26 Ağustos 1896’de Taşnaksutyun partisine bağlı bir grup Ermeni Galata’daki Osmanlı Bankası’na baskın düzenlendi ve binayı işgal etti. Bu baskın üzerine imparatorluğun başkentinde şiddetli bir Ermeni karşıtı pogrom başladı. Şiddetin yoğunlaştığı Galata ve Hasköy gibi mahallelerde oturan Yahudiler pogroma tanık oldu, bazıları katıldı, bazıları komşularını korudu. Katliamın Yahudi tanıklarını ilk defa Türkçe okurlarıyla buluşturuyoruz.
Okuyacağınız kısa anlatılar İstanbullu Albert Adatto’nun göç ettiği ve okula gittiği Seattle’da bulunan İstanbullu Yahudilerle yaptığı görüşmelerden.[1] Orijinal dili İngilizce olan bu tanıklıklar Adatto’nun 1939’da Washington Üniversitesi’nde verdiği ‘Sefaradlar ve Seattle Sefarad Cemaati’ adlı yüksek lisans tezine kaynak olmuş.
Dora Cohen
Konstantinopolis’te Ermeni katliamları olduğu zaman ben çok genç bir kızdım. Bir sürü Ermeni öldürüldü ama biz Yahudiler birçok [Ermeniyi] Yahudi olarak gözüksünler diye verdiğimiz dini kıyafetler ve tefilin [duada giyilen deri kaplı eşya] ile ölümden kurtardık.
Dükkânı Türklerle çevrili bir mahallede olan bir Ermeni tanırdım. Sevilirdi ve kavgalar olurken Türk arkadaşları onu koşullar sakinleşene kadar sakladı.
Türkler Yahudileri kendilerini belli etmeleri için uyarmıştı, yanlışlıkla Ermeni sanılmayalım diye. Her millete kendini belli etmesi söylenmişti ki Ermeniler ortaya çıksın.
Türkler Yahudileri kendilerini belli etmeleri için uyarmıştı, yanlışlıkla Ermeni sanılmayalım diye.
Babam İtalyan tebaalıydı ve ayaklanmaların arifesinde çabucak bir İtalyan bayrağı hallediverip kapımızın önüne astı. Ayaklanma esnasında hiçbir Türk evimize girmedi.
Shemuel Brudo
Konstantinopolis’teki Ermeni katliamı çok nazik bir mesele ve hakkında bir yargıya varmak neredeyse imkânsız. Şahsen ben Ermenilere sempati duyuyordum ve siyasi otonomi verilmesi gerektiğini düşünüyordum.
Belirtmek isterim ki Ermeni arkadaşlarını kurtaran ve hatta evlerinde saklayan birçok Türk vardı. Bir sürü Yahudi Ermenilerin hayatını kurtarmıştır çünkü onlara tefilin ve dua kitapları vermişlerdi. Türkler bu Ermenilerin evine girince onları rahatsız etmezlerdi çünkü tefilinleri ve İbranice kitapları görürlerdi. Ayrıca Ermeniler ‘Yahudi, Yahudi’ derdi ve Türkler onları hemen bırakırdı.
Ermeni arkadaşlarını kurtaran ve hatta evlerinde saklayan birçok Türk vardı.
Ermeni Hristiyanların Yahudi sembolleri hayatlarını kurtarmak için başarıyla kullanmış olması ironiktir. Eminim birçok Hristiyan Yahudiliğin Ermeni katliamlarından önce sona ermemiş olmasına sevinmiştir.
Anna Adatto
Ermenilerle Türkler arasında kavgalar olurken ben Piri Paşa’daki [Yahudilerin yoğun ikamet ettiği Beyoğlu mahallesi] evimdeydim. Sabah uyanıktım ve genelde gündüz işte olan iki kızın eve döndüğünü gördüm. Bana işyerlerinin geçici olarak kapandığını söylediler. Ben onlara bunun sebebini sordum. Onlar da Ermenilerin öldürüldüğünü söylediler. Hemen iki kız arkadaşımı alıp olayların olduğu yere yürümeye koyulduk.
Bir komşunun avazı çıktığı kadar bağırdığını duydum. Biz kızları hemen eve dönmemiz için uyarıyordu çünkü ciddi tehlike vardı. Evimize yaklaşırken yakında bir duvara baktık ve koca sopalı bir Türk’ün bir Ermeni’yi yere çaldığını gördük. Ermeni o esnada öldü gibi görünüyordu. Evin içine koştuk ve tez zamanda tehlike ve Ermeniler ile Türkler arasındaki kavgalara dair bir sürü dedikodular çıktı.
Yağmaya katılan Yahudiler çalıntı mallardan lanetlenmişlerdi. Hayatları fenalıklarla doluydu.
Birkaç dakika sonra bir komşuyu sırtında ev eşyaları taşırken gördüm. Ne yaptığını sorunca verdiği cevap: ‘Ermeniler ev eşyalarını bırakıp kaçtı, biz de istifade ediyoruz. Babam hemen komşunun üstüne atladı ve onu böylesi rezil bir hareket yaptığı için sertçe azarlamaya başladı. Babam günah işlediğini ve eşyaları geri vermesi gerektiğini söyledi. Bu komşu babama saygı duyduğu ve düşmanlığından korktuğu için eşyaları geri koydu. Ama bizim mahallemizde daha alt sınıftan olan insanların yağma suçunu işlediğini biliyorum. Alt sınıflardan yağmaya katılan iki Yahudi de vardı ve onlar komşuları tarafından dışlanır olmuştu. Onlara bir daha hiç hayır gelmedi çünkü çalıntı mallardan lanetlenmişlerdi. Hayatları fenalıklarla doluydu.
Ben ve ailem tüm gün evimizde kaldık ve yüksek duvardaki sahne dışında hiç kavga görmedik. O gece yarısı şamas [sinagog görevlisi] bizim eve geldi ve kavgaların bittiğini söyledi.
Evinde Ermeni dostlarını saklayan birçok Yahudi tanırdım. Türk arkadaşları tarafından kurtarılan bir sürü Ermeni de vardı. Bademlik’te [Sütlüce’nin sırtları], Ermeni mahallesinde ve Yeşildirek’te [Fatih’te bir mahalle] en ağır hayat kayıpları yaşandı. Kavgalara katılan hiç Türk memur veya polis görmedim. Ermenileri öldüren Türkler sivildi ve hiç silah kullanmadılar. Türklerin silah olarak ellerinde kocaman sopalar vardı…Kavgalara bulaşan Türkler Kürtler ve en alt sınıflardan Türklerdi.
Kavgalara katılan hiç Türk memur veya polis görmedim. Ermenileri öldüren Türkler sivildi ve hiç silah kullanmadılar.
Kavgalardan önce Türkler Ermenilere ‘fare’ derdi ve kavgalardan sonra Ermeniler sanki fare gibi ortadan kaybolmuştu çünkü hiçbir yerde onlardan iz kalmamıştı.
Bazı oyun arkadaşlarım Ermeni’ydi ve yakın dostlarımdı. Sık sık Ermenice şarkılar söyler ve tatlı tatlı sohbet ederdik. Yahudiler ve Ermeniler arasında husumet yoktu. Bizim tanıdığımız Ermenilerin çoğu Paris’e kaçtı.
Ailemin tanıdığı Ermeniler çok kültürlü ve Fransızca, iyi eğitim almış kimselerdi. Babamın çok sayıda Ermeni dostu vardı ve ailem darda kalan Ermenilere yardım etmek için elinden geleni yaptı. Gururla söyleyebilirim ki yerde Yahudiler Hristiyan arkadaşlarının hayatlarını kurtarmak için olağanüstü riskler aldılar. Biz Ermeni dostlarımızı sevsek de kavgaların kabahati onların liderlerindeydi. Ermeniler Türk hükümetini devirmeye kalkışmıştı ve Türkler intikamın gerekli olduğunu düşünüyordu. Bireysel olarak Ermeniler mükemmel vatandaşlardı. Grup olarak bir şeyleri çok hızlı istiyorlardı. İçim acı çeken Ermeniler için yanıyor ama Türk hükümeti kabahatli değildi…
Sam Adatto
Galata’dan Stanbol’a [Haliç’in öteki tarafı] bir Ermeni dükkâna sabah 10’da bir takım elbise götürüyordum. Sahibi bir Ermeni, bana Ermenilerin Galata’da öldürüldüğünü ve Osmanlı Bankası’ndaki yetkililere karşı tehdit girişimleri olduğunu söyledi. Bankaların dinamitlenmesi Ermeni bağımsızlığını elde etmek için bir tehdit olarak kullanılmıştı. Bu Ermeni Türk yetkililer için terzilik yapıyordu.
Bana durumu anlattıktan yakında bir binada saklanacağını çünkü hayatının güvende olmadığını söyledi (Daha sonra onun başına geleni anlatacağım).
Öğlene doğru Galata’ya gittim. Türkler Ermenileri koca sopalarla öldürüyorlardı. Türkler tarafından hiç silah kullanılmıyordu. Bu Türkler alt sınıf tiplerdi. Sokaklarda Türk resmi makamlarından eser yoktu. Bir tane Türk üniforması görmedim. Sadece adamlar – siviller. Alt sınıftan Türkler, zararsız, isçi sınıfı Ermenileri öldürüyor gibi görünüyordu. Hiçbir zengin Ermeni’nin öldürüldüğünü duymadım, yalnızca sıradan, alt sınıf Ermenilerdi.
Korkmuştum ve Galata’ya doğru hızlıca yola koyuldum. Bir defacık durmadım, soru sormak için bile. Koşmuyordum ama aceleyle yürüyordum. Sokaklar çabucak ıssızlaştı. Sanki bütün Ermeni hamallar öldürülüyor gibiydi. Korkunç bir manzaraydı.
Öğleden sonra eve vardığımda bir daha yirmi dört saat boyunca evden çıkmadım. Korkunç bir tecrübeydi.
Bu kavga esnasında bildiğim kadarıyla sadece bir Yahudi öldürüldü, o da kazayla. Yerel şamas’ın [sinagog görevlisi] oğluydu. Osmanlı Bankası’nın önünden geçerken Ermenilerden gelen bir kurşun onu öldürmüştü. Ellerinde silah olan yalnızca Ermenilerdi ve bunları pek de faydalı bir şekilde kullanmadılar. Silahlı Ermeniler tüm akıllarını kaybetmiş ve korkudan taş kesilmiş gibilerdi. Türkler sadece büyük sopalar kullandılar. Sanki o gün öldürülenlerin yalnız yüzde biri Türklerdi, devamı Ermenilerdi.
Bir sonraki gün her şey sakindi. Sokaklardan cesetleri toplayan vagonlar gördüm. Dükkanım Galata’daydı ve her zamanki gibi işime gittim. Katliamın telaşı iki haftalık bir iş azalmasına sebep oldu.
Daha zengin Ermeniler sanki ayaklanma başladığı gibi şehri terk etmişti. Sadece fakir Ermeniler öldürüldü.
Bir sonraki gün her şey sakindi. Sokaklardan cesetleri toplayan vagonlar gördüm.
Ayaklanmalardan üç gün sonra isyanın ilk günü dükkanına takım elbise götürdüğüm Ermeni terzi bana başına gelenleri anlattı. Bu Ermeni’nin adı Onik Alem Schaihean’dı [Şaihyan?]. Bana ben çıktıktan hemen sonra dükkânı kapatıp yakındaki binada gizlendiğini söyledi. Akşama kadar orada kalmış. Sonra başına Türk bir yetkili olduğunu ima edecek Türk fesini geçirmiş. Ermeni hizmetçi adamlarını Türklerin yaptığı gibi peşine takmış. Türk sanılmış ve Galata’ya güvenle varmış. Oradan da Pera Taksim’deki evine gitmiş ve orası gayet sakinmiş.
Bu Ermeni terzi müthiş bir zanaatkardı ve Türkler tarafından çok sevilirdi. Hatta müşterilerinin çoğu Türk’tü. Ayaklanmalardan sonra dükkanına gitti ve her zamanki gibi müdavim Türk müşterileriyle alışverişe devam etti. Birkaç ay sonra Galata’ya taşındı çünkü Stambol’daki geçmiş isyanlardan iğrenmişti. Eğer sıradan Türkler onun Ermeni olduğunu bilselerdi büyük ihtimalle onu öldürürlerdi. Ama Onik daha üst tabaka Türklerle ilişkiliydi ve onlardan saygılı muamele görüyordu.
Ayaklanmalar sadece Ermenileri hedef almıştı. Ermeniler hatalıydı ve Türklerin haklı bir sebebi vardı. Türkler kendilerini savunmak zorundalardı çünkü Ermeniler hükümeti yıkma tehdidinde bulunuyordu. Tarih kitapları ne der umurumda değil. Türkler haklıydı. Ayaklanmalar sadece alt sınıf Türkler tarafından yürütülmüştü. Bir sürü iyi Türk Ermeni arkadaşlarını kurtardı. Alt sınıf Türkler arasında bile çocuk veya kadın öldürülen görmedim. Sadece erkekler. Ne olursa olsun cezasını hep alt sınıf insanlar çekiyor gibi.
Galata’da telaş sona erene kadar Ermeni dostlarını saklayan birkaç Yahudi aile tanıyordum. Amerikalılara Ermeni ayaklanmalarını açıklamak çok zordu. Eğer biri hükümeti devirmeye kalkışırsa ben bu fikre karşı olurum. Hükümeti devirmeye çalışanlar iyi değildir. Aynısı Ermeniler için de geçerli. Bir sürü Ermeni’yi severdim ama herhangi bir hükümete zorla devrim yapma fikrini sevmiyorum.
Amerikalılara Ermeni ayaklanmalarını açıklamak çok zordu.
***
Olaylardan neredeyse 40 yıl sonra ABD’nin Seattle kentinde, yaşanılandan bambaşka bir bağlamda, tanıklar İstanbul’dan göç ettikten ve imparatorluk yıkıldıktan yıllar sonra dillendirilen bu tanıklıklar ‘ne oldu?’ sorusuna dair bir nebze fikir veriyor. Ancak tanıklıkların bugün bize getirdiği asıl katkı, katliamın ‘nasıl hatırlandı/hatırlanıyor/hatırlanabilir?’ sorularına olan cevapları.
Adatto’nun görüşmecilerinden bazıları kendilerini Ermenilerle aynı safta tutup dayanışma hikayelerine ağırlık verirken bir kısmı katliamı farklı derecelerde savunmayı yeğlemiş. Görüşmecilerin de değindiği gibi şiddetin tek hedefi Ermenilerdi. Bu durum ne saldıran ne saldırılan olan Yahudileri ‘tarafsız’ bir konuma sokmuştu. Hatta Yahudilerin kendilerini belirginleştirerek şiddetten korunduğu tanıklıklardan anlaşılıyor. Tanıklıklar farklı kimliklere bürünerek güvenlik arayanların hikayeleriyle dolu: İtalyanlığını göstererek güvence arayan bir Osmanlı Yahudisi, Türk gibi hizmetçisini peşine takan fesli bir Ermeni, Yahudi dua objeleri takınarak Yahudi kılığına giren Ermeniler. Bu hikayeler 1896 İstanbul’unda gruplar arasındaki sınırların herkes tarafından bilindiğini gösteriyor. Hem de bunun ötesinde kılıktan kılığa geçmenin mümkün ve zaman zaman hayati önem taşıyan bir hareket olduğunu da hissettiriyor. Bu geçişleri yapabilmek için birçok Ermeni, aynı mahalledeki Yahudilerden yardım almış ve objelerin koruyucu etkisi sayesinde göz önünde saklanabilmiş. Bu geçişkenliği önlemek için Yahudilerden ‘kendilerini belli etmeleri’ istenmiş, böylece elemeyle ‘Ermeniler ortaya çıksın,’ şiddet hedefine ulaşsın. Anadolu’da şiddetli anlarda kimlikten kimliğe savruluşun örnekleri bir hayli çok. Eğer İstanbul’daki şiddet devam etseydi, Yahudi kılığında Ermeniler belki de bir gün değil, haftalarca ev ve sokak arasında ayrı kimlikle yaşayacaktı.
Ermenileri saklayan veya yardım eden Yahudilerin hikayelerini fark edilir bir gururla anlatan tanıkların bazıları kabahati yine şiddete hedef olan Ermenilerde buluyor. Biri kabahati yalnızca ‘Ermeni liderlere’ mal ederken, bir başkası tüm Ermenileri Taşnaksutyun’un banka baskını dolayısıyla ‘hatalı’ buluyor. Bu tarz aklama veya açıklamalar bugün soykırım üzerine yazılanları bilen bir okur için şaşırtıcı olmayacaktır. Tanıklıklarda etkisini saptaması zor olan unsur soykırım. ABD’de yaşayan bu Yahudilerin 1930larda Ermeni soykırımından habersiz olması pek mümkün değil. Ayrıca görüşmecilerin göç ettikleri tarihleri bilmediğimiz için soykırıma da tanık olup olmadıkları belli değil. Yalnız bağlamın etkisini bir tanıklıkta sezinliyoruz: ‘Amerikalılara Ermeni ayaklanmalarını açıklamak çok zordu.’ Görüşmeci belli ki haklı bulduğu tarafı çevresine savunmakta zorlanıyor ve kendine göre suçun ne tarafta olduğunu işaret ederken Amerikalılardan direnç görüyor. Bu özellikle soykırım sonrası ortam için şaşırtıcı değil. Katliama dair Yahudi tanıkların gösterdiği Ermenilere hem empati duyan hem de kabahatli bulan tavır soykırım sonrası söylemde de farklı ‘ılımlı’ durumlarda da karşımıza çıkıyor. Hatta sadece Yahudilerin Ermenileri hedef alan şiddete olan yaklaşımı değil, Türkiye’de grup hedefli şiddet olaylarında sıkça görülen ‘ama onlarda şunu yapmasaymış’ gibi yarım-savunmaların erken bir taslağını sezinlemek mümkün.
Tanıklıklarda Ermenilerin yaşadığı şiddet keskin sınıfsal ve mekânsal sınırlarla hatırlanıyor. Fatih ve Sütlüce gibi daha fakir mahallelerde ölüm kol gezerken elit terzinin oturduğu Pera’da her şey sakindi, tanıklara göre. Tanıklar şiddetin doğurduğu genellikle zengin göçü de not ediyor. Şiddetten en az hasar gören üst sınıf mensuplarının bu sebepten şehri terk edişi, göç yolunun kimlere açık olduğuna dair de bir ipucu veriyor. Tanıkların çektiği sınıfsal ve mekânsal sınırlar İstanbul’un kent hafızasında 1896’nın yokluğuna dair de fikir veriyor. Neden 6-7 Eylül Pogromu zamanla şehir hafızasına otururken 1896’nınki silinmiş? Yakınlık takıntısı, fotoğraflanmış olması (kastettiğim hafızada görsellerin önemi) ve zarar görenlerin tartışmasız masumiyeti mutlaka etkili ancak fark bunlarla sınırlı değil. 1955 pogromunun en hatırlanan tarafı şehrin ticaret merkezinin, İstiklal’in talan edilişi, şık dükkanların mallarının sokağa dökülüşü. 1896 katliamının merkezi ise eski İstanbul’un en fakir mahalleleri, işçi sokakları. Tanıkların ısrarla altını çizdiği gibi fakir Ermenilere yapılan bir katliam oluşu, 1896’nın iyice hafıza dışına itilmesinde bir faktör.
Benzer bir keskin sınıf ayrımı Türkler için de mevcut. Fail olarak tamamen alt sınıf Türkler işaret ediliyor. Tanıklar resmi Türk kurumlarının etrafta görünmediğini not ederken kurumları aklama yönüne gidiyorlar. Hiçbiri neden polis gibi bir kurumun başkent sokaklarında katliamı önleme çabasında olmadığını sorgulamıyor. Bu sorgu eksikliği Ermenileri müstahak görme yönelimine atfedilebilir veya daha geniş bir şekilde gayrimüslimlerin devletten güvenlik beklentisi olmayışına da işaret edebilir. Bir görüşmeci ‘alt sınıf Türkler’ fail grubunu genişleterek Kürtleri de bu tarafa ekliyor. Böylece fail/hedef ayrımının etnik-dini bir çizgi olduğunun altını çiziyor. Müstahaklık konusunda bir diğer çizgiyi de cinsiyet üzerinden görüyoruz. Bir tanık sadece erkeklerin öldürüldüğünü belirterek bir nevi ölümü makbul göstermeye çalışıyor. Sözleriyle erkeklerin öldürülmesini suç kategorisinden, masumiyetten sıyırıyor.
Görüşmelerin orijinal dilinde ayaklanma, isyan, kavga ve katliam (rioting, fighting ve massacre) kelimeleri geçiyor ve tanıklar bu kısa anlatıların farklı yerlerinde bile terminoloji değiştirebiliyor. Bu da 1896’da gerçekleşenlerin hafızada muallaklığına, o gün tam olarak ne olduğuna dair baskın bir anlatının yer etmediğine dair bir emare olabilir. Tanıklıklarda hatırlama eylemini görsek de unutma eğilimi burada akla geliyor. Başkentin göbeğinde böylesi şiddetli bir gün nasıl olur da sadece kenarda köşede kalmış bir mesele gibi hafızalara kalır? İstanbul’un şehir hafızasına bakıldığında da 1896 katliamının yersiz yurtsuz kaldığını söylemek yanlış olmaz. Bu kadar çarpıcı, mahalle mahalle hissedilen bir günün bugün Haliç’in iki yakasındaki sokaklarda izini sürmek imkânsız. Taşnakların Osmanlı Bankası baskını milli tarih anlatısına bir derece entegre edilse buna hemen müteakip şehir katliamı silinmiş bir şiddet hikayesi.
‘Sonraki gün’ hayatta kalanlar işine döndü, sakinleşen mahallelerden vagonlarla cesetler toplandı. O kadar çok ölüm vardı ki İstanbul’un sokaklarından ceset toplanması gerekti. Daha ölü bedenler toplanırken tanıklar ve hayatta kalanlar, Yahudiler, Ermeniler, Türkler işine gücüne dönmüştü. Şehrin hafızasına da bu unutma hali miras kalmış. Normalin yıkıldığı şiddet günü değil.
[1] Görüşmelerin İngilizce orijinali Julia Phillips Cohen ve Sarah Abrevaya Stein’In hazırladığı Sephardi Lives: A Documentary History, 1700-1950 adlı kitabın 42. parçasıdır (s.134-140).
26 Ağustos 1896’de Taşnaksutyun partisine bağlı bir grup Ermeni Galata’daki Osmanlı Bankası’na baskın düzenlendi ve binayı işgal etti. Bu baskın üzerine imparatorluğun başkentinde şiddetli bir Ermeni karşıtı pogrom başladı. Şiddetin yoğunlaştığı Galata ve Hasköy gibi mahallelerde oturan Yahudiler pogroma tanık oldu, bazıları katıldı, bazıları komşularını korudu. Katliamın Yahudi tanıklarını ilk defa Türkçe okurlarıyla buluşturuyoruz.
Okuyacağınız kısa anlatılar İstanbullu Albert Adatto’nun göç ettiği ve okula gittiği Seattle’da bulunan İstanbullu Yahudilerle yaptığı görüşmelerden.[1] Orijinal dili İngilizce olan bu tanıklıklar Adatto’nun 1939’da Washington Üniversitesi’nde verdiği ‘Sefaradlar ve Seattle Sefarad Cemaati’ adlı yüksek lisans tezine kaynak olmuş.
Dora Cohen
Konstantinopolis’te Ermeni katliamları olduğu zaman ben çok genç bir kızdım. Bir sürü Ermeni öldürüldü ama biz Yahudiler birçok [Ermeniyi] Yahudi olarak gözüksünler diye verdiğimiz dini kıyafetler ve tefilin [duada giyilen deri kaplı eşya] ile ölümden kurtardık.
Dükkânı Türklerle çevrili bir mahallede olan bir Ermeni tanırdım. Sevilirdi ve kavgalar olurken Türk arkadaşları onu koşullar sakinleşene kadar sakladı.
Türkler Yahudileri kendilerini belli etmeleri için uyarmıştı, yanlışlıkla Ermeni sanılmayalım diye. Her millete kendini belli etmesi söylenmişti ki Ermeniler ortaya çıksın.
Babam İtalyan tebaalıydı ve ayaklanmaların arifesinde çabucak bir İtalyan bayrağı hallediverip kapımızın önüne astı. Ayaklanma esnasında hiçbir Türk evimize girmedi.
Shemuel Brudo
Konstantinopolis’teki Ermeni katliamı çok nazik bir mesele ve hakkında bir yargıya varmak neredeyse imkânsız. Şahsen ben Ermenilere sempati duyuyordum ve siyasi otonomi verilmesi gerektiğini düşünüyordum.
Belirtmek isterim ki Ermeni arkadaşlarını kurtaran ve hatta evlerinde saklayan birçok Türk vardı. Bir sürü Yahudi Ermenilerin hayatını kurtarmıştır çünkü onlara tefilin ve dua kitapları vermişlerdi. Türkler bu Ermenilerin evine girince onları rahatsız etmezlerdi çünkü tefilinleri ve İbranice kitapları görürlerdi. Ayrıca Ermeniler ‘Yahudi, Yahudi’ derdi ve Türkler onları hemen bırakırdı.
Ermeni Hristiyanların Yahudi sembolleri hayatlarını kurtarmak için başarıyla kullanmış olması ironiktir. Eminim birçok Hristiyan Yahudiliğin Ermeni katliamlarından önce sona ermemiş olmasına sevinmiştir.
Anna Adatto
Ermenilerle Türkler arasında kavgalar olurken ben Piri Paşa’daki [Yahudilerin yoğun ikamet ettiği Beyoğlu mahallesi] evimdeydim. Sabah uyanıktım ve genelde gündüz işte olan iki kızın eve döndüğünü gördüm. Bana işyerlerinin geçici olarak kapandığını söylediler. Ben onlara bunun sebebini sordum. Onlar da Ermenilerin öldürüldüğünü söylediler. Hemen iki kız arkadaşımı alıp olayların olduğu yere yürümeye koyulduk.
Bir komşunun avazı çıktığı kadar bağırdığını duydum. Biz kızları hemen eve dönmemiz için uyarıyordu çünkü ciddi tehlike vardı. Evimize yaklaşırken yakında bir duvara baktık ve koca sopalı bir Türk’ün bir Ermeni’yi yere çaldığını gördük. Ermeni o esnada öldü gibi görünüyordu. Evin içine koştuk ve tez zamanda tehlike ve Ermeniler ile Türkler arasındaki kavgalara dair bir sürü dedikodular çıktı.
Birkaç dakika sonra bir komşuyu sırtında ev eşyaları taşırken gördüm. Ne yaptığını sorunca verdiği cevap: ‘Ermeniler ev eşyalarını bırakıp kaçtı, biz de istifade ediyoruz. Babam hemen komşunun üstüne atladı ve onu böylesi rezil bir hareket yaptığı için sertçe azarlamaya başladı. Babam günah işlediğini ve eşyaları geri vermesi gerektiğini söyledi. Bu komşu babama saygı duyduğu ve düşmanlığından korktuğu için eşyaları geri koydu. Ama bizim mahallemizde daha alt sınıftan olan insanların yağma suçunu işlediğini biliyorum. Alt sınıflardan yağmaya katılan iki Yahudi de vardı ve onlar komşuları tarafından dışlanır olmuştu. Onlara bir daha hiç hayır gelmedi çünkü çalıntı mallardan lanetlenmişlerdi. Hayatları fenalıklarla doluydu.
Ben ve ailem tüm gün evimizde kaldık ve yüksek duvardaki sahne dışında hiç kavga görmedik. O gece yarısı şamas [sinagog görevlisi] bizim eve geldi ve kavgaların bittiğini söyledi.
Evinde Ermeni dostlarını saklayan birçok Yahudi tanırdım. Türk arkadaşları tarafından kurtarılan bir sürü Ermeni de vardı. Bademlik’te [Sütlüce’nin sırtları], Ermeni mahallesinde ve Yeşildirek’te [Fatih’te bir mahalle] en ağır hayat kayıpları yaşandı. Kavgalara katılan hiç Türk memur veya polis görmedim. Ermenileri öldüren Türkler sivildi ve hiç silah kullanmadılar. Türklerin silah olarak ellerinde kocaman sopalar vardı…Kavgalara bulaşan Türkler Kürtler ve en alt sınıflardan Türklerdi.
Kavgalardan önce Türkler Ermenilere ‘fare’ derdi ve kavgalardan sonra Ermeniler sanki fare gibi ortadan kaybolmuştu çünkü hiçbir yerde onlardan iz kalmamıştı.
Bazı oyun arkadaşlarım Ermeni’ydi ve yakın dostlarımdı. Sık sık Ermenice şarkılar söyler ve tatlı tatlı sohbet ederdik. Yahudiler ve Ermeniler arasında husumet yoktu. Bizim tanıdığımız Ermenilerin çoğu Paris’e kaçtı.
Ailemin tanıdığı Ermeniler çok kültürlü ve Fransızca, iyi eğitim almış kimselerdi. Babamın çok sayıda Ermeni dostu vardı ve ailem darda kalan Ermenilere yardım etmek için elinden geleni yaptı. Gururla söyleyebilirim ki yerde Yahudiler Hristiyan arkadaşlarının hayatlarını kurtarmak için olağanüstü riskler aldılar. Biz Ermeni dostlarımızı sevsek de kavgaların kabahati onların liderlerindeydi. Ermeniler Türk hükümetini devirmeye kalkışmıştı ve Türkler intikamın gerekli olduğunu düşünüyordu. Bireysel olarak Ermeniler mükemmel vatandaşlardı. Grup olarak bir şeyleri çok hızlı istiyorlardı. İçim acı çeken Ermeniler için yanıyor ama Türk hükümeti kabahatli değildi…
Sam Adatto
Galata’dan Stanbol’a [Haliç’in öteki tarafı] bir Ermeni dükkâna sabah 10’da bir takım elbise götürüyordum. Sahibi bir Ermeni, bana Ermenilerin Galata’da öldürüldüğünü ve Osmanlı Bankası’ndaki yetkililere karşı tehdit girişimleri olduğunu söyledi. Bankaların dinamitlenmesi Ermeni bağımsızlığını elde etmek için bir tehdit olarak kullanılmıştı. Bu Ermeni Türk yetkililer için terzilik yapıyordu.
Bana durumu anlattıktan yakında bir binada saklanacağını çünkü hayatının güvende olmadığını söyledi (Daha sonra onun başına geleni anlatacağım).
Öğlene doğru Galata’ya gittim. Türkler Ermenileri koca sopalarla öldürüyorlardı. Türkler tarafından hiç silah kullanılmıyordu. Bu Türkler alt sınıf tiplerdi. Sokaklarda Türk resmi makamlarından eser yoktu. Bir tane Türk üniforması görmedim. Sadece adamlar – siviller. Alt sınıftan Türkler, zararsız, isçi sınıfı Ermenileri öldürüyor gibi görünüyordu. Hiçbir zengin Ermeni’nin öldürüldüğünü duymadım, yalnızca sıradan, alt sınıf Ermenilerdi.
Korkmuştum ve Galata’ya doğru hızlıca yola koyuldum. Bir defacık durmadım, soru sormak için bile. Koşmuyordum ama aceleyle yürüyordum. Sokaklar çabucak ıssızlaştı. Sanki bütün Ermeni hamallar öldürülüyor gibiydi. Korkunç bir manzaraydı.
Öğleden sonra eve vardığımda bir daha yirmi dört saat boyunca evden çıkmadım. Korkunç bir tecrübeydi.
Bu kavga esnasında bildiğim kadarıyla sadece bir Yahudi öldürüldü, o da kazayla. Yerel şamas’ın [sinagog görevlisi] oğluydu. Osmanlı Bankası’nın önünden geçerken Ermenilerden gelen bir kurşun onu öldürmüştü. Ellerinde silah olan yalnızca Ermenilerdi ve bunları pek de faydalı bir şekilde kullanmadılar. Silahlı Ermeniler tüm akıllarını kaybetmiş ve korkudan taş kesilmiş gibilerdi. Türkler sadece büyük sopalar kullandılar. Sanki o gün öldürülenlerin yalnız yüzde biri Türklerdi, devamı Ermenilerdi.
Bir sonraki gün her şey sakindi. Sokaklardan cesetleri toplayan vagonlar gördüm. Dükkanım Galata’daydı ve her zamanki gibi işime gittim. Katliamın telaşı iki haftalık bir iş azalmasına sebep oldu.
Daha zengin Ermeniler sanki ayaklanma başladığı gibi şehri terk etmişti. Sadece fakir Ermeniler öldürüldü.
Ayaklanmalardan üç gün sonra isyanın ilk günü dükkanına takım elbise götürdüğüm Ermeni terzi bana başına gelenleri anlattı. Bu Ermeni’nin adı Onik Alem Schaihean’dı [Şaihyan?]. Bana ben çıktıktan hemen sonra dükkânı kapatıp yakındaki binada gizlendiğini söyledi. Akşama kadar orada kalmış. Sonra başına Türk bir yetkili olduğunu ima edecek Türk fesini geçirmiş. Ermeni hizmetçi adamlarını Türklerin yaptığı gibi peşine takmış. Türk sanılmış ve Galata’ya güvenle varmış. Oradan da Pera Taksim’deki evine gitmiş ve orası gayet sakinmiş.
Bu Ermeni terzi müthiş bir zanaatkardı ve Türkler tarafından çok sevilirdi. Hatta müşterilerinin çoğu Türk’tü. Ayaklanmalardan sonra dükkanına gitti ve her zamanki gibi müdavim Türk müşterileriyle alışverişe devam etti. Birkaç ay sonra Galata’ya taşındı çünkü Stambol’daki geçmiş isyanlardan iğrenmişti. Eğer sıradan Türkler onun Ermeni olduğunu bilselerdi büyük ihtimalle onu öldürürlerdi. Ama Onik daha üst tabaka Türklerle ilişkiliydi ve onlardan saygılı muamele görüyordu.
Ayaklanmalar sadece Ermenileri hedef almıştı. Ermeniler hatalıydı ve Türklerin haklı bir sebebi vardı. Türkler kendilerini savunmak zorundalardı çünkü Ermeniler hükümeti yıkma tehdidinde bulunuyordu. Tarih kitapları ne der umurumda değil. Türkler haklıydı. Ayaklanmalar sadece alt sınıf Türkler tarafından yürütülmüştü. Bir sürü iyi Türk Ermeni arkadaşlarını kurtardı. Alt sınıf Türkler arasında bile çocuk veya kadın öldürülen görmedim. Sadece erkekler. Ne olursa olsun cezasını hep alt sınıf insanlar çekiyor gibi.
Galata’da telaş sona erene kadar Ermeni dostlarını saklayan birkaç Yahudi aile tanıyordum. Amerikalılara Ermeni ayaklanmalarını açıklamak çok zordu. Eğer biri hükümeti devirmeye kalkışırsa ben bu fikre karşı olurum. Hükümeti devirmeye çalışanlar iyi değildir. Aynısı Ermeniler için de geçerli. Bir sürü Ermeni’yi severdim ama herhangi bir hükümete zorla devrim yapma fikrini sevmiyorum.
***
Olaylardan neredeyse 40 yıl sonra ABD’nin Seattle kentinde, yaşanılandan bambaşka bir bağlamda, tanıklar İstanbul’dan göç ettikten ve imparatorluk yıkıldıktan yıllar sonra dillendirilen bu tanıklıklar ‘ne oldu?’ sorusuna dair bir nebze fikir veriyor. Ancak tanıklıkların bugün bize getirdiği asıl katkı, katliamın ‘nasıl hatırlandı/hatırlanıyor/hatırlanabilir?’ sorularına olan cevapları.
Adatto’nun görüşmecilerinden bazıları kendilerini Ermenilerle aynı safta tutup dayanışma hikayelerine ağırlık verirken bir kısmı katliamı farklı derecelerde savunmayı yeğlemiş. Görüşmecilerin de değindiği gibi şiddetin tek hedefi Ermenilerdi. Bu durum ne saldıran ne saldırılan olan Yahudileri ‘tarafsız’ bir konuma sokmuştu. Hatta Yahudilerin kendilerini belirginleştirerek şiddetten korunduğu tanıklıklardan anlaşılıyor. Tanıklıklar farklı kimliklere bürünerek güvenlik arayanların hikayeleriyle dolu: İtalyanlığını göstererek güvence arayan bir Osmanlı Yahudisi, Türk gibi hizmetçisini peşine takan fesli bir Ermeni, Yahudi dua objeleri takınarak Yahudi kılığına giren Ermeniler. Bu hikayeler 1896 İstanbul’unda gruplar arasındaki sınırların herkes tarafından bilindiğini gösteriyor. Hem de bunun ötesinde kılıktan kılığa geçmenin mümkün ve zaman zaman hayati önem taşıyan bir hareket olduğunu da hissettiriyor. Bu geçişleri yapabilmek için birçok Ermeni, aynı mahalledeki Yahudilerden yardım almış ve objelerin koruyucu etkisi sayesinde göz önünde saklanabilmiş. Bu geçişkenliği önlemek için Yahudilerden ‘kendilerini belli etmeleri’ istenmiş, böylece elemeyle ‘Ermeniler ortaya çıksın,’ şiddet hedefine ulaşsın. Anadolu’da şiddetli anlarda kimlikten kimliğe savruluşun örnekleri bir hayli çok. Eğer İstanbul’daki şiddet devam etseydi, Yahudi kılığında Ermeniler belki de bir gün değil, haftalarca ev ve sokak arasında ayrı kimlikle yaşayacaktı.
Ermenileri saklayan veya yardım eden Yahudilerin hikayelerini fark edilir bir gururla anlatan tanıkların bazıları kabahati yine şiddete hedef olan Ermenilerde buluyor. Biri kabahati yalnızca ‘Ermeni liderlere’ mal ederken, bir başkası tüm Ermenileri Taşnaksutyun’un banka baskını dolayısıyla ‘hatalı’ buluyor. Bu tarz aklama veya açıklamalar bugün soykırım üzerine yazılanları bilen bir okur için şaşırtıcı olmayacaktır. Tanıklıklarda etkisini saptaması zor olan unsur soykırım. ABD’de yaşayan bu Yahudilerin 1930larda Ermeni soykırımından habersiz olması pek mümkün değil. Ayrıca görüşmecilerin göç ettikleri tarihleri bilmediğimiz için soykırıma da tanık olup olmadıkları belli değil. Yalnız bağlamın etkisini bir tanıklıkta sezinliyoruz: ‘Amerikalılara Ermeni ayaklanmalarını açıklamak çok zordu.’ Görüşmeci belli ki haklı bulduğu tarafı çevresine savunmakta zorlanıyor ve kendine göre suçun ne tarafta olduğunu işaret ederken Amerikalılardan direnç görüyor. Bu özellikle soykırım sonrası ortam için şaşırtıcı değil. Katliama dair Yahudi tanıkların gösterdiği Ermenilere hem empati duyan hem de kabahatli bulan tavır soykırım sonrası söylemde de farklı ‘ılımlı’ durumlarda da karşımıza çıkıyor. Hatta sadece Yahudilerin Ermenileri hedef alan şiddete olan yaklaşımı değil, Türkiye’de grup hedefli şiddet olaylarında sıkça görülen ‘ama onlarda şunu yapmasaymış’ gibi yarım-savunmaların erken bir taslağını sezinlemek mümkün.
Tanıklıklarda Ermenilerin yaşadığı şiddet keskin sınıfsal ve mekânsal sınırlarla hatırlanıyor. Fatih ve Sütlüce gibi daha fakir mahallelerde ölüm kol gezerken elit terzinin oturduğu Pera’da her şey sakindi, tanıklara göre. Tanıklar şiddetin doğurduğu genellikle zengin göçü de not ediyor. Şiddetten en az hasar gören üst sınıf mensuplarının bu sebepten şehri terk edişi, göç yolunun kimlere açık olduğuna dair de bir ipucu veriyor. Tanıkların çektiği sınıfsal ve mekânsal sınırlar İstanbul’un kent hafızasında 1896’nın yokluğuna dair de fikir veriyor. Neden 6-7 Eylül Pogromu zamanla şehir hafızasına otururken 1896’nınki silinmiş? Yakınlık takıntısı, fotoğraflanmış olması (kastettiğim hafızada görsellerin önemi) ve zarar görenlerin tartışmasız masumiyeti mutlaka etkili ancak fark bunlarla sınırlı değil. 1955 pogromunun en hatırlanan tarafı şehrin ticaret merkezinin, İstiklal’in talan edilişi, şık dükkanların mallarının sokağa dökülüşü. 1896 katliamının merkezi ise eski İstanbul’un en fakir mahalleleri, işçi sokakları. Tanıkların ısrarla altını çizdiği gibi fakir Ermenilere yapılan bir katliam oluşu, 1896’nın iyice hafıza dışına itilmesinde bir faktör.
Benzer bir keskin sınıf ayrımı Türkler için de mevcut. Fail olarak tamamen alt sınıf Türkler işaret ediliyor. Tanıklar resmi Türk kurumlarının etrafta görünmediğini not ederken kurumları aklama yönüne gidiyorlar. Hiçbiri neden polis gibi bir kurumun başkent sokaklarında katliamı önleme çabasında olmadığını sorgulamıyor. Bu sorgu eksikliği Ermenileri müstahak görme yönelimine atfedilebilir veya daha geniş bir şekilde gayrimüslimlerin devletten güvenlik beklentisi olmayışına da işaret edebilir. Bir görüşmeci ‘alt sınıf Türkler’ fail grubunu genişleterek Kürtleri de bu tarafa ekliyor. Böylece fail/hedef ayrımının etnik-dini bir çizgi olduğunun altını çiziyor. Müstahaklık konusunda bir diğer çizgiyi de cinsiyet üzerinden görüyoruz. Bir tanık sadece erkeklerin öldürüldüğünü belirterek bir nevi ölümü makbul göstermeye çalışıyor. Sözleriyle erkeklerin öldürülmesini suç kategorisinden, masumiyetten sıyırıyor.
Görüşmelerin orijinal dilinde ayaklanma, isyan, kavga ve katliam (rioting, fighting ve massacre) kelimeleri geçiyor ve tanıklar bu kısa anlatıların farklı yerlerinde bile terminoloji değiştirebiliyor. Bu da 1896’da gerçekleşenlerin hafızada muallaklığına, o gün tam olarak ne olduğuna dair baskın bir anlatının yer etmediğine dair bir emare olabilir. Tanıklıklarda hatırlama eylemini görsek de unutma eğilimi burada akla geliyor. Başkentin göbeğinde böylesi şiddetli bir gün nasıl olur da sadece kenarda köşede kalmış bir mesele gibi hafızalara kalır? İstanbul’un şehir hafızasına bakıldığında da 1896 katliamının yersiz yurtsuz kaldığını söylemek yanlış olmaz. Bu kadar çarpıcı, mahalle mahalle hissedilen bir günün bugün Haliç’in iki yakasındaki sokaklarda izini sürmek imkânsız. Taşnakların Osmanlı Bankası baskını milli tarih anlatısına bir derece entegre edilse buna hemen müteakip şehir katliamı silinmiş bir şiddet hikayesi.
‘Sonraki gün’ hayatta kalanlar işine döndü, sakinleşen mahallelerden vagonlarla cesetler toplandı. O kadar çok ölüm vardı ki İstanbul’un sokaklarından ceset toplanması gerekti. Daha ölü bedenler toplanırken tanıklar ve hayatta kalanlar, Yahudiler, Ermeniler, Türkler işine gücüne dönmüştü. Şehrin hafızasına da bu unutma hali miras kalmış. Normalin yıkıldığı şiddet günü değil.
[1] Görüşmelerin İngilizce orijinali Julia Phillips Cohen ve Sarah Abrevaya Stein’In hazırladığı Sephardi Lives: A Documentary History, 1700-1950 adlı kitabın 42. parçasıdır (s.134-140).
Paylaş: