Babamı hayatımda sadece bir defa ağlarken gördüm. Damdaki Kemancı filminde Tevye’nin kızı Chava’nın bir ‘goy’* ile evlenmesi üzerine, kızını geride bırakma sahnesini izlerken gözlerinden yaşlar akıyordu. Biliyordum, Tevye yerine kendisini, Chava yerine beni koyuyordu. Ailemden kimi zaman açıkça kimi zaman kapalı olarak karma evlilik yapmamaya dair aldığım mesajlar arasında bu kuşkusuz en kuvvetli olanıydı. Buna benzer uyarılara rağmen karma evlilik gerçekleştirenler neler yapıyordu peki? Avlaremoz yazarlarından Özgür Kaymak ve Anna Maria Beylunioğlu Atlı tarafından kaleme alınan ve İstos Yayıncılık tarafından basılan Kısmet Tabii kitabında, görüşmecilerin anlatıları ve yazarların tespitleri bizi kimi zaman çok tanıdığımız kimi zamansa bize yabancı pek çok konuyu ele alıyor.
Geçtiğimiz hafta ilk bölümünü yayınladığımız Kısmet Tabii kitabının röportajının ikinci bölümü paylaşıyoruz. İlk bölümü okumak için buraya tıklayın.
‘Bu işin tek bir çözümü olduğunu düşünerek, idareten, göstermelik olarak din değiştiriyorlar. Amaç çevreyi ve aileyi mutlu etmek.’
Betsy Penso (‘BP’): Kitapta çoğunlukla kadınların din değiştirdiğini görüyoruz. Bunun sebebi sizce ne? Ben bunun hep ekonomik bir yanı olduğunu düşünmüşümdür. Genelde ekonomik olarak daha güçlü olan ailenin diğerini boyunduruğu altına alması gibi.. Sizin bir tespitiniz var mı buna ilişkin? Yoksa sadece kadın oldukları için mi?
Anna Maria Beylunioğlu (‘AB’): Kadının ekonomik olarak daha zayıf olması belli bir jenerasyona kadar olabilir ama yeni jenerasyonda kadınlar daha bilgili, eğitimli, ekonomik özgürlüğe sahip..
Özgür Kaymak (‘ÖK’): Kitapta da bahsettik bundan, Hypergamy teorisi bu, sosyal statü atlamak için yapılan evlilikler. Mesela, Antakyalı Rum Ortodoks bir görüşmecimiz İstanbullu bir Ermeniyle evlenmişti. Kadın görüşmecimiz tamamen kocasının cemaatine entegre olmuştu. Ancak biz, yaptığımız görüşmeler çerçevesinde bu evliliklerde ekonomik bir faktör olduğunu düşünmüyoruz. Çünkü bu kadınlar da aileleri de çoğunluğu orta-üst sınıf.. Aileler eğitimli, anne-baba çalışıyor, dolayısıyla sosyal statüleri çiftlerin çok benzer. Bence burada din değiştirmedeki amaç gerçekten o ilişkiyi yaşatabilmek, mutlu olabilmek. Bu sebepten ötürü ayrılan çiftler var. Genelde erkeğin ailesinin yaptığı baskılar ayrılığa götüyüror çiftleri. Ayrılıyorlar, ayrı yapamıyorlar, tekrar barışıyorlar ama o zaman da bu işin tek bir çözümü olduğunu düşünerek, idareten göstermelik olarak din değiştiriyorlar. Amaç çevreyi ve aileyi mutlu etmek. Kadın da genellikle bunu kabul ediyor. Kimi kadın ailesine dahi söylemiyor böyle bir şey yaptığını. Aileler çoğunlukla çok seküler ve liberal bakıyorlar bu olaya.
AB: Neden kadın? Önceki jenerasyonlarda daha ekonomik sebepler bunu açıklayabiliyorken, kadının artan eğitim seviyesiyle bunun bugünkü açıklaması farklı. Türk aile yapısında, her ne kadar babalar eve hakimse de, gelenekler ve görenekler kadın üzerinden aktarılıyor. Dolayısıyla bir Antakyalı Rum Ortodoks erkek, Türk Müslüman bir kadınla evleneceği zaman, kadını Hristiyan yapıyor. Bu Antakyalılarda özellikle çok yaygın. Çünkü bir sakınca görmeyip Müslümanla evlense de, çocuğunun gelenek ve göreneklerden uzak kalmaması için annenin de sembolik bile olsa Hristiyan kültürüne tutunması lazım. Gözlemimiz şu, din değiştirmek ilk etapta statü atlamak için yapılmıyor, karşı tarafı mutlu etmek ve bu evliliği gerçekleştirmek için yapılıyor. Ama bu süreç sonunda, din değişimini sembolik bile yapmış olsa yine eski dinine geri dönenler oluyor. Ama yine de gelenek ve görenekleri uyguluyorlar. Kadının dönmesindeki asıl sebep gelenekleri çocuğa aktarmak.
ÖK: Bence ezen-ezilen halklar teorisi de var burada, bunun bilincinde olan çiftler bu kişiler. ‘Azınlık kültürü’ diyor kadın, ve sonuçta kaybolmakta olan çok değerli bir kültür. Kadın bunu kültürel sermaye ve prestij olarak da görüyor. ‘Ben neden bu kültürü aktarmayayım? Neden benim çocuğum Rumcayı Ermeniceyi öğrenmesin?’ diyor.. ‘Neden bu kültürün geleneklerine, kültürüne, hafızasına sahip çıkmasın’ diyor. Bu bilinçte olan bir kafa yapısı var genelde. Bunu kıymetli görerek, buna tutunuyor.
‘Ben çocuğumun arada arafta kalmasını istemiyorum. Bu çocuğun nelerle karşılaştığını anlayabilmem için benim de onunla birlikte bunu yaşamam gerekiyordu.’
BP: Biraz bahsettiniz ama devam edelim. Din değiştirenler dinde kalmaya devam ediyorlar mı? Çocukları nasıl yetiştiriyorlar?
AB: Konuştuğumuz 9 kişi din değiştirdi. Bunların büyük kısmı eşi için sembolik olarak geçiyor ve geçtikleri dinde kalıyorlar. Tamamen sembolik ve kültürel bir geçiş bu, dini ritüelleri uygulamıyorlar. Bir tanesi başta eşinin dinine geçiyor ve daha sonrasında geri Müslüman oluyor. Sadece o evlilik gerçekleşsin diye din değiştirmiş. Ancak din değiştirmeyi kendi isteyen, hiçbir zorlama olmadan Yahudiliğe geçen bir görüşmecimiz de vardı. Tüm benliğiyle bunu isteyen ve uygulayan bir kişi.
ÖK: Bunun için bu görüşmeci ve eşi Amerika’ya gidiyorlar. 1-1,5 sene orada kalıyorlar. Her gün sinagoga giderek eğitim alıyor. Biz de çok şey öğrendik açıkçası o görüşmede. Kendisini hem dini hem kültürel olarak tamamen Yahudi olarak tanımlıyor. Zaten çok seküler bir aileden gelme. Ailesi Müslümanlığı pratik etmiyor zaten, öyle büyümüş biri değil. Cuma gününden telefonlar kapanıyor, cumartesi mümkün mertebe sinagoga gidiliyor. Bunun psikolojisi de bambaşka olmalı. Bu görüşmecimiz tüm benliğiyle sarılmış Yahudiliğe. Görüşmecimiz net bir şekilde bunu çocuğu için yaptığını söylüyor: Bu çocuk bu ülkede bu soyadla, babası Yahudiyken Yahudi olarak yetişecek ve ben çocuğumun arada arafta kalmasını istemiyorum. Bu çocuğun bu yolculuğa çıktığında nelerle karşılaştığını anlayabilmem için benim de onunla birlikte bunu yaşamam gerekiyordu.
AB: Ben bu hikayeyi dinlerken tüylerim diken diken olmuştu. O kadar net, kuvvetli anlatıyor ki…
BP: Çocuklardan bahsetmişken, karma evlilik çocuklarına ilişkin bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?
ÖK: Çok istiyorum! Hatta Patrik Hazretleri ile görüşmeye gittiğimizde sordu ‘bundan sonra ne yapacaksınız’ diye, Anna direkt ‘mezarlık konusu’ dedi, ben de hemen ‘çocuklar’ dedim. [gülüyor] Ben çok istiyorum. Çok çok önemli ve asıl mesele o zaten. Bütün evliliklerin temel sorunsalı bu aslında. Daha hiçbir şey ortada yokken konuşulan konu bu oluyor, ‘çocuk ne olacak?’ Hangi okula gidecek, hangi dili öğrenecek, sünnet olacak mı, vaftiz olacak mı? Soyun devamı, kültürün devamı.. Asimilasyon tedirginliği yaşıyorlar… Çok çok anlaşılır bir şey. Görüşmeciler de, özellikle çocukları ortaokul yaşlarında olanlar, çocuklarını bu çalışmayı yapmamız halinde bizimle görüştürmeye çok hazırlar. [gülüyor] Onlar da çok merak ediyorlar ne tespitler çıkacağını. Kimlik çok akışkan bir şey tabii ki bunun da farkındayız. Çocuk bugün onu söyler, yarın başka şey.. Bizim için de geçerli bu… Üç sene sonra bambaşka bir cevapla gelebilir karşına. Ama en azından bugün için baktığımızda ben bunu çalışmayı çok istiyorum.
AB: Biraz daha beklemek gerekiyor aslında. Biraz daha artmalı bu vakalar ve çocuk sayıları, daha güzel bir çalışma olması açısından. Kitapta da aslında birkaç tane karma evlilik çocuğunun hikayesine yer verdik. Ama çok bireysel ve ufak örnekler olarak kaldı tabii kitapta. Bugün artan bir fenomen, çocuklar da yeni yeni büyüyorlar. Bir 5 sene beklemek lazım en azından.
‘Her ne kadar UOML’nin ⅓’ü karma evlilik çocuğu olsa da, orayı asıl tercih etmeme sebepleri çocuklarını bir fanus içerisinde büyütmek istememeleri.’
BP: Çocuklardan bahsetmişken bir soru daha: UOML azınlık okulları arasında en çok rağbette olan gibi okudum ben kitapta. Neden öyle?
AB: Diğer cemaat okullarına nazaran Musevi okulunun eğitim kalitesi daha yüksek olarak ortaya çıktı görüşmecilerin anlatısında. Çocukların orada gördükleri eğitim kalitesinden şüphe etmiyor Yahudi toplumu. Ama özellikle Rum okulları için, ‘fasulyeyle sayıyorlar hala sayıları’ diye bir anlatı var. Çok geride kalmış. Ama UOML’ye göndermeme eğilimi de var tabii. Karma evlilik yapmış olanlar çocuklarını göndermek istemeyebiliyorlar onun da nedeni, bir fanus içerisinde büyümelerini istememeleri. Eğitim seviyesi çok yüksek ancak kapalı bir alanda büyüyeceklerinden ve evrenlerini geniş tutamayacaklarından korktukları için tercih etmiyorlar. Dünya’ya karışsın çocukları istiyorlar.
ÖK: Ben UOML diğer azınlık okullarından daha çok rağbet görüyor diyemem. Okul seçiminde sosyo ekonomik sebepler çok çok baskın. Görüşmecilerin çok büyük bir çoğunluğu, ‘benim kaliteli özel okula gönderebilecek bir param yok. Mümkün değil, astronomik paralar. Gerek de yok’ diyorlar. Dolayısıyla Rum ve Ermeni okullarının tercihi seküler ve bedava olması. Hem o kültürü en azından ilkokulda alsın hem dil öğrensin gayesi var. Rum liselerinde durum çok farklı, çok dinledim, çok uzatmayayım ama sistemde geri kaldılar. Ermeni okullarına gönderenler çok memnun. Animasyon derslerinden tut Fransızca derslerine pek çok şey var. Cemaat içerisinde de çevre ediniyor. UOML’de ise durum farklı. Bir kez daha pahalı, tabii burs imkanları var. Bizim görüşmecilerimizin neredeyse hiçbiri göndermeyi düşünmüyordu. İstanbul gibi bir şehirde ulaşım da çok büyük bir mesele: ‘Çocuğumu Çekmeköy’den Ulus’a göndermek istemiyorum’ diyorlar. Asıl tercih etmeme sebebi Anna’nın dediği gibi her ne kadar okulun ⅓’ü karma evlilik çocuğu olsa da, bir fanus içerisinde büyütmek istememeleri. Diğer sebep ise güvenlik. Güvenlik elbette olmak zorunda okulda. Ama ‘ben çocuğumun tenefüste güvenlik görevlilerinin her tarafta olduğu tel örgülerle çevrili olan bir yerde bu kaygıyla her gün okula göndermek istemiyorum’ diyorlar.
‘Bu kedi de tam korkak Yahudi gibi’
BP: Şimdi başka bir konuya geçelim. Müslüman erkeklerle evlenmiş kadınların özellikle İsrail hakkında sessiz kaldıklarını otosansür yaptıklarını tespit etmişsiniz. Sizce neden?
ÖK: [gülüyor] Klasik İsrail mevzusu, kırmızı çizgi.. [gülüyor] Bir görüşmecimiz şöyle demişti: ‘bizim evde din ve siyaset paktı var. Din ve siyaset kesinlikle konuşulmuyor.’ Aslında buna genel bakmak gerek. Bunu, Yahudi toplumunda herkesin değil ama pek çok kişinin İsrail konusunda sessiz kalmasına bağlayabiliriz. Kendi etnik kimlikleriyle ilgili en hassas, en saklamak zorunda kaldıkları nokta bu. Çünkü en yakın arkadaşın bile olsa, Gazze olayları esnasında veya Mavi Marmara’da, ‘sizinkiler’ diyebiliyor. Tabii ontolojik olarak yabancı görülmek, buraya ait görülmemek, hep dışarlıklı olmak, antisemit bir şekilde ‘tüm Yahudilerin İsrailli olması’ düşüncesi, Türkiye’yi 2. ülkeleri olarak gördüklerini düşünmeleri, makbul vatandaş olmamaları sebepleriyle de alakalı. O yüzden daha sessiz kalma, konuşmama eğilimi var.
BP: Yunanistan ve Ermenistan için de aynı mevzu var mı?
ÖK: Evet var. Özellikle Karabağ Savaşı sırasında, Ermenilere karşı benzer tutum sergilendi. Öncesinde de vardı, 70’lerde, 80’lerde ASALA döneminde… Şu anda 60-70 yaşında olup ASALA’yı yaşayanlar: biz yüzümüzde Ermeni yazıyormuş gibi bir utançla yürüyorduk sokakta o zamanlar diye anlatıyorlar. Gün değişiyor konjonktür değişiyor ama yine aynı her şey. İnsanları acıtıyor tabii.
AB: Kamusal alanda ‘gösterememe’ kişiden kişiye de değişiyor tabii, karakter meselesi. Artık çok daha tepkililer özellikle ‘gavur’ denmesine. Artık cevap veriyorlar: ‘ben gavur değilim’ diye. Ama özel alanda bu kadar rahat şekilde cevap vermeyebiliyor. Evliliklerini devam ettirmek için sessiz kalabiliyorlar. Kamusal alanda verdiği veya vereceği tepkiyi evde vermiyor. Tatsızlık çıkmasın benim asıl mevzum bu değil diye düşünüyor. Ama bazen tepki de gösterebiliyor. Mesela kayınvalidesi gelinine ‘korkak Yahudi’ diyor. Buna müthiş bir tepki veriyor görüşmecimiz.
BP: O hikayeyi anlatabilir misiniz?
ÖK: Görüşmecimiz çok politik, çok bilinçli bir kadın. Evde oturuyorlar kayınvalideyle. Henüz nişanlılar. Bir anda kedi kaçıyor. Kediyi aramaya başlıyorlar. Kediyi ararken, kayınvalide bir anda: ‘Bu kedi de tam korkak Yahudi gibi’ diyor. Bu olay kızın bizzat yanında oluyor. Kız daha sonrasında onu tedirgin eden şeyin kayınvalidesinin gündelik hayatında böyle bir antisemitizm yapabilmesi olduğunu söylemişti. Kayınvalidesini antisemit olarak tanımlamıyordu. Çünkü onun kiliseye gittiğini zannedebilecek kadar bilgisiz olduğunun farkındaymış. Hiçbir farkındalığı olmadığını söylüyor. İşte o anda kayınvalidesinin karşısına geçip ‘Bir dakika. Sen benim dışımda kaç tane Yahudi tanıyorsun. Kiliseye gidiyor zannediyorsun muhtemelen.’ diyerek kendisini gösteriyor. Nişanlısına da: ‘Annen benden özür dilemediği sürece ben bu eve girmem, bu ilişki yürümez.’ diyor. Kayınvalide bu olaydan sonra özür diliyor. Ama her hikaye böyle değil. Kimisi de yutkunuyor, tabii bu oradaki dinamiklere de çok bağlı.
AB: Bu biraz karakter meselesi biraz da evliliği devam ettirme isteğiyle alakalı.
BP: Nasıl bu diline yerleşmiş acaba da kediye söyleyebilecek kadar benimsemiş?
ÖK: Tüm o önyargılar, damgamaların ne kadar derinlerde gömülü olduğunu gösteriyor bu aslında.
‘Adalı olmak birisiyle aynı dili konuşmak gibi. Aa adalı mısın dendiği anda, hiç tanımadığın biriyle bile bir anda çok yakın hissedebiliyorsun kendini. Adanın böyle bir ruhu var.’
BP: Adalardan da bahsedelim istiyorum biraz.. Adalar karışık evliliklere destek mi oluyor, köstek mi? Hani çocuklar adada kendi toplumumuz içerisinde büyüsün algısı ne kadar doğru? Diğer azınlık toplumlarının da adalarda olması sebebiyle karışık evlilikler olmaya devam ediyor sanki.
ÖK: Bir Adalı olarak ben başlayayım o zaman. Ada dediğimiz zaman bütün azınlık toplumları dahil aslında buna. Kınalı, Burgaz, Büyükada bu cemaatlerin mikro kamusal alanları. Bu tabii son 10-15 senede kırıldı. Cemaat dernekleri daha aktifken, Şamdan’ların, Değirmen’lerin, Seferoğlu’nun çok daha yoğun dolu dolu yaşandığı yıllar gibi değil artık… Herhalde 2000’lerden itibaren ki aşağı yukarı karışık evlilikler de bu zamanlarda artmaya başlıyor, nüfus azalıyor ve çevreler de değişiyor. Sonuçta tüm bu cemaatler içiçe. Bütün farklı dini, etnik gruplardan arkadaşların oluyor. Bu biraradalık da aslında sınır geçişine teşvik ediyor. Bu zamanla flörtlere, daha uzun süreli ilişkilere, evliliklere kadar uzanabiliyor. Belki de çocukları bir arada tutalım aman cemaat içerisinde büyüsünler derken, zamanın da ruhuyla adada yine karışık evlilikler olabiliyor. Betsy sen de iyi bilirsin, sen de adalısın, adalı olmak birisiyle aynı dili konuşmak gibi. Aa adalı mısın dendiği anda, hiç tanımadığın biriyle bile bir anda çok yakın hissedebiliyorsun kendini. Adanın böyle bir ruhu var. Bir görüşmecimiz anlattı: İstanbul’da bir gece bir yerde tanışıyorlar, fakat ortak arkadaşlarından adalı olduklarını öğreniyorlar. Kız küçüklüğünden beri o ortam içerisinde… Rum, Ermeni, Yahudi, Süryani bir sürü arkadaşı olduğunu ve o çembere çok daha kolay dahil olduğunu anlatmıştı. Çünkü o kültürü biliyor, ona yabancı gelmiyor. Kolaylaştırıyor işleri yani.
AB: Görüşmecilerden anladığım kadarıyla, adada olmak bir yandan Yahudilerle aynı ortamda olmak gibi bir fırsat, ama bir yandan da yine geniş toplumla temas etmeye devam ettiğin bir durum. Ama temas ettiğin geniş toplum en azından azınlıklara çok daha sıcak bakıyor. Zaten bizim incelediğimiz ilişkilerde ailelerin çok muhafazakar Müslüman olduğunu gözlemlemiyoruz. Bir tane var görüşmecilerimizden öyle.. Düşmanca yaklaşanlarla zaten beraber olmuyor azınlıklar. Ada bu işi biraz da kolaylaştırıyor aslında. Korktukları gibi olmadıklarını görüyorlar. Ama burada tabii dengeyi tutan başka unsurlar var, örneğin Yahudilerin gençlik dernekleri, Hristiyanlardaki kilise toplulukları, korolar. O sosyalizasyon alanları bir çeşit denge kuruyor. Yahudi cemaati anladığım kadarıyla bu konuda diğer cemaatlerden daha aktif. Daha oturaklı ve organizeler. Ermeni ve Rumlarda kilise topluluklarında ana dil konuşulduğu için, dili bilmeyenler bir dil bariyerine takılıyorlar ancak Yahudilerin gençlik derneklerinde daha farklı bir süreç işliyor. Dolayısıyla beraber daha çok vakit geçirebiliyorlar.
ÖK: Hatta erkek arkadaşı Yahudi olan bir Rum görüşmecimiz anlatmıştı: uzun yıllar beraberler, zaman geçip iş ciddiye bindikçe, her cuma Şabat yemeğine çağıran aileden de yavaş yavaş bir mesafe hissetmeye başlıyor. Hiç bir saygısızlık yapılmıyor ama soğuk davranıyorlar. Kız diyor ki, ailesinden çok arkadaşlarından tepki gördüm. O çember o kadar korunaklı ki, o kadar birbirlerini tutuyorlar ki… Rum olmasına rağmen görüyor bu tepkiyi yani, azınlık olması, Müslüman olmaması da ilişkiyi kolaylaştırmıyor. ‘Adadaki Yahudi derneğine hiçbir zaman alınmadım. Bir defasına kapıdan çevirdiler, sonra kendime yemin ettim bir daha kendimi asla böyle bir duruma sokmayacağıma ilişkin.’ Tabii çok bireysel bir hikaye ama Anna’nın dediği gibi bu cemaat kurumlarının önemi de büyük.
‘Diğer bayramı kutlamaya teşvik etmelerinin sebebi hem saygı, hem festival havası yaşatması, hem de sahip çıkmak istedikleri bir prestij olması.’
BP: Son soruya gelelim… Bayramlar nasıl kutlanıyor bu karışık evliliklerde? Ben son senelerde arkadaşlarımla Chrismukkah kutlamaya başlamıştım İstanbul’da, aynı ortamda hem Hanuka mumu yakıp hem de Noel ağacının yanında Noel sofrasında yemek yiyorduk. Bu tabii benim ailemden gördüğüm bir şey değil. O yüzden aileler bunu nasıl uyguluyor merak ediyorum.
AB: İki tarafın da gelenek göreneklerinin, yemek ritüelinin, bayramlarının, ailelerin telefonla araşılarmasını, o ruhun yaşatıldığını görüyoruz. İki taraftan da gelen kültürün beraber yaşatılıdığını görüyoruz. Çocuklara da bu şekilde aktarılıyor. Çocuklar iki bayramı da görerek büyüyor. Müslümanla evliyse bayramda el öperek büyüyorlar. Tek kimlikle yetiştiren çiftler de var, fakat bu bayramlar işin içine girince ikisinin de kutlandığını görüyoruz. Hibrid uygulamalar oluyor. Demin verdiğin Chrismukkah örneğine özellikle Amerika’da çok sık rastlanıyor. Yahudi cemaati herhalde çok benimsememiştir ama evlerde var bu. Mesela bir görüşmecimiz anlatmıştı: ‘Bizim evde Pesah Paskalya’ya kadardır’ demişti. Bu hibrid uygulamaların uygulandığını görebiliyoruz. Ama dini referanslarından arındırıldığını da görüyoruz. Mesela Noel yemeğini yiyor, ama kiliseye gitmiyor. Veya Paskalya aslında 4 günlük bir süreçtir her gün kiliseye gidilir. Görüşmeciler yumurtalarını yapıyor, süslüyor, etrafına dağıtıyor, tokuşturuyor, yemek etrafında topluyor ailelerini ama kiliseye gitmiyorlar. Tabii burada mekansal olarak sinagogdan kiliseden uzaklaşma, biraz da kendi dini değerlerini süzgeçten geçirme de var. Müslüman eşler genelde bunun iki tarafın da bayramlarını kutlama uygulanmasına teşvik ediyor, öğreniyor hatta dili bile öğrenenler oluyor. Bir görüşmecimiz anlatmıştı: Hanuka mumunu Müslüman eş yakıyor duasını okumuyor, başka bir görüşmecimiz anlatmıştı: Müslüman eşi yanında kipayla duruyordu Hanuka mumları yakılırken. Diğer bayramı kutlamaya teşvik etmelerinin sebebi hem saygı, hem festival havası yaşatması, hem de sahip çıkmak istedikleri bir prestij olması. Görüşmecilerin çoğundan duyuyoruz: Müslüman taraf diğer tarafın dinini bilmesini istiyor. Mesela benim İncil’imi de bana eşim almıştı. Bu semboller çekmecede bile olsa bulunuyor. Bazı aileler çocuklarının dini sembollerle büyümesini istemedikleri için bunları çekmecede tutmayı tercih ediyorlar.
BP: Bana vakit ayırıp sorularımı cevapladığınız için çok teşekkür ederim. Başka eklemek istediğiniz şeyler var mı?
AB: Bize en çok asimilasyon oluyor-olmuyor soruları geliyor. Sormadığın için teşekkür ederiz. Bizim zaten böyle bir iddiamız yok. Onu düşünebilmek için çocukların gençlerin yaşayışını anlamak gerekiyor biraz. Dolayısıyla asimilasyon tedirginliği ya aileden, ya cemaat otoritesinden hissediliyor, görülüyor ve bir şekilde evliliğe yansıyor.
ÖK: Tüm konuları konuştuk zaten. Biz buradan da tekrar tüm görüşmecilerimize çok teşekkür ettiğimizi söyleyelim. Çok hassas bir konuydu. Çok açık ve nettiler. Umarız yüzlerini kara çıkarmayız.
*goy: Yahudi olmayan kişiye verilen İbranice isim.
[…] okuyucularımızı yormamak adına ropörtajı iki parçaya böldük. Yazının ikinci kısmını buradan […]