Kültür Sanat

Yüzlerce yıllık mazileri olan ancak bir stadı dahi dolduramayacak kadar azalan bir nüfusu ele alan kitap: ‘AZ’

27 Ekim 2021’de 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi’ndeki etkinlikte karşılaştığım Moris Levi’ye o dönem İzmir’de yürüttüğümüz Avrupa Birliği destekli Despertar İzmir projemizi ve proje kapsamında tamamlamamız gereken faaliyetleri anlatmaya başladım.

En sonunda da planlaması ve uygulaması bana bölüm sonu canavarı gibi gelen faaliyetimizi söyledim: Türkiye’deki cemaat vakıflarının önde gelen temsilcilerini 2022 yılı ilkbahar döneminde İzmir’de ağırlayacağımız bir zirve yapmamız gerekiyor.

Heyecanla detayları anlatırken bir yandan içimden de o çok bilinen şarkıyı söylüyordum:

“Bir derdim var artık, tutamam içimde
Gitsem nereye kadar, kalsam neye yarar
Hiç anlatamadım, hiç anlamadılar…”

Türkiye azınlık cemaatlerinden birkaç kişi dışında kimseyi tanımıyordum. İzmir’de de tanıyana rastlamamıştım. Bir İzmirlinin en fazla yapabileceği aynı benim o gün yaptığım gibi İstanbul’daki bir faaliyete katılım göstermesiydi. Kalkıp da İstanbul ve diğer illerden temsilcileri çağırmak ciddi bir sorumluluktu.

Kısa ve öz görüşmemizin sonunda Moris Bey hemen aksiyona geçti ve hiç vakit kaybetmeden bana 3 kişinin iletişim bilgilerini iletti: 1) Muteber Yılmazcan, 2) S. Can Ustabaşı, 3) Laki Vingas.

“Dünyanın ilk cittaslow metropol kenti” olmaya aday bir kentin coğrafi işaretli ürünü olan bendeniz, Moris Bey kadar hızlı aksiyon alamadığım için bana iletmiş olduğu bir no’lu kişiyi 9 Kasım 2021 tarihinde nihayet arayabildim. İki hafta sonra otuz beş yaşıma basacak olan ben o gün aldığım nokta atışlı hap bilgilerle bir yaşıma daha girmiş oldum ve kendimi bir anda azınlık cemaatleri hızlı treninin en ön vagonunda buldum. Pandemi döneminin bizlere kazandırdığı “Zoom buluşmalarının” azınlık cemaatleri versiyonuna soyunduk.

“Ceki!!! Sana birini daha buldum!” şeklinde başlayan telefon görüşmeleri ve WhatsApp mesajları sonucunda Ermeni Katolik, Süryani Ortodoks, Antakya’daki Rumlar, İstanbul’daki Karayimler diye uzayıp giden listeyle  “Çok iyi biliriz… Biz biliyoruz bu işi!” diye etrafta dolaşan beni “Ya arkadaş ne kadar cahilmişiz.” dedirtecek noktaya getirdi. 

2022 Nisan ayında İzmir’deki zirve günü gelip çattığında bir de baktım ki karnı burnunda biri geldi. Zirveye hazırlık sürecinde dokuz doğuran bizlere ebelik yapan kişi meğer gerçekten doğuma hazırlanıyormuş.

 “Sen de yaz yaz yaz bir kenara yaz…”

Tanıştığımız günden bu yana bana “Yaz Ceki! Sen de mutlaka yaz!” diyen sevgili Muteber’in kitabı piyasaya çıkınca mesajla veya telefonla “kitabını okudum” dedikten sonra 3-5 sıfat ve zarflı cümleyle tebrik etmek eksik ve nahoş kalırdı. Üzerine “az” da olsa bir şeyler yazmasam olmazdı. Kitabın ön baskısı 31 Aralık 2022 günü elime ulaştı.

Öncelikle kitabı bilmeyenler için biraz ön bilgi vereyim.

Kitabın adı “Az: Türkiye Otokton Azınlık Toplumlarıyla Söyleşiler”.

Yazarı Muteber Yılmazcan Simonetti.

Sander Yayınları’ndan çıkan 381 sayfalık bu kitabın arka kapağına baktığınızda Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın kitabının içinde de yer alan kitabı sunuş bölümünden bir parça göreceksiniz.

Yine kitabın arka kapağında kitabın tam olarak neyle ilgili olduğuna dair bilgiyi sizlere buradan da aktarmış olayım:

“Sırasıyla Rum, Ermeni, Yahudi, Süryani olmak üzere dört farklı azınlık grubundan seçilen Cemaat Vakıfları Temsilcisi ile çalışan Simonetti, yıllar içinde sahip olduğu birikimini azınlık cemaatlerince tanınmış otuz farklı isimle yaptığı yirmi yedi röportaj aracılığıyla okuyucularıyla buluşturuyor.

Türkiye topraklarında AZ kalmış nüfuslarıyla bugün hala varlıklarını koruyan kadim Rum, Ermeni, Yahudi, Süryani, Keldani, Bulgar, Gürcü, Karayim ve Arap dilli Ortodoks toplumlarının tarihlerini, yaşadıkları trajik olayları, verdikleri göçleri ve güncel meselelerini Laki Vingas, Toros Alcan, Moris Levi, Andon Parizyonas, Yorgo Papalyaris, Bedros Şirinoğlu, Sait Susin, Yusuf Basmacıoğlu, Bernard Sarıbay, Zeki Basatemir, Vasil Liaze, Kirkor Ağabaloğlu, Avram Sevinti, Paul Zazadze, Mihail Örme, İdil Karayeğen, Teoman Önder, S. Can Ustabaşı, Fadi Hurigil, Kuryakos Ergün, Yılmaz Hiçbezmez, Murat Özberk, Şaul Cenudioğlu, Cem Çapar, Cem Altıniş, Ferit Özaltun, Faruk Uğurgel, Münir Balıkçıoğlu, İbrahim Çilingir, Hanriyet Yıldız ile yapılan sohbetlerde bulacaksınız.”

Kitabın sunuş bölümünü İlber Hoca’nın yazması benim gibi daha “otokton”un anlamını bilmeyen cahillere güzel bir gönderme olmuş. İşin espirisi bir yana, anatomi, biyoloji, jeoloji, etnoloji gibi birçok alanda karşınıza çıkabilecek “otokton” kelimesi Yunancadan Fransızca, İngilizce ve Türkçe gibi dillere geçmiş olup “o topraklara ait, o bölgeye özgü” anlamında kullanılıyor.

Kitabın “Niçin böyle bir kitabı yazmaya giriştim?” cümlesiyle başlayan dört sayfalık önsözde “Muteber Yılmazcan Simonetti kimdir? Acaba hangi cemaate mensup da böyle bir kitabı yazmaya karar vermiş? Yoksa bizden de biz mi tanımıyoruz?” türünden soruları olanlar kitabı edinip bu meraklarını giderebilirler. Ek olarak Avlaremoz’da yazarın kendisiyle yapılacak bir röportajda da hikayesini kendisinden dinleyebilirler.

Covid-19 salgını döneminde yazılan bu kitap konuya ilgili kişiler için bir iki günde hızla okunacak bir roman değil. Elbette bir söyleşi derken, bir sonrakini de çok merak ediyorsunuz. Derken bir bakıyorsunuz yirmi yedi söyleşi de bitivermiş. Kitaptaki söyleşiler tekrar tekrar dönüp okunacak cinsten. Yıllarca gazete köşelerinde veya internette Avlaremoz, Nehna gibi farklı mecralarda okuyabileceğiniz veya YouTube’da izleyebileceğiniz veya Spotify’da dinleyebileceğiniz söyleşilerin tek bir kitapta sizlere sunulmuş hali. Bu site, şu podcast, o video derken ipin ucunu kaçırıp rahatça arkasına yaslanıp koltukta cihazının şarjı bitme kaygısı yaşamadan Türkiye’deki Gayrimüslim cemaatlerinin yakın geçmişi ve daha da önemlisi bugününe dair yolculuğa çıkmak isteyenlere bir tren bileti gibi…

Bu kitabı kimlere öneriyorum?

  1. Mersinli bir rehberle İstanbul, İzmir, Antakya, Mardin gibi Türkiye’nin farklı noktalarına evinden çıkmadan seyahat etmek isteyenlere,
  2. Türkiye’deki sayıları “az”almaya devam eden Gayrimüslim cemaatlerinin genç ve her yaşta genç kalmaya gayret eden mensuplarına
  3. Bu cemaatlerden bireylerle tanışmak isteyen ancak konuya dair hiçbir fikri olmayan ya da kulaktan dolma bilgiler sebebiyle nitelikli soru sormakta zorlanan, kaş yapayım derken göz çıkarma kaygısı yaşayanlara

Spoiler vermek istemediğim için bu yazıda kitaptaki söyleşilerle ilgili yorumda bulunmamaya karar verdim. Kitap, türü gereği görüşme yapılan kişilerin bolca kişisel görüşünü yansıtıyor ve elbette bu kişisel görüşlerle hemfikir olmak zorunda değilsiniz. Zaten kitabı bir azınlıklar ansiklopedisi olmasının dışında bir sözlü tarih çalışması seviyesine çıkaran da kitaptaki kişisel görüşler.

Son olarak kitabın ismi olan “Az” ile ilgili bir yorumda daha bulunayım. Bu kitap yüzlerce yıllık mazileri olan ancak günümüzde İstanbul’daki statları hep beraber dahi dolduramayacak kadar azalan bir nüfusu ele alıyor. Her toplulukta olduğu gibi bu topluluklarda da tek sesliler, eş sesliler ve Avlaremoz’daki gibi gürültücü çok sesliler yer alıyor. Tarih boyunca da böyle olmuş.

Maalesef son yıllarda mafya ve çete dizilerinin popülerleştiği bir ortamda özellikle genç erkeklerin ağızlarına sakız gibi yapışan şiddet eğilimli repliklerden “az” kelimesi de nasibini aldı: “Azdan az, çoktan çok gider.” Her toplulukta olduğu gibi azınlık topluluklarında da sorunlar ve itilaflar oluyor ve azınlıkta kalanlar oluyor. İleri yaştaki erkeklerin egemen olduğu bu topluluklarda kendilerine karar alım mekanizmalarında alan açmaya çalışan kadın ve gençlerin sayılarıysa “çok az”. Bu alandaki mücadelemizde tek gücümüzse kitabın önsözünde de belirtildiği üzere kalemimiz:

“İnsanlar doğup, büyüyüp, ölüyor, koltuklar dolup, boşalıyor, medeniyetler yükselip düşüyor, tarih durmaksızın baştan yazılır ve elimizdeki en büyük gücümüz hâlâ kalemimiz. Söz uçuyor, yazı kalıyor.”

2013 Nisan’ında başlayan yolculuğunda birkaç ay içinde onuncu yılını kutlayacak olan, az zamanda büyük işler başaran, bizler gibi azınlığın azınlığı konumundaki genç liderlerin de heveslerin ve kalemlerinin kırılmaması için mücadele eden sevgili Muteber’e bu vesileyle buradan bir kez daha teşekkür ederim.