Hep söylüyorum Yahudi İspanyolcası çok renkli bir dil. Biraz İspanya’dan biraz Anadolu topraklarından, biraz kendinden derken ortaya çıkan renk cümbüşü, bu topraklarda yüzyıllardır kök salmış ve gelişmiş Sefarad kültürünün tam bir yansıması. Yahudi toplumuna adeta ayna tutan bu dilin gün be gün yok olacak olması ise bir hayli üzücü. Türkiye Yahudilerinin toplumsal yaşamının gerçeğini bu dil dışında başka hangi dil bu denli gerçekçi anlatabilir ki. Ne demek mi istiyorum? Müsade edin sürç-i lisan etmeden, kulağı tersten kaşıyarak ama kimseyi de çok sıkmadan anlatayım.
Türkiye Yahudileri denildiğinde kollektif bir kimlikten söz etmenin mümkün olmadığını artık bu sitenin okuyucuları pek iyi biliyordur. Çünkü Türkiye Yahudileri adı, Aşkenazlar, Kürt Yahudileri, Karaimler ve Sefaradlar derken geniş bir yelpazenin toplu adından öte birşey değildir aslında. Her birinin kendine özgü dili, kültürü, mutfağı ve adetleri ile ne tek bir kimlikten, ne de varoluştan söz etmek mümkün değildir. Hatta daha ileri giderek neredeyse her bölgenin, her şehrin Yahudilerinin kendilerine ve yöreye özgün kültürleri ile ayrı bir kimliğin yansıtıcısı olduğunu söylemek bile mümkündür. Misal, Manisa Yahudileri ile Diyarbakır Yahudilerini aynı kefeye koymak mümkün mü? Bana kalırsa değil.
İşte tüm bu koca mozaiğin, hem niceliksel olarak en kalabalık hem de kültürel olarak en baskın ve yaygın parçası ise Sefaradlardır. Türkiye Yahudilerini tek bir kimliğe indirgemeye çalışan erken Cumhuriyet döneminin antisemit köşeyazıları ve karikatürleri ya da günümüzün antisemit zihniyeti en iyi Sefaradları tanır aslında. Tanır ama yanlış tanır. Sefarad insanları, bu yazı ve karikatürlerde ele alındığı gibi cimri, şişman, varyemez, açgözlü, hırslı insanlar olarak yazılıp çizile dursun onlar tam tersine neşeli, kucak açan, meraklı, çoğu zaman aceleci, yaşlıları kadın olsun erkek olsun yemeğe düşkünlükten hep biraz tombul, hep tatlı dilli, nasihat etmeyi seven ve açık sözlü insanlardır. Evlerine gireni ikramsız göndermez, yedirmeyi, içirmeyi sever, muhabbete ise doyamazlar. Sefaradların dilleri de mutfakları, müzikleri, romansları ve kendileri gibi neşeli ve açıktır. Öyle ki hem dertlerini, hem neşelerini, hem kederlerini hem de iç dünyalarını açık etmekte hiç sakınca görmezler anadilleri ile. Onların anadillerinde söylediklerini ise ancak arif olan anlar…
Sefarad Yahudileri, 1492 İspanya göçü ile Anadolu topraklarına adım attıkları ilk günden bu yana, her dönemde ve her politik dönemeçte devlet ile hep iyi geçinmeyi tercih etmişlerdir. Ermeniler, Rumlar ne yaparsa yapsın onlar hükümet meselelerine karışmayı tercih etmezler. Bunun dışına çıkan toplumsal refleksler ise Yahudilerin bu coğrafyadaki tarihinde bir elin parmaklarını geçmez. Geçtiğimiz yüzyılda bunun tek örneği ise herhalde Eliza Niyego cinayetidir. 1927 yılında, eski bir valinin oğlu ve II. Abdülhamid’in eski emir eri subayı olan evli ve torun sahibi Osman Ragıp, henüz 22 yaşındaki genç ve güzel bir Yahudi olan Eliza Niyego’ya aşık olur. Aşkı reddedildiğinde bunu hazmedemeyen Osman Ragıp, 17 Ağustos günü genç kızı işinden evine dönerken sokak ortasında bıçaklayarak öldürür. Olay üzerine, Yahudiler, kendilerinden beklenmeyecek bir tepki gösterir. Eliza Niyego’nun cenazesine kimi kaynaklara göre 10 bin kimi kaynaklara göre ise 25 bin Yahudi katılır. Cenaze kortejinde “Adalet İstiyoruz” sloganları atarak yürüyen Yahudiler’in belki de ilk ve tek isyanıydı bu. Cenaze sonrasında, gazetelerde yürüyüş ile ilgili Yahudileri suçlayan ve onlara göz dağı veren çeşitli yazılar yayınlanır. Bu yazılarda ne Yahudilerin azmaları, ne de ortalığı velveye vermeleri kalır. Derslerini alırlar. Zaten sonrasında da ne yaşanırsa yaşansın bir daha kamusal alanda böyle bir tepkiye rastlamak mümkün olmaz. O günden sonra haklarında verilen her karar, uygulama, kanun ya da her olumsuz durumla ilgili kamusal bir tepki göstermek bir yana hükümet mercileri ile iyi geçinerek tatlı dil ve rica ile konulara çözüm getirme çabası adeta simgeleşir ve gelenekselleşir.
Peki neden anlatıyorum şimdi bunları? Bugünlerde ülke gündemi ve meclis malum bir hayli karışık. Her cepheden bir ses çıkıyor. Anayasa değişikliği, başkanlık sistemi derken daha bizi nelerin beklediğini anlayamazken herşeyi bırakıp soykırım tartışmasına odaklanmak ise herhalde bu ülkenin en büyük zaaflarından olsa gerek. Neden mi bahsediyorum? Çok değil bir kaç gün önce, Halkların Demokratik Partisi (Hdp) İstanbul Milletvekili Garo Paylan, TBMM Genel Kurulu’nda anayasa değişikliği teklifinin 11. Maddesinin görüşüldüğü esnada söz alarak Ermeniler, Süryaniler, Rumlar ve Yahudilerin, büyük katliam ve soykırımlarla bu topraklardan sürüldüklerini ve mübadeleye uğradıklarını söylemiş, sözleri arasında yer alan “soykırım” ifadesi ise her zamanki gibi “hassasiyet”e sebep olmuş, tartışmalara yol açmıştı.
Ermeni Cemaati Başkanı Bedros Şirinoğlu, Cumhurbaşkanı ile yaptığı görüşmede Garo Paylan’ın sözlerinin Ermeni cemaati tarafından paylaşılmadığını ve gerçeği yansıtmadığını söyleyerek neredeyse özür dilerken Yahudi Cemaati’nden de pek çok kişi, Paylan’ı “soykırım” ile Yahudileri aynı cümle içinde kullanması sebebiyle eleştirdi. Yahudilerin başına gelen “soykırım” değildi dendi. Kimileri Paylan’a kızdı, kimileri ise onu eleştirenlere. Ama ses çık-a-madı. Peki, Garo Paylan’ın yanında, arkasında durmak, birlik olmak mümkün değil miydi? Yahudiler, Hdp’nin bu ilk çağrısına, ilk birleştirici seslenişine destek ile karşılık veremez miydi? İşin aslı o destek verilse güzel hem de çok güzel olurdu ya verilemezdi. Çünkü Yahudiler bu coğrafyada geçirdikleri süreçte bu topraklarda soykırıma uğramamışlardı ama pek çok defa sürülmüş, yerlerinden edilmiş, tehdite uğramış, canları yakılmış ve ne zaman biraz sesleri çıkacak şikayet edecek olsalar hedef olmaktan, her taşın altında aranmaktan, kulaklarının çekilmesinden ve göz dağı verilmesinden kaçamamışlardı.
İşte bu yüzden Ermeni cemaatini bilmem ama Türkiye Yahudileri aslında bekleneni yaptılar. Hükümet meselelerine karışmamak gelenektir bizde. Ne başkanlık sistemi, ne “soykırım” tartışmaları ne de anayasa değişikliği ile ilgili kollektif ve toplumsal bir duruş Yahudilerin tarzı değildir. Dedim ya Yahudi İspanyolcası, gündelik hayatın birebir yansıması gibidir. Mevzuyu espiriyle karışık ortaya koymakta üstüne yoktur. Kimi zaman bir fıkrayla kimi zaman kıssadan hisse bi anlatı ile derdini anlatır Sefarad insanı. Tam da bunun en iyi örneği, “No mos karişiyamos en los meseles del hukumet” yani “biz hükümet meselelerine karışamıyoruz” dur bana kalırsa…
[…] yakınlıkta aramayı, ülkenin geneliyle beraber yüzleştiğimiz sıkıntılar karşısında kayades politikasını uygulamayı sürdürüyor. Elde ettikleri sonuç ise daha antisemit bir Türkiye ve […]
[…] günümüzde yaşadığımız zorluklarla ilgili ne zaman ve ne kadar konuşmalıyız tereddütü (kayadez’e karşı avlaremoz), ötekileştirme hissine karşı çok güçlü bir aidiyet bağımızın […]
[…] günümüzde yaşadığımız zorluklarla ilgili ne zaman ve ne kadar konuşmalıyız tereddütü (kayadez’e karşı avlaremoz), ötekileştirme hissine karşı çok güçlü bir aidiyet […]