Holokost LGBTİ+ Dosyası Makaleler

Holokost’un Eşcinsel Mağdurları Anıldı: Herkes İçin “Bir Daha Asla”

Geçtiğimiz ağustos ayında Almanya Federal Meclisi Başkanı Bärbel Bas, 2023 yılındaki Holokost Anma Günü töreninde ilk defa odağa cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği nedeniyle Naziler tarafından hapsedilen, işkence edilen ve öldürülen kişileri alacaklarını duyurmuştu.[1] 27 Ocak’ta gerçekleşen anma töreninde Bas, Nasyonal Sosyalizmin kurbanlarını tek tek sayarak konuşmasına başladı: Avrupalı Yahudiler, Doğu ve Orta Avrupa’daki işgal ve imha politikalarının mağdurları, Sinti ve Romanlar, Nazilerin ‘ötenazi’ uygulamalarının kurbanları, politik görüşleri ve Hristiyan inanışları nedeniyle mağdur edilenler, cinsel azınlıklar, ‘asosyaller’, savaş esirleri, zorla çalıştırılanlar, direnişçiler… Bas konuşmasında ayrıca Nazi kurbanı ve hayatta kalanı Ukraynalıları da andı ve Holokost’tan kurtulup Rusya saldırıları altında hayatını kaybeden pek çok kişi olduğuna değinerek hem söz konusu geçmiş hem bugünden geleceğe referanslarla dolu ve kesişimsel tarihleri kapsayan töreni açmış oldu.

Federal Meclis’teki anma töreninde her yıl olduğu gibi bu kez de bir Holokost hayatta kalanı söz aldı. Hollandalı ve şimdi 80 yaşında olan Rozette Kats, 8 aylıkken başka bir aileye evlatlık olarak teslim edilip Rita adıyla gizlendiğini, biyolojik ailesinin Yahudi olduğunu ve ebeveynlerinin Auschwitz’te öldürüldüğünü 6 yaşında öğrendiğini anlattı. Kats, kendisi bir cinsel azınlık olmasa da Yahudi olduğu için yaşadığı bu saklanma hikayesini, kimliğini gizlemek zorunda bırakılan eşcinsellerin hikayelerine benzettiğini ve Lutz van Dijk tarafından başlatılan ve Meclis’in kuir kurbanları anmasını talep eden imza kampanyasını ilk imzalayanlardan biri olduğunu aktardı.

Kats’ın konuşmasının ardından söz, bugün aramızda olamayıp hikayesini bizimle paylaşamayan iki kuir mağdur Mary Pünjer ve Karl Gorath’ın adına, oyuncu Maren Kroymann ve Jannik Schümann’a bırakıldı.

Mary Pünjer, 1940 © Hessisches Hauptstaatsarchiv Wiesbaden, Dept. 631a No. 1619

“Küstah, çapkın ve çok aktif bir lezbiyen”

Mary Kümmermann (Pünjer), Hamburg merkezli bir Yahudi tüccar ailesinden geliyordu. Ebeveynlerinin Wandsbek’te bir kadın giyim mağazası vardı ve üç çocuklarına iyi bir eğitim verebildiler. Ailenin en küçük kızı Mary, 1922’de liseden mezun olduktan sonra çoğunlukla ailesinin evinde yaşadı ve 1929’da okuldan tanıdığı ve Yahudi olmayan iş insanı Fritz Pünjer ile evlendi. Kasım 1938 pogromundan sonra ailesi başlangıçta işlerini bırakmak zorunda kaldı ve daha sonra zorunlu satış nedeniyle mülklerini kaybetti. Kardeşi Herbert ve ailesi göç etmeyi başarırken Mary Pünjer, resmi kayıtlara göre lezbiyen barlarına gittiği ve kadınlarla yakınlaştığı için Temmuz 1940’ta Hamburg’da tutuklandı, üç ay sonra ‘asosyal’ olduğu iddiasıyla ve yanında ‘lezbiyen’ notuyla Ravensbrück kadın toplama kampına nakledildi. Lezbiyen ilişkiler erkek eşcinselliğinin aksine yasalara aykırı olmasa bile Nazilerin ‘makul kadın ve anne’ idealiyle çelişiyordu ve ‘ulusal topluluk’a zarar verdiği düşünülen asosyal davranışları temsil ediyordu. Pünjer kendisini serserilerin ve alkoliklerin de simgesi olan siyah üçgenle damgalanmış halde buldu. Bir ara Hamburg polis departmanına geri gönderildi ve cinsel suçlardan sorumlu olan 23. Ceza Komisyonu tarafından sorguya çekildi. Ravensbrück’e geri geldiğinde kötü şöhretli Dr. Friedrich Mennecke tarafından ‘özel tedavi’ olarak da adlandırılan ancak toplama kamplarında çalışmaya uygun bulunmayan kişilerin ‘ötenazi’ adı altında katledildiği Aktion 14f13 ve Aktion T4 kapsamında incelenmek üzere seçildi. Mennecke, raporlarında Pünjer için şunları yazdı: “Evli, tam bir Yahudi. Küstah, çapkın ve çok aktif bir lezbiyen. Sürekli olarak lezbiyen müesseselerini ziyaret etti ve burada karşılıklı alışverişlere girdi.”[2] Pünjer’in üzerinde insanlık dışı deneyler uygulandı. Mennecke’nin Yahudi kurbanlarını dosyalarına bakarak seçtiği bilindiğinden, bu iki kimliğinin kesişimi nedeniyle tahminen Mayıs 1942’de Bernburg ötenazi tesislerinin gaz odalarında 37 yaşındayken öldürüldü.[3]

“Yine buradasın!”

Karl Gorath, Kuzey Almanya’daki küçük bir kasabada doğdu. Babası denizci, annesi yerel bir hastanede hemşireydi. Gorath da hemşirelik okuyordu ancak eğitimi aniden kesintiye uğradı. Kendi ifadelerine göre, kıskanç sevgilisi onu ihbar ettiğinde 26 yaşındaydı ve eşcinselliği ‘doğal olmayan’ bir eylem olarak tanımlayan ceza kanununun 175. maddesi uyarınca evinde tutuklandı. “175’liler”in pembe üçgen takmak zorunda kaldıkları, Hamburg yakınlarındaki Neuengamme toplama kampında hapsedildi. Bir süre sonra, hemşirelik eğitimi aldığı için Wittenberg alt kampındaki esir hastanesine gönderildi. Bir gün bir gardiyan Gorath’a Polonyalı savaş esiri olan hastaların ekmek tayınını azaltmasını emretti ancak o, Polonyalılara bu şekilde davranmanın insanlık dışı olduğunu söyleyerek bunu reddetti. Ceza olarak Auschwitz’e gönderildi ve bu sefer “175’li” olarak işaretlenmek yerine siyasi suçluları simgeleyen kırmızı üçgen takmaya başladı. Siyasi mahkûm olarak sınıflandırılmak Gorath’ı pembe üçgenle işaretlenmiş mahkûmlara sıklıkla uygulanan zulümlerin çoğundan kurtardı. 1945’te Auschwitz kurtarıldığında Gorath da nihayet serbest bırakıldı.[4] 1946’da, savaşın bitiminden bir yıldan fazla bir süre sonra, Gorath yeniden yargılandı. Mahkemeye çıkarken, Nazi döneminde onu mahkûm eden aynı yargıç, Gorath’ı “Yine buradasın!” sözleriyle karşıladı. Gorath beş yıl hapis cezasına çarptırıldı. Daha sonra on yıllarca, kendisine yapılan adaletsizlikler karşısında hakkını geri almak için mücadele etti. Ancak, Madde 175 uyarınca geçmişteki mahkûmiyeti öğrenildiğinde dışlanmaya ve iş bulmakta güçlük çekmeye devam etti. Soykırımdan sağ kurtulmuş ama damgalanmış biri olarak kalmıştı. 1990’larda bir grup gey arkadaşıyla arşivleri araştırmak için Auschwitz’e gitti. Kampta tanıştığı ve âşık olduğu iki kişi hakkında bilgi arıyor ve hayatta kalıp kalmadıklarını öğrenmeye çalışıyordu. Kayıtlar bu kişilerin öldüğünü söylüyordu ancak bu doğru değildi. Polonyalı bir tarihçi sonraları ikisinden birinin tam da Gorath’ın Auschwitz’i ziyaret ettiği yıllarda bir hayatta kalan ve kamp rehberi olarak turlar düzenlediğini buldu. Gorath âşık olduğu erkekle yıllar sonra buluşabilirdi fakat bu gerçeği hiçbir zaman öğrenemedi. Nazi dönemindeki mahkumiyeti, 2003’te ölümünden kısa bir süre önce iptal edildi. Savaş sonrası mahkumiyetleri ise ancak 2017’de düşürüldü.[5]

Almanya Lezbiyen ve Gey Derneğinin en az yirmi yıldır ve aktivist Lutz van Dijk’ın son dört senedir Nazi rejiminin eşcinsel kurbanlarını Almanya Federal Meclisi’nde anmak için verdiği mücadele çok daha erken veya baştan kabul edilseydi, belki de Gorath bir anma töreninde Meclis’e karşı konuşan ilk eşcinsel Holokost kurtulanı olacaktı. Bu geç kalınmış gelişmeyle hikayesini ilk ağızdan dinleyebileceğimiz bir kuir hayatta kalanın artık yaşamadığı varsayımı yaygın olsa da Rozette Kats’ın hatırlattığı gibi hâlâ devam eden baskılarla saklanmak zorunda bırakılan ve belki de hikayesini henüz dillendiremeyen pek çok kuir’in olduğuna inanıyorum. Öte yandan, 175. maddenin ancak 1994’te yürürlükten kaldırıldığını düşünürsek yakın geçmişten de tahmin ettiğimizden daha çok mağdurun hâlâ hayatta olduğunu söyleyebiliriz. Törenin son konuşmasını yapan Klaus Schirdewahn onlardan biri.

75 yaşındaki Schirdewahn konuşmasına “Şu anda karşınızda konuşabilmem doğal bir mesele değil.” diyerek başladı. 1964’te Madde 175’ten mahkûm edildiğinde henüz reşit değildi. Hapishaneden kaçmak için, kendisini eşcinselliğinden ‘iyileştireceği’ varsayılan sözde dönüştürme terapisini kabul etti. İçinde hiç mutlu olmadığı ve sürdürmekte zorlandığı heteroseksüel bir aile kurdu. Konuşmasında depresyonun kendisi ve eski eşi için nelere mal olduğunu anlattı. Açık kimlikli bir eşcinsel olarak yaşamaya hayatının ilerleyen dönemlerinde karar verdi. Bunları anlatırken sesi titriyordu. Milletvekillerince uzun uzun alkışlanan konuşmasında “Özellikle kuir topluluğunun dünya çapında ve Almanya’da yeniden düşmanlıkla karşı karşıya olduğu bir zamanda, tarihimizin unutulmaması için elimden gelen her şeyi yapıyorum” sözlerine yer verdi.[6]

Son olarak, anma törenini uzun bir süre unutulmaz kılacak bir başka ana da değinmeden edemiyorum. Konuşmalar arasında 64 yaşındaki Alman trans sanatçı Georgette Dee iki şarkı söyledi. Birinin sözleri Bertolt Brecht’e ve bestesi Hanns Eisler’e, diğerinin bestesi de Friedrich Holländer’e aitti. Böylece, 27 Ocak 2023’te Almanya Federal Meclisi’nde aynı sırada birden fazla tarihî an yaşandı. Yıllarca Nazi kurbanları arasında artık itiraf edilmesi zorunlu hiyerarşinin alt sıralarında kalan kuirler ilk defa anıldı, 1933’te Yahudi olduğu için Almanya’yı terk etmek zorunda kalan Holländer’in ve çalışmaları yakılarak 1935’te vatandaşlıktan çıkarılan Brecht’in eserleri bir trans kadın tarafından seslendirildi. Bunun gibi Yahudiliği, Sinti ve Romanlığı, yoksulluğu, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği çeşitliliklerini, seks işçiliğini ve direnişi kesiştiren tarihler hâlâ gün yüzüne çıkmayı bekliyor. Çünkü tarihle yüzleşmedikçe bugünü dönüştürmek mümkün değil. Çünkü Bas’ın da ifade ettiği gibi, “‘Bir daha asla’ hepimizin misyonu. Herkes için, her gün!”

Görsel: Time


[1] https://www.avlaremoz.com/2022/08/25/almanya-nazilerin-kuir-kurbanlarini-anacak/

[2] https://www.stolpersteine-hamburg.de/?LANGUAGE=EN&MAIN_ID=7&BIO_ID=903

[3] https://www.t4-denkmal.de/deu/Mary-Puenjer-geb-Kuemmermann

[4] https://encyclopedia.ushmm.org/content/en/id-card/karl-gorath

[5] https://abcnews.go.com/International/wireStory/germany-recalls-overlooked-lgbt-victims-nazi-persecution-96720939

[6] https://www.france24.com/en/live-news/20230127-in-a-first-german-parliament-spotlights-nazis-lgbtq-victims