyorum. Çok küçüğüm. Annemin yazlık bir ayakkabısı vardı topuklu, aynayı göremiyordum onları aynada kendimi görmek için kullandığımı hatırlıyorum. Ve sanki, ama çok saniyenin onda biri gibi, sanki makyaj yapmaya çalışıyorum. Ama o anda film kopuyor. Ya bir şekilde odaya biri giriyor bir farkındalık yaşanıyor ama o kişiyi de görmüyorum. Bu bir fotoğraf karesi. Ama ondan sonra çekmeceye konulmuş ve çekmeceden dışarı çıkarılmamış. O fotoğrafın çekmeceden uzun yıllar çıkmamasının tek bir sebebi yok. Sonuçta öğrenilmiş davranış biçimleri her şekilde sizi etkiler. Sebep ailem de olur, öğrenilmiş davranış biçimleri de olur, toplum da olur, hepsi olur. Hangisi daha ön plana geçiyor hangisi belirleyici oluyor bilemiyorum. Ama o bir paket. Sonra o fotoğraf Amerika’ya gitmeden bir sene evvel çıktı çekmeceden.
Amerika’da yaşadığım bir dönem oldu hayatımda. Amerika herhalde eşcinselliğimi rahat yaşayabileceğim bir yerdi. Yani bir küçük çocuğun lolipop dükkanına girip şekercide her türlü şekeri denemesi gibi ben de 30 yaşıma kadar kendime izin vermediğim tarafımı yaşamak için Amerika’yı seçtim. Oraya gitme ana nedenim eşcinselliği hiç yaşanmamışlıktan çok yaşanmışlıkta yaşamak. Ama o anda bilinçaltım beni oraya götürdü. Ne yaşayacağımı bilmeden oraya gittim.
“Cinsel kimliğim bir farklılık yaratmadı, ikimiz de cinsiyetsiz olarak baba ve oğul olmayı yaşadık.”
Türkiye’ye dönme nedenim, babamın beni bilinçaltından çağırmasıydı. Tam dönmemeye karar verdiğim an gördüğüm bir rüya yüzünden Türkiye’ye geri döndüm. O zaman da iyi bir iş teklifi almıştım ama o aldığım iş teklifini geçerli saymadım. Babamın evine dönmem gerekiyordu. “Babamın evi” metafor. Yani köklerimin yerine gelmem gerekiyordu. Orada halledilmemiş şeyler vardı. Karmik olarak yaşamam gereken bir yol vardı. Ve babamla bir 7-8 senelik çok güzel bir yolculuğumuz oldu. Babam hayatında benle olan ilişkisinde farklı bir yere geldi, ben onunla olan ilişkimde farklı bir yere geldim. Cinsel kimliğim bir farklılık yaratmadı, ikimiz de cinsiyetsiz olarak baba ve oğul olmayı yaşadık. O yüzden önemli bir süreçti. Gelme nedenim bilinçaltımın beni dürtmesiydi yoksa Amerika’da kalsam eksik kalacak şeyler olacaktı.
Amerika’dan döndüğüm zaman da şöyle bir kararım oldu, şapkamı önüme koydum ve dedim ki, “Beni tanıyan yakın çevremdeki insanlara kimliğimi söyleyeceğim oradaki yaşam kolaylıklarımı Türkiye’de ne kadar yapabiliyorsam yapacağım”. Türkiye’ye döndüğüm zaman babam, annem, yakın çevrem… Pankart taşımadım ama o kimliğimi paylaştım. Şimdi cesaret ve pervasız yan yanalar. Çok ince bir çizgi var aralarında. Zaman zaman pervasıza kayabilirsin zaman zaman cesarete kayabilirsin. Bir kelime, her zaman aynı anlamı içermez. Cesaretin içinde pervasız da olması gerekiyor. O zaman pervasız olduğu zaman o cesur bir karar olmuyor bir refleks oluyor. Tepkisel bir davranış biçimi oluyor.
“Eğer ailem değiştiyse de onlar için sevinirim ama bana bir şey ifade etmiyor. Çünkü teyzemin verdiği cevabı bekliyorum ben insanlardan. Ama on kişide bir kişi veriyor, dokuz kişi bu cevabı vermiyor.”
