Ermeni Soykırımı anlatıları arasında, geçen yüzyılda yaşanan iki soykırıma birden şahit olan Ermeniler de bulunuyor. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki soykırımdan kurtulanlar kendilerini yıllar sonra, İstanbul hükümetinin müttefiki Almanya’nın Nazi dönemine karşı Sovyetler saflarında savaşırken buldular.
Prof. Verjine Svazlian tarafından toplanan Ermeni Soykırımı anlatıları, Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında yaşarken soykırımdan kaçmayı başaran Ermenilerin, “soykırım” teriminin hukuki olarak oluşmasına neden olan Nazilerle mücadelelerini de gösteriyor. Bu mücadele alanlarından biri Fransa’ydı. Tıpkı Musa Dağ’ın Kabusiye köyünde 1905 yılında doğan Davit Davityan’ın anlatısında olduğu gibi…
“Faşist Alman işgali sırasında ben Ulusal Cephe’deydim. Manuşyan’la birlikte dövüştüm. Harutyun Martikyan da bizimle birlikteydi. Bizi yakalayıp nehre doğru götürdüler. Gestapolar silahlarının kurma kolunu çekip, bizi öne doğru duvara ittiler. Ateş edecekler. Bizi kurşuna dizmek için, nişan aldılar; bizi öldürecekler. Ben ise “Niçin?” diye kendi kendime soruyorum. Meğer bizi Yahudi sanmışlar. Bizi duvarın dibinde ayakta durdular. Askerler karşımıza dizilip alnımıza nişan aldılar. Ben, sinirlerim gerilmiş bir halde onlara bakıyorum. İnsan bunu anlamak için o anı yaşamış olmalı. Gestapolar iki kişiydi. Biri diğerine bir şey dedi. Biri yanıma geldi ve “Pantolonunu indir” dedi. Benim gözlerim mavi olduğundan beni Yahudi sanmışlar. Baktılar ki sünnetli değilim; ateş edeceklerine, tüfeğin kabzasıyla pat-küt vurdular; bizi serbest bıraktılar, ama sonra Harutyun Martikyan’la beraber ben Buchenwald’a gönderdiler.”
“ALMANLARDAN İNTİKAM MI ALMAYA GELDİNİZ?”
Bazı hikayeler ise zaferle sonuçlanıyordu. 1900 yılında Eskişehir’in Çalğaran köyünde doğan Samvel Patıryan soykırımda annesini ve iki erkek kardeşini kaybettikten sonra Ermenistan’a kaçmaya başaranlardandı. Ve Sovyetler tarafından Nazilere karşı gönderildiği cephede Berlin’e girenler arasında yer alacaktı.
“1942’de cepheye gönderildim. Üç-dört yerimden yaralandım; ama 89. Ermeni tümeni bünyesinde çarpışmaya devam ettim. 1945’te Berlin’e vardık. Mayıs’ın 9’uydu. Reichstag yakınlarında Almanlar etrafımızda toplandılar. Yaklaşık seksen yaşında bir Alman Türkçe sordu: “İçinizde Türkçe bilen yok mu?” Bizim askerler ne dediğini anlamadılar. Ben ona yaklaşıp: “Ben biliyorum” dedim. – Oğlum sen ne milletsin? – Ermeni’yim. – Ne diyorsun? Canım bu ordu Ermeni Ordusu mudur? – He, Ermeni Ordusu’dur; 89. Tamanyan Tümeni. – Nereden geliyorsunuz? – Ermenistan’dan. – Ermenistan var mı? Bütün Ermenileri kesmediler mi? – Ermenistan diye bir ülke elbette var. – Sen nasıl oluyor da Türkçe konuşuyorsun? – Ben Ankara’da yedi sene askerlik yaptım Türk Ordusu’nda. – O halde Almanlardan intikam almaya mı geldiniz? Çünkü katliama, kan dökülmesine biz sebep olduk. Ben de o zamanlar Türkiye’de Alman Ordusu’nda askerdim. Türkçe’yi orada öğrendim.”
Ermenilerin zaferlerini Almanya’nın başkentinin tam ortasında Reichstag’da geleneksel “koçari” dansları ile kutlamaları Sovyetler tarafından filme de dönüştürülüyordu.
Sadece 2. Dünya Savaşı sırasında değil, sonrasında da Ermenilerin, soykırım mağduru Yahudiler ile karşılaşmaları sürdü. 1912’de Yedesya yani Urfa’da doğan Gevorg Mıkırtiçi Kileciyan soykırımdan kaçarak sığındığı Beyrut’ta yolu Yahudiler ile kesişecekti. Burada da birbirlerine yardım edeceklerdi.
“Almanya’dan bir grup Yahudi geldi Beyrut’a. Büyük işyerleri, dükkanlar açtılar. Ben gidip onların yanında çalıştım. Sonra ben kendi dükkanımı açtım. Terzi oldum; siparişler alıyor, para kazanıyordum. Ermeni bir bayanın evinde bir oda kiraladım. Gece bir ağlama sesiyle uyandım. Gidip baktım ki, ev sahibem yere oturmuş ağlıyor. Ona yaklaşıp sordum: “Anne, neyin var? Hasta mısın? Doktor çağırayım mı?”
– Yok oğlum. Sana söylemeyi unuttum; soykırım döneminde yedi yaşında bir oğlum vardı. Türk zaptiyeye itaat etmediğim için, yedi yaşındaki oğlumu dizimin üstünde boğazladı. Bak dizimde derin bir yara izi var. Şimdi sabah, akşam aklıma geldiğinde kendime hakim olamıyorum ve ağlıyorum.”
Ermeni Soykırımı anlatıları arasında, geçen yüzyılda yaşanan iki soykırıma birden şahit olan Ermeniler de bulunuyor. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki soykırımdan kurtulanlar kendilerini yıllar sonra, İstanbul hükümetinin müttefiki Almanya’nın Nazi dönemine karşı Sovyetler saflarında savaşırken buldular.
Prof. Verjine Svazlian tarafından toplanan Ermeni Soykırımı anlatıları, Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında yaşarken soykırımdan kaçmayı başaran Ermenilerin, “soykırım” teriminin hukuki olarak oluşmasına neden olan Nazilerle mücadelelerini de gösteriyor. Bu mücadele alanlarından biri Fransa’ydı. Tıpkı Musa Dağ’ın Kabusiye köyünde 1905 yılında doğan Davit Davityan’ın anlatısında olduğu gibi…
“Faşist Alman işgali sırasında ben Ulusal Cephe’deydim. Manuşyan’la birlikte dövüştüm. Harutyun Martikyan da bizimle birlikteydi. Bizi yakalayıp nehre doğru götürdüler. Gestapolar silahlarının kurma kolunu çekip, bizi öne doğru duvara ittiler. Ateş edecekler. Bizi kurşuna dizmek için, nişan aldılar; bizi öldürecekler. Ben ise “Niçin?” diye kendi kendime soruyorum. Meğer bizi Yahudi sanmışlar. Bizi duvarın dibinde ayakta durdular. Askerler karşımıza dizilip alnımıza nişan aldılar. Ben, sinirlerim gerilmiş bir halde onlara bakıyorum. İnsan bunu anlamak için o anı yaşamış olmalı. Gestapolar iki kişiydi. Biri diğerine bir şey dedi. Biri yanıma geldi ve “Pantolonunu indir” dedi. Benim gözlerim mavi olduğundan beni Yahudi sanmışlar. Baktılar ki sünnetli değilim; ateş edeceklerine, tüfeğin kabzasıyla pat-küt vurdular; bizi serbest bıraktılar, ama sonra Harutyun Martikyan’la beraber ben Buchenwald’a gönderdiler.”
“ALMANLARDAN İNTİKAM MI ALMAYA GELDİNİZ?”
Bazı hikayeler ise zaferle sonuçlanıyordu. 1900 yılında Eskişehir’in Çalğaran köyünde doğan Samvel Patıryan soykırımda annesini ve iki erkek kardeşini kaybettikten sonra Ermenistan’a kaçmaya başaranlardandı. Ve Sovyetler tarafından Nazilere karşı gönderildiği cephede Berlin’e girenler arasında yer alacaktı.
“1942’de cepheye gönderildim. Üç-dört yerimden yaralandım; ama 89. Ermeni tümeni bünyesinde çarpışmaya devam ettim. 1945’te Berlin’e vardık. Mayıs’ın 9’uydu. Reichstag yakınlarında Almanlar etrafımızda toplandılar. Yaklaşık seksen yaşında bir Alman Türkçe sordu: “İçinizde Türkçe bilen yok mu?”
Bizim askerler ne dediğini anlamadılar. Ben ona yaklaşıp: “Ben biliyorum” dedim.
– Oğlum sen ne milletsin?
– Ermeni’yim.
– Ne diyorsun? Canım bu ordu Ermeni Ordusu mudur?
– He, Ermeni Ordusu’dur; 89. Tamanyan Tümeni.
– Nereden geliyorsunuz?
– Ermenistan’dan.
– Ermenistan var mı? Bütün Ermenileri kesmediler mi?
– Ermenistan diye bir ülke elbette var.
– Sen nasıl oluyor da Türkçe konuşuyorsun?
– Ben Ankara’da yedi sene askerlik yaptım Türk Ordusu’nda.
– O halde Almanlardan intikam almaya mı geldiniz? Çünkü katliama, kan dökülmesine biz sebep olduk. Ben de o zamanlar Türkiye’de Alman Ordusu’nda askerdim. Türkçe’yi orada öğrendim.”
Ermenilerin zaferlerini Almanya’nın başkentinin tam ortasında Reichstag’da geleneksel “koçari” dansları ile kutlamaları Sovyetler tarafından filme de dönüştürülüyordu.
Sadece 2. Dünya Savaşı sırasında değil, sonrasında da Ermenilerin, soykırım mağduru Yahudiler ile karşılaşmaları sürdü. 1912’de Yedesya yani Urfa’da doğan Gevorg Mıkırtiçi Kileciyan soykırımdan kaçarak sığındığı Beyrut’ta yolu Yahudiler ile kesişecekti. Burada da birbirlerine yardım edeceklerdi.
“Almanya’dan bir grup Yahudi geldi Beyrut’a. Büyük işyerleri, dükkanlar açtılar. Ben gidip onların yanında çalıştım. Sonra ben kendi dükkanımı açtım. Terzi oldum; siparişler alıyor, para kazanıyordum. Ermeni bir bayanın evinde bir oda kiraladım. Gece bir ağlama sesiyle uyandım. Gidip baktım ki, ev sahibem yere oturmuş ağlıyor. Ona yaklaşıp sordum: “Anne, neyin var? Hasta mısın? Doktor çağırayım mı?”
– Yok oğlum. Sana söylemeyi unuttum; soykırım döneminde yedi yaşında bir oğlum vardı. Türk zaptiyeye itaat etmediğim için, yedi yaşındaki oğlumu dizimin üstünde boğazladı. Bak dizimde derin bir yara izi var. Şimdi sabah, akşam aklıma geldiğinde kendime hakim olamıyorum ve ağlıyorum.”
Paylaş: