Berlin’de 9-15 Ekim tarihleri arasında düzenlenen Kürt Filmleri Festivali’nde izlediğim The Roots: Jews of Kurdistan in Jerusalem belgeseli Kürt bölgelerinden gelen Yahudilerin Kudüs’teki kültürel üretim süreçlerini ve bu üretimlerin aidiyet, kimlik ve toplumsal dayanışmayı nasıl güçlendirdiğini ele alıyor. Akademisyen Dr. Veysi Dağ’ın yönetmenliğini yaptığı belgesel, Kürdistan’dan gelen Yahudi diasporasının 1950’lerdeki göçlerinden İsrail’e yerleşimlerine, İsrail toplumuna entegre oluşlarına ve bugün hala yaşattıkları zengin kültürel mirasa uzanan süreci araştırıyor. Dr. Dağ’ın Self-governing Cultural Production in Diaspora-Centric Cultural Spaces başlıklı makalesinde ele aldığı “diasporik kültürel üretim” olgusunun, belgeselin temel çerçevesini oluşturduğu görülüyor. Belgesel, mutfak, müzik ve dans gibi kültürel ögeleri görsel bir anlatımla sunarak teoriyi pratikle buluşturuyor.
Kudüs’te yaşayan Kürdistan Yahudilerinin oluşturdukları kültürel alanlar, bu topluluğun aidiyet ve toplumsal dayanışma duygusunu canlı tutuyor. Dr. Dağ’ın tanımıyla, bu alanlar diaspora bireylerinin kimliklerini yeniden inşa ettiği, geçmiş kuşakların yaşam tarzlarını yaşattıkları, asimilasyona karşı direndikleri ve etnik kökenleriyle bağ kurdukları mekânlar olarak işlev görüyor. Geleneksel Kürt yemeklerinin sunulduğu restoranlardan sinagoglarda okunan Kürtlere özgü makamlara, halk danslarından kutlamalara kadar birçok kültürel ifade, Kürt Yahudilerinin kökleriyle günlük yaşamlarında kurdukları bağı güçlendiriyor ve kimliklerini koruma amacına hizmet ediyor.
Mutfak, Müzik, Dans: Hafıza, Aidiyet ve Dayanışma
Kürt Yahudi kimliğini korumada mutfak kültürü önemli bir rol oynuyor. Belgeselde görüldüğü üzere, Kudüs’teki Kürt Yahudileri geleneksel yemekler hazırlayıp sunarak kültürel bağlarını yaşatıyor. Kubbeh gibi yemekler, topluluğun kolektif hafızasında özel bir yere sahip; sadece yaşlılar değil, genç nesiller de bu yemeklerle büyüyerek anlatılan hatıralarla bağ kuruyor. Dr. Dağ’ın bir Kürt restoranı sahibiyle yaptığı görüşmede, yemeklerin taşıdığı kültürel anlam açıkça görülüyor: “Babam bu restoranı 55-60 yıl boyunca işletti. Bize, burada Kürt mutfağının geleneksel yemeklerini hazırlamayı öğretti. Yaptığımız her yemek beni babama, büyükbabamıza ve Kürdistan’daki atalarımıza bağlıyor ve onları hatırlatıyor. Kimliğimi böyle ifade ediyorum.”
Belgeselde, müziğin Kudüs’teki Kürt Yahudileri için yalnızca bir eğlence aracı değil, aynı zamanda kimliğin güçlü bir ifade alanı olduğu vurgulanıyor. Düğün, festival, Bar Mitzvah ve Hannah gibi etkinliklerde geleneksel Kürt melodilerini icra eden müzisyenler, bu kadim kültürel mirası yaşatıyor. Sinagoglarda Kürtlere özgü makamlarla okunan Tora, dini ritüelleri kültürel ve sosyal bir deneyime dönüştürerek belgeselin en etkileyici görsel öğelerinden birini oluşturuyor.
Belgeselde dans, geçmişle bağ kuran, kimliği görünür kılan, Kürt kültürü ile yaşayan sosyal topluluğu yeniden inşa eden ve bir arada tutan bir performans olarak öne çıkıyor. Sergilenen halk dansları, diaspora kimliğini yeniden üretirken topluluğun geçmişine duyduğu bağı da pekiştiriyor. Bu danslar, Kudüs sokaklarında adeta bir Kürt kültür sahnesi yaratırken, bireylerin kökleriyle bağlantı kurmasına ve topluluk içinde dayanışmayı güçlendirmesine olanak sağlıyor. Dansçılardan biri, “Kökleri olmayan topluluklar meyve veremez,” diyerek, dansın kimlik koruma mücadelesindeki önemini ifade ediyor.
Sonuç olarak, The Roots: Jews of Kurdistan in Jerusalem belgeseli, İsrail’deki Kürt Yahudilerinin kültürel üretim süreçleri üzerinden, diasporik kimlik, aidiyet ve toplumsal dayanışmaya dair derin bir bakış sunuyor. Hem tarihsel hem de sosyokültürel açıdan zengin bu hikâye, izleyiciyi diaspora ve kültürel üretim arasındaki karmaşık ilişkiyi keşfetmeye davet ediyor.
Belgesel, Berlin Kürt Filmleri Festivali’nin internet sayfasından online olarak izlenebilir.
Berlin’de 9-15 Ekim tarihleri arasında düzenlenen Kürt Filmleri Festivali’nde izlediğim The Roots: Jews of Kurdistan in Jerusalem belgeseli Kürt bölgelerinden gelen Yahudilerin Kudüs’teki kültürel üretim süreçlerini ve bu üretimlerin aidiyet, kimlik ve toplumsal dayanışmayı nasıl güçlendirdiğini ele alıyor. Akademisyen Dr. Veysi Dağ’ın yönetmenliğini yaptığı belgesel, Kürdistan’dan gelen Yahudi diasporasının 1950’lerdeki göçlerinden İsrail’e yerleşimlerine, İsrail toplumuna entegre oluşlarına ve bugün hala yaşattıkları zengin kültürel mirasa uzanan süreci araştırıyor. Dr. Dağ’ın Self-governing Cultural Production in Diaspora-Centric Cultural Spaces başlıklı makalesinde ele aldığı “diasporik kültürel üretim” olgusunun, belgeselin temel çerçevesini oluşturduğu görülüyor. Belgesel, mutfak, müzik ve dans gibi kültürel ögeleri görsel bir anlatımla sunarak teoriyi pratikle buluşturuyor.
Kudüs’te yaşayan Kürdistan Yahudilerinin oluşturdukları kültürel alanlar, bu topluluğun aidiyet ve toplumsal dayanışma duygusunu canlı tutuyor. Dr. Dağ’ın tanımıyla, bu alanlar diaspora bireylerinin kimliklerini yeniden inşa ettiği, geçmiş kuşakların yaşam tarzlarını yaşattıkları, asimilasyona karşı direndikleri ve etnik kökenleriyle bağ kurdukları mekânlar olarak işlev görüyor. Geleneksel Kürt yemeklerinin sunulduğu restoranlardan sinagoglarda okunan Kürtlere özgü makamlara, halk danslarından kutlamalara kadar birçok kültürel ifade, Kürt Yahudilerinin kökleriyle günlük yaşamlarında kurdukları bağı güçlendiriyor ve kimliklerini koruma amacına hizmet ediyor.
Mutfak, Müzik, Dans: Hafıza, Aidiyet ve Dayanışma
Kürt Yahudi kimliğini korumada mutfak kültürü önemli bir rol oynuyor. Belgeselde görüldüğü üzere, Kudüs’teki Kürt Yahudileri geleneksel yemekler hazırlayıp sunarak kültürel bağlarını yaşatıyor. Kubbeh gibi yemekler, topluluğun kolektif hafızasında özel bir yere sahip; sadece yaşlılar değil, genç nesiller de bu yemeklerle büyüyerek anlatılan hatıralarla bağ kuruyor. Dr. Dağ’ın bir Kürt restoranı sahibiyle yaptığı görüşmede, yemeklerin taşıdığı kültürel anlam açıkça görülüyor: “Babam bu restoranı 55-60 yıl boyunca işletti. Bize, burada Kürt mutfağının geleneksel yemeklerini hazırlamayı öğretti. Yaptığımız her yemek beni babama, büyükbabamıza ve Kürdistan’daki atalarımıza bağlıyor ve onları hatırlatıyor. Kimliğimi böyle ifade ediyorum.”
Belgeselde, müziğin Kudüs’teki Kürt Yahudileri için yalnızca bir eğlence aracı değil, aynı zamanda kimliğin güçlü bir ifade alanı olduğu vurgulanıyor. Düğün, festival, Bar Mitzvah ve Hannah gibi etkinliklerde geleneksel Kürt melodilerini icra eden müzisyenler, bu kadim kültürel mirası yaşatıyor. Sinagoglarda Kürtlere özgü makamlarla okunan Tora, dini ritüelleri kültürel ve sosyal bir deneyime dönüştürerek belgeselin en etkileyici görsel öğelerinden birini oluşturuyor.
Belgeselde dans, geçmişle bağ kuran, kimliği görünür kılan, Kürt kültürü ile yaşayan sosyal topluluğu yeniden inşa eden ve bir arada tutan bir performans olarak öne çıkıyor. Sergilenen halk dansları, diaspora kimliğini yeniden üretirken topluluğun geçmişine duyduğu bağı da pekiştiriyor. Bu danslar, Kudüs sokaklarında adeta bir Kürt kültür sahnesi yaratırken, bireylerin kökleriyle bağlantı kurmasına ve topluluk içinde dayanışmayı güçlendirmesine olanak sağlıyor. Dansçılardan biri, “Kökleri olmayan topluluklar meyve veremez,” diyerek, dansın kimlik koruma mücadelesindeki önemini ifade ediyor.
Sonuç olarak, The Roots: Jews of Kurdistan in Jerusalem belgeseli, İsrail’deki Kürt Yahudilerinin kültürel üretim süreçleri üzerinden, diasporik kimlik, aidiyet ve toplumsal dayanışmaya dair derin bir bakış sunuyor. Hem tarihsel hem de sosyokültürel açıdan zengin bu hikâye, izleyiciyi diaspora ve kültürel üretim arasındaki karmaşık ilişkiyi keşfetmeye davet ediyor.
Belgesel, Berlin Kürt Filmleri Festivali’nin internet sayfasından online olarak izlenebilir.
Paylaş: