1934 yazında Yahudilerin “La Furtuna” (fırtına), adını taktıkları dehşet günlerinde Trakya’da ne oldu?
Ailesinin yaşadıklarını Selim Aviyente anlatıyor:
1934 yılında babam Albert Aviyente henüz bir yaşında bile değildi. Kendisinden büyük üç kardeşi, annesi Doreta Aviyente (32) ve babası Simanto Aviyente (38) ile Kırklareli’ de yaşıyorlardı. Büyük babam Simanto Aviyente, başta Almanya’ya olmak üzere yumurta ve meyve ihraç ederdi. Yahudi cemaatinin hali vakti yerinde üyelerindendi. Oldukça zayıf yapılı Simanto’nun aksine, eşi Doreta enerjik, iri yarı ve güçlü bir kadındı. Yahudi cemaatinde hiç kimse, onunla, önemli önemsiz herhangi bir konuda tartışmak veya damarına basmak istemezdi.
3 Temmuz 1934.
Simanto Aviyente’nin elinde, genelde yazıhanesinde bir çekmecede kilitli bulunan çok miktarda nakit para vardı. O günkü gergin ortamda Simanto bir yere zorla girilecekse bunun evi değil , dükkanı ve yazıhanesi olacağı gibi iyimser bir tahminde bulunmuş ve tüm nakit parasını evde tutmanın daha akıllıca olacağını düşünmüştü. O akşam dışarıdaki kargaşa onu paniğe sürükledi. Oturma odasında volta atmaya, ellerini ovuşturmaya ve kendi kendine umutsuzca konuşmaya başladı. O andan sonra Doreta durumu ele aldı ve bütün parayı kocasının ceplerine doldurup elinden tutarak penceresiz depoya indirdi. Kapının en uzak noktasına götürdü ve çevresinde kütüklerden barikat kurdu. Çıkarken deponun kapısına birkaç tahta çiviledi. Sonra yukarıya çıktı ve kendisini en kötü olasılığa hazırladı.
Elbette olaylar bir süre sonra onların evine de sıçradı. Kapı kırıldı ve bir grup yağmacı içeri daldı. Ancak davranışları oldukça tuhaftı. Talana başlamak yerine Simanto’nun nerede olduğunu sordular. Doreta kocasının yakınlardaki Babaeski’de iş seyahatinde olduğunu söyledi. Yağmacılar Doreta’ yı konuşturamıyacaklarını anlayınca kocasının yerini söylemezse onu öldürmekle tehdit ettiler. Doreta “İsterseniz beni öldürebilirsiniz ama bu sizi Simanto’ya ulaştırmaz ” diye karşılık verdi. Doreta sonra onlara “Lütfen bekleyin” dedi, arkasını dönüp mutfağa gitti. Büyük bir korku içinde birbirlerine sokulmuş dört kardeşi çimdikleyerek bağırmaya başlamalarını söyledi. Çocuklar da çığlığı bastı. Uzun saplı bir süpürgeyle yağmacıların beklediği oturma odasına geri döndü ve yağmacıların üzerine yürüdü. Adamlar önce şaşkınlıktan bir şey yapamadılar.
Doreta’yı boğmaya çalıştılar
Onları gafil yakalayan Doreta, süpürgeyi birinin başında kırmayı başardı. Sonra hiç duraksamadan oradan bir iskemle kaptı ve tekrar saldırıya geçti. Bu kez yağmacılar karşılık verdiler, ona her yandan saldırdılar, şiddetle vurdular ve baskın çıkınca Doreta’yı boğmaya çalıştılar. Doreta, şansına, çatışmada bilincini kaybetti. Saldırganlar ya mücadelesiyle kerhen saygılarını kazandığından ya da sonuçta kadını öldürüp başlarını belaya sokmak istemediklerinden başka bir tecavüze yeltenmediler. Birkaç giysi dışında her şeyi aldılar ve ortadan kayboldular.
Bir süre sonra Doreta’ nın bilinci açıldı. Her yanı yara bere içinde olmakla birlikte ayağa kalktı, tam bir şok geçiren babam, amcam ve halalarıma baktı, bodruma indi ve tir tir titreyen kocasını serbest bıraktı.Ertesi sabah Doreta çoğunlukla giysilerden oluşan geri kalan eşyayı iki valize doldurdu. Kocasına, çocukları alıp İstanbul trenine binmek için istasyona gideceğini söyledi. Olayın şokunu henüz atlatamayan kocası yanıt vermedi. Karısına birlikte gitmeyi teklif etmedi, çocuklarla gitmesini engellemeye çalışmadı ve tren istasyonuna kadar ona refakat edeceğini dahi söylemedi.
Doreta tam çıkmak üzereyken yeniden kapıya vuruldu. Kapıdaki, kocasının ihraç ettiği tarım ürünlerinin nakliyesini yapan arabacısı Murat’tı. Gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Çok üzgündü. Olayları ancak duymuş ve hemen gelmişti. Yapabileceği bir şey var mıydı? Doreta “Evet” dedi,“beni ve çocukları tren istasyonuna götür. İstanbul’a gidiyoruz.” Murat seve seve kabul etti. Seyahat tren istasyonuna epey yakın bir noktaya kadar olaysız geçti. Orada iki silahlı asker arabayı durdurarak Murat’tan Doreta’nın valizlerini istediler. Murat kendisinin olmayan bir şeyi veremeyeceğini söyledi. Bunun üzerine askerler dipçik ve yumruklarıyla Murat’a vurmaya başladılar.
İstanbul’a Tren
Babaannem çocukları ve elindeki her şeyi bıraktı ve yardım istemek için istasyona koştu. Yardım yakınlardaki polis karakolundaki emniyet amirinden geldi. Doreta ve emniyet amiri geri döndüler. İki asker yüksek rütbeli polisi görünce dayağı bıraktı. Emniyet amiri, Doreta’ya yönelik uzun bir söylev vererek, Türkiye Yahudileri’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit haklara sahip vatandaşları olduklarını, onları kimsenin hiç bir şekilde rahatsız edemeyeceğini ve bunu yapanların yasaya göre sert bir şekilde cezalandırılacağını söyledi.
Polisin önceki gece yağmayı ve şiddet hareketlerini önlemek için parmağını bile oynatmadığını tekrarlamaya gerek yok. Bu olay Ankara’dan Kırklareli Emniyet Amirliği’ne olaylara hemen son verilmesi için kesin bir talimat geldiğini doğruluyordu. Emniyet amirinin askerleri tutuklama yetkisi yoktu ve sadece onlara gitmelerini söyledi. At arabasında polis amirine yer açıldı, böylece tren istasyonuna kadar birkaç yüz metreyi birlikte gittiler. Yolda ve istasyonda emniyet amiri, bundan sonra her şeyin yolunda gideceğini söyleyerek Doreta’ ya Kırklareli’ni terk etmemesini söyledi. Doreta aldırmadı, kendisinin ve çocuklarının biletlerini aldı ve İstanbul trenine bindi.
Yukarıdaki satırların yazarı Selim Aviyente’dir. Ailesinin 1934 yılında Kırklareli’nde yaşadığı yağma ve tecavüz olaylarını anlatmaktadır.
Bu yazı ilk olarak 23.01.2016 tarihinde yayınlanmış olan blog paylaşımının bir kısmıdır.
[…] zorluklarla karşılaşmış. 1934 yılında annem ve babam nişanlanmışlar ve aynı yıl çıkan Trakya Olayları sırasında bir gece vakti Kırklareli’nden kaçıp İstanbul’a gelmişler. Babam iki kez […]
[…] karşılaşmış. 1934 yılında annem ve babam nişanlanmışlar ve aynı yıl çıkan Trakya Olayları sırasında bir gece vakti Kırklareli’nden kaçıp İstanbul’a gelmişler. Babam iki kez […]
[…] karşılaşmış. 1934 yılında annem ve babam nişanlanmışlar ve aynı yıl çıkan Trakya Olayları sırasında bir gece vakti Kırklareli’nden kaçıp İstanbul’a gelmişler. Babam iki kez […]