Kulüp’ün bu ilk kısmı beşinci ve altıncı bölümle sona eriyor. Bunlarda Türkleştirmenin bir işyerinde uygulanışını ve yine Ladino’dan bazı taneler görüyoruz. (Spoiler içerir)
Bu bölümde Türkleştirme siyasetinin tabanda nasıl işlediğini görüyoruz. Yukarıdan ‘sadece Türklerin’ çalıştığı bir işletmeye dönüşme emri geliyor. Bunu uygulamak için önce Gayrimüslimlerin bir listesi hazırlanıyor. Bu listede Parigyanos, Barbesakis gibi Rum isimler, Agop gibi Ermeni isimler, ve tabi Matilda dahil Yahudi isimler var. Aslında Kulüp’te bu bölüme kadar Ermeni bir karakterle karşılaşmamıştık.
Çelebi’nin dediği üzere “Gece kulübünde çalışacak Türk bulmak büyük mesele.” Bunun bir sebebi gece ve içkili bir mekanda çalışmak istememe olabilir. Daha önemli ve dizide işlenen sebep ise aranan mesleklerde deneyimli, veya Çelebi’nin açıkladığı üzere“meziyetli” Türk yok. İstanbul’da 50lerde garson, aşçı, dansçı, ışıkçı gibi mesleklerde çalışanların neredeyse tamamı gayrimüslimdi. Bu ortamda Işıkçı Agop veya neyde en iyi olduğunu duyamadığımız Stelyo yeri doldurulamaz oluyor. Işıkçı gibi tecrübeyle sahip teknik bir pozisyonu Türkle doldurmak o kadar zor ki Agop yerine geçebilecek bulabildikleri tek kişi Yervant, yani bir başka Ermeni.
Işıkçı Agop sonunda kovulup yerine yeni İstanbul’a gelen Türk koyulduğunda şovun ışıkları iyi olmuyor, kulübün kalitesi düşüyor. Bu durum gayet açık bir şekilde Türkiye’nin tektipleştirilmesine getirilmiş bir yorum. Rum, Ermeni ve Yahudilerin sürüldüğü ve toplum dışına itildiği bir Türkiye eskisinden daha fakir, daha zevksiz ve daha kötü olacaktır. Öyle de oldu. Tektipleştirme herkese zarar verdi.
Ancak bunu bilmesine rağmen Orhan Bey yukarıdan gelen Türkleştirme emrinde ısrarcı: “Memleket değişiyor, gayrimüslimler de kabullenecekler.” Ülkeyi baştan aşağı değiştiren bu zihniyetin sonuçlarını bugün yaşamaya devam ediyoruz. Toplumun dışına itilmeyi kabullenenler sessizleşiyor ve görünmezleşiyor. Kendi dilini sokakta konuşmaya korkar hale geliyor. Bunu bir kesim Yahudi’de görüyoruz. Zaten Kulüp dizisinde Türkiye ana akımının tanımadıkları bir toplumu izlemesinin bir sebebi de bu. Yaşadıkları toplumun dışına itilmeyi reddedenler ise göç ediyor veya nefretin hedefi haline geliyor. Bunun örneklerini de göç eden binlerce Yahudiden ve Hrant Dink cinayetinde görüyoruz. Orhan Bey’in bu keskin sözü kendisi de gizlenmiş bir Rum olarak söylemesi de ağırlığını arttırıyor.
Orhan’ın Rumca konuşurken fiziksel olarak annesinin ağzını kapatması akla hemen Vatandaş Türkçe Konuş kampanyasını getiriyor. Türkçe olmayan diller üzerindeki bu baskı 1920lerin ortasında, merkezden değil, farklı şehirlerdeki Türk elitlerin hevesiyle başlamış, ardından fikir merkeze intikal etmişti. Kampanyanın uygulanışı bazı illerde Türkçe dışı dilleri konuşanlara ceza kesilmesine varmıştı. Mesela ilk uygulanmanın başladığı Bursa’da belediye Ağustos 1925’te sokakta Ladino konuşan iki Yahudiye para cezası kesmişti. Ancak daha çok kampanya bir sosyal baskı uygulamasıydı. Türk vatandaşlar özellikle vapur ve tramvay gibi toplu taşıma vasıtalarında kendi dillerini konuşan azınlıkları ayıplıyordu.
İlk kez ışıkçı Agop ile Kulüp bizi Ermeni bir karakter ile tanıştırıyor. Daha çok Yahudi ve Rumları izlediğimiz Galata’da hiç Ermeni olmasa belirgin bir eksiklik olurdu. Bu boşluk beşinci bölümde doluyor.
Yine Ladino ve Müzik
Nişan sahnesinde yine sadece Yahudilerin olduğu bir ortama dalıyoruz ve İstanbul Yahudilerinin kültürüne dair birçok şeyle karşılaşıyoruz. Bunlardan biri önce sözsüz başlayıp sonra dans edenlerin eşlik ettiği şarkı. Herkesin yuvarlak halinde dans ettiği Hava Nagila adlı bu şarkı Ladino değil, İbranice bir halk şarkısıdır. Bu şarkıya dans edilirken halkadaki herkes bir ters bir düz Hora denen adımla dans eder.
Nişanda yine bir sürü kadın harika bir Ladino konuşuyor. Ladino – birçok azınlık dili gibi – kadınlar üzerinden yaşayan, cinsiyet politikası olan bir dildir. Bugün de en çok ve en iyi konuşanların, dil canlandırma çabalarında öne çıkanların genelde kadınlar olması şaşırtıcı değildir. Daha sonra Mordo’nun evindeki sahnede ortada oturan da bu isimlerden biri olan Forti Barokas – Ladino tiyatro ve El Amaneser yazarı, aynı zamanda Kulüp’ün de Ladino danışmanlarından biri. Dünyadaki tek Ladino gazete El Amaneser’in editörü Karen Gerşon Şarhon’un da anlattığı üzere, Ladino’nun iyice azalmasında önemli bir etki de 1950 ve 1960lardan itibaren Türkiye’de Yahudi kadınların daha sıklıkla Türk işyerlerinde çalışma hayatına atılmasıdır. Yahudi kadınlar ağırlıklı olarak Ladino konuşmaktan okulda öğrendikleri ve iş hayatında geliştirdikleri Türkçeye geçtikçe dil zayıflar, anneler çocuklarına (ciddi sosyal baskıların da etkisiyle) daha çok Türkçe konuşur hale gelir.
Nişana geri dönersek davetlilerin bazı kullandığı sözler dikkate değer. mesela bir davetli Mordiko için pasha por ijo deyimini kullanıyor yani oğul olarak paşa. Bu söz gerçekten de Mordo’yu çok iyi tanımlar. Akıllı, uslu erkek çocuklar için kullanılır. Aslında paşa olmalarına izin verilmeyen Yahudilerin saygınlık ve iyi kaliteleri özetlemek için bu kelimeyi seçmiş olmaları da ilginçtir. Bunun tersi ise küçük oğlanlara sataniko demektir: küçük şeytan.
Aynı davetli bir de mazalozo kelimesini kullanır. Bu ahenkli kelime Ladino’nun alametifarikasını çok iyi gösterir. Şans anlamındaki İbranice mazal sonuna İspanyolca ekle sıfat haline getirilmiş. Sonra İspanyolca ön ek koyularak bir de tersine çevrilmiş, dezmazalodo diye şanssız olmuş. Fark edersiniz ki burada son ek de farklıdır, çünkü Ladino’da ismi sıfat yapan çok ek vardır. Ama şanssızlık o kadar çoktur ki bunu ifade edecek bir kelime yetmez. Bir de arkasına siyah koyup mazal negra yani kara baht diyebiliriz. Eğer şanssızlık getiren bir kişiyse bu sefer siyahı öne çekip negromazal diyerek o kişiyi tanımlayabiliriz. Mazal Ladino’da çok üretken bir sözdür.
Dikkat çeken bir kelime de Mordoların evindeki sahnede. Raşel bunalınca kalkıp “el mupak”a kaçtı. Ladino’da mutfağın adı budur. Türkçe kelime Ladino’nun ses dünyasına böyle oturtulmuştur. Bu sahnede Mordo’nun annesinin aksanı da dizideki en iyi Türkçe konuşurken beliren Yahudi aksanıdır. Burada “Annen yelsin” ve“Yetiriyim” gibi sözler duyuyoruz. Ladino anadillilerde Türkçe’de g ile başlayan kelimeler aksanın en belirgin olduğu yerlerdir. Gene kelimesi de Ladino’ya yene olarak geçmiştir ve çok kullanılır.
Aliya ve Akılda Kalan Sorular
İsrail’e göç Matilda için bahsedildikten sonra sonunda vapura binen Mordo ve Raşel oluyor. Ani bir kararla İsrail’e giden çiftin hayatının nasıl anlatılacağı merak konusu. 50lerde İsrail’e göç (aliya) hiç de kolay bir şey değildi. Yeni kurulan ülkede (özellikle Avrupalı olmayan) göçmenlerin ilk karşılaştığı yaşam koşulları oldukça zordu. Acaba İsrail’e zaten taşınmış akrabaları var mıydı? Orada Türkiyeli bir ortam içinde veya İbranice öğrenmeye zorlanırken onları görecek miyiz? Hem yaşam koşulları hem de dil zorluğundan Türkiye’den İsrail’e taşınıp birkaç yıl içinde geri taşınanlar da oldu. Belki de Raşel ve Mordo bunlardan olacaklar.
Dizinin daha sonra çıkacak kısmı içinse akılda kalan en büyük sorular Orhan ile ilgili. Niko adlı bir Rum nasıl kendini büyük bir Türk işadamı olarak tekrar yaratmış olabilir? Hem devlet nezdinden bile kendini saklamayı becerebilmiş. Sabetaycı avcısı gazetecilerin herkesi gizli Yahudi olmakla suçladığı, herkesin birbirinin kimliğinin bekçiliğini yaptığı bir ülkede Niko’nun kendini Orhan’a dönüştürmesi pek de kolay değil. Bunu yapması için herhalde İstanbullu olmaması gerekiyor – böylece kendini tanıyan bir Rum’la karşılaşmaz. Orhan’la ilgili diğer soru da babası Kosta’ya ne olduğu? İleri bölümlerde ilgi odağı Orhan/Niko’ya kayacak belki de.
İkinci kısım için şimdiden heyecan dorukta.
Kulüp’ün bu ilk kısmı beşinci ve altıncı bölümle sona eriyor. Bunlarda Türkleştirmenin bir işyerinde uygulanışını ve yine Ladino’dan bazı taneler görüyoruz. (Spoiler içerir)
Bu bölümde Türkleştirme siyasetinin tabanda nasıl işlediğini görüyoruz. Yukarıdan ‘sadece Türklerin’ çalıştığı bir işletmeye dönüşme emri geliyor. Bunu uygulamak için önce Gayrimüslimlerin bir listesi hazırlanıyor. Bu listede Parigyanos, Barbesakis gibi Rum isimler, Agop gibi Ermeni isimler, ve tabi Matilda dahil Yahudi isimler var. Aslında Kulüp’te bu bölüme kadar Ermeni bir karakterle karşılaşmamıştık.
Çelebi’nin dediği üzere “Gece kulübünde çalışacak Türk bulmak büyük mesele.” Bunun bir sebebi gece ve içkili bir mekanda çalışmak istememe olabilir. Daha önemli ve dizide işlenen sebep ise aranan mesleklerde deneyimli, veya Çelebi’nin açıkladığı üzere“meziyetli” Türk yok. İstanbul’da 50lerde garson, aşçı, dansçı, ışıkçı gibi mesleklerde çalışanların neredeyse tamamı gayrimüslimdi. Bu ortamda Işıkçı Agop veya neyde en iyi olduğunu duyamadığımız Stelyo yeri doldurulamaz oluyor. Işıkçı gibi tecrübeyle sahip teknik bir pozisyonu Türkle doldurmak o kadar zor ki Agop yerine geçebilecek bulabildikleri tek kişi Yervant, yani bir başka Ermeni.
Işıkçı Agop sonunda kovulup yerine yeni İstanbul’a gelen Türk koyulduğunda şovun ışıkları iyi olmuyor, kulübün kalitesi düşüyor. Bu durum gayet açık bir şekilde Türkiye’nin tektipleştirilmesine getirilmiş bir yorum. Rum, Ermeni ve Yahudilerin sürüldüğü ve toplum dışına itildiği bir Türkiye eskisinden daha fakir, daha zevksiz ve daha kötü olacaktır. Öyle de oldu. Tektipleştirme herkese zarar verdi.
Ancak bunu bilmesine rağmen Orhan Bey yukarıdan gelen Türkleştirme emrinde ısrarcı: “Memleket değişiyor, gayrimüslimler de kabullenecekler.” Ülkeyi baştan aşağı değiştiren bu zihniyetin sonuçlarını bugün yaşamaya devam ediyoruz. Toplumun dışına itilmeyi kabullenenler sessizleşiyor ve görünmezleşiyor. Kendi dilini sokakta konuşmaya korkar hale geliyor. Bunu bir kesim Yahudi’de görüyoruz. Zaten Kulüp dizisinde Türkiye ana akımının tanımadıkları bir toplumu izlemesinin bir sebebi de bu. Yaşadıkları toplumun dışına itilmeyi reddedenler ise göç ediyor veya nefretin hedefi haline geliyor. Bunun örneklerini de göç eden binlerce Yahudiden ve Hrant Dink cinayetinde görüyoruz. Orhan Bey’in bu keskin sözü kendisi de gizlenmiş bir Rum olarak söylemesi de ağırlığını arttırıyor.
Orhan’ın Rumca konuşurken fiziksel olarak annesinin ağzını kapatması akla hemen Vatandaş Türkçe Konuş kampanyasını getiriyor. Türkçe olmayan diller üzerindeki bu baskı 1920lerin ortasında, merkezden değil, farklı şehirlerdeki Türk elitlerin hevesiyle başlamış, ardından fikir merkeze intikal etmişti. Kampanyanın uygulanışı bazı illerde Türkçe dışı dilleri konuşanlara ceza kesilmesine varmıştı. Mesela ilk uygulanmanın başladığı Bursa’da belediye Ağustos 1925’te sokakta Ladino konuşan iki Yahudiye para cezası kesmişti. Ancak daha çok kampanya bir sosyal baskı uygulamasıydı. Türk vatandaşlar özellikle vapur ve tramvay gibi toplu taşıma vasıtalarında kendi dillerini konuşan azınlıkları ayıplıyordu.
İlk kez ışıkçı Agop ile Kulüp bizi Ermeni bir karakter ile tanıştırıyor. Daha çok Yahudi ve Rumları izlediğimiz Galata’da hiç Ermeni olmasa belirgin bir eksiklik olurdu. Bu boşluk beşinci bölümde doluyor.
Yine Ladino ve Müzik
Nişan sahnesinde yine sadece Yahudilerin olduğu bir ortama dalıyoruz ve İstanbul Yahudilerinin kültürüne dair birçok şeyle karşılaşıyoruz. Bunlardan biri önce sözsüz başlayıp sonra dans edenlerin eşlik ettiği şarkı. Herkesin yuvarlak halinde dans ettiği Hava Nagila adlı bu şarkı Ladino değil, İbranice bir halk şarkısıdır. Bu şarkıya dans edilirken halkadaki herkes bir ters bir düz Hora denen adımla dans eder.
Nişanda yine bir sürü kadın harika bir Ladino konuşuyor. Ladino – birçok azınlık dili gibi – kadınlar üzerinden yaşayan, cinsiyet politikası olan bir dildir. Bugün de en çok ve en iyi konuşanların, dil canlandırma çabalarında öne çıkanların genelde kadınlar olması şaşırtıcı değildir. Daha sonra Mordo’nun evindeki sahnede ortada oturan da bu isimlerden biri olan Forti Barokas – Ladino tiyatro ve El Amaneser yazarı, aynı zamanda Kulüp’ün de Ladino danışmanlarından biri. Dünyadaki tek Ladino gazete El Amaneser’in editörü Karen Gerşon Şarhon’un da anlattığı üzere, Ladino’nun iyice azalmasında önemli bir etki de 1950 ve 1960lardan itibaren Türkiye’de Yahudi kadınların daha sıklıkla Türk işyerlerinde çalışma hayatına atılmasıdır. Yahudi kadınlar ağırlıklı olarak Ladino konuşmaktan okulda öğrendikleri ve iş hayatında geliştirdikleri Türkçeye geçtikçe dil zayıflar, anneler çocuklarına (ciddi sosyal baskıların da etkisiyle) daha çok Türkçe konuşur hale gelir.
Nişana geri dönersek davetlilerin bazı kullandığı sözler dikkate değer. mesela bir davetli Mordiko için pasha por ijo deyimini kullanıyor yani oğul olarak paşa. Bu söz gerçekten de Mordo’yu çok iyi tanımlar. Akıllı, uslu erkek çocuklar için kullanılır. Aslında paşa olmalarına izin verilmeyen Yahudilerin saygınlık ve iyi kaliteleri özetlemek için bu kelimeyi seçmiş olmaları da ilginçtir. Bunun tersi ise küçük oğlanlara sataniko demektir: küçük şeytan.
Aynı davetli bir de mazalozo kelimesini kullanır. Bu ahenkli kelime Ladino’nun alametifarikasını çok iyi gösterir. Şans anlamındaki İbranice mazal sonuna İspanyolca ekle sıfat haline getirilmiş. Sonra İspanyolca ön ek koyularak bir de tersine çevrilmiş, dezmazalodo diye şanssız olmuş. Fark edersiniz ki burada son ek de farklıdır, çünkü Ladino’da ismi sıfat yapan çok ek vardır. Ama şanssızlık o kadar çoktur ki bunu ifade edecek bir kelime yetmez. Bir de arkasına siyah koyup mazal negra yani kara baht diyebiliriz. Eğer şanssızlık getiren bir kişiyse bu sefer siyahı öne çekip negromazal diyerek o kişiyi tanımlayabiliriz. Mazal Ladino’da çok üretken bir sözdür.
Dikkat çeken bir kelime de Mordoların evindeki sahnede. Raşel bunalınca kalkıp “el mupak”a kaçtı. Ladino’da mutfağın adı budur. Türkçe kelime Ladino’nun ses dünyasına böyle oturtulmuştur. Bu sahnede Mordo’nun annesinin aksanı da dizideki en iyi Türkçe konuşurken beliren Yahudi aksanıdır. Burada “Annen yelsin” ve“Yetiriyim” gibi sözler duyuyoruz. Ladino anadillilerde Türkçe’de g ile başlayan kelimeler aksanın en belirgin olduğu yerlerdir. Gene kelimesi de Ladino’ya yene olarak geçmiştir ve çok kullanılır.
Aliya ve Akılda Kalan Sorular
İsrail’e göç Matilda için bahsedildikten sonra sonunda vapura binen Mordo ve Raşel oluyor. Ani bir kararla İsrail’e giden çiftin hayatının nasıl anlatılacağı merak konusu. 50lerde İsrail’e göç (aliya) hiç de kolay bir şey değildi. Yeni kurulan ülkede (özellikle Avrupalı olmayan) göçmenlerin ilk karşılaştığı yaşam koşulları oldukça zordu. Acaba İsrail’e zaten taşınmış akrabaları var mıydı? Orada Türkiyeli bir ortam içinde veya İbranice öğrenmeye zorlanırken onları görecek miyiz? Hem yaşam koşulları hem de dil zorluğundan Türkiye’den İsrail’e taşınıp birkaç yıl içinde geri taşınanlar da oldu. Belki de Raşel ve Mordo bunlardan olacaklar.
Dizinin daha sonra çıkacak kısmı içinse akılda kalan en büyük sorular Orhan ile ilgili. Niko adlı bir Rum nasıl kendini büyük bir Türk işadamı olarak tekrar yaratmış olabilir? Hem devlet nezdinden bile kendini saklamayı becerebilmiş. Sabetaycı avcısı gazetecilerin herkesi gizli Yahudi olmakla suçladığı, herkesin birbirinin kimliğinin bekçiliğini yaptığı bir ülkede Niko’nun kendini Orhan’a dönüştürmesi pek de kolay değil. Bunu yapması için herhalde İstanbullu olmaması gerekiyor – böylece kendini tanıyan bir Rum’la karşılaşmaz. Orhan’la ilgili diğer soru da babası Kosta’ya ne olduğu? İleri bölümlerde ilgi odağı Orhan/Niko’ya kayacak belki de.
İkinci kısım için şimdiden heyecan dorukta.
Paylaş: