Göç, Yahudiliğin şekillenmesinde tarih boyunca başat bir faktör oldu. Günümüzde sıklıkla iki ana grupla, Aşkenaz ve Sefarad, özdeşleştirilen Yahudiler için aslında bu ayrım farklı coğrafyalardaki kültürel etkileşimin ötesinde değil ve her iki kelime de Yahudilerin bulundukları coğrafyalara işaret eden, Yahudilerin kendilerinin yaptıkları tanımlamalar. 19.yüzyıldan itibaren, coğrafi ayrımın politik bağlamları inşa edilmeye başlandı. İsrail’in kurulmasından sonra ise Ella Shohat‘ın ifadesiyle “hayali bir topluluk olarak”, İsrail’e Müslümanların çoğunlukta olduğu topraklardan göç eden Yahudiler için “Mizrahi” tanımlaması icat edildi. Bu tanımlama İslam coğrafyalarından göç eden Yahudileri, “İsrailliler” olarak bir taraftan kolektif kimliğin bir parçası haline getirirken diğer taraftan da ötekileştirdi.
Aşkenazların İsrail kültürü, kurumları ve toplumsal yaşamı üzerindeki baskın konumu, Aşkenazlar dışında kalan Yahudileri ikincil konuma düşürdü, onların İsrail’e göç süreçlerini ve İsrail ile kurdukları bağları görünmez hale getirdi. Walter F. Weiker, Türkiyeli Sefarad Yahudilerle 1980lerde yaptığı alan araştırmasında Aşkenazlar ile Mizrahiler arasında “ortada bir grup” olarak Türkiyeli Sefaradları anlatırken Aşkenazlar tarafından dikilen ulusal kimlik elbisesinin, İsrail’e göç eden her Yahudi grubuna uymayabileceğini çok da eleştirel olmayan bir yolla göstermiş oldu. 1990 sonrasında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra göç eden Yahudilerin de etkisiyle, İsrail’de çok kültürlülük kavramı, erime potası politikasının yerini almaya başladı. 2000li yıllardan itibaren ise kültürleri, göç hikayeleri ve İsrail’e entegrasyon süreçleri gölgede kalmış Yahudiler akademik çalışmalara konu olmaya başladı.
Kendilerini Kürt Yahudileri olarak tanımlayan Irak’tan göç etmiş Yahudiler de gölgede kalmış halklardan birisi. Prof. Bahar Başer, Dr. Duygu Atlas, arkeolog Mesut Alp ve fotomuhabir Güliz Vural gölgede kalmış Kürdistan Yahudilerinin İsrail’e göçleri ve İsrail’de kurdukları yaşamın peşinde 5 yıldır çalışıyorlar. Çalışmalarının ilk meyvesi olarak sanal bir sergi açtılar. Kimlikler Arasında Bir Köprü: Kürdistan Yahudileri başlıklı sergileri ve yakında kitaba dönüşecek çalışmaları hakkında kendileriyle keyifli ve uzun bir röportaj yaptım. Röportajı üç bölümde yayınlayacağız. İlk bölümde araştırma grubunu tanıtacak, hakkında araştırma yapılan Kürdistan Yahudilerine dair giriş mahiyetinde bilgiler verecek ve projenin amaç ve kapsamına değineceğiz. İkinci bölümde İsrail’e göç etmiş olan Kürt Yahudilerinin kültürel ve toplumsal yaşamları ile ekonomik ve sosyal durumunu paylaşacağız. Son bölümde ise Kürt Yahudilerin hafızası ve gelecek perspektifleri hakkında bilgiler bulacaksınız.
Bu uzun girizgâh sonrasında kelamı İsrail’deki Kürt Yahudiler ile konuşan, hafızalarını paylaşmalarına aracılık eden, onlarla dans eden, yemek yiyen ve bu gölgede kalmış grubun hikayelerini anlamaya ve anlatmaya çalışan ekibe bırakıyorum.
Ekip fotoğrafı
“Kürdistan Anavatanları İsrail Ülkeleri”
A.Muzaffer Erol (AME) İlk olarak okurlarımız için kendinizi tanıtır mısınız?
Mesut Alp (MA): Eyvallah. Ben Mesut Alp. Mardin Nusaybinliyim. Orada doğdum, ilk ve orta öğretimi orada bitirdikten sonra Ege Üniversitesi’nde Önasya arkeolojisi okudum. Ondan sonra kazandığım çeşitli burslarla UCL’de ve Amerika’da konumla ilgili çalıştım. Bir süre Mardin Müzesi’nde görev aldıktan sonra 2017 başında Paris’e yerleştim. Arkeoloji mezunuyum ama bunun yanında aktif olarak sinema ve tiyatro senaryoları yazıyorum, çeşitli dergi ve gazetelerde de yazarlık yapıyorum.
Bahar Başer (BB): İngiltere’de Durham Üniversitesi’nde Ortadoğu ve İslam Çalışmaları Enstitüsü’nde profesörüm. Ortadoğu Siyasetinde Güncel Konular, Küreselleşme ve Diasporalar ve siyaset bilimi ve uluslararası ilişkilerde metodoloji üzerine dersler veriyorum. Doktoramı İtalya’da European University Institute’de yaptım. Çok uzun zaman Avrupa’da Kürt diasporasının nasıl mobilize olduğu üzerine çalıştım. Türkiye’de bu konuda yayınlanan bir kitabım da var. Son yıllarda da Irak Kürdistanı üzerine yoğunlaşmıştım. Öncelikle, 2003 sonrası Kürt diasporasının Irak Kürdistanı’na geri dönüşü ve kalkınma projelerine katkısı üzerine araştırmalar yaptım. Daha sonra toplumsal hafıza, post bellek, Anfal ve Halepçe katliamlarının çeşitli ülkelerde soykırım olarak kabul edilmesi ve bunun Irak Kürdistanı’na etkileri üzerine çalıştım. Son beş yıldır da Duygu ile beraber bu projede çalışıyoruz, Mesut ve Güliz de bir sene önce aramıza katıldı ve muhteşem bir takım oluşturduk. Son zamanlarda yaptığım en değerli çalışmalardan biri olarak görüyorum bu projeyi.
DA: Doktoram 2019 Tel Aviv Üniversitesi’nden. Türkiye ve İsrail arasında Türkiye Yahudileri başlıklı bir tez çalışmam var. Türkiye ve İsrail arasında kalma durumunu, arada kalma halini anlatan bir tez çalışmasıydı ama tarihsel bir geri plan da veriyordu tabii ki. Trakya Olayları‘ndan 1990’ların sonuna kadar olan süreci anlattım. Tezin ana amacı Türkiye Yahudilerini İsrail açısından, İsrail’in gözüyle ve İsrail kaynakları üzerinden okumaktı. Doktoradan sonra odak biraz değişti. Bahar ve Mesut ile çalışmaya başladıktan sonra son yıllarda Kürdistan Yahudileri üzerine çalışıyoruz. Kitabımızı bu yaz teslim edeceğiz ve İngilizce basılacak. Onun dışında Paris’te Kürt Enstitüsü’nde projemizin fiziksel sergisini açtık, bunu daha sonra Londra’ya ve İsrail’e de taşımak istiyoruz. Onun dışında, Onlyherstory adında kardeşim Derya Atlas ve Mesut ile beraber gerçekleştirdiğimiz, Türkiye’de “sıradan kadınların” hikayelerini anlattığımız bir projemiz de var. Ayrıca yine Mesut ile hazırladığımız ilk belgesel filmimiz bitmek üzere. O da kimlik ve aidiyet üzerine, benim hikayem üzerinden bir çalışma. İçinde çokça İsrail, Türkiye’de azınlık-çoğunluk ve İsrail’de azınlık-çoğunluk olma hikayeleri var.
Güliz Vural (GV): Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde fotoğraf okudum. En çok yapmak istediğim şey olan foto muhabirliğe okula girdiğim yıl başladım. Uzun yıllar birçok gazete ve dergide çalıştım. Foto muhabirliğim sırasında belgesel fotoğraf üzerine yoğunlaşmaya başladım. Aslında yapmak istediğim şeyin tamamen, haber fotoğraflarından daha uzun ömürlü olması nedeniyle, belgesel fotoğraf olduğunu anladım.
10-12 yıldır mültecilerle çalıyorum. Bu süreç Suriye iç savaşının patlak vermesi ile tamamen o yöne kaydı. Türkiye’ye göç eden Suriyelileri çalışmaya başladım. Onların sınırdan Türkiye’ye göçlerini, kaldıkları geçici evleri, insan kaçakçılarıyla anlaşıp nasıl Avrupa’ya göçtükleriyle ilgili görsel bir arşiv oluşturdum. Sözlerle anlatamayacağımız birçok şey vardır. Bunları fotoğrafla anlatmaya çalışıyorum. Ana konum artık göç oldu ve hep yalnız çalıştım projelerimi. İlk kez bir ekiple bir araya gelip göç üzerine çalıştım. Bu güzel ekibe ve projeye nasıl bir katkım oldu bilmiyorum, ama onların bana katkısı çok oldu.
AME: Röportajımıza konu olan etno-dinsel grubun adlandırılmasında farklılıklar olduğunu görüyoruz. Sizler birazdan ayrıntılarına gireceğimiz projenizde Kürdistan Yahudileri kavramını kullanıyorsunuz. Bu kavram dışında, çeşitli kaynaklarda Yahudi Kürtler, Kürt Yahudileri ve Kürtleşmiş Yahudiler kavramlarına rastlıyoruz. Bu farklı kavramlar arasındaki farklar nelerdir? Neden Kürdistan Yahudileri kavramını kullanmayı tercih ettiniz?
DA: Kimin kullandığına bağlı olarak, çok politik olarak kullanılabilecek kavramlar bunlar. Bizim “Kürdistan Yahudileri” dememizin sebebi, Kürdistan coğrafyasından gelen Kürtler olmaları ama İsrail’de Kürtlerin kendilerine sorduğunuz zaman, Kürt olduklarını ifade ediyorlar. Yani geldikleri yere ve kültürel geçmişlerine referans veriyor “Kürdistan Yahudileri” kavramı. O yüzden ben “Yahudi Kürtler” denmesinin de yanlış olmadığını düşünüyorum çünkü kendilerini bu şekilde de tanımlıyorlar. Türkiye’de bakıldığı zaman, Kürtlerde şöyle bir şey var, “Yahudi Kürt” diye bir şey olmaz çünkü etnik olarak Yahudilikte öyle bir şey yok demeye getiriyorlar. Biz de diyoruz ki aslında kültür, etnisiteden çok daha kuvvetli bir faktör burada. Bu insanlar Kürt kültürünün içinde yetiştikleri, Kürtleştikleri için de “Kürt” olarak tarif ediyorlar kendilerini. İsrail’de gelinen yer önemli bir şeydir, Yemenli misiniz, Iraklı mısınız, Faslı mısınız, yani insanın hangi “edda”dan geldiği. Kürtler için de Kürt olduklarını söylemek bu nedenle önemli. Biz hem Kürdistan Yahudilerini kullanıyoruz, hem de Kürt Yahudi’yi kullanıyoruz.
MA: Ben daha çok Kürt Yahudi’yi kullanıyorum.
BB: Duygu’nun söylediklerine katılıyorum. İlk başta hem projeyi hem de akademik makaleleri yazarken hangi kavramı kullanmam gerektiği konusunda zorlandım. Literatürde her türlü kombinasyonu görmek mümkündü çünkü. Kürt Yahudiler, Yahudi Kürtler, Kürdistan Yahudileri, Kürdistanlı Yahudiler, Kürdistan’dan gelen Yahudiler… Yaptığımız mülakatlarda Kürt kavramına göç öncesi ve göç sonrası yüklenen anlamların da değişebildiğini gördük. Mülakatlarda anılardan bahsediyoruz ve görüşmecilerimiz “Kürtler şunu yapıyordu”, “Kürtler böyle yapıyordu” gibi ifadeler kullandılar. Yani onlar Kürdistan coğrafyasında yaşarken, kendilerini Yahudi olarak tanımlıyordu ve komşuları Kürtlerdi, ama göç ettikten sonra “Kürt Yahudiler” oldular. Benim röportajlardan anladığım buydu. O yüzden bir kavram karmaşası mutlaka var ama biz Yona Sabar‘ın çalışmalarından da esinlenerek sonra Kurdistani Jews, Kürdistanlı Yahudiler kavramına odaklandık.
MA: Bir Kürt olarak bakacağım şimdi olaya. Bizim coğrafyada mesela İdil’e giderseniz, Hakkari, Şırnak taraflarında, şehrin dışında herhangi bir Süryani ya da Keldani ya da Nasturi köyüne giderseniz, İncillerin hepsi Aramice yazılmıştır. Okuduğunuzda Kürtçe çıkar ve konuşurlarken de Süryani olmalarına rağmen, Keldani olmalarına rağmen, “dilimiz Kürtçe” diye cümleye başlarlar. Yani burada kendilerini yaşadıkları coğrafyaya ait hissetme var, ama bir yandan da bir sorun gerçekleştiğinde onlar için Müslüman eşittir Kürt. Yani Yahudi’nin, “Kürtler böyle yapıyor” dediği aslında “Müslüman böyle yapıyor”du. Bir de Türkiye’de çok enteresan bir şey var. Yani insanlar, mesela ben bununla ilgili videolar çektiğimde, “sen Siyonistsin”, “sen Mossad ajanısın”, “Kürt’den Yahudi mi olur” falan diyorlar. Bunun temel nedeni ezber bir tarih okuyuculuğumuzun olması.
Anadolu coğrafyasındaki Bektaşilikten Aleviliğe bakarsanız, etnik soy üzerinden Aleviliğin belli bir forma girmesi neredeyse Rafizi olarak tanımlamalarından bin yıl sonra gerçekleşiyor yani 18.,19. yüzyıla kadar herkes Bektaşi olabiliyor, halen de olabiliyor. Ama ne hikmetse 1828’den sonra bakıyorsunuz birden bire çember daralıyor ve etnik bir soy üzerinden ele alınmaya başlıyor. Yahudiliği de biz böyle bu çerçevede ele alıyoruz. Sanki Yahudilik, İbrahim Urfa’dan çıktı Yahudilik etnik bir din oldu. Bu çerçevede bakarsanız dünyada şu anda Yahudi diye bir etnisitenin de olmaması lazım. Mümkün değil, var olamazsınız, ayakta duramazsınız. Belli ki bu hikaye 3 – 4. Yüzyılda Tevrat yazıcılığı üzerinden biraz şekle şemale giriyor.O sürece kadar, gerek milattan önce 8. yüzyılda gerekse milattan önce 6. yüzyılda Kürt veya Kürtlerin atası olarak kabul edeceğimiz etnisitenin, Yahudi veya İbrani cemaati ile çok net çatışma üzerinden de özgürlüklerini ele alma üzerinden de ilişkileri olduğunu biliyoruz. Bundan dolayı Kürtleri yani Kürdistan Yahudilerini ben hem Kürt Yahudi olarak da ele alıyorum hem Kürdistani Yahudiler olarak da ele alıyorum. Neden? Görüşmecilerimizden birisi olan Varda, eğer İsrail’e gittikten sonra İbranice-Aramice sözlüğü bir Kürt Yahudi olarak yazıyorsa, Aramiceyi halen bir yerinde saklıyorsa bu kişiyi %100 Kürt olarak kabul edemem yani. Bu manada Kürdistan Yahudileri hepsini kapsayıcı bir kavram ama benim konuştuğum ve arkadaşlarla beraber konuştuğumuz herkes net bir şekilde kendisini Kürt olarak tanımlıyor ama Kürtler üzerine konuştuğunda da kastettiği aslında Müslümanlık bir yerde.
Gabi Laron, 1980 - “Kudüs, Kürt mahallesi (barakalar)” - Gabi Laron Koleksiyonu, İsrail Ulusal Kütüphanesi
DA: Yani insanlar çok net kategorileri ayırıp, hatta bazen ırkçı diyebileceğimiz bir şekilde bakmak istiyorlar Türkiye’de. Kimlik ve aidiyet, kan, etnisite vs üzerinden tanımlanabilecek bir şey değil, yaşadığımız coğrafya ve kültür çok daha baskın faktörler. Bu cemaatler Kürdistan’da Yahudi cemaatleri olarak yaşıyorlardı. Binlerce yıldır o coğrafyada yaşamaları sebebiyle yemeklerinden kıyafetlerine kadar Kürtleştiler ve İsrail’e geldiklerinde de İsrail’in domestik arenasında geldikleri yerler itibariyle kendilerini Kürt diye ifade ediyorlar, tanımlıyorlar.
BB: Kesinlikle. Kendilerini mesela Araplardan, Arap Yahudilerden ayrıştırıyorlar. Yani Irak kontekstinde bile Bağdat’tan gelenlerden farklı görüyorlar kendilerini. Röportajlar sırasında Mesut’la tanıştıkları anda o yüzlerindeki o duyguyu gözlerinin dolmasını, bildikleri 3 -5 Kürtçe kelimeyi söyleyip, Mesut’la orada tekrar ortak bir kimlikte buluşmalarını defalarca gözlemledim. Kürtlüğe dair kendi benliklerinde bir şeyler vardı ve Mesut ile tanıştıklarında sembolik de olsa öncelenen bir kimlik çıkıyordu ortaya.
AME: İsrail’deki İbranice tanımlama nedir?
DA: Birisiyle konuştuğunuz zaman, mesela pazarda alışveriş yapıyoruz diyelim, soruyorlar “sen neredensin?”. Mesut da diyor ki “ben Kürdüm”, o da diyor ki “ben de Kürdüm. Yani Kürdistan Yahudisi falan değil. Kürdistan Yahudisi kavramını kullanmıyor, Kürdüz diyorlar. Konuya girdiğiniz zaman, Kürdistan’ın neresinden geldiğini sorduğumuzda, o zaman diyorlar ki işte abc yerinden geldi ama kendilerini tanımlama biçimleri “Kürt”.
AME: Görüşmecileriniz hangi ülkelerden İsrail’e göç etmişler?
DA: Bizim daha çok Irak Kürtleri ile konuşma fırsatımız oldu çünkü en büyük grup onlar. Burada tarihsel gelişmelerin de çok büyük etkisi var, çünkü mesela İran Kürtleri, Irak Kürtlerine göre çok daha kötü muamele görüyorlar. Yahudiyseniz Kürdistan coğrafyasında yaşadığınız yerin çok büyük önemi var yani sadece ülke değil aynı coğrafyanın neresinden geldiğiniz de önemli. Mesela köyde mi yoksa şehire yakın bir yerde mi yaşanıyor ya da döneme göre değişiyor, başınızda hangi ağanın olduğuna göre değişiyor. O yüzden deneyimleri etkileyen aslında çok fazla faktör var. Ama mesela çok uzun süre Kürdistan coğrafyasındaki Yahudilerin dini ziyaretlerini gerçekleştirebildiklerini, dini kutlamalarını yapabildiklerini biliyoruz. Yani oradaki hayatlarında hem dönemsel şiddet hem de kabul edilmişlik var. İsrail’e bakıldığında, Urmiye bölgesinden gelenler Nash Didanlar kendilerini tamamen farklı bir grup olarak görüyorlar. Zaho ile Erbil arasında farklar var. Yani geldikleri yere göre gruplar arasında farklar var.
AME: Mayıs 2023’te İsrail’de yaptığınız saha çalışmalarının bir ürünü olarak Bridging Identities, The Culture of Kurdistani Jews online sergisini açtınız. Bu proje fikri nasıl ortaya çıktı, amaçları, kapsamı hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?
BB: Bu fikir ilk başta benim küçük bir bursa başvurmamla ortaya çıktı. 2017 yılında Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi bağımsızlık referandumu sürecinde bağımsızlığı açıkça destekleyen tek ülke İsrail’di. Bunun dışında Kürdistan’ın komşularının hem de uluslararası komünitenin bağımsızlığı kabul etmeyeceği ve Kürdistan’ı çok zor duruma sokacağı belli olmuştu. O sırada İsrail’deki Kürdistanlı Yahudiler Kudüs’te destek yürüyüşleri düzenliyorlardı. Diğer taraftan Kürdistan’da gerçekleştirilen yürüyüşlerde de İsrail bayrağının açıldığı anlar olmuştu. Bu yönden ilgimi çekti, daha önce bu konuyu çalışmamıştım, ama çok uzun yıllar Kürt diasporası çalışmıştım. Kürtler Türkiye’den çıkıyorlar ve demokratik ülkelerde kendilerini ifade etme şansı buluyorlar ve oradan Türkiye’deki insan hakları ihlallerini dünyaya duyurabiliyorlar. “Kürtler haklarını nasıl arıyorlar?” sorusunu hep Avrupa üzerinden ve biraz da neoliberal perspektiften çalışmıştım. Avrupa’dan başka bir yerde Kürt mobilizasyonun nasıl olduğu çok da araştırılmış bir konu değildi, bunun çok ilginç bir araştırma konusu olacağını düşündüm. Kendimi de yeni bir konuyla sınamam ve geliştirmem için bir fırsat doğdu. Yani İsrail’de Kürtler bir lobi kurabiliyorlar mı? Bir araya gelip İsrail’in ya da Kürdistan’ın siyasi kararlarını etkileyebiliyorlar mı? Bu sorularla ve akademik merakla konuya girmiştim, ama araştırma başlayınca çok daha farklı bir şey gördüm. Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkilerden sosyolojiye kayan bir çalışma oldu. Bu noktada İbranice bilmediğim için zorlanmaya başladım. Her ne kadar çevirmenle çalışsam da kendimi bir türlü alana ait hissedemedim. O sırada Duygu ile tanıştım ve bu çalışmayı kesinlikle Duygu ile beraber yapmalıyım diye düşündüm çünkü o da uzun yıllar bu konularda kafa yormuştu. Entellektüel olarak da çok güzel bir yerde buluştuk diye düşünüyorum. 2018-2019 yıllarından itibaren birlikte çalışmaya başladık. 2019 yılında ilk alan çalışmamızı ve mülakatları gerçekleştirdik. İlk projenin sonucunda Duygu ile bir makale yazdık. Bu konuda belki de alanda yazılmış ilk makaleydi ve çok büyük ilgi gördü. Daha sonra, 2021 yılında tekrar bir projeye başvurduk. 2021 yılında yine çok küçük bir fon alarak bu kez Güliz’i ve Mesut’u da projemize dahil ederek, akademinin dışında da etkisi olan bir proje yapmaya çalıştık.
DA: Çok güzel özetledi Bahar. Gerçekten de süreç böyle gelişti ve alan çalışmasının başlamasıyla birlikte projemiz sosyolojik bir yere kaydı. İnsanların hem göç hikayelerini dinledik, hem de Kürt kimliğini nasıl muhafaza ettiklerini ve sonraki nesillere nasıl aktardıklarını anlamayı amaçladık.Tabii bunu yaparken de birçok yerde Kürt restorantlarında yemek yedik, dans derslerine katıldık, sanatçılarla buluştuk vesaire. Mesut’un bir Kürt olarak yanımızda olması ve onu gözlemlemek de bizim projeye ayrıca bir değer kattı.
AME:Mesut, bir Kürt olarak senin için projenin anlamı neydi?
MA: Benim için inanılmaz bir içime dönme araştırmasıydı. Ben üniversite yıllarımdan beri dinler tarihi, kültürler, Kürtlerin farklı yapıları, ağızları, lehçeleri üzerine çalışırken hep o bölgeye gider, orada kalırdım. Mesela Aleviliği çalışırken gider Elbistan’da, köylerde yatar kalkardım. Bagok Dağları’nın, Tur Abdin’in en ücra manastırına giderdim. Rahiplerle, papazlarla çok yakın dostluklar kurardım ama Kürdistan Yahudileri ve Kürt Yahudileriyle ilgili böyle bir fırsatım hiç olmadı. Sadece Duygu ile Rıfat Bali’nin kitabına Mardin Yahudilerini yazmıştık, ama hep bu hikayelerle büyüdüm.
Çocukluğumda mesela “Heci Gürci” denilen birisi vardı, ona “hacı” derlerdi. Kipayı müslümanların takkesiyle aynı görüyorlardı. Ötekileştirici veya dışlayıcı bir dil kullanmadan bizden biri gibi bahsedilirdi. Daha sonra eniştem, anneannesinin Yahudi olduğunu, eski Yahudi mahallesinde seyyar kuyumcu olduğunu söyledi. Mesela annesi Müslüman teyzeleri Yahudi. İki hafta sonra tekrar İsrail’e gideceğim, telefon numaralarını aldım, bu gidişimde onun teyzelerini arayacağım. Nusaybin’de böyle birçok ailemiz var bu arada. Bu proje sayesinde bu hikayelere, bu insanlara dokunma şansı buldum. Hatta tesadüfen Duygu ve Bahar’ın çok sevdiği Azura’da yemek yerken oradakiler bana Kamışlılı birisini gösterdiler. Ben de Kürtçe konuşmaya çalıştım. Kürtçe bilmiyorum Arapça biliyorum dedi. Biz de Arapça konuştuk. Arapça konuştuğumda ikinci cümleden sonra Gürci’ye ulaştım çünkü Gürci’yi bir motif olarak biliyoruz. Esad ailesinin elinden Yahudileri Nusaybin’e kaçırıyor oradan İsrail’e aliyah yapmalarına vesile oluyor. Neyse, onlarla tanışıp onlara dokunduktan sonra benim için yeni bir kapı açıldı.
Zion tepesinde Meryem’in göğe yükseldiği kilisede, Hristiyan Kürt olarak kendini tanıtan birisiyle sohbet ettiğimizde adam şok geçirmişti. Kerboran diye bir yer söylersem ne anlarsın ki? Küçücük bir köy. Kerboran dediği yer Mardin Dargeçit. 1915-20’leri bir de ondan dinledim, çünkü kendisini Kürt olarak tanımladı ama Yahudilerin Kürtçe konuşmayıp, Küdistan coğrafyasında olmayıp, kendilerini Kürt olarak tanımlamaları benim için çok ilginç bir sondajdı. Kendime dair de ilginç bir sondajdı. Korudukları birçok geleneğin de aslında ne kadar arkaik olduğunu fark ettim, çünkü Ezidilik üzerine çalışırken de bunu fark ediyordum. Mesela Ezidi mitolojisi çok arkaik Kürt mitolojisidir. En az 700-800 yıldır içe kapanmış, saldırılardan korumak için dağlara çekilmiş bir topluluğu düşünün ve bu ister istemez daha az asimilasyona ve daha çok içine kapanmaya vesile oluyor. Yahudilerde de bunu gördüm. Örneğin, dans kursuna gittiğimizde 15-20 tane farklı oyun oynadılar. Bizim düğünlerde en fazla 3 tane oyun oynanır ama orada 15 tane farklı oyun oynuyorlardı. 15 oyunun hepsini, hepsi biliyordu. Kendi aralarında sağ olsunlar, Kürt olduklarını da ispatladılar, birbirlerinden ayrı, birlik olmayan bir taraflarını da gördüm. Mesela tanıdıklarımızdan birisi, diğer tanıdığımızı “gerçek Kürt” olarak kabul etmiyordu.
DA: Evet onlarda da “ne kadar Kürtsün” meselesi var. Anne ya da babadan bir taraf değilse tam Kürt değil yarı Kürtsün gibi.
Mesut Alp, 2023Rishon Letsion'da bir Kürt dans dersinden sahne
Boris Carmi“Yukarı Celile'deki Elkoş köyünde yaşayan Kürt kökenliler”
Meitar Koleksiyonu, Pritzker Ailesi Ulusal Fotoğraf Koleksiyonu, İsrail Ulusal Kütüphanesi
GV: Asimile olmuş bir Kürt olarak projeye dahil olmak beni oldukça tedirgin etti çünkü hep kaçtım bu konudan. Annem ve babam aynı köyde büyümüş ve çok küçük yaşlarda Adıyaman’ı terk etmek zorunda kalmış, ana dilleri Kürtçe olan insanlar. Ana dilleri yüzünden o kadar çok acı çekmişler ki çocuklarına asla Kürtçeyi öğretmemeye karar vermişler. Ben çok genç yaşlarda diksiyon dersleri alıp Türkçeyi hep daha iyi konuşmaya, kelimelerde vurgu nerede olmalı, nasıl daha doğru telaffuz edilir diye çalıştım. Oysaki uzun yıllar sonra bunun bana ne kadar acı verdiği gerçeğiyle yüzleştim. Tamamen sistemin istediği bir şekilde asimile olmuştum. Bunu farketmem artık hiçbir şeyi değiştiremezdi. Neden hep göç kavramı üzerinde durduğum aslında bilinçaltımın bir yansımasıydı. Aslında yaşadığım ülkede bir göçmendim. Bahar bu projeden bahsettiğinde hem çok heyecanlandım hem de çok tedirgin oldum. Artık yüzleşmeliydim bu meseleyle çünkü ben bu coğrafyada kalarak kendimi koruyamamıştım. Onlar göç ederek kendini koruyabilmişti. Yarım ağızla, sesim içine kaçarak söyleyebildiğim “ben de Kürdüm” cümlesi içimde feci patlamalara yol açmıştı. Onlarla gurur duyarken kendimden utanmama sebep oldu.
Çok yakın olduğum fotoğrafçı Türk arkadaşlarım bu konularda çalışıyorlardı. Onlarda yarattığı heyecanı gördüm. Ben önce içimdeki yaraya pansuman yapmalıydım. Bu proje benim için o malzemeleri alıp o yarayı tedavi edip edemeyeceğimi sorgulamama neden oldu. Bu topraklarda benim gibi yüzbinlerce insanın olduğunu biliyorum. İyileşme sürecindeyim. İsrail Devleti’nin onların Kürt olmalarından gurur duyması, dillerini ve kültürlerini özgürce yaşamaları, bu konuda herhangi bir engele takılmamaları bu projede en çok ilgimi çeken şey oldu. “Bu göç 2-3 kuşak sonra bir travma yaratmış mı?” sorusu da en çok merak ettiğim konulardan birisiydi.
Yehuda Ben Yosef: Siyasetçi Yehuda Ben Yosef İsrail'deki Kürt toplumunun lideridir. İki halk arasında daha yakın bağlar kurulmasını savunan Yosef, sık sık televizyon ve yazılı basında yer almaktadır. Fotoğraf: Mesut Alp
AME: Görünen o ki ekibin her üyesinin geçmişi, kimliği projeye farklı bir perspektif katmış. Görüşmecileriniz sizleri nasıl karşıladı? Alanda ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
BB: Ekip olarak müthiş bir uyumumuz vardı, çok eğlendik. Hepimiz farklı bir yerden geliyorduk ama bu projeye kalbimizi koymuştuk. Duygu uzun zamandır İsrail’de yaşayan Türk bir tarihçi. Ben ise uzun zamandır Kürt meselesini zorunlu göç ve diaspora perspektifinden çalışan ve İsrail ile ilgili daha önce bir çalışması olmayan Türk bir araştırmacıyım. Mesut ve Güliz’in Türkiye’yi deneyimleme tecrübeleri farklı. Mesut daha önce Kürdistan Yahudileri ile çalışmışken, Güliz ilk defa böyle bir tecrübe yaşadı. Hepimizin projeye değişik katkıları oldu. Ben daha çok teorik açıdan gözlemlerimizi nasıl yorumlarız diye düşünüyordum. Duygu İsrail’deki sosyolojik durumu ve tarihsel arkaplanı analiz ediyordu. Güliz’in daha önceki profesyonel belgeselcilik ve fotoğrafçılık becerileri projeye çok şey kattı. Geceleri 3 yaşında olan kızımın da dahil olduğu ekip toplantılarında ufkumuzu açan uzun sohbetler yaptik. Her fotoğrafın arkasında saatlerce kafa yorduğumuz sorular ve tartışmalar var aslında.
Biz Duygu ile akademisyen olarak çok sağlam bir akademik çalışma yapabilirdik ama Mesutsuz bu proje böyle olmazdı. Bunun altını çizmek istiyorum, çünkü Mesut’un odaya girdiğinde odanın havasının mülakatları nasıl değiştirdiğini, insanların yüzünde güneş doğmuş gibi bir gülümseme yaratması, benim açımdan çok ilginç bir gözlemdi. Duygu ve ben onlara değer verdik, o insanların hikayelerini anlattığımız için çok da değer gördük ama Mesut’un bir Kürt olarak orada bulunması sanki onlar için geçmişe bir yolculuk gibi oldu, ulus ötesi bağın bir anda gözümüzün önünde sihirli bir şekilde belirmesi gibiydi.
DA: Kürdistan’dan birinin İsrail’e gelmiş olması “çok önemli bir misafirimiz var” duygusu yarattı onlarda.
AME: Online serginin kamera arkası videosunun sonunda, Mesut’un Kürtçe konuşmasına şaşıran ve sevinen yaşlı adamda çok net görülüyor bu duygu.
MA: O kişi anlamını bilmeden çok eski bir türkü söyledi, bizim anlamını bilmeden namaz kılmamız gibi. Anlamını bilmiyorum ezbere söylüyorum dedi.
BB: Diğer taraftan o zaman 3 yaşında olan kızım da vardı alan çalışmamızda. Çocuklu bir şekilde gitmek de insanların bize bakış açılarını değiştirdi. Bazen sempati yarattı mülakatlarımızı gerçekleştirirken. Özellikle halay kurslarında kızımın da büyük bir şevkle derslere katılması, güven hissi yaratmamızda büyük bir rol oynadı. Ama dışı sizi içi beni… Zorluklarından bahsetmeyeyim.
GV: Galiba projede en çok zorlanan ben oldum. Normalde de içine kapanık biriyken iyice içime kapanmama sebep oldu. Gözleri parlayarak, heyecanla Kürt olduğunu söyleyen bir sürü insan vardı karşımızda. Buna alışık değildim, kültürlerinden ve dillerinden gurur duyarak anlatan bir kitleye. Gerçekten çok şaşkındım. Kürt böreğine Kürt böreği diyemeyen bir toplumdan geliyordum. Yıllarca kimliksiz yaşamış biriydim, bir yere ait olamamış biri olarak onların aidiyeti, o duygunun insanı zihinsel olarak ne kadar sağlıklı bireyler yaptığını gördüm. Asimilasyonun insanlarda nasıl onarılmaz yaralar açtığını anladım.
Londra’da yaptığımız bir mülakatta anneannesinin Kürt olduğunu öğrenip kendi çabalarıyla kimliğine sahip çıkmaya çalışan bir gençle tanıştık. Sanırım bunlar benim için çok fazlaydı. Proje boyunca hep bir hesaplaşma içerisindeydim. O karmaşık duyguyu, bu rahatsızlığı önce anlayamadım. Bahar’ın güvenli kollarında ağladım. Şimdi buradan bakınca daha iyi anlayabiliyorum. Bu projeye başlamam bana birçok şey kattığı gibi birçok şeyi de içimden koparmıştı.
BB: Belki şunu da eklemek gerekir; biz projeyi yaparken hiç kimseyi mutlu edemedik. Bir think tank ile webinarımız vardı örneğin, organizatörlerden “neden hiçbiri Yahudi değil”, “ne gibi bir ajandanız var” gibi yorumlar geldi. Ben Türk olduğum için sürekli sorgulanıyorum bu konuları çalışırken, alıştım artık. Hep şüpheci yaklaşımlara maruz kaldık. Hep bir gizli ajanda sorgulaması var. Ortadoğu siyasetiyle ilgili ne çalışırşanız çalışın bu hep olacak. Tek söyleyebileceğim, hepimiz kalbimizi koyarak gerçekleştirdik bu projeyi.
Kapak fotoğrafı: Büyükanne Zarifa ve üç kızı Sara, Osnat ve Miriam, 1928 civarıö Eti Feller Aile Albümü
Röportajın ikinci bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.
Röportajın üçüncü ve son bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.
Göç, Yahudiliğin şekillenmesinde tarih boyunca başat bir faktör oldu. Günümüzde sıklıkla iki ana grupla, Aşkenaz ve Sefarad, özdeşleştirilen Yahudiler için aslında bu ayrım farklı coğrafyalardaki kültürel etkileşimin ötesinde değil ve her iki kelime de Yahudilerin bulundukları coğrafyalara işaret eden, Yahudilerin kendilerinin yaptıkları tanımlamalar. 19.yüzyıldan itibaren, coğrafi ayrımın politik bağlamları inşa edilmeye başlandı. İsrail’in kurulmasından sonra ise Ella Shohat‘ın ifadesiyle “hayali bir topluluk olarak”, İsrail’e Müslümanların çoğunlukta olduğu topraklardan göç eden Yahudiler için “Mizrahi” tanımlaması icat edildi. Bu tanımlama İslam coğrafyalarından göç eden Yahudileri, “İsrailliler” olarak bir taraftan kolektif kimliğin bir parçası haline getirirken diğer taraftan da ötekileştirdi.
Aşkenazların İsrail kültürü, kurumları ve toplumsal yaşamı üzerindeki baskın konumu, Aşkenazlar dışında kalan Yahudileri ikincil konuma düşürdü, onların İsrail’e göç süreçlerini ve İsrail ile kurdukları bağları görünmez hale getirdi. Walter F. Weiker, Türkiyeli Sefarad Yahudilerle 1980lerde yaptığı alan araştırmasında Aşkenazlar ile Mizrahiler arasında “ortada bir grup” olarak Türkiyeli Sefaradları anlatırken Aşkenazlar tarafından dikilen ulusal kimlik elbisesinin, İsrail’e göç eden her Yahudi grubuna uymayabileceğini çok da eleştirel olmayan bir yolla göstermiş oldu. 1990 sonrasında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra göç eden Yahudilerin de etkisiyle, İsrail’de çok kültürlülük kavramı, erime potası politikasının yerini almaya başladı. 2000li yıllardan itibaren ise kültürleri, göç hikayeleri ve İsrail’e entegrasyon süreçleri gölgede kalmış Yahudiler akademik çalışmalara konu olmaya başladı.
Kendilerini Kürt Yahudileri olarak tanımlayan Irak’tan göç etmiş Yahudiler de gölgede kalmış halklardan birisi. Prof. Bahar Başer, Dr. Duygu Atlas, arkeolog Mesut Alp ve fotomuhabir Güliz Vural gölgede kalmış Kürdistan Yahudilerinin İsrail’e göçleri ve İsrail’de kurdukları yaşamın peşinde 5 yıldır çalışıyorlar. Çalışmalarının ilk meyvesi olarak sanal bir sergi açtılar. Kimlikler Arasında Bir Köprü: Kürdistan Yahudileri başlıklı sergileri ve yakında kitaba dönüşecek çalışmaları hakkında kendileriyle keyifli ve uzun bir röportaj yaptım. Röportajı üç bölümde yayınlayacağız. İlk bölümde araştırma grubunu tanıtacak, hakkında araştırma yapılan Kürdistan Yahudilerine dair giriş mahiyetinde bilgiler verecek ve projenin amaç ve kapsamına değineceğiz. İkinci bölümde İsrail’e göç etmiş olan Kürt Yahudilerinin kültürel ve toplumsal yaşamları ile ekonomik ve sosyal durumunu paylaşacağız. Son bölümde ise Kürt Yahudilerin hafızası ve gelecek perspektifleri hakkında bilgiler bulacaksınız.
Bu uzun girizgâh sonrasında kelamı İsrail’deki Kürt Yahudiler ile konuşan, hafızalarını paylaşmalarına aracılık eden, onlarla dans eden, yemek yiyen ve bu gölgede kalmış grubun hikayelerini anlamaya ve anlatmaya çalışan ekibe bırakıyorum.
“Kürdistan Anavatanları İsrail Ülkeleri”
A.Muzaffer Erol (AME) İlk olarak okurlarımız için kendinizi tanıtır mısınız?
Duygu Atlas (DA): Pozitif ayrımcılık yapalım. Seninle başlayalım Mesut.
Mesut Alp (MA): Eyvallah. Ben Mesut Alp. Mardin Nusaybinliyim. Orada doğdum, ilk ve orta öğretimi orada bitirdikten sonra Ege Üniversitesi’nde Önasya arkeolojisi okudum. Ondan sonra kazandığım çeşitli burslarla UCL’de ve Amerika’da konumla ilgili çalıştım. Bir süre Mardin Müzesi’nde görev aldıktan sonra 2017 başında Paris’e yerleştim. Arkeoloji mezunuyum ama bunun yanında aktif olarak sinema ve tiyatro senaryoları yazıyorum, çeşitli dergi ve gazetelerde de yazarlık yapıyorum.
Bahar Başer (BB): İngiltere’de Durham Üniversitesi’nde Ortadoğu ve İslam Çalışmaları Enstitüsü’nde profesörüm. Ortadoğu Siyasetinde Güncel Konular, Küreselleşme ve Diasporalar ve siyaset bilimi ve uluslararası ilişkilerde metodoloji üzerine dersler veriyorum. Doktoramı İtalya’da European University Institute’de yaptım. Çok uzun zaman Avrupa’da Kürt diasporasının nasıl mobilize olduğu üzerine çalıştım. Türkiye’de bu konuda yayınlanan bir kitabım da var. Son yıllarda da Irak Kürdistanı üzerine yoğunlaşmıştım. Öncelikle, 2003 sonrası Kürt diasporasının Irak Kürdistanı’na geri dönüşü ve kalkınma projelerine katkısı üzerine araştırmalar yaptım. Daha sonra toplumsal hafıza, post bellek, Anfal ve Halepçe katliamlarının çeşitli ülkelerde soykırım olarak kabul edilmesi ve bunun Irak Kürdistanı’na etkileri üzerine çalıştım. Son beş yıldır da Duygu ile beraber bu projede çalışıyoruz, Mesut ve Güliz de bir sene önce aramıza katıldı ve muhteşem bir takım oluşturduk. Son zamanlarda yaptığım en değerli çalışmalardan biri olarak görüyorum bu projeyi.
DA: Doktoram 2019 Tel Aviv Üniversitesi’nden. Türkiye ve İsrail arasında Türkiye Yahudileri başlıklı bir tez çalışmam var. Türkiye ve İsrail arasında kalma durumunu, arada kalma halini anlatan bir tez çalışmasıydı ama tarihsel bir geri plan da veriyordu tabii ki. Trakya Olayları‘ndan 1990’ların sonuna kadar olan süreci anlattım. Tezin ana amacı Türkiye Yahudilerini İsrail açısından, İsrail’in gözüyle ve İsrail kaynakları üzerinden okumaktı. Doktoradan sonra odak biraz değişti. Bahar ve Mesut ile çalışmaya başladıktan sonra son yıllarda Kürdistan Yahudileri üzerine çalışıyoruz. Kitabımızı bu yaz teslim edeceğiz ve İngilizce basılacak. Onun dışında Paris’te Kürt Enstitüsü’nde projemizin fiziksel sergisini açtık, bunu daha sonra Londra’ya ve İsrail’e de taşımak istiyoruz. Onun dışında, Onlyherstory adında kardeşim Derya Atlas ve Mesut ile beraber gerçekleştirdiğimiz, Türkiye’de “sıradan kadınların” hikayelerini anlattığımız bir projemiz de var. Ayrıca yine Mesut ile hazırladığımız ilk belgesel filmimiz bitmek üzere. O da kimlik ve aidiyet üzerine, benim hikayem üzerinden bir çalışma. İçinde çokça İsrail, Türkiye’de azınlık-çoğunluk ve İsrail’de azınlık-çoğunluk olma hikayeleri var.
Güliz Vural (GV): Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde fotoğraf okudum. En çok yapmak istediğim şey olan foto muhabirliğe okula girdiğim yıl başladım. Uzun yıllar birçok gazete ve dergide çalıştım. Foto muhabirliğim sırasında belgesel fotoğraf üzerine yoğunlaşmaya başladım. Aslında yapmak istediğim şeyin tamamen, haber fotoğraflarından daha uzun ömürlü olması nedeniyle, belgesel fotoğraf olduğunu anladım.
10-12 yıldır mültecilerle çalıyorum. Bu süreç Suriye iç savaşının patlak vermesi ile tamamen o yöne kaydı. Türkiye’ye göç eden Suriyelileri çalışmaya başladım. Onların sınırdan Türkiye’ye göçlerini, kaldıkları geçici evleri, insan kaçakçılarıyla anlaşıp nasıl Avrupa’ya göçtükleriyle ilgili görsel bir arşiv oluşturdum. Sözlerle anlatamayacağımız birçok şey vardır. Bunları fotoğrafla anlatmaya çalışıyorum. Ana konum artık göç oldu ve hep yalnız çalıştım projelerimi. İlk kez bir ekiple bir araya gelip göç üzerine çalıştım. Bu güzel ekibe ve projeye nasıl bir katkım oldu bilmiyorum, ama onların bana katkısı çok oldu.
AME: Röportajımıza konu olan etno-dinsel grubun adlandırılmasında farklılıklar olduğunu görüyoruz. Sizler birazdan ayrıntılarına gireceğimiz projenizde Kürdistan Yahudileri kavramını kullanıyorsunuz. Bu kavram dışında, çeşitli kaynaklarda Yahudi Kürtler, Kürt Yahudileri ve Kürtleşmiş Yahudiler kavramlarına rastlıyoruz. Bu farklı kavramlar arasındaki farklar nelerdir? Neden Kürdistan Yahudileri kavramını kullanmayı tercih ettiniz?
DA: Kimin kullandığına bağlı olarak, çok politik olarak kullanılabilecek kavramlar bunlar. Bizim “Kürdistan Yahudileri” dememizin sebebi, Kürdistan coğrafyasından gelen Kürtler olmaları ama İsrail’de Kürtlerin kendilerine sorduğunuz zaman, Kürt olduklarını ifade ediyorlar. Yani geldikleri yere ve kültürel geçmişlerine referans veriyor “Kürdistan Yahudileri” kavramı. O yüzden ben “Yahudi Kürtler” denmesinin de yanlış olmadığını düşünüyorum çünkü kendilerini bu şekilde de tanımlıyorlar. Türkiye’de bakıldığı zaman, Kürtlerde şöyle bir şey var, “Yahudi Kürt” diye bir şey olmaz çünkü etnik olarak Yahudilikte öyle bir şey yok demeye getiriyorlar. Biz de diyoruz ki aslında kültür, etnisiteden çok daha kuvvetli bir faktör burada. Bu insanlar Kürt kültürünün içinde yetiştikleri, Kürtleştikleri için de “Kürt” olarak tarif ediyorlar kendilerini. İsrail’de gelinen yer önemli bir şeydir, Yemenli misiniz, Iraklı mısınız, Faslı mısınız, yani insanın hangi “edda”dan geldiği. Kürtler için de Kürt olduklarını söylemek bu nedenle önemli. Biz hem Kürdistan Yahudilerini kullanıyoruz, hem de Kürt Yahudi’yi kullanıyoruz.
MA: Ben daha çok Kürt Yahudi’yi kullanıyorum.
BB: Duygu’nun söylediklerine katılıyorum. İlk başta hem projeyi hem de akademik makaleleri yazarken hangi kavramı kullanmam gerektiği konusunda zorlandım. Literatürde her türlü kombinasyonu görmek mümkündü çünkü. Kürt Yahudiler, Yahudi Kürtler, Kürdistan Yahudileri, Kürdistanlı Yahudiler, Kürdistan’dan gelen Yahudiler… Yaptığımız mülakatlarda Kürt kavramına göç öncesi ve göç sonrası yüklenen anlamların da değişebildiğini gördük. Mülakatlarda anılardan bahsediyoruz ve görüşmecilerimiz “Kürtler şunu yapıyordu”, “Kürtler böyle yapıyordu” gibi ifadeler kullandılar. Yani onlar Kürdistan coğrafyasında yaşarken, kendilerini Yahudi olarak tanımlıyordu ve komşuları Kürtlerdi, ama göç ettikten sonra “Kürt Yahudiler” oldular. Benim röportajlardan anladığım buydu. O yüzden bir kavram karmaşası mutlaka var ama biz Yona Sabar‘ın çalışmalarından da esinlenerek sonra Kurdistani Jews, Kürdistanlı Yahudiler kavramına odaklandık.
MA: Bir Kürt olarak bakacağım şimdi olaya. Bizim coğrafyada mesela İdil’e giderseniz, Hakkari, Şırnak taraflarında, şehrin dışında herhangi bir Süryani ya da Keldani ya da Nasturi köyüne giderseniz, İncillerin hepsi Aramice yazılmıştır. Okuduğunuzda Kürtçe çıkar ve konuşurlarken de Süryani olmalarına rağmen, Keldani olmalarına rağmen, “dilimiz Kürtçe” diye cümleye başlarlar. Yani burada kendilerini yaşadıkları coğrafyaya ait hissetme var, ama bir yandan da bir sorun gerçekleştiğinde onlar için Müslüman eşittir Kürt. Yani Yahudi’nin, “Kürtler böyle yapıyor” dediği aslında “Müslüman böyle yapıyor”du. Bir de Türkiye’de çok enteresan bir şey var. Yani insanlar, mesela ben bununla ilgili videolar çektiğimde, “sen Siyonistsin”, “sen Mossad ajanısın”, “Kürt’den Yahudi mi olur” falan diyorlar. Bunun temel nedeni ezber bir tarih okuyuculuğumuzun olması.
Anadolu coğrafyasındaki Bektaşilikten Aleviliğe bakarsanız, etnik soy üzerinden Aleviliğin belli bir forma girmesi neredeyse Rafizi olarak tanımlamalarından bin yıl sonra gerçekleşiyor yani 18.,19. yüzyıla kadar herkes Bektaşi olabiliyor, halen de olabiliyor. Ama ne hikmetse 1828’den sonra bakıyorsunuz birden bire çember daralıyor ve etnik bir soy üzerinden ele alınmaya başlıyor. Yahudiliği de biz böyle bu çerçevede ele alıyoruz. Sanki Yahudilik, İbrahim Urfa’dan çıktı Yahudilik etnik bir din oldu. Bu çerçevede bakarsanız dünyada şu anda Yahudi diye bir etnisitenin de olmaması lazım. Mümkün değil, var olamazsınız, ayakta duramazsınız. Belli ki bu hikaye 3 – 4. Yüzyılda Tevrat yazıcılığı üzerinden biraz şekle şemale giriyor. O sürece kadar, gerek milattan önce 8. yüzyılda gerekse milattan önce 6. yüzyılda Kürt veya Kürtlerin atası olarak kabul edeceğimiz etnisitenin, Yahudi veya İbrani cemaati ile çok net çatışma üzerinden de özgürlüklerini ele alma üzerinden de ilişkileri olduğunu biliyoruz. Bundan dolayı Kürtleri yani Kürdistan Yahudilerini ben hem Kürt Yahudi olarak da ele alıyorum hem Kürdistani Yahudiler olarak da ele alıyorum. Neden? Görüşmecilerimizden birisi olan Varda, eğer İsrail’e gittikten sonra İbranice-Aramice sözlüğü bir Kürt Yahudi olarak yazıyorsa, Aramiceyi halen bir yerinde saklıyorsa bu kişiyi %100 Kürt olarak kabul edemem yani. Bu manada Kürdistan Yahudileri hepsini kapsayıcı bir kavram ama benim konuştuğum ve arkadaşlarla beraber konuştuğumuz herkes net bir şekilde kendisini Kürt olarak tanımlıyor ama Kürtler üzerine konuştuğunda da kastettiği aslında Müslümanlık bir yerde.
DA: Yani insanlar çok net kategorileri ayırıp, hatta bazen ırkçı diyebileceğimiz bir şekilde bakmak istiyorlar Türkiye’de. Kimlik ve aidiyet, kan, etnisite vs üzerinden tanımlanabilecek bir şey değil, yaşadığımız coğrafya ve kültür çok daha baskın faktörler. Bu cemaatler Kürdistan’da Yahudi cemaatleri olarak yaşıyorlardı. Binlerce yıldır o coğrafyada yaşamaları sebebiyle yemeklerinden kıyafetlerine kadar Kürtleştiler ve İsrail’e geldiklerinde de İsrail’in domestik arenasında geldikleri yerler itibariyle kendilerini Kürt diye ifade ediyorlar, tanımlıyorlar.
BB: Kesinlikle. Kendilerini mesela Araplardan, Arap Yahudilerden ayrıştırıyorlar. Yani Irak kontekstinde bile Bağdat’tan gelenlerden farklı görüyorlar kendilerini. Röportajlar sırasında Mesut’la tanıştıkları anda o yüzlerindeki o duyguyu gözlerinin dolmasını, bildikleri 3 -5 Kürtçe kelimeyi söyleyip, Mesut’la orada tekrar ortak bir kimlikte buluşmalarını defalarca gözlemledim. Kürtlüğe dair kendi benliklerinde bir şeyler vardı ve Mesut ile tanıştıklarında sembolik de olsa öncelenen bir kimlik çıkıyordu ortaya.
AME: İsrail’deki İbranice tanımlama nedir?
DA: Birisiyle konuştuğunuz zaman, mesela pazarda alışveriş yapıyoruz diyelim, soruyorlar “sen neredensin?”. Mesut da diyor ki “ben Kürdüm”, o da diyor ki “ben de Kürdüm. Yani Kürdistan Yahudisi falan değil. Kürdistan Yahudisi kavramını kullanmıyor, Kürdüz diyorlar. Konuya girdiğiniz zaman, Kürdistan’ın neresinden geldiğini sorduğumuzda, o zaman diyorlar ki işte abc yerinden geldi ama kendilerini tanımlama biçimleri “Kürt”.
AME: Görüşmecileriniz hangi ülkelerden İsrail’e göç etmişler?
DA: Bizim daha çok Irak Kürtleri ile konuşma fırsatımız oldu çünkü en büyük grup onlar. Burada tarihsel gelişmelerin de çok büyük etkisi var, çünkü mesela İran Kürtleri, Irak Kürtlerine göre çok daha kötü muamele görüyorlar. Yahudiyseniz Kürdistan coğrafyasında yaşadığınız yerin çok büyük önemi var yani sadece ülke değil aynı coğrafyanın neresinden geldiğiniz de önemli. Mesela köyde mi yoksa şehire yakın bir yerde mi yaşanıyor ya da döneme göre değişiyor, başınızda hangi ağanın olduğuna göre değişiyor. O yüzden deneyimleri etkileyen aslında çok fazla faktör var. Ama mesela çok uzun süre Kürdistan coğrafyasındaki Yahudilerin dini ziyaretlerini gerçekleştirebildiklerini, dini kutlamalarını yapabildiklerini biliyoruz. Yani oradaki hayatlarında hem dönemsel şiddet hem de kabul edilmişlik var. İsrail’e bakıldığında, Urmiye bölgesinden gelenler Nash Didanlar kendilerini tamamen farklı bir grup olarak görüyorlar. Zaho ile Erbil arasında farklar var. Yani geldikleri yere göre gruplar arasında farklar var.
AME: Mayıs 2023’te İsrail’de yaptığınız saha çalışmalarının bir ürünü olarak Bridging Identities, The Culture of Kurdistani Jews online sergisini açtınız. Bu proje fikri nasıl ortaya çıktı, amaçları, kapsamı hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?
BB: Bu fikir ilk başta benim küçük bir bursa başvurmamla ortaya çıktı. 2017 yılında Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi bağımsızlık referandumu sürecinde bağımsızlığı açıkça destekleyen tek ülke İsrail’di. Bunun dışında Kürdistan’ın komşularının hem de uluslararası komünitenin bağımsızlığı kabul etmeyeceği ve Kürdistan’ı çok zor duruma sokacağı belli olmuştu. O sırada İsrail’deki Kürdistanlı Yahudiler Kudüs’te destek yürüyüşleri düzenliyorlardı. Diğer taraftan Kürdistan’da gerçekleştirilen yürüyüşlerde de İsrail bayrağının açıldığı anlar olmuştu. Bu yönden ilgimi çekti, daha önce bu konuyu çalışmamıştım, ama çok uzun yıllar Kürt diasporası çalışmıştım. Kürtler Türkiye’den çıkıyorlar ve demokratik ülkelerde kendilerini ifade etme şansı buluyorlar ve oradan Türkiye’deki insan hakları ihlallerini dünyaya duyurabiliyorlar. “Kürtler haklarını nasıl arıyorlar?” sorusunu hep Avrupa üzerinden ve biraz da neoliberal perspektiften çalışmıştım. Avrupa’dan başka bir yerde Kürt mobilizasyonun nasıl olduğu çok da araştırılmış bir konu değildi, bunun çok ilginç bir araştırma konusu olacağını düşündüm. Kendimi de yeni bir konuyla sınamam ve geliştirmem için bir fırsat doğdu. Yani İsrail’de Kürtler bir lobi kurabiliyorlar mı? Bir araya gelip İsrail’in ya da Kürdistan’ın siyasi kararlarını etkileyebiliyorlar mı? Bu sorularla ve akademik merakla konuya girmiştim, ama araştırma başlayınca çok daha farklı bir şey gördüm. Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkilerden sosyolojiye kayan bir çalışma oldu. Bu noktada İbranice bilmediğim için zorlanmaya başladım. Her ne kadar çevirmenle çalışsam da kendimi bir türlü alana ait hissedemedim. O sırada Duygu ile tanıştım ve bu çalışmayı kesinlikle Duygu ile beraber yapmalıyım diye düşündüm çünkü o da uzun yıllar bu konularda kafa yormuştu. Entellektüel olarak da çok güzel bir yerde buluştuk diye düşünüyorum. 2018-2019 yıllarından itibaren birlikte çalışmaya başladık. 2019 yılında ilk alan çalışmamızı ve mülakatları gerçekleştirdik. İlk projenin sonucunda Duygu ile bir makale yazdık. Bu konuda belki de alanda yazılmış ilk makaleydi ve çok büyük ilgi gördü. Daha sonra, 2021 yılında tekrar bir projeye başvurduk. 2021 yılında yine çok küçük bir fon alarak bu kez Güliz’i ve Mesut’u da projemize dahil ederek, akademinin dışında da etkisi olan bir proje yapmaya çalıştık.
DA: Çok güzel özetledi Bahar. Gerçekten de süreç böyle gelişti ve alan çalışmasının başlamasıyla birlikte projemiz sosyolojik bir yere kaydı. İnsanların hem göç hikayelerini dinledik, hem de Kürt kimliğini nasıl muhafaza ettiklerini ve sonraki nesillere nasıl aktardıklarını anlamayı amaçladık. Tabii bunu yaparken de birçok yerde Kürt restorantlarında yemek yedik, dans derslerine katıldık, sanatçılarla buluştuk vesaire. Mesut’un bir Kürt olarak yanımızda olması ve onu gözlemlemek de bizim projeye ayrıca bir değer kattı.
AME: Mesut, bir Kürt olarak senin için projenin anlamı neydi?
MA: Benim için inanılmaz bir içime dönme araştırmasıydı. Ben üniversite yıllarımdan beri dinler tarihi, kültürler, Kürtlerin farklı yapıları, ağızları, lehçeleri üzerine çalışırken hep o bölgeye gider, orada kalırdım. Mesela Aleviliği çalışırken gider Elbistan’da, köylerde yatar kalkardım. Bagok Dağları’nın, Tur Abdin’in en ücra manastırına giderdim. Rahiplerle, papazlarla çok yakın dostluklar kurardım ama Kürdistan Yahudileri ve Kürt Yahudileriyle ilgili böyle bir fırsatım hiç olmadı. Sadece Duygu ile Rıfat Bali’nin kitabına Mardin Yahudilerini yazmıştık, ama hep bu hikayelerle büyüdüm.
Çocukluğumda mesela “Heci Gürci” denilen birisi vardı, ona “hacı” derlerdi. Kipayı müslümanların takkesiyle aynı görüyorlardı. Ötekileştirici veya dışlayıcı bir dil kullanmadan bizden biri gibi bahsedilirdi. Daha sonra eniştem, anneannesinin Yahudi olduğunu, eski Yahudi mahallesinde seyyar kuyumcu olduğunu söyledi. Mesela annesi Müslüman teyzeleri Yahudi. İki hafta sonra tekrar İsrail’e gideceğim, telefon numaralarını aldım, bu gidişimde onun teyzelerini arayacağım. Nusaybin’de böyle birçok ailemiz var bu arada. Bu proje sayesinde bu hikayelere, bu insanlara dokunma şansı buldum. Hatta tesadüfen Duygu ve Bahar’ın çok sevdiği Azura’da yemek yerken oradakiler bana Kamışlılı birisini gösterdiler. Ben de Kürtçe konuşmaya çalıştım. Kürtçe bilmiyorum Arapça biliyorum dedi. Biz de Arapça konuştuk. Arapça konuştuğumda ikinci cümleden sonra Gürci’ye ulaştım çünkü Gürci’yi bir motif olarak biliyoruz. Esad ailesinin elinden Yahudileri Nusaybin’e kaçırıyor oradan İsrail’e aliyah yapmalarına vesile oluyor. Neyse, onlarla tanışıp onlara dokunduktan sonra benim için yeni bir kapı açıldı.
Zion tepesinde Meryem’in göğe yükseldiği kilisede, Hristiyan Kürt olarak kendini tanıtan birisiyle sohbet ettiğimizde adam şok geçirmişti. Kerboran diye bir yer söylersem ne anlarsın ki? Küçücük bir köy. Kerboran dediği yer Mardin Dargeçit. 1915-20’leri bir de ondan dinledim, çünkü kendisini Kürt olarak tanımladı ama Yahudilerin Kürtçe konuşmayıp, Küdistan coğrafyasında olmayıp, kendilerini Kürt olarak tanımlamaları benim için çok ilginç bir sondajdı. Kendime dair de ilginç bir sondajdı. Korudukları birçok geleneğin de aslında ne kadar arkaik olduğunu fark ettim, çünkü Ezidilik üzerine çalışırken de bunu fark ediyordum. Mesela Ezidi mitolojisi çok arkaik Kürt mitolojisidir. En az 700-800 yıldır içe kapanmış, saldırılardan korumak için dağlara çekilmiş bir topluluğu düşünün ve bu ister istemez daha az asimilasyona ve daha çok içine kapanmaya vesile oluyor. Yahudilerde de bunu gördüm. Örneğin, dans kursuna gittiğimizde 15-20 tane farklı oyun oynadılar. Bizim düğünlerde en fazla 3 tane oyun oynanır ama orada 15 tane farklı oyun oynuyorlardı. 15 oyunun hepsini, hepsi biliyordu. Kendi aralarında sağ olsunlar, Kürt olduklarını da ispatladılar, birbirlerinden ayrı, birlik olmayan bir taraflarını da gördüm. Mesela tanıdıklarımızdan birisi, diğer tanıdığımızı “gerçek Kürt” olarak kabul etmiyordu.
DA: Evet onlarda da “ne kadar Kürtsün” meselesi var. Anne ya da babadan bir taraf değilse tam Kürt değil yarı Kürtsün gibi.
GV: Asimile olmuş bir Kürt olarak projeye dahil olmak beni oldukça tedirgin etti çünkü hep kaçtım bu konudan. Annem ve babam aynı köyde büyümüş ve çok küçük yaşlarda Adıyaman’ı terk etmek zorunda kalmış, ana dilleri Kürtçe olan insanlar. Ana dilleri yüzünden o kadar çok acı çekmişler ki çocuklarına asla Kürtçeyi öğretmemeye karar vermişler. Ben çok genç yaşlarda diksiyon dersleri alıp Türkçeyi hep daha iyi konuşmaya, kelimelerde vurgu nerede olmalı, nasıl daha doğru telaffuz edilir diye çalıştım. Oysaki uzun yıllar sonra bunun bana ne kadar acı verdiği gerçeğiyle yüzleştim. Tamamen sistemin istediği bir şekilde asimile olmuştum. Bunu farketmem artık hiçbir şeyi değiştiremezdi. Neden hep göç kavramı üzerinde durduğum aslında bilinçaltımın bir yansımasıydı. Aslında yaşadığım ülkede bir göçmendim. Bahar bu projeden bahsettiğinde hem çok heyecanlandım hem de çok tedirgin oldum. Artık yüzleşmeliydim bu meseleyle çünkü ben bu coğrafyada kalarak kendimi koruyamamıştım. Onlar göç ederek kendini koruyabilmişti. Yarım ağızla, sesim içine kaçarak söyleyebildiğim “ben de Kürdüm” cümlesi içimde feci patlamalara yol açmıştı. Onlarla gurur duyarken kendimden utanmama sebep oldu.
Çok yakın olduğum fotoğrafçı Türk arkadaşlarım bu konularda çalışıyorlardı. Onlarda yarattığı heyecanı gördüm. Ben önce içimdeki yaraya pansuman yapmalıydım. Bu proje benim için o malzemeleri alıp o yarayı tedavi edip edemeyeceğimi sorgulamama neden oldu. Bu topraklarda benim gibi yüzbinlerce insanın olduğunu biliyorum. İyileşme sürecindeyim. İsrail Devleti’nin onların Kürt olmalarından gurur duyması, dillerini ve kültürlerini özgürce yaşamaları, bu konuda herhangi bir engele takılmamaları bu projede en çok ilgimi çeken şey oldu. “Bu göç 2-3 kuşak sonra bir travma yaratmış mı?” sorusu da en çok merak ettiğim konulardan birisiydi.
AME: Görünen o ki ekibin her üyesinin geçmişi, kimliği projeye farklı bir perspektif katmış. Görüşmecileriniz sizleri nasıl karşıladı? Alanda ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
BB: Ekip olarak müthiş bir uyumumuz vardı, çok eğlendik. Hepimiz farklı bir yerden geliyorduk ama bu projeye kalbimizi koymuştuk. Duygu uzun zamandır İsrail’de yaşayan Türk bir tarihçi. Ben ise uzun zamandır Kürt meselesini zorunlu göç ve diaspora perspektifinden çalışan ve İsrail ile ilgili daha önce bir çalışması olmayan Türk bir araştırmacıyım. Mesut ve Güliz’in Türkiye’yi deneyimleme tecrübeleri farklı. Mesut daha önce Kürdistan Yahudileri ile çalışmışken, Güliz ilk defa böyle bir tecrübe yaşadı. Hepimizin projeye değişik katkıları oldu. Ben daha çok teorik açıdan gözlemlerimizi nasıl yorumlarız diye düşünüyordum. Duygu İsrail’deki sosyolojik durumu ve tarihsel arkaplanı analiz ediyordu. Güliz’in daha önceki profesyonel belgeselcilik ve fotoğrafçılık becerileri projeye çok şey kattı. Geceleri 3 yaşında olan kızımın da dahil olduğu ekip toplantılarında ufkumuzu açan uzun sohbetler yaptik. Her fotoğrafın arkasında saatlerce kafa yorduğumuz sorular ve tartışmalar var aslında.
Biz Duygu ile akademisyen olarak çok sağlam bir akademik çalışma yapabilirdik ama Mesutsuz bu proje böyle olmazdı. Bunun altını çizmek istiyorum, çünkü Mesut’un odaya girdiğinde odanın havasının mülakatları nasıl değiştirdiğini, insanların yüzünde güneş doğmuş gibi bir gülümseme yaratması, benim açımdan çok ilginç bir gözlemdi. Duygu ve ben onlara değer verdik, o insanların hikayelerini anlattığımız için çok da değer gördük ama Mesut’un bir Kürt olarak orada bulunması sanki onlar için geçmişe bir yolculuk gibi oldu, ulus ötesi bağın bir anda gözümüzün önünde sihirli bir şekilde belirmesi gibiydi.
DA: Kürdistan’dan birinin İsrail’e gelmiş olması “çok önemli bir misafirimiz var” duygusu yarattı onlarda.
AME: Online serginin kamera arkası videosunun sonunda, Mesut’un Kürtçe konuşmasına şaşıran ve sevinen yaşlı adamda çok net görülüyor bu duygu.
MA: O kişi anlamını bilmeden çok eski bir türkü söyledi, bizim anlamını bilmeden namaz kılmamız gibi. Anlamını bilmiyorum ezbere söylüyorum dedi.
BB: Diğer taraftan o zaman 3 yaşında olan kızım da vardı alan çalışmamızda. Çocuklu bir şekilde gitmek de insanların bize bakış açılarını değiştirdi. Bazen sempati yarattı mülakatlarımızı gerçekleştirirken. Özellikle halay kurslarında kızımın da büyük bir şevkle derslere katılması, güven hissi yaratmamızda büyük bir rol oynadı. Ama dışı sizi içi beni… Zorluklarından bahsetmeyeyim.
GV: Galiba projede en çok zorlanan ben oldum. Normalde de içine kapanık biriyken iyice içime kapanmama sebep oldu. Gözleri parlayarak, heyecanla Kürt olduğunu söyleyen bir sürü insan vardı karşımızda. Buna alışık değildim, kültürlerinden ve dillerinden gurur duyarak anlatan bir kitleye. Gerçekten çok şaşkındım. Kürt böreğine Kürt böreği diyemeyen bir toplumdan geliyordum. Yıllarca kimliksiz yaşamış biriydim, bir yere ait olamamış biri olarak onların aidiyeti, o duygunun insanı zihinsel olarak ne kadar sağlıklı bireyler yaptığını gördüm. Asimilasyonun insanlarda nasıl onarılmaz yaralar açtığını anladım.
Londra’da yaptığımız bir mülakatta anneannesinin Kürt olduğunu öğrenip kendi çabalarıyla kimliğine sahip çıkmaya çalışan bir gençle tanıştık. Sanırım bunlar benim için çok fazlaydı. Proje boyunca hep bir hesaplaşma içerisindeydim. O karmaşık duyguyu, bu rahatsızlığı önce anlayamadım. Bahar’ın güvenli kollarında ağladım. Şimdi buradan bakınca daha iyi anlayabiliyorum. Bu projeye başlamam bana birçok şey kattığı gibi birçok şeyi de içimden koparmıştı.
BB: Belki şunu da eklemek gerekir; biz projeyi yaparken hiç kimseyi mutlu edemedik. Bir think tank ile webinarımız vardı örneğin, organizatörlerden “neden hiçbiri Yahudi değil”, “ne gibi bir ajandanız var” gibi yorumlar geldi. Ben Türk olduğum için sürekli sorgulanıyorum bu konuları çalışırken, alıştım artık. Hep şüpheci yaklaşımlara maruz kaldık. Hep bir gizli ajanda sorgulaması var. Ortadoğu siyasetiyle ilgili ne çalışırşanız çalışın bu hep olacak. Tek söyleyebileceğim, hepimiz kalbimizi koyarak gerçekleştirdik bu projeyi.
Kapak fotoğrafı: Büyükanne Zarifa ve üç kızı Sara, Osnat ve Miriam, 1928 civarıö Eti Feller Aile Albümü
Röportajın ikinci bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.
Röportajın üçüncü ve son bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.
Paylaş: