Kaynak: Birgün, Burak Abatay
Tüccarlık yaparken Varlık Vergisi’ni ödeyemeyip Aşkale kampına sürgün edilen Leon Bahar’ın hayatı kitaplaştı. Nurten Yalçın Erüs’ün ‘Şair, Edip, Dürüst Tüccar Leon Bahar’ı Takdimimdir’ isimli kitabı Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle raflardaki yerini aldı
‘Güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan/ Dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar’
Turgut Uyar’ın Yokuş Yol’a şiiri coğrafyanın acılarını bir bir aktarır okuruna. Kürtlerin yaşadıkları, Ermenilerin, yoksul Türklerin, kadınların… Başka bir şiirde Edip Cansever şöyle der: “Ne çıkar siz bizi anlamasanız da/ evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar/ eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da” Ne çıkar ki? Ama söz ve müziği Hüsnü Arkan’a ait bir Signomi isimli Ezginin Günlüğü şarkısında ise şöyle bir söz geçer: “Düşünüze hiç girmez mi İstanbul…/… Bugün vapurdan indim yürüdüm/ Adımı çağırdı sesim/ Sabahı ettim aradım durdum/ Cebimde eski bir resim” 6-7 Eylül olayları, soykırım, katliamlar, tecavüzler, yağmalar, acılar… Ne çok şey! “Anılara hiç sığar mı İstanbul?”
Bu coğrafya çok şey yaşamıştır. Onlardan birisi de Varlık Vergisi ile sürgün yiyen gayrimüslim azınlığın yaşadıkları. Kasım 1942’de kanunlaşan ve İkinci Dünya Savaşı süresince ekonomik buhranı aşmak isteyen Türkiye, edinilmiş servet ve kârlara yönelik bir defalığına vergi çıkarır. Vergiyi belirleyen komisyonların keyfi uygulamaları, servetin el değiştirmesini amaçlar ve gayrimüslim azınlığın, tüccar ve işadamlarının büyük darbe indirmesine sebep olur ve çoğunun izleyen yıllarda ülkeyi terk etmesine yol açar.
Ödemeler için verilen müddet ise 15 gündü. Eğer ödeme yapılmazsa bir 15 günlük daha müddet verildi. Eğer hâlâ ödeme yapılmadıysa insanlar çalışma kamplarına gönderiliyordu. Türkiye çapında 114 bin 368 kişiye bu vergi uygulandı. Vergiyi ödeyemeyen 2 bin 57 kişi ise çeşitli kamplara gönderildi ve orada borçlarını beden güçleriyle ödemeleri istendi. Kamplara gönderilen bin 229 kişi İstanbul’dan gönderildi. 21 kişi ise bu kamplarda hayatını kaybetti.
Erzurum’un Aşkale ilçesi. Ocak 1943. İlk kafile trenle Aşkale’ye doğru yola çıkar. Sonrasında Erzurum’a giden kafileler olur. Borcunu ödeyemeyen gayrimüslimlere yollar süpürttürülmüş, Erzurum karayolunda biriken karlar temizletilmiştir. Buraya gelen isimlerden birisi de Leon Bahar. Şair, edip, dürüst tüccar… Ankaralı bir Yahudi olan Yuda Leon Bahar, İstanbul Sultanhamam’da tüccarlık yaparken Varlık Vergisi’ni ödeyemeyip Aşkale’deki çalışma kampına sürgün edilmişti.
Bugün Leon Bahar hakkında pek çok şey biliyoruz. Bunun tek sebebi ise gazeteci-yazar Nurten Yalçın Erüs. Kendisi tesadüfi sayılabilecek ama altında büyük bir azim ve kararlılığın da yattığı bir çalışmayla Leon Bahar hakkında, “Şair, Edip, Dürüst Tüccar – Leon Bahar’ı Tadimimdir” isimli biyografi romanı kaleme aldı. Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle çıkan kitap için Nurten Hanım’la bir araya geldik. Kitabın hikâyesini ve Leon Bahar’ı biraz da ondan dinledim.
“Nasıl gelişti her şey?” diye sordum ilkin. Varlık Vergisi uygulamasını ilk kez Sorbonne’da yüksek lisansı esnasında duyduğunu söyledi. Ardından İstanbul’da bir yayın grubunda ekonomi gazetecisi olarak işe başlayan Nurten Hanım, hemen ardından da iş insanı Üzeyir Garih ile bir röportaja gidiyor. Bir süre önce izlediği ‘Salkım Hanım’ın Taneleri’ filminden hareketle Garih’e soruyor, “Sizin aileden kimse var mı kamplara gönderilen?” “Kendi ailemde yok ama kuzenimin eşi var” diyor. Müsaade isteyip odadan bir evrak getiriyor. Bir dilekçe. Kampta Leon Bahar tarafından yazılan bu dilekçeyi Nurten Hanım’a veriyor Garih. Leon Bahar’ın kızının bunu kendisine verdiğini söylüyor. Nurten Hanım da o dönem bir makale yazıyor bu dilekçe üzerinden. Ardından da Leon Bahar’ın kızı Tamar, kendisini teşekkür etmek için çağırıyor. Hikâye dikkat çekici. Üzerine gidiyor. Çeşitli kurumlarla, kurumdan insanlarla konuşuyor. Hatta birisi de Hrant Dink. Başka evrak arıyor. Ama bulamıyor. Bunu bir yemek masasında Tamar Hanım’a itiraf ediyor. O da Nurten Hanım’ın inancına ikna olup bir sandık getiriyor. İçerisinde babasının annesine yazdığı mektuplar ile birlikte devlete yazdığı dilekçeler. “Al” diyor, “Bu senindir. İstersen filmini çek, istersen kitabını yaz. Ama karıştırma hiçbir şeyi. Babam Türkiye’yi ve Atatürk’ü seven birisiydi. Yanlış gösterme onu.”
Bu mektuplarla bir makale daha yazıyor. Birçok dergi ve gazete haber yapıyor bu makaleyi. Aklında olan roman için ise 15 yıl bekliyor Nurten Hanım. 15 yıl beklemenin ardından 8 ay içinde romanı tamamlamış. “Fikri olarak istediğim olgunlukta kendimi gördüğüm gün başladım” diye anlatıyor. Bu kadar beklemenin endişe verip vermediğini soruyorum. “Elbette” diyor ve “Büyük eziyet. Keşke daha kuvvetli bir romancı geçmişim olsaydı da daha güzel cümlelerle anlatsam. Hayatımdaki en büyük sorumluluk olarak gördüm hep. Netameli bir konu. Gereken özeni ve vakti ona ayırmam lazımdı” diye anlatıyor.
BİR DRAM OLARAK AŞKALE
Aşkale’nin nasıl bir dram olduğundan bahsediyoruz. “Büyük bir travma. En basit haliyle Varlık Vergisi’ni şöyle anlatmak mümkün: Türkiye’deki azınlık karşıtı politikaların simge uygulamalarından birisi. Leon’u okuduktan sonra da fikrim değişmedi. Hak temelli bir toplumda olmaması gereken bir şey. Hak ve adaletin garantörü olan devletin asla ‘alet’ olmaması gereken bir şey. Vergi, uygulaması ve yaptırımları açısından örneği olmayan bir vergi. Dönemin şartları içinde konuşacağımız şeyler var ama devleti devlet yapan şey hukuk ve adalet temeli ise, temelin yerinden sarsıldığı bir uygulama bu. Bir kere vergide oran yok. Oran olmayınca ne tarif edilecek? Neyi ödemekle yükümlü tutacaksın? Her ilde afaki kurulan servet tespit komisyonları var. İkinci Dünya Savaşı zamanları. Genç bir Cumhuriyet. Ama Maliye tamtakır. Savaşa girilmeyecek ama hazırlıklı olmak gerek. Piyasalar çok kötü. Karaborsa hâkim her yere. Ve bunun tek suçlusu olarak ticaret hayatını elinde tutan gayrimüslimler gösteriliyor. Ve sonrasında da olanlar oluyor…”
Belki burada tam da Uyar’ın Yokuş Yol’a şiirinde dediğini bir kez daha hatırlamalı: “Muş – Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan/ Eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar”
Kitapta Leon Bahar’ın tanıklıklarını, aşkını, sevgisini ve en önemlisi de her şeye rağmen umudunu görüyoruz. Nurten Yalçın Erüs’ün de ilk romanı olmasına rağmen kullandığı şahane dil de cabası. Umarız çok daha fazla şey okuruz yazardan.
Kaynak: Birgün, Burak Abatay
Tüccarlık yaparken Varlık Vergisi’ni ödeyemeyip Aşkale kampına sürgün edilen Leon Bahar’ın hayatı kitaplaştı. Nurten Yalçın Erüs’ün ‘Şair, Edip, Dürüst Tüccar Leon Bahar’ı Takdimimdir’ isimli kitabı Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle raflardaki yerini aldı
‘Güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan/ Dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar’
Turgut Uyar’ın Yokuş Yol’a şiiri coğrafyanın acılarını bir bir aktarır okuruna. Kürtlerin yaşadıkları, Ermenilerin, yoksul Türklerin, kadınların… Başka bir şiirde Edip Cansever şöyle der: “Ne çıkar siz bizi anlamasanız da/ evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar/ eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da” Ne çıkar ki? Ama söz ve müziği Hüsnü Arkan’a ait bir Signomi isimli Ezginin Günlüğü şarkısında ise şöyle bir söz geçer: “Düşünüze hiç girmez mi İstanbul…/… Bugün vapurdan indim yürüdüm/ Adımı çağırdı sesim/ Sabahı ettim aradım durdum/ Cebimde eski bir resim” 6-7 Eylül olayları, soykırım, katliamlar, tecavüzler, yağmalar, acılar… Ne çok şey! “Anılara hiç sığar mı İstanbul?”
Bu coğrafya çok şey yaşamıştır. Onlardan birisi de Varlık Vergisi ile sürgün yiyen gayrimüslim azınlığın yaşadıkları. Kasım 1942’de kanunlaşan ve İkinci Dünya Savaşı süresince ekonomik buhranı aşmak isteyen Türkiye, edinilmiş servet ve kârlara yönelik bir defalığına vergi çıkarır. Vergiyi belirleyen komisyonların keyfi uygulamaları, servetin el değiştirmesini amaçlar ve gayrimüslim azınlığın, tüccar ve işadamlarının büyük darbe indirmesine sebep olur ve çoğunun izleyen yıllarda ülkeyi terk etmesine yol açar.
Ödemeler için verilen müddet ise 15 gündü. Eğer ödeme yapılmazsa bir 15 günlük daha müddet verildi. Eğer hâlâ ödeme yapılmadıysa insanlar çalışma kamplarına gönderiliyordu. Türkiye çapında 114 bin 368 kişiye bu vergi uygulandı. Vergiyi ödeyemeyen 2 bin 57 kişi ise çeşitli kamplara gönderildi ve orada borçlarını beden güçleriyle ödemeleri istendi. Kamplara gönderilen bin 229 kişi İstanbul’dan gönderildi. 21 kişi ise bu kamplarda hayatını kaybetti.
Erzurum’un Aşkale ilçesi. Ocak 1943. İlk kafile trenle Aşkale’ye doğru yola çıkar. Sonrasında Erzurum’a giden kafileler olur. Borcunu ödeyemeyen gayrimüslimlere yollar süpürttürülmüş, Erzurum karayolunda biriken karlar temizletilmiştir. Buraya gelen isimlerden birisi de Leon Bahar. Şair, edip, dürüst tüccar… Ankaralı bir Yahudi olan Yuda Leon Bahar, İstanbul Sultanhamam’da tüccarlık yaparken Varlık Vergisi’ni ödeyemeyip Aşkale’deki çalışma kampına sürgün edilmişti.
Bugün Leon Bahar hakkında pek çok şey biliyoruz. Bunun tek sebebi ise gazeteci-yazar Nurten Yalçın Erüs. Kendisi tesadüfi sayılabilecek ama altında büyük bir azim ve kararlılığın da yattığı bir çalışmayla Leon Bahar hakkında, “Şair, Edip, Dürüst Tüccar – Leon Bahar’ı Tadimimdir” isimli biyografi romanı kaleme aldı. Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle çıkan kitap için Nurten Hanım’la bir araya geldik. Kitabın hikâyesini ve Leon Bahar’ı biraz da ondan dinledim.
“Nasıl gelişti her şey?” diye sordum ilkin. Varlık Vergisi uygulamasını ilk kez Sorbonne’da yüksek lisansı esnasında duyduğunu söyledi. Ardından İstanbul’da bir yayın grubunda ekonomi gazetecisi olarak işe başlayan Nurten Hanım, hemen ardından da iş insanı Üzeyir Garih ile bir röportaja gidiyor. Bir süre önce izlediği ‘Salkım Hanım’ın Taneleri’ filminden hareketle Garih’e soruyor, “Sizin aileden kimse var mı kamplara gönderilen?” “Kendi ailemde yok ama kuzenimin eşi var” diyor. Müsaade isteyip odadan bir evrak getiriyor. Bir dilekçe. Kampta Leon Bahar tarafından yazılan bu dilekçeyi Nurten Hanım’a veriyor Garih. Leon Bahar’ın kızının bunu kendisine verdiğini söylüyor. Nurten Hanım da o dönem bir makale yazıyor bu dilekçe üzerinden. Ardından da Leon Bahar’ın kızı Tamar, kendisini teşekkür etmek için çağırıyor. Hikâye dikkat çekici. Üzerine gidiyor. Çeşitli kurumlarla, kurumdan insanlarla konuşuyor. Hatta birisi de Hrant Dink. Başka evrak arıyor. Ama bulamıyor. Bunu bir yemek masasında Tamar Hanım’a itiraf ediyor. O da Nurten Hanım’ın inancına ikna olup bir sandık getiriyor. İçerisinde babasının annesine yazdığı mektuplar ile birlikte devlete yazdığı dilekçeler. “Al” diyor, “Bu senindir. İstersen filmini çek, istersen kitabını yaz. Ama karıştırma hiçbir şeyi. Babam Türkiye’yi ve Atatürk’ü seven birisiydi. Yanlış gösterme onu.”
Bu mektuplarla bir makale daha yazıyor. Birçok dergi ve gazete haber yapıyor bu makaleyi. Aklında olan roman için ise 15 yıl bekliyor Nurten Hanım. 15 yıl beklemenin ardından 8 ay içinde romanı tamamlamış. “Fikri olarak istediğim olgunlukta kendimi gördüğüm gün başladım” diye anlatıyor. Bu kadar beklemenin endişe verip vermediğini soruyorum. “Elbette” diyor ve “Büyük eziyet. Keşke daha kuvvetli bir romancı geçmişim olsaydı da daha güzel cümlelerle anlatsam. Hayatımdaki en büyük sorumluluk olarak gördüm hep. Netameli bir konu. Gereken özeni ve vakti ona ayırmam lazımdı” diye anlatıyor.
BİR DRAM OLARAK AŞKALE
Aşkale’nin nasıl bir dram olduğundan bahsediyoruz. “Büyük bir travma. En basit haliyle Varlık Vergisi’ni şöyle anlatmak mümkün: Türkiye’deki azınlık karşıtı politikaların simge uygulamalarından birisi. Leon’u okuduktan sonra da fikrim değişmedi. Hak temelli bir toplumda olmaması gereken bir şey. Hak ve adaletin garantörü olan devletin asla ‘alet’ olmaması gereken bir şey. Vergi, uygulaması ve yaptırımları açısından örneği olmayan bir vergi. Dönemin şartları içinde konuşacağımız şeyler var ama devleti devlet yapan şey hukuk ve adalet temeli ise, temelin yerinden sarsıldığı bir uygulama bu. Bir kere vergide oran yok. Oran olmayınca ne tarif edilecek? Neyi ödemekle yükümlü tutacaksın? Her ilde afaki kurulan servet tespit komisyonları var. İkinci Dünya Savaşı zamanları. Genç bir Cumhuriyet. Ama Maliye tamtakır. Savaşa girilmeyecek ama hazırlıklı olmak gerek. Piyasalar çok kötü. Karaborsa hâkim her yere. Ve bunun tek suçlusu olarak ticaret hayatını elinde tutan gayrimüslimler gösteriliyor. Ve sonrasında da olanlar oluyor…”
Belki burada tam da Uyar’ın Yokuş Yol’a şiirinde dediğini bir kez daha hatırlamalı: “Muş – Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan/ Eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar”
Kitapta Leon Bahar’ın tanıklıklarını, aşkını, sevgisini ve en önemlisi de her şeye rağmen umudunu görüyoruz. Nurten Yalçın Erüs’ün de ilk romanı olmasına rağmen kullandığı şahane dil de cabası. Umarız çok daha fazla şey okuruz yazardan.
Paylaş: