Geçtiğimiz günlerde İstanbul-Balmumcu’da üst geçite asılan bir pankartta “Yahudi asıllı Barzani/Biz senin kim olduğunu ve amacının Kürdistan değil Büyük İsrail olduğunu biliyoruz/bir gece ansızı geleceğiz” yazıyordu. Çok kişi “Büyük İsrail” kavramını duymuştur ama, çok az kişinin bu kavramın tarihsel ve siyasal arka planını bildiğini sanıyorum.
Bugün Ortadoğu’da ve Türkiye’de pek çok kişinin yürekten inandığı “Büyük İsrail” projesinin dayandığı iddia edilen “Arz-ı Mevud” yani “Vaat Edilmiş Topraklar” meselesinin dinsel referansı Tevrat’taki “içinden süt ve bal akan topraklar” ve “Kenan Diyarı”’ ifadeleri. (Çıkış 3:8)’e göre Tanrı Kenan Diyarı’nı bir zamanlar İsrailoğullarına vermiştir. Konu Aziz Paulos tarafından İncil’e taşınmıştır.
Peki Kenan Diyarı neresidir?
Eski ve Yeni Ahit’te (yani Tevrat ve İncil) birden fazla “Kenan Diyarı” tanımı var. Örneğin İncil (Sayılar 34:1-12)’de güneyde Mısır Nehri, Zin Çölü, batıda Akdeniz, kuzeyde Hor Dağı, doğuda Ürdün (Şeria) Irmağı ve Lut Gölü ile sınırlı bir Kenan Diyarı tanımı yapılır. (Ezekeil 47:13-20)’de sınırlar kuzeyde Şam’la Zedad arasındaki hat, doğuda Ürdün Nehri, güneyde Mısır Vadisi, batıda Büyük Deniz’le çevrilir. (Tekvin 15:18)’de Aynı gün, Tanrı İbrahim’e “Senin soyundan gelenlere Mısır Nehri’nden Büyük Nehre, Fırat Nehri’ne kadar uzanan toprakları veriyorum’ diyerek bir antlaşma yaptı” der. (Tesniye 11:24)’te, Musa Yahudilere “Ayaklarının bastığı her yer senin olacak. Sınırlarınız Çöl’den Lübnan’a, Nehir’den, Fırat’tan Deniz’e uzanacak” der. (Çıkış 1:7)’da sınırlar, Necef Çölü, Lübnan Dağları, Akdeniz ve Fırat Nehri olarak tarif edilir. (Çıkış, 23:31)’de Tanrı İsrailoğullarına “Sınırlarınızı Kızıl Deniz’den Filistin Denizi’ne, çöllerden Fırat Irmağı’na kadar belirleyeceğim” der ki bu sınırlar Davut zamanındaki (MÖ 1000) Yahudi Krallığı’nın sınırlarıdır.
Görüldüğü gibi sınır meselesi karışıktır. Başka tanımlardan da bilindiği gibi Tevrat’ın ve İncil’in (aynı şekilde diğer “kutsal” metinlerin) coğrafi tanımlamalarını, bilimsel tanımlar olarak ele almak doğru değil. Nitekim “Mısır Nehri”, bazılarına göre Nil Nehri, bazılarına göre Sina Yarımadası’nın kuzey kıyı şeridindeki Vadi el Ariş’tir. “Nehir’” ve ‘“Büyük Nehir”in bizim bildiğimiz Fırat Nehri olduğunda, Deniz’in ise Akdeniz olduğunda ise pek şüphe yok galiba. Hor Dağı ise Lübnan Dağları. Ama komploculara göre bizim Toroslar.
Aslında, “Büyük Nehir’” Kabala sembolizmine göre Tanrı’nın cennetini, Fırat Nehri ise Dünya cennetini temsil eder. Yani bazı tanımlar tümüyle metaforik/folklorik anlam taşıyor. Öte yandan, İbrahim’in soyu, karısı Sara’dan olma İshak’tan türeyen Yahudiler ile cariyesi Hacer’den olma İsmail’den türeyen Araplar olduğuna göre, bu topraklar hem Yahudilere hem de Araplara vaat edilmiş olabilir. Zaten, Kuran’ın Maide Suresi’nde buna değinilir.
Güneydoğu Anadolu dahil mi?
Arz-ı Mevud’un sınırlarının Güneydoğu Anadolu’ya kadar uzatılmasında Fırat Nehri meselesi önemlidir ama İsrailoğullarının atası Hazreti İbrahim’in memleketinin Urfa olduğuna dair söylencenin de rolü büyüktür. Tevrat’a göre Hazreti İbrahim’in doğum yeri Kalde ülkesindeki Ur (Ur Kaśdim) şehridir. Yahudi ve İslam kaynaklarında bu şehir bugün Türkiye sınırları içinde kalan Urkiş (Suriye’de Kamışlı yakınlarındaki Tell Mozan), Ağrı Dağı eteklerindeki Urartu, Güney Anadolu’daki Urfa, Kutha (Irak’ta Babil Eyaleti’nde Tell İbrahim) şehirlerinden biridir. Daha sonraki tarihlerde diğer şehirler unutulmuş, Urfa şehri popüler olmuş. Buna karşılık 1927’de Sir Charles Wolley adlı İngiliz arkeolog, Tevrat’ta adı geçen Ur’un Güney Mezopotamya’da, Basra Körfezi yakınlarında bir Sümer şehri olduğunu ileri sürer. Bugün bilim dünyasında son tez daha büyük kabul görüyor. Ancak bu kabulü bile “Büyük İsrail” komplosunun parçası olarak niteleyenler var.
Türkiye bağlantısını sağlayan üçüncü husus ise Tevrat’ta Kenan Diyarı’nı tanımlarken zikredilen kavimlerden birinin adının “Hititler” olmasıdır. Tevrat’taki Hititler ile Anadolu’da hüküm sürmüş Hititlerin aynı kavim olup olmadığı konusu henüz kesinlik kazanmamakla birlikte, genel eğilim, ikisini aynı kabul etmek yolunda.
Musa Kutsal Topraklar’a girebildi mi?
İnanışa göre, 400 yıl boyunca Mısır’da esaret yaşadıktan sonra İsrailoğullarını Filistin’e götürmek isteyen Musa’yı Sina Yarımadası’nda 40 yıl dolaştırdıktan sonra Tanrı, yolculukta yaşadığı zorlukları aşarken hikmetini sorguladığı için, Musa’ya “Kutsal Toprakları göreceksin ama oraya girmek sana nasip olmayacak” demişti.
Bir de “Yahudilere yasak topraklar” var. (Tesniye 2:5, 9, 19), (Yeşu 24:4) ve (2 Tarihler 20:10) bölümlerine bakılırsa yasak topraklar bugünkü Ürdün toprakları. Nitekim halkını Ürdün Nehri’nin Doğu Yakası’na kadar getiren Musa, Hazreti Yuşa komutasındaki İsrailoğullarının “Arz-ı Mevud”u yabancılardan kurtarmasını göremeden, Ürdün Nehri’nin Doğu Yaka’sında öldü ve orada Tanrı’nın kendisine verdiği ceza uyarınca bilinmeyen bir yere gömüldü. Musa’nın uzaktan baktığı bu topraklara bugün İbranice’de Eretz Yisrael deniyor ve sınırlarının güneyde Sina Yarımadası’nın kuzey kıyısındaki Vadi el Ariş, kuzeyde Lübnan Dağları, batıda Akdeniz ve doğuda Ürdün Nehri ve Lut Gölü hattı olduğu kabul ediliyor.
Siyonistler ne diyordu?
1890’larda Theodor Herzl’in başını çektiği Siyonistlerin Filistin olmazsa, Kıbrıs, Sina Yarımadası, Mezopotamya, Doğu Afrika, Arjantin hatta Sibirya gibi son derece geniş bir coğrafyada İsrail Devleti’ni kurmaya razı olmalarının, bunun için canla başla çalışmalarının hikâyesini bu sayfalarda bulabilirsiniz. Daha sonra Ze’ev Jabotinsky’nin başını çektiği “Revizyonist Siyonistler” denilen daha radikal gruplar Herzl’in yolunu izleyen Ben Gurion ve Chaim Weizmann gibi pragmatiklerin planlarına karşı çıkarak İsrail Devleti’nin, Ürdün, Lübnan ve Suriye’nin bir bölümü üzerinde kurulmasını savunmuşlarsa da bu grupların en radikal unsurları bile hiçbir zaman Anadolu topraklarını, Mısır’ı, Sudan’ı, Irak’ı, Mekke’yi veya Medine’yi kontrol etmekten söz etmemişlerdi.
İşçi Partisi/Likud farkı
1948’de İsrail Devleti kurulduğunda, çoğunluğu elinde bulunduran İşçi Partisi Hükümeti BM’nin bağımsız Arap ve İsrail devletleri için çizdiği sınırları kabul etmişti. Haritada yeşil renkli mürekkeple çizildiği için “Yeşil Hat” diye anılan bu sınır, Arz-ı Mevud’la örtüşmüyordu, çünkü Sina Yarımadası’nı ve Yahudilerin Judea ve Samarria dedikleri Batı Şeria’yı dışarıda bırakıyordu. Bu tavır uyarınca, İsrail 1956’da ve 1967’de Sina Yarımadası’nı ele geçirdiği ve Kahire’nin kapısına dayandığı halde, barış karşılığı oraları iade etti ve bu dini-bütün kesimler tarafından da protesto edilmedi.
Likud Partisi’nde temsil edilen ‘revizyonist’ Siyonistler, 1977’de iktidara gelince bugün Eretz Yisrael’i “Eretz Yisrael Ha-Shlema= İsrail Topraklarının Tamamı” adıyla güncellediler. Bu sınırlar bile 1923’te Britanya Mandası’nın topraklarını (İsrail Devleti’nin bugünkü toprakları+ Batı Şeria+Gazze+Ürdün’ü) kapsıyor. 2008’de Ehud Olmert “Artık Eretz Yisrael Ha-Shelema diye bir şey yok. O iş bitti, kim bu konudan bahsederse aklını kaybetmiştir” dedi ama kuşkuları gideremedi.
“Büyük İsrail” Ortadoğu siyaset sahnesinde
Velev ki Tevrat’ta ve İncil’de tarif edilen Arz-ı Mevud, Güneydoğu Anadolu’ya kadar uzanıyor diyelim. Esas mesele, bence bunu “Büyük İsrail” adıyla bir siyasi projeye dönüştürmek için çalışan birilerinin olup olmadığı. Buna geçmeden önce, “Büyük İsrail” paranoyasının Ortadoğu siyasetine nasıl dahil olduğunun tarihçesine göz atalım. İsraillilerin Tevrat ve İncil’de kendilerine vaat edilen topraklar üzerinde bir “Büyük İsrail” kurmak üzere gizli gizli çalıştığına ilk inanan ilk politik figür Suudi Arabistan Kralı Abdül Aziz’dir. Kral 1937’de Britanyalı emekli diplomat H. R. P. Dickson’a yazdığı bir mektupta, Yahudilerin Medine’ye kadarki toprakları istediklerini yazmıştı. Neden “Medine’ye kadar” derseniz, çünkü Peygamber zamanında Medine’de Yahudiler yaşıyordu!
“Büyük İsrail” meselesini uluslararası arenaya taşıyan 1985’te Suriye Devlet Başkanı Hafız Esat oldu. Esat’ın iddiasına göre, İsrail Başbakanı Moşe Dayan 1967’de Golan Tepeleri’ni işgal ettikten sonra bölgeyi ziyaret ederken oradakilere “Geçmiş kuşaklar İsrail’i 1948 sınırlarına ulaştırdılar, biz 1967 sınırlarına ulaştırdık, siz Nil’den Fırat’a uzanan ‘Büyük İsrail’i kuracaksınız” demişti. Bir Iraklı gazeteci aynı konuşmayı farklı şekilde aktardı. Ona göre Dayan “Kudüs’ü aldık ve şimdi hedefimiz Yesrib (Medine) ve Babil” demişti. Başka gazetecilere göre de daha sonraki Başbakan Menahem Begin, “İsrail Devleti’nin İncil’de öngörüldüğü gibi Irak, Suriye, Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır, Sudan, Lübnan, Ürdün ve Kuveyt’i kapsayacağını” söylemişti. O günlerde, İsrail’deki şahinler halkı “Büyük Suriye” projesiyle manipüle ederken, Suriye’de “Büyük İsrail” korkusuyla muhalifleri bile Esat’ın dev askerî projelerine “Evet!” diyorlardı.
1985’te konuyla hiç ilgisi olmayan İran da işin içine girdi. Tarihin en ünlü sahtekârlık ürünü olan Siyon Protokolleri, bilmem kaçıncı kez, ancak ekinde “Siyonizmin Rüyası” başlıklı bir harita ile basıldı. Haritada Mısır, Medine’ye kadar Suudi Arabistan, Suriye, Irak, Kuveyt, İran’ın petrol bölgeleri ve Türkiye’nin Güneydoğu’su İsraillilerle meskûn olarak gösteriliyordu. Sınırlar bir yılan figürü ile çizilmiş, ölçek bölümüne ise Farmasonların göz sembolü yerleştirilmişti.
Yaser Arafat’ın yaratıcılığı (!)
Ama “Büyük İsrail”i popüler kültüre dahil etmekte FKÖ lideri Yaser Arafat’ın rolünü kimse inkâr edemez. Arafat, 1988’de Playboy dergisinin muhabirine “‘İsrail bayrağındaki gizli sembolizm”den söz etmişti. Arafat’a göre bayraktaki iki mavi çizgi Nil ve Fırat nehirlerini, aradaki beyaz bölüm ise “Büyük İsrail”i gösteriyordu. Aslında mavi çizgiler, geleneksel Yahudi dua şalını simgeliyordu ama o günlerde de, böyle basit açıklamalar değil “komplo teorileri” daha çok itibar görüyordu.
Arafat işin peşini bırakmadı. 25 Mayıs 1990’da, BM Güvenlik Konseyi, Arafat New York’a gelemeyeceği için, toplantısını Cenevre’de yapmıştı. Arafat toplantıya madenî bir para ile gelmişti. Arafat paranın üzerindeki figürü, “Filistin, Lübnan, Ürdün’ün tamamı; Suriye’nin yarısı, Irak’ın üçte ikisi, Suudi Arabistan’ın üçte biri (Medine dahil) ve Sina’nın yarısını içine alan ‘Büyük İsrail’in haritası” diye takdim etmişti. Halbuki söz konusu para, MÖ 37 yılında Kudüs’ün Romalılar tarafından işgali sırasında basılmış antik parayı kopyalayarak 1989’da basılan yeni İsrail paralarından biriydi. Arafat, 1990 yılı boyunca, cebinde taşıdığı parayı, önüne gelene “bakın, bakın” diye göstermeye devam etti.
Knesset’teki kabartma
Benzer bir iddia, Knesset’le (İsrail Parlamentosu) ilgili yapıldı. Dönemin Suriye lideri Hafız Esat ve Suriye’nin Savunma Bakanı Mustafa Tallas’ın iddiasına göre Knesset’in girişinde İsrail’in Nil’den Fırat’a uzanan topraklarını gösteren bir kabartma çakılıydı. Gazeteciler bunu görmek istediklerinde göremediler çünkü iddialara göre gazeteciler gelecek diye kaldırılmıştı.
Arafat’ın şahadetine göre Knesset’teki bu kabartma 32 yıl önce kaldırılmıştı ama 1989’da Bush ile Gorbaçov’un Malta görüşmesinden sonra tekrar yeniden konmuştu. Arafat bir süre sonra hikâyesini değiştirdi. Kabartmanın kaldırılması İsraillilere tavsiye edilmişti fakat onlar plaketteki haritayı BM toplantısında gösterdiği paraya kazımışlardı. Ardından hikâyeyi yine değiştirdi ve haritanın Amerikan-İsrail Kamu İşleri Komitesi tarafından basıldığını söyledi, fakat bu haritayı da gören olmamıştı!
1990’da Mısır’da yayınlanan El Akbar gazetesindeki bir makalede Sovyet Yahudilerinin Filistin’e göçü, “Büyük İsrail’in gerçekleşmesinde önemli bir adım” olarak tarif edilmişti. Ertesi yıl Libya lideri Kaddafi, Büyük İsrail’in sınırlarını Hint Okyanusu’ndan Hürmüz Boğazı’na, Cebelitarık’tan Akdeniz’e kadar uzattı. Daha sonra merkezi Kahire olan Pakistan’dan İspanya’ya, Türkiye’den Yemen’e uzanan bir ülke tahayyül etti. Böylece, “Büyük İsrail”, tüm İslam’ı yeryüzünden silecekti! 1991’de Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi bir Kuveyt gazetesinde “Büyük İsrail” projesinin bir parçası olarak nitelenmişti. O günden beri de Ortadoğu ülkelerinde, bu söylencenin alıcısı hiç eksilmedi.
Türkiye’deki hezeyanlar
İsrail’in bizim GAP bölgemize yönelik özel bir ilgisi var mı? İnternet sitelerinde dolaşan iddiaları bir yana bırakırsak, siyasilerden gelen en absürt tepkiyi 2004 yılında yaşamıştık. Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkan Yardımcısı Atila Şimşek, Yeniçağ gazetesine İsraillilerin GAP bölgesinde toprak satın aldıklarını, bunun Büyük İsrail projesinin parçası olduğunu, bu amaçla Kuzey Irak’taki Kürtleri kontrol altına almaya çalıştıklarını, Şanlıurfa’da İtalyan Hastanesi’nde iki bin Yahudi çocuğun doğduğunu, çocukların kimliklerinde doğum yeri olarak da Türkiye-Şanlıurfa yazdığını, bu çocukların 20 yaşına geldiklerinde bölgeye gelerek bölgedeki arazileri sayesinde GAP’ı İsrail yurdu yapacağını ileri sürmüştü.
Şimşek iddialarını TBMM’ye taşımış, bu saçma iddiaları ciddiye alan Meclis de Şanlıurfa Valiliği’ne durumu sormuştu. Valilik, Şanlıurfa’da İtalyan Hastanesi olmadığını, olmayan bir hastanede doğum yaptırılamayacağını, Şanlıurfa’da Türk vatandaşı olmayan şahıslara arazi satılmadığını ve yabancılara doğum belgesi verilmediğini söylemişti. Aynı günlerde, Tapu Kadastro Genel Müdürü Zeki Adlı da MİT, Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve Tapu Kadastro’nun müfettişlerinin GAP bölgesinde valilerle, kaymakamlarla, askerî birimlerle görüşmeler yaptığını ve sonuçta İsraillilerin bölgede toprak aldığına dair en ufak bilgiye rastlanmadığını açıklamıştı. Adlı, Türkiye’de İsrail vatandaşlarına ait gayrımenkullerin eylül 2004 itibarıyla 133 tane olduğunu, bunların 82’sinin İstanbul’da bulunduğunu eklemişti. Ama elbette Şimşekgilleri ikna edememişti. O günden sonra ara ara benzer iddialar el altında piyasaya sürüldü. Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nde yapılan son referandumdan sonra “Büyük İsrail” paranoyası yeniden köpürtülmeye başladı.
Aklıselime davet
Şimdi sakince düşünelim: “Arz-ı Mevud” kavramının dindar Yahudiler için önemli olduğuna kuşku yok. “Büyük İsrail”hayali kuran fanatik milliyetçilerin varlığından da kuşku yok. Her ülkede bu tip adamlar vardır. “Büyük Ermenistan”, “Büyük Kürdistan” veya “Adriyatik’ten Çin Denizi’ne Uzanan Turan Ülkesi” kurmayı hayal edenler yok mu? Ya da “Dünya İslam Devleti” hayali kuranlar?
Ancak, İsrail’de, gelmiş geçmiş tüm yöneticilerin dinsel referanslarla politika yaptıklarını varsaymak mantıklı görünmüyor. Velev ki, şu anda İsrail’in başında dünyaya Tevrat’ın gözünden bakan adamlar var, bunların sadece iki milyon kişinin yaşadığı Gazze Şeridi ve Batı Şeria’yı bile kontrol edemediği ortada iken, 300 milyon kişinin yaşadığı “Büyük İsrail” coğrafyasını nasıl yöneteceklerini anlamak mümkün değil. Sonuç olarak, İsrail-Türkiye, İsrail-Arap devletleri arasındaki ilişkileri siyasi, ekonomik, diplomatik, askerî perspektiflerden sonuna kadar sorgulayalım ama bu tür komplocu saçmalıkların esiri olmayalım.
[…] [2] Ayşe HÜR; “Nil’den Nehir’e: Arz-ı Mevud veya “Büyük İsrail” Paranoyası”, Avlaremoz, 29.10.2017. […]