Çok aşırı tepki aldığım bir erkek arkadaşım var. Onunla biz çok yakındık 11-12 yaşından beri, şu verdiği tepki beni çok rahatsız etmişti, “Peki sen bunu açıklıyorsun, biz çok yakın arkadaştık lisedeyken insanlar bizim hakkımızda ne düşünecek?” demişti. Yani bu bana böyle tepeden aşağı kaynar sular gibi gelmişti. Ve de hala her görüştüğümüz de ki artık çok fazla görüşmüyoruz çünkü sıkıldım aynı lakırdıyı duymaktan, “Ne zaman bir kız arkadaşın olacak?” diye sorar. Hala. Çünkü çok takıntılı bir arkadaşımdır. Beraber yaşadığı arkadaşı, bir keresinde onu çok kötü susturduğu halde o yine kendi bildiğini okumaya devam ediyor. Sonuçta yapacak bir şey yok. Bu bir örnek. Nasırlaşmış bir düşünce şekli var insanlarda. Bu çok arkaik. Deepak Chopra bunu çok güzel izah eder, “Beynimizin sürüngen tarafıyla reflekslerimizi kullanırız hareket ederiz”. Bu tarz davranışlar çok incitici davranışlar. Benim ailemden bir tek teyzem çok ilginç bir cevap verdi, “Hay Allah acaba bu kadar yıl farkında olmadan seni incitecek bir söz söyledim mi?” dedi. Bir tek o. Annem de babam da abim de böyle bir tepki vermediler. Reddetme, dışlama, utanma her birinden az buçuk var. Zaman içinde düşünceleri değişmiş olabilir ama bana bir şey ifade etmiyor artık. O onların yolculuğu. İnsanlar bir kum tanesi. Kum tanesi olarak geliyorlar kum tanesi olarak gidiyorlar. Ve başka bir şey umurlarında değil genel anlamda. Ben hayatı her zaman sorgulayan biriyim. Mevlana’nın bir sözü var, “İstiridyenin içindeki kum tanesi ol, istiridyenin içindeki incinin oluşmasına yardımcı ol” der. Yani kum tanesi olmak hem çok kolay hem çok zor olabilir çünkü kum tanesinin de bir işlevselliği olabilir. Ama bu işlevselliğe insanlar zannediyorum sadece kum tanesi olarak bakıyorlar. Çoğu. Bütün dünya için geçerli bu, Türkiye için değil sadece. O yüzden ben belki kendimi bu konuda azınlık olarak görüyorum. Sıradan olmak hiçbir sıkıntı değil. Tamam, sıradan olalım hepimiz sıradan olalım. Ama o sıradanlığın içinde bir şeyleri sorgulamadan nasıl gelişeceğiz? Gelişme şansımız yok sorgulamadığımız müddetçe. Ben hayatım boyunca her şeyi sorguladığımı biliyorum. Bu Yahudi genlerimden olabilir kendim olmamdan olabilir, birçok nedeni olabilir. Ben sorguluyorum. Ama insanların sorgulamadığını ve bu konuda mesai harcamam gerekmediğini de biliyorum. Çünkü sorgulamıyorlar ve öyle kalacaklar. Eğer ailem değiştiyse de onlar için sevinirim ama bana bir şey ifade etmiyor. Çünkü teyzemin verdiği cevabı bekliyorum ben insanlardan. Ama on kişide bir kişi veriyor, dokuz kişi bu cevabı vermiyor.
Tepkisel bir yanım olduğundan bahsettim. Cemaatle ilgili, dedemden kaynaklanan bir tepkisel taraf var. Dedem görünen tarafıyla dindar bir resim çizerdi ama ben onun hiçbir zaman dindar ve ahlaklı biri olmadığını düşünürdüm. Bir yaz okuluna gitmem gerekti Büyükada’da kaldığımız bir zaman diliminde ve çok tepkiseldim. Yani o zamanın imam hatip kursu diyelim Yahudiler için olan. Çok tepkiseldim. Ama gitmem gerekiyordu çünkü dedemin evinde misafirdik o yaz, başka bir seçim hakkım yoktu. Bazen tepkisel olursunuz, bazen de tepkisel olmanızın bir anlamı olmaz çünkü bir yere varmaz. Gitmem gerekiyordu o kursa. O hiç sevmediğim bir kurs oldu ve ben sinagoga girdiğim zaman o günden sonra kipa takmamaya başladım. Bunun da tepkileri çektiğini fark ettim bir süre. “Yahudi değil misiniz?” diye sordular sinagogda beni kipasız gördükleri zaman. “Bu sizi niye ilgilendiriyor?” diye cevap vermem gerekti bir süre. Sonra buna cevap vermekten yorulduğum için kipa takmaya başladım sinagoga girdiğim zaman.
Bir davranış içine girdiğin zaman empati beklersin ama Yahudi toplumunda empati eğer kendi sınırlarını geçiyorsa hiçbir şekilde yoktur. Kuralları dogma boyutunda yaşarlar. Ve esnek değildir Türk Yahudi cemaati. Tabii ki istisnalar vardır. Ama genel anlamda esnek olduğunu düşünmüyorum Türk Yahudi cemaatinin.
