Dina Danon’un 2020’de Stanford University Press’ten yayımlanan kitabı “The Jews ofOttoman Izmir: A Modern History,” Seda Kutsal’ın Türkçe çevirisiyle “Osmanlı Dönemiİzmir Yahudileri: Modern Tarih” adıyla Monografi Yayınları tarafından 2024’te basıldı. Dina Danon, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında İzmir Yahudi toplumunun sosyal ve kültürel dönüşümünü ele alan kapsamlı doktora tezini kitaplaştırmıştır.
Kitabın öznesi olan kentimiz İzmir, zengin tarihsel ve kültürel mirası dolayısıyla 2 Ege’nin İncisi olarak anılır. Hem Türk hem Yunan millî tarih yazımında belirleyici bir yere sahip olmasından ötürü çoğunlukla bu iki milletin hikayeleri üzerinden eserler yazılmıştır. Yahudilerin geçmişi ise genellikle sinagoglar ve Sabetaycılık hikayeleri ile şehrin kozmopolitliğini çeşniler. Dina Danon’un kitabı, Henri Nahum ve Siren Bora’nın ardından İzmir Yahudileri özelinde Osmanlı tarihçiliğinde bu boşluğu doldurur: Kitap, modern tarih yazımında yeterince yer almamış olmasından yola çıkarak, İzmir Yahudilerinin deneyimlerini sınıf, kimlik ve modernleşme bağlamında incelemektedir.
“Osmanlı Dönemi İzmir Yahudileri,” öncelikle odaklandığı dönem bakımından önemlidir. Osmanlı tarihçiliğinde Yahudiler üzerine yapılan çalışmalar genellikle 16. yüzyılda yükselen sahil burjuvazisine odaklanırken, bu çalışma 19. yüzyıldaki toplumsal değişimlere ve toplum içinden yükselen farklı seslere ışık tutmaktadır.
Çalışmanın en önemli katkılarından biri, tekil bir “Yahudi toplumu” anlayışını kırmasıdır. Kitaba göre tek sesli bir gruptan bahsedemeyiz. Nitekim 19. yüzyılda belirginleşen toplumsal hareketlilik sırasında önemli kırılmalar görüyoruz. Örneğin, Karataş gibi mahallelerde eğitim kurumları farklılık göstermeye başlamış, bazı Yahudi çocuklarıHristiyan okullarına gitmiştir. Bu süreçte, toplumsal ayrışmaların nasıl şekillendiği dikkat çekicidir. Daha seküler bir eğitim anlayışı benimseyen Alyans okulları (Alliance Israélite Universelle) ve bu konudaki tartışmalar, dönemin entelektüelleri tarafından ele alınmıştır. Eğitim tercihleri, sadece dinî kimlik üzerinden değil, sınıfsal konumlanmalarla da şekillenmiştir.
Çalışmada kullanılan kaynaklar Osmanlı Yahudi toplumunda genellikle göz ardı edilen sınıfsal değişimleri ortaya koymaktadır. Örneğin, Shavat Ani’im (Yoksulların Feryâdı) gibi yayımlar, toplum içinde yoksulluk ve adaletsizlik hissiyatını güçlendirmiş ve bazı grupların kehillah’tan (cemaat yönetiminden) ayrılma isteğini pekiştirmiştir. Günümüze ulaşan kaynakların çoğu okuryazar kesime ait olduğu için yazılanların halkın genel düşüncesini ne ölçüde yansıttığı tartışmaya açıktır. Fakat Danon’un çalışması, kullandığı kaynaklar açısından yenilikçidir. Judeo-Espanyol belgeleri ve Solitreo el yazılarını incelemesi, İzmir Yahudilerinin özgün sesini bizlere duyurmaktadır. Bu tür kaynaklara dünya genelinde çok az akademisyen erişebilmekte, Türkiye’de ise bu yazılı kaynakları okuyan kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmemektedir.
Kitabın ana fikrini, yazarın şu cümlesi özetler: “İzmir’deki bir Yahudi hammalın ilerleme vizyonunun, Frenk Sokağı’ndaki Rum veya Ermeni tüccarlardan çok, Müslüman liman işçisi arkadaşlarınınkine daha yakın olması sadece mümkün değil, aynı zamanda muhtemeldir.
”Bu ifade, Osmanlı toplumunun homojen bir yapı olmadığını ve farklı grupların iç içe geçmiş sosyal, ekonomik ve sınıfsal ilişkiler içinde bulunduğunu gösteriyor. Günümüzde yaygın olan “tüm gayrimüslimler tüccardır” ve “tüm tüccarlar zengindir” gibi algılar, Osmanlı’daki ekonomik çeşitliliği tam olarak yansıtmamaktadır. Bu yanılgının büyük ölçüde hayatta kalma yanılgısı (survivorship bias) sonucu ortaya çıktığını söyleyebiliriz; çünkü elimizdeki tarihsel kaynaklar genellikle başarılı ve varlıklı kesimlere odaklanırken, daha alt sınıflara mensup gruplar göz ardı edilmiştir.
Dolayısıyla 19. yüzyıl Osmanlı toplumunu sadece “Müslümanlar” ve “gayrimüslimler” şeklinde gettolaştırmak, derinlemesine ve doğru analizler yapmayı zorlaştırır. Çünkü çoğu durumda, sınıfsal aidiyetler etnik ve dini kimliklerden daha belirleyici olabilir. Danon’un kitabı da tam olarak bu noktaya dikkat çekmektedir.
En nihayetinde dikkatimi çeken başka bir nokta Danon’un “Yahudi milleti” veya “Yahudi toplumu” yerine “kehillah”terimini kullanması oldu. Son dönemde Osmanlı “millet sistemi” teorisinin doğruluğu tartışılırken, bu önemli bir tercih. Yazarın özyönetim kavramınıkehillah terimi üzerinden ele alması, bir “millet sistemi”nden ziyade her cemaatin kendi özgün kimliği ve kaderi üzerine vurgu yapar. Tabii ki bu özyönetim bir yere kadar sınırlıdır; yazarın da belirttiği üzere Yahudi hukukunun nihai uygulayıcısı Osmanlı Devleti’dir.
Sonuç olarak, bu kitap İzmir Yahudi toplumunun tarihini ekonomik, toplumsal ve mekânsal bağlamlarıyla ele alarak, konuya yeni bir perspektif getirmektedir. Osmanlı tarihi, Yahudi tarihi ve kent sosyolojisi alanlarında çalışan akademisyenler için değerli bir kaynak olan bu eser, genel okuyucu için de önemli bilgiler sunmaktadır. Ancak uyarmalıyım ki kitap ağırlığından büyüktür, sayfa sayısına aldanmamak gerekir. Her kelimesi dolu, katmanlı cümleleriyle kitaba hakkını vererek okumak, üzerine düşünmek, vaktinizi alacaktır.
Dina Danon’un 2020’de Stanford University Press’ten yayımlanan kitabı “The Jews ofOttoman Izmir: A Modern History,” Seda Kutsal’ın Türkçe çevirisiyle “Osmanlı Dönemiİzmir Yahudileri: Modern Tarih” adıyla Monografi Yayınları tarafından 2024’te basıldı. Dina Danon, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında İzmir Yahudi toplumunun sosyal ve kültürel dönüşümünü ele alan kapsamlı doktora tezini kitaplaştırmıştır.
Kitabın öznesi olan kentimiz İzmir, zengin tarihsel ve kültürel mirası dolayısıyla 2 Ege’nin İncisi olarak anılır. Hem Türk hem Yunan millî tarih yazımında belirleyici bir yere sahip olmasından ötürü çoğunlukla bu iki milletin hikayeleri üzerinden eserler yazılmıştır. Yahudilerin geçmişi ise genellikle sinagoglar ve Sabetaycılık hikayeleri ile şehrin kozmopolitliğini çeşniler. Dina Danon’un kitabı, Henri Nahum ve Siren Bora’nın ardından İzmir Yahudileri özelinde Osmanlı tarihçiliğinde bu boşluğu doldurur: Kitap, modern tarih yazımında yeterince yer almamış olmasından yola çıkarak, İzmir Yahudilerinin deneyimlerini sınıf, kimlik ve modernleşme bağlamında incelemektedir.
“Osmanlı Dönemi İzmir Yahudileri,” öncelikle odaklandığı dönem bakımından önemlidir. Osmanlı tarihçiliğinde Yahudiler üzerine yapılan çalışmalar genellikle 16. yüzyılda yükselen sahil burjuvazisine odaklanırken, bu çalışma 19. yüzyıldaki toplumsal değişimlere ve toplum içinden yükselen farklı seslere ışık tutmaktadır.
Çalışmanın en önemli katkılarından biri, tekil bir “Yahudi toplumu” anlayışını kırmasıdır. Kitaba göre tek sesli bir gruptan bahsedemeyiz. Nitekim 19. yüzyılda belirginleşen toplumsal hareketlilik sırasında önemli kırılmalar görüyoruz. Örneğin, Karataş gibi mahallelerde eğitim kurumları farklılık göstermeye başlamış, bazı Yahudi çocuklarıHristiyan okullarına gitmiştir. Bu süreçte, toplumsal ayrışmaların nasıl şekillendiği dikkat çekicidir. Daha seküler bir eğitim anlayışı benimseyen Alyans okulları (Alliance Israélite Universelle) ve bu konudaki tartışmalar, dönemin entelektüelleri tarafından ele alınmıştır. Eğitim tercihleri, sadece dinî kimlik üzerinden değil, sınıfsal konumlanmalarla da şekillenmiştir.
Çalışmada kullanılan kaynaklar Osmanlı Yahudi toplumunda genellikle göz ardı edilen sınıfsal değişimleri ortaya koymaktadır. Örneğin, Shavat Ani’im (Yoksulların Feryâdı) gibi yayımlar, toplum içinde yoksulluk ve adaletsizlik hissiyatını güçlendirmiş ve bazı grupların kehillah’tan (cemaat yönetiminden) ayrılma isteğini pekiştirmiştir. Günümüze ulaşan kaynakların çoğu okuryazar kesime ait olduğu için yazılanların halkın genel düşüncesini ne ölçüde yansıttığı tartışmaya açıktır. Fakat Danon’un çalışması, kullandığı kaynaklar açısından yenilikçidir. Judeo-Espanyol belgeleri ve Solitreo el yazılarını incelemesi, İzmir Yahudilerinin özgün sesini bizlere duyurmaktadır. Bu tür kaynaklara dünya genelinde çok az akademisyen erişebilmekte, Türkiye’de ise bu yazılı kaynakları okuyan kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmemektedir.
Kitabın ana fikrini, yazarın şu cümlesi özetler: “İzmir’deki bir Yahudi hammalın ilerleme vizyonunun, Frenk Sokağı’ndaki Rum veya Ermeni tüccarlardan çok, Müslüman liman işçisi arkadaşlarınınkine daha yakın olması sadece mümkün değil, aynı zamanda muhtemeldir.
”Bu ifade, Osmanlı toplumunun homojen bir yapı olmadığını ve farklı grupların iç içe geçmiş sosyal, ekonomik ve sınıfsal ilişkiler içinde bulunduğunu gösteriyor. Günümüzde yaygın olan “tüm gayrimüslimler tüccardır” ve “tüm tüccarlar zengindir” gibi algılar, Osmanlı’daki ekonomik çeşitliliği tam olarak yansıtmamaktadır. Bu yanılgının büyük ölçüde hayatta kalma yanılgısı (survivorship bias) sonucu ortaya çıktığını söyleyebiliriz; çünkü elimizdeki tarihsel kaynaklar genellikle başarılı ve varlıklı kesimlere odaklanırken, daha alt sınıflara mensup gruplar göz ardı edilmiştir.
Dolayısıyla 19. yüzyıl Osmanlı toplumunu sadece “Müslümanlar” ve “gayrimüslimler” şeklinde gettolaştırmak, derinlemesine ve doğru analizler yapmayı zorlaştırır. Çünkü çoğu durumda, sınıfsal aidiyetler etnik ve dini kimliklerden daha belirleyici olabilir. Danon’un kitabı da tam olarak bu noktaya dikkat çekmektedir.
En nihayetinde dikkatimi çeken başka bir nokta Danon’un “Yahudi milleti” veya “Yahudi toplumu” yerine “kehillah”terimini kullanması oldu. Son dönemde Osmanlı “millet sistemi” teorisinin doğruluğu tartışılırken, bu önemli bir tercih. Yazarın özyönetim kavramınıkehillah terimi üzerinden ele alması, bir “millet sistemi”nden ziyade her cemaatin kendi özgün kimliği ve kaderi üzerine vurgu yapar. Tabii ki bu özyönetim bir yere kadar sınırlıdır; yazarın da belirttiği üzere Yahudi hukukunun nihai uygulayıcısı Osmanlı Devleti’dir.
Sonuç olarak, bu kitap İzmir Yahudi toplumunun tarihini ekonomik, toplumsal ve mekânsal bağlamlarıyla ele alarak, konuya yeni bir perspektif getirmektedir. Osmanlı tarihi, Yahudi tarihi ve kent sosyolojisi alanlarında çalışan akademisyenler için değerli bir kaynak olan bu eser, genel okuyucu için de önemli bilgiler sunmaktadır. Ancak uyarmalıyım ki kitap ağırlığından büyüktür, sayfa sayısına aldanmamak gerekir. Her kelimesi dolu, katmanlı cümleleriyle kitaba hakkını vererek okumak, üzerine düşünmek, vaktinizi alacaktır.
Paylaş: