Arşiv Göze Çarpanlar

HAG PESAH SAMEAH

Fotoğraf: Worthpoint

Kaynak: turkisrael.org, Sara Yanarocak

Bu gecenin diğer gecelerden farkı nedir? “Ma niştana alayla aze mi kol aleylot? ” Bu akşam böyle değişik ritüeller uygulamamızın nedeni bin yıllarca sene önce atalarımızın başına gelen bazı olayları hatırlamak içindir.

Atalarımız bir zamanlar Mısır’da köle idiler. Tanrı gücünü göstererek onları Mısır’dan çıkardı. Tanrı o zaman Yahudileri kölelikten kurtarmasaydı, belki de günümüzde kaderimiz çok farklı olabilecekti. Görüldüğü gibi, bizler de geçmişte olanları kendimize hatırlatma çabası içindeyiz. Bizlerden çok daha yaşlı ve daha bilge olup, Tora’yı çok iyi öğrenmiş olanlar bile, her yıl Pesah bayramı sırasında, “Mısır’dan Çıkış” öyküsünü tüm ayrıntıları ile anlatırlar. Bu hikayeyi her yıl bıkmadan usanmadan anlatmanın en önemli nedeni, Tanrı sevgisini ve atalarımızın çektiklerini, kuşaklar boyunca çocuklarımıza öğretmek ve geleneğin bir bayrak yarışı gibi elden ele teslim edilmesini sağlamaktır.

Çünkü insan kendi tarihini iyi bilmezse, gelecekte yazacağı tarihte, doğru hamleler yapamaz. Eğer geçmişimizi sağlam bilirsek, geleceğe kalıcı eserler bırakabiliriz.

Pesah bayramı, ben küçükken, Purim bayramı biter bitmez, hayatımızın baş köşesine otururdu. Purim gecesi,”Purim purimlanu, Pesah en la mano, ” Purim geldi, Pesah kapımızda” şarkısı söylenirdi. Ben minik ellerimde Purim şekerleri (Mavlaçlar) ve cebimde bayram harçlığımla (Mahpurim),çoğu zaman bu şarkıların ne anlama geldiğini ve niçin söylendiğini pek anlamazdım ama, yine de şarkıya neşeyle katılırdım.

Purim ertesi, evde yoğun bir temizlik harekatı başlardı. Perdeler indirilir ve yıkanır, koltuk ve divan örtüleri yıkanır, ütülenir ve yerlerine takılırdı. Kristal avizeleri yıkamak babamla benim işimdi. Pesah’tan önceki pazar sabahı, babam sandalyeye çıkar, tüm avizelerin kristal küpelerini söker, çivitli  sıcak su dolu leğene koyardı. Ben de onları ellerimle güzelce yıkar ve ovardım. Sonra pamuklu büyük bir bezin üzerine serer, kurumalarını beklerdim. Ardından yumuşak beyaz bir bezle onları iyice ovarak parlatırdım. Kristallerin güneş ışığında gökkuşağı renkleriyle ışıldamaları içimi sevinçle doldururdu. Sonra babam küpeleri yerlerine takardı. Avizeler, ampullerini yaktığımız zaman, ışık seli gibi parlardı. Ben ise eserimi gururla süzerdim.

Annem evdeki bütün dolap ve büfeleri indirir, içindeki tabak çanak tek tek yıkanırdı. Dolap içleri sabunlu sularla yıkanır, yeniden temiz kağıtlar serilirdi. Gümüşler parlatılırdı.

Pesah artık enikonu yaklaşınca, annemle babam Kadıköy çarşısına iner, oradaki bütün pırasa ve ıspanakları satın alırlardı, ya da bana öyle gelirdi. Sonra Yeldeğirmeni semtindeki Yahudi bakkala gidilir, matsa ve pesah unu paketleri alınırdı.  En az 14 paket matsa alınırdı. Çünkü Seder sofraları ve sonrasındaki 8 günde anne ve babamın, abi ve ablaları biz de kalırlardı. Kimisi 8 gün kalırken bazıları iki Seder sofrasından sonra evlerine dönerlerdi. Sofralarımızda her gün en az 8-10 kişi misafir olurdu Hangi odaya girseniz, birileri divanlarda, kanepelerde, yer yatağında uyurlardı. Benim görevim ise bu yataklarda yatanların üstüne balıklama atlayıp, sabahları onları uyandırmaktı. Onlar da beni öpücüklere boğup alabildiğine şımartırlardı.

Pesaha 2-3 gün kala evi kesif pırasa kokuları sarardı. Annem kilolarca pırasayı önce haşlar, sonra sıkılmış ve suları çıkartılmış pırasaları, el ile çalışan madeni bir makineden geçirirdi. Bunlar daha sonra lezzetli börekler ve kızarmış leziz, pırasa köfteleri haline getirilirdi. Sonra sıra ıspanaklara gelirdi. Annem ve teyzem saatlerce ıspanak ayıklayıp, defalarca yıkarlardı. Bu ıspanaklardan da börekler ve kıymalı yaprak sarmaları yapılırdı. O sarmaların tadı hala damağımda… Okul yıllarım başladığında ben annemlerle “Ispanak Meydan Savaşı” diyerek onları güldürürdüm. Sonra sıra diğer yemeklere gelirdi. Sonsuz miktarda yemek ve tatlı çeşitleri olurdu. Şarope Blanko, Masapan, Tişpişti (Tez pişti) Ve yeni yapılan iri parçalı portakal reçelleri. Prinç havanda dövülen ve toz haline getirilen cevizler, sıcak suya atılarak kabuklarından soyulan tuzsuz bademler, keklere katılan portakal suları ve rendeleri… dakikalarca çatalla vurulan yumurtalar. Dikkatinizi çekerim o devirde, mikserler, robotlar, bulaşık makineleri yoktu. Bütün bu zahmetler,annelerimizin öpülesi hünerli ellerinden sofralara servis edilirdi. Kekler ateşin üzerindeki kapaklı kek kalıplarında pişerdi. Kaşer kırmızı şarap şişeleri büfenin üzerine yan yana dizilirlerdi. Yıkanıp , kolalanmış, kâğıt gibi ütülenmiş beyaz masa örtüleri ve peçeteler çekmecelerde hazır beklerdi. Annem bakkaldan en az 100 adet yumurta alırdı. Bunlar hem yiyeceklere bolca olarak atılır, hem de sabah kahvaltıları ve akşam yemek sofraları için haşlanırdı. Her kahvaltıda taze kızarmış bimuelolar olurdu. Üzerine istenirse pudra şekeri serpilirdi.

Son hafta sonu alışverişe çıkılır, ablamla bana yeni bayramlık giysiler alınırdı. Ben rugan ve atkılı siyah ayakkabılara bayılırdım. Annem keyifliyse kaşla göz arasında, bir çift de kırmızı rugan papuç aldırırdım. Ablam çok zor beğenen bir kızdı. Sonunda kendine bir şeyler seçerdi ama eve dönene kadar ayaklarımıza kara sular inerdi. Altıyol, Bahariye kazan, biz kepçe akşamı ederdik.

Seder akşamı saat 6’ya doğru misafirler sökün etmeye başlarlardı. Bizimkilerin aileleri Avrupa yakasında oturdukları için bizde yatıya kalırlardı. Çünkü o zamanlarda, neredeyse hiç kimsenin özel arabası yoktu. Boğaz köprüsü de henüz yapılmamıştı. O yüzden herkes çantalarını hazırlar öyle gelirlerdi. Sofrada Rahmetli dayım Selomo, eşi,ve üç kızı Sara, Meri ve Karolin, arka sokağımızda oturan Veneta teyzem, eşi ve ailemizin tek erkek çocuğu çilli, maviş Aşeriko,ve halalarımla birlikte en az 15-16 kişilik bir sofra kurulurdu. Masamız, eklenen portatif masalarla uzayıp giderdi. Pesah masasında babam Agada’yı İbranice okurdu. Palomba halam da bütün kitabı ezbere bilir, onun yanı sıra alçak sesle ona eşlik ederdi. Agada (Pesah hikayesi) bize destan kadar uzun gelir, aramızda kıkırdaşıp gülüşürdük. Babam bize sessizce kaşlarını çatınca, susardık ama, en az 10 dakika sonra yine kaynama noktasına gelirdik. “Afikoman” için hazırlanan tertemiz bir kumaş peçetenin içine matzalar konur, torba yapılmış olan peçete biz çocukların omuzuna asılırdı. Bu iş yaş sırasına göreydi o yüzden en son sıra benimdi. “Dayenu” bölümünde çok eğlenirdik babamın ardından hep bir ağızdan “DAYENUUUU” diye bağırır, gülmekten yerlere yatardık. Kuzenim Aşer’in her Pesah bayramında heyecandan olsa gerek, karın ağrısı tutardı. Hem ağlar, hem gülerdi. Bu kadar kız kuzin içinde tek erkek olarak, karın ağrısı yüzünden özel ilgi görürdü.

Yemek başladığı zaman yumurtalarımızı çarpıştırır ve kırardık. Ben bile yumurtayı hiç sevmediğim halde sevinçten, yumurtamı keyifle yerdim. Sıra esas yemeklere gelince annem ve Suzan teyzem kriz halinde mutfaktan sofraya koşuştururlardı. Annem İda çok hamarat, hünerli ve fedakardı. Cömertlikte ve sevgide babamla yarışırlar ama yenişemezlerdi. İkisi de tüm sülaleye yetecek kadar geniş ve sevgi dolu yüreklere sahipti.

İşte hayat böyle bir şey, ulu bir çınar misali göklere doğru yükseliyor. En üstteki dallar kuruyup giderken, yapraklarını bir bir dökerken, hayat ağacının gövdesinden, yeni dallar, taze sürgünler veriyor. Pembe, beyaz tomurcuklar çiçek açıyorlar. Tıpkı hayata merhaba diyen güzel toruncuklarımız gibi…

Uzun Pesah sofralarını artık bizler hazırlıyoruz. Ama şartlarımız daha kolay, menülerimiz daha güncel. Nedir ki, heyecan sevgi ve GELENEK aynı. Seder sofrasına oturunca oğullarım, torunlarıma soruyorlar: “ Bu gecenin diğer gecelerden farkı nedir?” Minikler coşkuyla cevap veriyorlar. Bu böyle nesillerce sürecek, tıpkı geride kalan 3000 yıl gibi.

Hag Pesah Sameah ve Kaşer.