“Doğduğum günden beri din benim için denklem dışı. Her din. Sadece Yahudilik değil.”
Dinin getirisini, öğretisini biliyorum. Yani belirli ritüelleri, belirli gelenekleri, folkloru çok iyi bilen biriyim. Yahudi folklorunu ve geleneğini. Ve onun çok değerli olduğunu düşünürüm çünkü orada bir yaşanmışlık var. O yaşanmışlık o kültürün parmak izi. Ama onu dinle aynı kefeye koydukları an tepkisel olan çünkü dinin farklı folklorun farklı olduğunu düşünen bir insanım. Doğduğum günden beri din benim için denklem dışı. Her din. Sadece Yahudilik değil.
“Dünyanın neresinden olursa olsun Yahudi bir eşcinselle flört etmeden evvel bir kere daha düşünürüm herhalde.”
Partnerimin Yahudi olması isteğim dışı olurdu çünkü Yahudi ve eşcinselliğin iyi bir beraberlik olduğunu düşünmüyorum. Yahudiliğin bir refleksi var. Sorgulamanın içinde kaybolan bir davranış biçimi var Yahudilerde. Sorgularlar, ama sorgulamanın içinde kayboldukları zaman neyi sorguladıklarını da unuturlar ve sorgulamada kalırlar. Bu bir reflekstir. Bu ve eşcinsellik. Eşcinsel de başka şekilde kendini sorgular, iki kere sorgulama sistemi kolay bir denklem değil. Onun için dünyanın neresinden olursa olsun Yahudi bir eşcinselle flört etmeden evvel bir kere daha düşünürüm herhalde. Hayatı zorlaştırmanın alemi yok.
Yaşım 55. LGBTİ+ hareketi içinde olan insanları tanıdım, daha genç insanlar. Belirli davranış biçimleri için belirli yaşların dinamiğine ihtiyaç var. Ben kendimi hiçbir savaşın içinde görmüyorum 55 yaşında. Dünyanın neresinden olursam olayım. Dünyanın en demokratik ülkelerinden İskandinavya’da dahil olsam LGBTİ+ hareketinin içinde olmam. Bunu uygulayan insanlara da ne sempatim olur ne antipatim olur. Onlar bu yolu seçmişler derim. Gelişmeleri de takip etmiyorum fakat üzülüyorum bir sıkıntı yaşadıkları zaman. Haberlerde gördüğüm zaman. Yürüyüşümüz kaç senedir engelleniyor.
Bir İstanbullu olarak kendimi hiçbir yerde güvende hissetmiyorum artık. Kuzguncuk, Kadıköy Çarşı, Yel değirmeni… Buralar gitmeyi hala sevdiğim eski İstanbul. Başka bir yer söyleyemeyeceğim. Cinsel kimliğimi açık eden bir dış görünüşüm yok, pankart taşımıyorum. O yüzden bu mekanlara bakışımla cinsel kimliğimin bir ilgisi yok. Kendimi Türkiye Yahudi’si olarak 1942 olaylarından önceki kimliğime bakarak azınlık olarak görmüyorum Yahudi olarak bu topraklarda, ama 1942’den sonra farklı davranış biçimlerine maruz kalmak açısından azınlık olarak görüyorum. Ne kadar azınlıksın ne kadar bu ülkenin vatandaşısın. Herkesin içinde mutlaka Ermeni kanı vardır bu ülkede, olmamasına imkân yok. Bir nesilden yakalar çünkü burası Ermenilerin ana vatanı. Herkesin içinde mutlaka bir Rum kanı vardır. Bir yerden yani. Beş nesil öncesinden. Herkesin içinde mutlaka bir Yahudi kanı vardır 500 yıldır bu topraklarda yaşıyoruz. Şu anki sayısı belki 10 binler civarında ama sonuçta bu, ne kadar dışarıda bırakıyorsun ne kadar içselleştiriyorsun meselesi. O yüzden bu azınlık kelimesi doğru bir kelime doğru bir yaklaşım değil. Çünkü hepimiz azınlığız. Ama dünyada şu anki konjonktür bunu öyle yorumlamıyor. Milliyetçilik ve ayrımcılık çok ön planda. Bu şekilde sistem çok daha rahat kendini manifest ediyor, vücut buluyor. Çok iyi yönetiyor. İnsanların en zayıf oldukları nokta hep aynı; ayrımcılık. Sonuç olarak cehalet ve din yan yana çok tehlikeli bir ikili.”
Paylaş: