Geçmiş Zaman Hikayeleri Makaleler

Antakya’da Ortak Yaşama Kültürünün Sonu: John Chrysostom – Gizem Magemizoğlu

Antakya denilince akıllara yemekleri, insanları ve doğasıyla muhteşem bir kent gelir.  Dünyada ters akan tek nehrin kenarına kurulmuş, yüzlerce yıl boyunca insanları kendine hayran bırakmış bir yerleşimdir. Antakya Yahudi Cemaati’nin önderi Şaul Cennudi, 2300 yıl önce kente gelen Yahudi tüccarların bu büyüye kapıldığını ve kente yerleştiğini söyler.  Josephus, John Malalas gibi Antik Çağ’ın önemli tanıkları bir zamanlar Antakya’da 45 bin Yahudi’nin yaşadığını iddia etmişlerdir. Milattan sonra dördüncü yüzyıla kadar Antakya, Kudüs ve İskenderiye ile birlikte Yahudi nüfusunun kalabalık şekilde yaşadığı üç kentten biri olmuştur. Yahudi kültürü ve kimliği, Greklerin egemen olduğu bir dünyada kendine yer açmıştı. Elbette bu iki toplumun birliktelikleri kusursuz değildi. Roma güçlerinin Kudüs’te yaptıkları işkenceler Antakya Yahudilerinin zihninde hala yerini koruyor.

Peki, Antakya’daki bu ortak kültürü yok eden, Yahudilerin sayısının bu denli azalmasına sebep olan olaylar serisi nasıl başlamıştır? Bu sorunun cevabı tahmin ettiğimizden çok daha karmaşık ve uzun… Yüzlerce yıl boyunca devam eden savaşları, isyanları, doğal felaketleri bir yazıya sığdıramam. Ama Yahudi düşmanlığını sistematik hale getiren bir kişinin portresini çizebilirim size: John Chrysostom.

Chrysostom, Katolik Kilisesi’nin kurucu babalarından biri olarak kabul edilir. Hristiyan bir anne ve Romalı Pagan bir babanın oğlu olarak M.S. 347 senesinde Antakya’da dünyaya gelmiş, 381 yılında ise diyakoz olarak Antakya Kilisesi’nde görev başlamıştır.

Antakya’da Ortak Yaşam

Chrysostom dünyaya geldiğinde farklı kimlikler arasındaki ilişki nasıldı? O dönemde Antakya’da dört farklı grubun yaşadığını söyleyebiliriz: Hristiyanlar, Paganlar, Yahudiler ve Yahudileşen Hristiyanlar… Yanlış okumadınız. Bu grup o kadar yaygındır ki, Romalı tarihçi Justin Martyr M.S. 140’ta Korinthos’ta bir Yahudi-Hristiyan ile yaptığı konuşmaya uzun bir bölüm ayırmıştır.

Antakya Yahudileri yaşadıkları onca felakete rağmen şehirlerine derinden kök salmış, toplumun organik bir parçası haline gelmiştir. Aslında bu etkileşimin tek taraflı olmadığını dönemin kaynaklarında görebiliyoruz. Antakya’daki Yahudilerin sinagoglarını ziyaret eden Greklere ait birçok anlatı günümüze ulaşmıştır. Hristiyan toplum, Makkabi kültürünü benimsemiş, ortak geçmişteki azizler olarak düşündükleri Eleazar ve diğer Makkabi şehitlerini büyük bir saygıyla anmışlardır. Hristiyanlar, aynı zamanda Yahudilerin bayramlarını kutlamışlardır.

Antakya’daki mağara kilise

Yukarıdaki satırlar M.S. 381’de, Antakya’daki insanlar için çok sıradan olan ortak yaşama kültürünü açıklamakta yetersizdir. Hristiyan kadınlar yılbaşlarında şofar dinlemek ve Yunanca yapılan okumaları, verilen vaazları Yahudilerle birlikte alkışlamak üzere şehrin en büyük sinagoglarından biri olan Matrona sinagoguna giderlerdi. Chrysostom’u çileden çıkaran da zaten bu durum olmuştur. Kendi ifadesiyle Chrysostom’u asıl kızdıran unsur kurtarıcıya inananlarla reddedenlerin bir arada yaşayabilmesi, aynı sofrayı paylaşabilmesi, aynı ibadethanede dua edebilmesi, Tanrı’ya aynı anda yakarabilmesidir.

Chrysostom’un Vaazları: Yahudilere Karşı

Yahudilerin ibadetlerini seyreden kadınlara dair anlatıları okuduğumda aklıma şu soru gelmişti: John Chrysostom nasıl oldu da Yahudilere Karşı adlı sekiz vaaz verebilmiş? Chrysostom, tam bu noktada Antakya’daki Yahudi tarihinin bir parçası olmuştur. Yahudilere Karşı adıyla verdiği sekiz vaazında Yahudileri tam anlamıyla şeytanlaştırmış, sinagogları iblisin evi ve Yahudileri de iblisin çocukları olarak nitelendirmiştir. Kendisi çok yetenekli bir hatipti. Kentin her yerinde gezerek aynı hikâyeleri halka anlatmaya çalıştı. Aynı zamanda kalemi kuvvetli bir yazar olduğu için vaazlarını kitap haline getirmiş, kilise tarafından kabul edilen bir öğreti halinde sunmayı başarmıştı. Chrysostom, verdiği vaazlar ve ortaya koyduğu öğretisiyle Hristiyanlığı bir öğreti olmaktan çıkarmış ve Yahudi karşıtlığı üzerinde yükselen bir ideoloji haline getirmiştir. Kan iftirası gibi deli zırvalarını Yahudi karşıtı literatüre sistemli bir şekilde yerleştiren Chrysostom olmuştur.

Chrysostom’un Hristiyan Antisemitizmi ve Nazizm

Steven Katz gibi bazı yazarlar Chrysostom’un vaazlarının Yahudilik karşıtı Hristiyanlık tarihinde belirleyici bir dönüş olarak görüyor. Katz ayrıca Nazilerin antisemit uygulamalarının bu vaazların nihai sonucu oluğunu iddia etmiştir.  Aslında Katz’ın satırları bir iddianın ötesinde bir gerçektir. İnançlı Almanları etkilemek isteyen Naziler, sürekli olarak Chrysostom’un vaazlarına atıfta bulunmuş, bu vaazları açıklayan ve yorumlayan kitapları defalarca basarak halka dağıtmıştır. Holokost’un düşünsel temellerini ortaya atan bu vaiz, daha sonra İstanbul Kilisesi’nin başına getirilmişti. İmparator I. Theodosius zamanında Antakya’da yapılan Yahudi katliamlarının baş mimarı olmuştur.

Yazımın sonuna gelirken bir kez daha büyüdüğüm toprakları, Antakya’yı ve insanlarını düşünüyorum. John Chrysostom sadece bir örnek. Ama maalesef tek değil. Benim neşe içinde gezdiğim, insanlarıyla sohbet etmekten çok keyif aldığım, Asi Nehri’nin kıyısında hayallere daldığım bir kent antisemitizmin kurucularından birinin de bir zamanlar eviydi.  Antakya, son yıllarda üç büyük tek tanrılı dinin bir arada yaşadığı, medeniyetler korosuyla ortak yaşama kültürünü dünyaya duyuran bir kent olarak anılmakta. Umarım hep böyle anılmaya devam eder. Bir daha John Chrysostom gibilerle karşılaşmamak dileğiyle…