O yıllarda Türkiye, tek partili (Cumhuriyet Halk Partisi veya fırkası) bir demokrasi ile yönetiliyordu. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Başbakan İsmet İnönü, İç İşleri Bakanı ise Şükrü Kaya, Partinin genel sekreteri ise Recep Peker idi. Dünyada demokrasi gerilemişti. İki dünya savaşı arasındaki bu yıllar, insanlık tarihi açısından çok karanlık zamanlardır. Yaklaşık 30 yıllık süren bu dönemde, dünyada ciddi bir demokrasi krizi yaşanmış, 1920lerde dünya yüzünde 35 anayasal ve seçilmiş hükümet varken bu sayı 1938 de 17’ye düşmüş, 1944te ise tüm dünyadaki 64 ülkenin ancak 12’si anayasal bir demokrasi ile yönetilir olmuştu. O yıllarda faşizm ve Nazizm, her ülke gibi Türkiye’de kendisine az çok taraftar bulmuştur.
1934 Mart
İtalya’nın faşist lideri Benito Mussolini de 1930’lu yıllarda ikinci kez seçimle iktidara geldiğinde 1934 yılının Mart ayında yaptığı bir konuşmada Asya ve Afrika’yı, İtalya’nın genişleme alanları olarak tanımlarken, Akdeniz’i “bizim deniz” (mare nostrum) olarak nitelemişti. Bu niteleme Ankara hükümeti açısından açık bir tehdit olarak algılanmıştı. En hassas mıntıka olarak düşünülen Trakya’nın, olası bir savaş halinde, düşmanla iş birliği yapmayacak Türkler tarafından iskan edilmesi uygundu. İskanı düzenlemek üzere bir müfettişlik kadrosu oluşturularak bu kadroya İbrahim Tali Bey’in atanmasına karar verildi. İbrahim Tali Bey alelade bir seçim olmayıp 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte çıkan 18 subaydan biridir ve Mustafa Kemal’in son derece güvendiği bir kişidir.
İbrahim Tali, raporlarında Trakya’nın ekonomik hayatında Yahudilerin önemli bir yer tutmasından şikayetçidir. Sn.Rıfat Bali’nin aktardığı şekli ile: “Trakya Türkünü canlandırmak ve iktisadi kalkınmaya mahzar kılmak için iktisadi sahada yapılacak ilk teşebbüsün, bütün Trakya piyasalarını Musevi hâkimiyetinden kurtarmak olmalıdır.” demektedir. 1934 yılı ise Türkiye’de Irkçı-Turancı ve Nazi sempatizanı kişi ve grupların basın yayınlarının zirveye ulaştığı yıldır.
1 Mayıs 1934
Türkiye’deki Nazi sempatizanlarının en önemlilerinden biri “Der Stürmer”gazetesine “Djev” imzasıyla yazılarınıvermiş olan Cevat Rıfat Atilhan’dı. Turancı olan Atilhan Birinci Dünya Savaşı’nda, Sina cephesinde yüzlerce Yahudi casusu yakalayıp onlarcasını kendi elleriyle astığını iddia etmiştir. Cevat Rıfat Atilhan sahibi olduğu Milli İnkılâp dergisinde Yahudiler aleyhinde yazılar yazmaktadır. Türkçe konuşmadıkları için Yahudiler’i yeriyordu. Daha da ileri giderek Hitler’in Almanya’da Yahudilere karşı sürdürdüğü antisemitizmi örnek alınması gereken bir siyaset olarak görüyordu. Atilhan, Yahudi düşmanlığını o kadar benimsemişti ki 1933 yılında –devlet desteği ile- Almanya yaptığı bir gezi sonrası ziyaret ettiği bir toplama kampını 5 yıldızlı bir otel gibi tarif ediyordu.
Nihal Atsız Etkisi
Trakya Olayları üzerine en kapsamlı araştırmaların sahibi Sn.Rıfat Bali’ye göre olayların gizli aktörü, ırkçı Türkçülüğün efsanevi lideri Nihal Atsız’dır. Edirne Erkek Lisesi’nde 11 Eylül – 28 Aralık 1933 tarihleri arasında edebiyat öğretmenliği yapan Atsız, ırkçı dergi Orhun’un yöneticiliğine Edirne’de başlar. Orhun Edirne’de İstanbul’dan daha çok satılmaktadır ve Edirne’deki yağma olaylarının liderlerinden Körmutlu İbrahim Ağa adlı şahıs Atsız’ın en büyük hayranlarındandır. Nihal Atsız, 1933 sonlarında Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ile birlikte Çanakkale’ye yaptığı bir geziden edindiği izlenimlerini MTTB’nin yayın organı Birlik’te şöyle anlatır:
“Şehirde ne kadar çok Yahudi, ne kadar çok Çingene, ne kadar da Rum bozuntusu var!..Buradaki Yahudi de her yerde tanıdığımız Yahudi’dir. Sinsi, küstah, zelil, korkak, fakat fırsat düşkünü Yahudi; Yahudi mahallesi her yerde olduğu gibi burada da çığırtkanlığın, gürültünün ve levsin (=pislik, mundarlık) merkezi. Çarşıdaki dükkânların levhalarını okuyoruz. Onda dokuzu bizi sinirlendiren nankör ve kahpe milletin isimlerini taşıyor. Kuvvetli olduğumuz zaman karşımızda köpekçe yaltaklanan, bozgun çağlarımızda küstahlaşıp düşmanlarımızla birleşen tarihin bu hain ve piç milletini artık aramızda yurttaş olarak görmek istemiyoruz...”
‘Hain ve piç milletini artık aramızda istemiyoruz’
Atsız, 1934 yılının mart ayında yine Orhun dergisinde yayımladığı“Komünist, Yahudi ve Dalkavuk” başlıklı yazısında işi daha da azıtır: “Türk milletinin dışarıdaki düşmanları bütün dünyadır. Bunu tarih bize ebedi bir öğüt halinde hikâye eder. İçeriki düşmanları ise üç tanedir: Komünist, Yahudi ve dalkavuk. Komünist, vicdanını Yahudi “Marks”a satmış olan vatansız serseri demektir (…) İkinci düşmanı Yahudi’dir. Onun Allahı paradır. O, cebine birkaç para koyabilmek için gölgesinde yaşadığı bayrağı satmaktan çekinmeyen namussuz bir bezirgândır. Hangi memlekette oturuyorsa oranın düşmanıdır….”
Nihal Atsız’a göre “Türk bünyesini mikroptan temizleyecek en güzel tedavi usulü: Katliam!” dır. Atsız’ın Yahudilere kin kusan bunun gibi nice yazısını okuyan yerel faşistlerin, 1934 olaylarında nasıl bir rol oynadıklarını tahmin etmek zor olmasa gerek. (Mavi Marmara olayından sonra Türk basınında “maazallah yeni bir akıl tutulması yaşayabiliriz” şeklinde çıkan yazılar halkı aynı şekilde tetiklemesi mümkündü. Ancak Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın “karşınızda beni bulursunuz” şeklindeki demeci ve Abdullah Gül ile Sn. Bülent Arınç’ın aynı yöndeki beyanatları basındaki bu şuursuz yazıları frenlemiştir.)
10 Mayıs 1934
Cevat Rıfat Atilhan İstanbul Üniversitesinin kapısında öğrencilere gamalı haç rozetleri dağıtmaya başlar.
22 Mayıs 1934
Yahudiler toplanırlar ve Milli İnkılâp dergisinde sürdürülen Yahudi aleyhtarı yazıları protesto ederler ve hükümetin gereğini yapmasını isterler.
25 Mayıs 1934
Yahudi cemiyetleri hazırladıkları bir dilekçeyi hükümete verirler. Başbakan İsmet İnönü ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya rahatsızlıklardan resmen haberdar edilir. Ama kimse kılını kıpırdatmaz. Dilekçe oradan oraya havale edilir ve sonunda bürokrasiye takılıp kaybolur.
14 Haziran 1934
İskan Kanunu kabul edilir. Bu kanun, “Tek dille konuşan, bir düşünen, aynı hissi taşıyan ve Müslüman bir memleket” yaratmak amacıyla ülkeyi;
a-“Türk kültürlü nüfusun yoğunlaşması istenen mıntıkalar”,
b-“Türk kültürüne temsili istenilen nüfusun nakil ve iskânına ayrılan mıntıkalar”,
c-“Yer, sıhhat, iktisat, kültür, siyaset, askerlik ve inzibat sebepleri ile boşaltılması istenilen ve iskân ve ikamete yasak mıntıkalar”
olarak 3 bölgeye ayırır. Kanunun 9. maddesinde; “casuslukları sezilenleri sınır boylarından uzaklaştırmak” konusunda Dahiliye Vekili yetkili kılınmıştı. İskan Kanununun amacını en açık şekilde gözler önüne seren maddesi ise: “Ana dili Türkçe olmayanlardan toplu olmak üzere yeniden köy ve mahalle, işçi ve sanatçı kümesi kurulması veya bir sanatı kendi soydaşlarına inhisar ettirmelerinin” yasaklandığı 11. maddesidir. Devletin bu kanunla tehdit olarak gördüğü azınlıkları asimile etmeyi ve Türkleştirmeyi planlıyordu. İskan Kanunu, 1934’te Trakya’da gerçekleşen olaylara yasal bir zemin hazırlamıştır. Trakya olaylar esnasında yetkililerin neden sessiz kalmalarının sebebi budur.
21 Haziran 1934
Soyadı Kanunu çıkarılarak “Türkleştirme” harekâtına hız verilirken, Trakya bölgesiyle Çanakkale Boğazı da tahkim edilmeye başladı. Tahkimat sürerken, tarih boyunca ülkedeki tüm azınlıklara karşı kuşku duymayı adet edinmiş faşizan yöneticiler, Nazilerden esinlenerek Yahudilere karşı düşmanca davranacaklardır. “Casus” olmalarından şüphelendikleri Trakya Yahudilerini bölgeden nasıl atarız diye kafa yormaya başlayacaklardı. Yerel faşistler ve antisemit yazarlar, mandıracılık ve ticaretteki başarıları yüzünden Yahudilerden nefret ediyorlardı ve ölesiye kıskanıyorlardı. Türkçe konuşmadıkları için sadakatlerini sürekli sorguluyorlardı. Yahudilere karşı halkı harekete geçirilmesi hiç de zor olmadı.
Yağma ve Tecavüzler başlıyor: Çanakkale
21 haziran 1934
İlk saldırılar yaklaşık 1.500 Yahudi’nin yaşadığı Çanakkale’de başladı. Militanlar, alışveriş edilmesini önlemek için Yahudilerin dükkânlarının önünde nöbet tutuyor, bazı evlere, şehri terk etmedikleri takdirde öldürüleceklerine dair tehdit mektupları yolluyorlardı.
25 haziran 1934
Durumun her geçen gün kötüye gittiğini gören Yahudiler 25 Haziran 1934 tarihinden itibaren Çanakkale ve Gelibolu’yu terk etmeye başladılar. Alelacele gitmek zorunda kaldıkları için mal ve mülklerini değerinin çok altında fiyatlarda elden çıkarmak zorunda kalmışlardı. Çanakkale’de Yahudiler şehirden sürülürken, İran Şahı Rıza Pehlevi ile birlikte yurt gezisinde olan Mustafa Kemal, 25 Haziran 1934 sabahı Çanakkale’ye gelmişti. Bir görgü tanığı bu ziyareti şöyle anlatmıştı:
“… Halkın ‘yaşa, var ol!” nidaları arasında Atatürk otomobilden indi.Alkışlar devam ediyor, o da halkın ortasında ilerliyordu. Garip bir tesadüf ve talih eseri olarak Atatürk bizim önümüze gelince hafif bir duraklama yaptı. Halka bakıyor ve kalabalığı selamlıyordu. Tam bu esnada yanımda bulunan ve biraz evvel fısıltı halinde, fakat hararetli konuşan Yahudilerden biri, ileriye doğru yürüdü ve Ata’nın önüne atıldı. Muhafızlar mani olmak istediler.
Atatürk: – Bırakın gelsin! dedi.
Bu Musevi vatandaş, Atatürk’ün önünde ellerini açtı, omuzlarını yukarıya kaldırarak:
– Paşam, bizi kovuyorlar. Biz ne yapacağız? dedi.
Atatürk bu şekilde önüne atılan bu adamın ne demek istediğini ve kim olduğunu derhal anlamıştı. Buna rağmen sordu: – Sen kimsin?– Ben Paşam, Çanakkale Musevilerinden Avram Palto.
– Sizi kim kovuyor? Hükümet mi? Kanun mu? Polis mi? Jandarma mı? Bana söyle dedi.Bu Musevi vatandaş durakladı, şaşaladı. Biraz sonra kendini toparlayarak cevap verdi:– Hayır paşam halk kovuyor.
Atatürk, bu adamın yüzüne dikkatle baktı, gülümsedi ve: – Halk isterse beni bile kovar dedi ve yürüdü.”
(Yakup Barokas, Türkiye’de Yahudi Toplumlar, Tel Aviv, 1987, s. 46’dan aktaran Sn.Rıfat N. Bali.)
29 Haziran 1934
Amerikan Elçisi Robert P. Skinner , Washington’a yazdığı raporda Trakya’daki Yahudi nüfusun bölge dışına sürüldüğünü ve bu konuda devletin herhangi bir açıklama yapmadığını bildirir. Bunu bölgenin ve boğazların silahlandırılmasına yönelik bir hareket olarak yorumlar.
Olaylar yayılıyor
Benzer olaylar, 28 hazirandan itibaren Edirne, Keşan, Uzunköprü, Babaeski, Lüleburgaz ve Kırklareli’nde yaşanmaya başladı. O günlerde Edirne’de yaşayan Hayim Behar’ın şu anısı şehre hâkim olan atmosferi gayet net anlatıyor: “Okuldan çıkarken her gün dövüldüm. Eve doğru yürürken bana ‘Selam al Yahudi!’ diye bağırırlardı, selam verirdim, gene dövülürdüm. Bir de iğneli fıçı meselesi vardı ki…” Behar’ın sözünü ettiği “İğneli Fıçı” meselesi, Hıristiyan antisemitizmin en meşhur unsurlarından biriydi. Bu iftiraya göre, Yahudiler Pesah (Hamursuz) Bayramı’nda yedikleri hamursuzu, ailelerinden kaçırıp iğneli fıçılara hapsettikleri Hıristiyan çocuklarından elde ettikleri kanla yaparlardı.
O günlerde bu hikâyeyi anlatan broşürler halka bedava dağıtılıyordu. Bu broşürleri okuyanların, Yahudi komşularına saldırmaktan çekinmeyecekleri açıktı. Edirne’de olaylardan kısa süre önce her nedense Yahudi esnaf ve tüccardan vergilerini derhal ödemeleri talep edilmişti. Keşan’daki Yahudi ailelerine şehri terk etmeleri için sadece 24 saat süre verilmişti. Uzunköprü’deki Yahudiler ise çok şanslıydı, çünkü onlara üç gün süre tanınmış, 100 Yahudi hanesinden 95’i mallarını yok pahasına ellerinden çıkararak şehirden göç etmek zorunda kalmıştı. (Bu olaylardan sonra Trakya’da yeni zenginler türemiştir…)
2 Temmuz 1934
Bir grup saldırgan “Yahudilere ölüm!” haykırışlarıyla Edirne’deki Yahudi mahallesini bastılar, dükkânları ve evleri yağmaladılar, Yahudileri dövdüler ve İstanbul’a gitmelerini emrettiler. Panik içindeki Yahudilerden varlıklı olanlar buldukları ilk araçla İstanbul’a doğru yola çıkarken, yoksullar ve araç bulamayanlar, yaya olarak Yunanistan ve Bulgaristan sınırına yönelmişlerdi. Geride kalan bir avuç ürkmüş yoksul Yahudi’ye ise, fırınlar ekmek satmıyor,bakkallar yiyecek vermiyor, sakalar su dağıtmıyordu. Görevleri etnik kökeni ne olursa olsun vatandaşı korumak olan idari makamlar, görevlerini yapmak yerine, kalanlara 3 temmuz günü 48 saat içinde şehri terk etmelerini emrettiler. Zavallı Yahudiler… Suçları ne idi ki?
Kırklareli Hahamı’nın başına gelenler
Ama en acı olaylar Kırklareli’nde yaşandı. Sadece o yıla mahsus olmak üzere, her yıl Edirne’de düzenlenen Kırkpınar güreşleri, Kırklareli’nin Loryalo Parkı’na alınmış, böylece aslında küçük bir kasaba olan Kırklareli’nde büyük bir kalabalığın toplanması sağlanmıştı. Ardından Yahudilere karşı sözlü sataşmalar başlamış, Kırkpınar güreşlerinin son günü kalabalık dağılırken, bazı insanlar bu grupların arasına sızarak, Yahudilerin evlerine, dükkânlarına girmeye, onlara karşı kaba ve saldırgan bir tavır takınmaya, kadınlarına ve çocuklarına sataşmaya başlamışlardı.
Bir grup lise öğrencisinin Yahudi mahallesindeki evleri taşlamasıyla tırmanan olaylar taşlamaya silahsız askerlerin ve halkın da katılmasıyla çığırından çıkmış ve 65 ev yağmalanmıştı. Olaylar çarşıya sirayet etmeden bastırılmıştı. Çapulcular Kırklareli hahamı Moşe Fintz’i evinde yakalayıp çırılçıplak soydular. Usturayla sakalını kestiler. Evini yağmaladılar ve paralarını aldılar. (Bazı kaynaklar karısına ve kızına tecavüz edildiğini de yazar.) Sokaklarda birkaç genç kızın yüzüklerini çalmak için parmaklarını kestiler. Gün ağarırken, Kırklareli’nde yaşayan 400 Yahudi dehşet içinde gara koşmuş, trenlere atlayıp İstanbul’a kaçmıştı. İşin ilginç yanı, Kırklareli tren istasyonunda her zaman en fazla üç vagonolurken, o sabah tam 16 vagonun hazır beklemesiydi.
4 Temmuz 1934
Yahudilerin “La Furtuna” (fırtına), adını taktıkları dehşet günleri Yahudi cemaatinin önde gelenlerinden Gad Franko ve Mişon Ventura’nın 4 Temmuz 1934 günü Atatürk’le yaptığı gizli görüşme sayesinde sona erecekti. Aynı gün Londra’da yayınlanan Times gazetesinde Doğu Trakya’dan ve Çanakkale’den İstanbul’a doğru Yahudilerin topluca kaçtıkları bir haber yayınlanır. Ayrıca Daily Telegraph gazetesinde de bu konuda ayrıntılı bir haber çıkar. Artık Dünya Trakya’da neler olup bittiğini öğrenmiştir.
Gizli tamimde ne soruluyor
Peki, olayları kim kışkırtmış, kim yönlendirmişti? Başvekil İsmet İnönü de , İçişleri bakanı Şükrü Kaya da TBMM Başkanı Kazım Özalp da, CHF’nın diğer ileri gelenleri de olayların çıkışından habersiz görünüyorlardı. Ama 14 Temmuz 1934’te Trakya’daki yerel teşkilatlara “gizli” ibaresi ile bir tamim gönderen CHF Genel Sekreteri Recep Peker’in sorduğu sorular arasında bir tanesi pek manidardı: “…meselenin telkin, hazırlık ve tatbik devirlerinde Fırka kâtibi umumiliğine haber vermek vazifesi ne için yapılmadı?” Buradaki “mesele” kelimesi acaba neyi anlatıyordu? Olayları mı? Eğer öyleyse, Peker’in “meselenin niye önlenmediğine” değil, “telkin, hazırlık ve tatbik” işlerinin neden kendisine haber verilmediğine kızdığı anlaşılıyordu. Yani olaylarda CHF merkezinin değilse bile, yerel parti teşkilatının rolü bulunuyordu. Zaten, oldukça büyük bir coğrafyada, neredeyse eş zamanlı olarak aynı tip saldırıların gerçekleştirilmesi, olayların bir tertip olduğunu ispatlıyordu.
Hükümetin olaylardan haberi vardı, onlar planlamışlardı, durdurmadılar, mani olmaya kalkmadılar, Yahudileri harcadılar…
Şimdi sizlere bu son yazdıklarımı ispat eder mahiyette bir belge sunacağım: No: 371/10/34 GİZLİDİR İngiliz Elçiliği – İstanbul: 22 Temmuz 1934
Sevgili Rendel, Bu kurye ile, Trakya’daki Yahudiler’in terk-i diyar etmeye mecbur bırakılmaları hakkında bir yazı daha (No.538) yolluyorum. İsmet Paşa’nın ve İç İşleri Bakanının aksine tüm açıklamalarına rağmen, Ticaret Ataşemizin, güvenilir bir kaynaktan öğrendiğine göre Türk Hükümeti bir süre önce Trakya’yı Yahudi unsurlardan temizlemeye karar vermiş. Bu işin çok yavaş bir şekilde uygulanmasına karar verilmiş. Örneğin azar azar uygulanan boykot ve bazı ufak tefek olayların çıkarılması gibi. Benim muhbirimin verdiği bilgiye göre Türk Hükümetinin, yerel yetkililere verdiği sözlü talimatlar, yerel yetkililer tarafından gayr-ı resmi kuruluşlara sızdırılmış.
Kuşkusuz vatanperverane bir amaçla spor kulüpleri tarafından organize edilen bir tahrik dalgasına kapılan öfkeli gençler Yahudilerin evlerinin camlarını kırmaya başlamışlardır. Bunlara her zaman bu işlere katılan güruh da eklenince iş sonunda yağmalama kırıp dökme ve bize nakledildiği kadarı ile bir kaç ırza geçme olayı ile sonuçlanmış. Bu olayları Kırklareli ve diğer yerlerden tahmini 5 bin Yahudi’nin topluca kaçışı takip etmiş. Trakya’daki başka şehirlerde bu tip olaylara fazla rastlanmamış, fakat Tekirdağ ve Edirne’de rahatsızlık gözle görülüyor. Woods’un (Ticaret Ataşesi) duyduğuna göre Osmanlı bankasının Kırklareli’ndeki müdürünün kardeşi olan bir Yahudi, Spor Kulübüne üye olan bir arkadaşı tarafından önceden uyarılmış, yakında şehirde hadise çıkacağı söylenerek şehri terk etmesinin kendisi için daha iyi olacağı tavsiye edilmiş. İngiliz Büyük Elçisi – Percy Loraine… No. 17969 Belge No. E 4916/4633/44
(Bu belge Sn. Ayhan Aktar’ın Trakya Yahudi Olaylarını Doğru Yorumlamak adlı araştırmasından alınmıştır.)
Kaynakça:
1934 yılında Trakya’da yaşanan Yahudi pogromunu bize en iyi anlatan belge Rıfat N. Bali’nin, 1934 Trakya Olayları kitabıdır. 1934’de Trakya’da neler olduğunu öğrenmek isteyen herkesin okuması gereken bir kitaptır. Haluk Karabatak, “1934 Trakya Olayları ve Yahudiler”, Avner Levi, “1934 Trakya Yahudileri Olayı, Alınmayan Ders”, Zafer Toprak, “Trakya Olaylarında hükümetin ve CHF’nin sorumluluğu” Ayhan Aktar, “Trakya Yahudi olaylarını doğru yorumlamak” Selim Aviyente’ye de saygılarımı sunuyorum ve teşekkür ediyorum. Bu araştırmalardan, makalelerden alıntılar yaptım ve faydalandım. Tarihçi-Yazar Ayşe Hür hocama da ayrıca teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum. Sn. Ayşe Hür’ün 1934 Trakya olayları makalesinden de faydalandım ve alıntılar yaptım.
O yıllarda Türkiye, tek partili (Cumhuriyet Halk Partisi veya fırkası) bir demokrasi ile yönetiliyordu. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Başbakan İsmet İnönü, İç İşleri Bakanı ise Şükrü Kaya, Partinin genel sekreteri ise Recep Peker idi. Dünyada demokrasi gerilemişti. İki dünya savaşı arasındaki bu yıllar, insanlık tarihi açısından çok karanlık zamanlardır. Yaklaşık 30 yıllık süren bu dönemde, dünyada ciddi bir demokrasi krizi yaşanmış, 1920lerde dünya yüzünde 35 anayasal ve seçilmiş hükümet varken bu sayı 1938 de 17’ye düşmüş, 1944te ise tüm dünyadaki 64 ülkenin ancak 12’si anayasal bir demokrasi ile yönetilir olmuştu. O yıllarda faşizm ve Nazizm, her ülke gibi Türkiye’de kendisine az çok taraftar bulmuştur.
1934 Mart
İtalya’nın faşist lideri Benito Mussolini de 1930’lu yıllarda ikinci kez seçimle iktidara geldiğinde 1934 yılının Mart ayında yaptığı bir konuşmada Asya ve Afrika’yı, İtalya’nın genişleme alanları olarak tanımlarken, Akdeniz’i “bizim deniz” (mare nostrum) olarak nitelemişti. Bu niteleme Ankara hükümeti açısından açık bir tehdit olarak algılanmıştı. En hassas mıntıka olarak düşünülen Trakya’nın, olası bir savaş halinde, düşmanla iş birliği yapmayacak Türkler tarafından iskan edilmesi uygundu. İskanı düzenlemek üzere bir müfettişlik kadrosu oluşturularak bu kadroya İbrahim Tali Bey’in atanmasına karar verildi. İbrahim Tali Bey alelade bir seçim olmayıp 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte çıkan 18 subaydan biridir ve Mustafa Kemal’in son derece güvendiği bir kişidir.
İbrahim Tali, raporlarında Trakya’nın ekonomik hayatında Yahudilerin önemli bir yer tutmasından şikayetçidir. Sn.Rıfat Bali’nin aktardığı şekli ile: “Trakya Türkünü canlandırmak ve iktisadi kalkınmaya mahzar kılmak için iktisadi sahada yapılacak ilk teşebbüsün, bütün Trakya piyasalarını Musevi hâkimiyetinden kurtarmak olmalıdır.” demektedir. 1934 yılı ise Türkiye’de Irkçı-Turancı ve Nazi sempatizanı kişi ve grupların basın yayınlarının zirveye ulaştığı yıldır.
1 Mayıs 1934
Türkiye’deki Nazi sempatizanlarının en önemlilerinden biri “Der Stürmer”gazetesine “Djev” imzasıyla yazılarınıvermiş olan Cevat Rıfat Atilhan’dı. Turancı olan Atilhan Birinci Dünya Savaşı’nda, Sina cephesinde yüzlerce Yahudi casusu yakalayıp onlarcasını kendi elleriyle astığını iddia etmiştir. Cevat Rıfat Atilhan sahibi olduğu Milli İnkılâp dergisinde Yahudiler aleyhinde yazılar yazmaktadır. Türkçe konuşmadıkları için Yahudiler’i yeriyordu. Daha da ileri giderek Hitler’in Almanya’da Yahudilere karşı sürdürdüğü antisemitizmi örnek alınması gereken bir siyaset olarak görüyordu. Atilhan, Yahudi düşmanlığını o kadar benimsemişti ki 1933 yılında –devlet desteği ile- Almanya yaptığı bir gezi sonrası ziyaret ettiği bir toplama kampını 5 yıldızlı bir otel gibi tarif ediyordu.
Nihal Atsız Etkisi
Trakya Olayları üzerine en kapsamlı araştırmaların sahibi Sn.Rıfat Bali’ye göre olayların gizli aktörü, ırkçı Türkçülüğün efsanevi lideri Nihal Atsız’dır. Edirne Erkek Lisesi’nde 11 Eylül – 28 Aralık 1933 tarihleri arasında edebiyat öğretmenliği yapan Atsız, ırkçı dergi Orhun’un yöneticiliğine Edirne’de başlar. Orhun Edirne’de İstanbul’dan daha çok satılmaktadır ve Edirne’deki yağma olaylarının liderlerinden Körmutlu İbrahim Ağa adlı şahıs Atsız’ın en büyük hayranlarındandır. Nihal Atsız, 1933 sonlarında Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ile birlikte Çanakkale’ye yaptığı bir geziden edindiği izlenimlerini MTTB’nin yayın organı Birlik’te şöyle anlatır:
“Şehirde ne kadar çok Yahudi, ne kadar çok Çingene, ne kadar da Rum bozuntusu var!..Buradaki Yahudi de her yerde tanıdığımız Yahudi’dir. Sinsi, küstah, zelil, korkak, fakat fırsat düşkünü Yahudi; Yahudi mahallesi her yerde olduğu gibi burada da çığırtkanlığın, gürültünün ve levsin (=pislik, mundarlık) merkezi. Çarşıdaki dükkânların levhalarını okuyoruz. Onda dokuzu bizi sinirlendiren nankör ve kahpe milletin isimlerini taşıyor. Kuvvetli olduğumuz zaman karşımızda köpekçe yaltaklanan, bozgun çağlarımızda küstahlaşıp düşmanlarımızla birleşen tarihin bu hain ve piç milletini artık aramızda yurttaş olarak görmek istemiyoruz...”
‘Hain ve piç milletini artık aramızda istemiyoruz’
Atsız, 1934 yılının mart ayında yine Orhun dergisinde yayımladığı“Komünist, Yahudi ve Dalkavuk” başlıklı yazısında işi daha da azıtır: “Türk milletinin dışarıdaki düşmanları bütün dünyadır. Bunu tarih bize ebedi bir öğüt halinde hikâye eder. İçeriki düşmanları ise üç tanedir: Komünist, Yahudi ve dalkavuk. Komünist, vicdanını Yahudi “Marks”a satmış olan vatansız serseri demektir (…) İkinci düşmanı Yahudi’dir. Onun Allahı paradır. O, cebine birkaç para koyabilmek için gölgesinde yaşadığı bayrağı satmaktan çekinmeyen namussuz bir bezirgândır. Hangi memlekette oturuyorsa oranın düşmanıdır….”
Nihal Atsız’a göre “Türk bünyesini mikroptan temizleyecek en güzel tedavi usulü: Katliam!” dır. Atsız’ın Yahudilere kin kusan bunun gibi nice yazısını okuyan yerel faşistlerin, 1934 olaylarında nasıl bir rol oynadıklarını tahmin etmek zor olmasa gerek. (Mavi Marmara olayından sonra Türk basınında “maazallah yeni bir akıl tutulması yaşayabiliriz” şeklinde çıkan yazılar halkı aynı şekilde tetiklemesi mümkündü. Ancak Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın “karşınızda beni bulursunuz” şeklindeki demeci ve Abdullah Gül ile Sn. Bülent Arınç’ın aynı yöndeki beyanatları basındaki bu şuursuz yazıları frenlemiştir.)
10 Mayıs 1934
Cevat Rıfat Atilhan İstanbul Üniversitesinin kapısında öğrencilere gamalı haç rozetleri dağıtmaya başlar.
22 Mayıs 1934
Yahudiler toplanırlar ve Milli İnkılâp dergisinde sürdürülen Yahudi aleyhtarı yazıları protesto ederler ve hükümetin gereğini yapmasını isterler.
25 Mayıs 1934
Yahudi cemiyetleri hazırladıkları bir dilekçeyi hükümete verirler. Başbakan İsmet İnönü ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya rahatsızlıklardan resmen haberdar edilir. Ama kimse kılını kıpırdatmaz. Dilekçe oradan oraya havale edilir ve sonunda bürokrasiye takılıp kaybolur.
14 Haziran 1934
İskan Kanunu kabul edilir. Bu kanun, “Tek dille konuşan, bir düşünen, aynı hissi taşıyan ve Müslüman bir memleket” yaratmak amacıyla ülkeyi;
a-“Türk kültürlü nüfusun yoğunlaşması istenen mıntıkalar”,
b-“Türk kültürüne temsili istenilen nüfusun nakil ve iskânına ayrılan mıntıkalar”,
c-“Yer, sıhhat, iktisat, kültür, siyaset, askerlik ve inzibat sebepleri ile boşaltılması istenilen ve iskân ve ikamete yasak mıntıkalar”
olarak 3 bölgeye ayırır. Kanunun 9. maddesinde; “casuslukları sezilenleri sınır boylarından uzaklaştırmak” konusunda Dahiliye Vekili yetkili kılınmıştı. İskan Kanununun amacını en açık şekilde gözler önüne seren maddesi ise: “Ana dili Türkçe olmayanlardan toplu olmak üzere yeniden köy ve mahalle, işçi ve sanatçı kümesi kurulması veya bir sanatı kendi soydaşlarına inhisar ettirmelerinin” yasaklandığı 11. maddesidir. Devletin bu kanunla tehdit olarak gördüğü azınlıkları asimile etmeyi ve Türkleştirmeyi planlıyordu. İskan Kanunu, 1934’te Trakya’da gerçekleşen olaylara yasal bir zemin hazırlamıştır. Trakya olaylar esnasında yetkililerin neden sessiz kalmalarının sebebi budur.
21 Haziran 1934
Soyadı Kanunu çıkarılarak “Türkleştirme” harekâtına hız verilirken, Trakya bölgesiyle Çanakkale Boğazı da tahkim edilmeye başladı. Tahkimat sürerken, tarih boyunca ülkedeki tüm azınlıklara karşı kuşku duymayı adet edinmiş faşizan yöneticiler, Nazilerden esinlenerek Yahudilere karşı düşmanca davranacaklardır. “Casus” olmalarından şüphelendikleri Trakya Yahudilerini bölgeden nasıl atarız diye kafa yormaya başlayacaklardı. Yerel faşistler ve antisemit yazarlar, mandıracılık ve ticaretteki başarıları yüzünden Yahudilerden nefret ediyorlardı ve ölesiye kıskanıyorlardı. Türkçe konuşmadıkları için sadakatlerini sürekli sorguluyorlardı. Yahudilere karşı halkı harekete geçirilmesi hiç de zor olmadı.
Yağma ve Tecavüzler başlıyor: Çanakkale
21 haziran 1934
İlk saldırılar yaklaşık 1.500 Yahudi’nin yaşadığı Çanakkale’de başladı. Militanlar, alışveriş edilmesini önlemek için Yahudilerin dükkânlarının önünde nöbet tutuyor, bazı evlere, şehri terk etmedikleri takdirde öldürüleceklerine dair tehdit mektupları yolluyorlardı.
25 haziran 1934
Durumun her geçen gün kötüye gittiğini gören Yahudiler 25 Haziran 1934 tarihinden itibaren Çanakkale ve Gelibolu’yu terk etmeye başladılar. Alelacele gitmek zorunda kaldıkları için mal ve mülklerini değerinin çok altında fiyatlarda elden çıkarmak zorunda kalmışlardı. Çanakkale’de Yahudiler şehirden sürülürken, İran Şahı Rıza Pehlevi ile birlikte yurt gezisinde olan Mustafa Kemal, 25 Haziran 1934 sabahı Çanakkale’ye gelmişti. Bir görgü tanığı bu ziyareti şöyle anlatmıştı:
“… Halkın ‘yaşa, var ol!” nidaları arasında Atatürk otomobilden indi. Alkışlar devam ediyor, o da halkın ortasında ilerliyordu. Garip bir tesadüf ve talih eseri olarak Atatürk bizim önümüze gelince hafif bir duraklama yaptı. Halka bakıyor ve kalabalığı selamlıyordu. Tam bu esnada yanımda bulunan ve biraz evvel fısıltı halinde, fakat hararetli konuşan Yahudilerden biri, ileriye doğru yürüdü ve Ata’nın önüne atıldı. Muhafızlar mani olmak istediler.
Atatürk: – Bırakın gelsin! dedi.
Bu Musevi vatandaş, Atatürk’ün önünde ellerini açtı, omuzlarını yukarıya kaldırarak:
– Paşam, bizi kovuyorlar. Biz ne yapacağız? dedi.
Atatürk bu şekilde önüne atılan bu adamın ne demek istediğini ve kim olduğunu derhal anlamıştı. Buna rağmen sordu: – Sen kimsin?– Ben Paşam, Çanakkale Musevilerinden Avram Palto.
– Sizi kim kovuyor? Hükümet mi? Kanun mu? Polis mi? Jandarma mı? Bana söyle dedi.Bu Musevi vatandaş durakladı, şaşaladı. Biraz sonra kendini toparlayarak cevap verdi:– Hayır paşam halk kovuyor.
Atatürk, bu adamın yüzüne dikkatle baktı, gülümsedi ve: – Halk isterse beni bile kovar dedi ve yürüdü.”
(Yakup Barokas, Türkiye’de Yahudi Toplumlar, Tel Aviv, 1987, s. 46’dan aktaran Sn.Rıfat N. Bali.)
29 Haziran 1934
Amerikan Elçisi Robert P. Skinner , Washington’a yazdığı raporda Trakya’daki Yahudi nüfusun bölge dışına sürüldüğünü ve bu konuda devletin herhangi bir açıklama yapmadığını bildirir. Bunu bölgenin ve boğazların silahlandırılmasına yönelik bir hareket olarak yorumlar.
Olaylar yayılıyor
Benzer olaylar, 28 hazirandan itibaren Edirne, Keşan, Uzunköprü, Babaeski, Lüleburgaz ve Kırklareli’nde yaşanmaya başladı. O günlerde Edirne’de yaşayan Hayim Behar’ın şu anısı şehre hâkim olan atmosferi gayet net anlatıyor: “Okuldan çıkarken her gün dövüldüm. Eve doğru yürürken bana ‘Selam al Yahudi!’ diye bağırırlardı, selam verirdim, gene dövülürdüm. Bir de iğneli fıçı meselesi vardı ki…” Behar’ın sözünü ettiği “İğneli Fıçı” meselesi, Hıristiyan antisemitizmin en meşhur unsurlarından biriydi. Bu iftiraya göre, Yahudiler Pesah (Hamursuz) Bayramı’nda yedikleri hamursuzu, ailelerinden kaçırıp iğneli fıçılara hapsettikleri Hıristiyan çocuklarından elde ettikleri kanla yaparlardı.
O günlerde bu hikâyeyi anlatan broşürler halka bedava dağıtılıyordu. Bu broşürleri okuyanların, Yahudi komşularına saldırmaktan çekinmeyecekleri açıktı. Edirne’de olaylardan kısa süre önce her nedense Yahudi esnaf ve tüccardan vergilerini derhal ödemeleri talep edilmişti. Keşan’daki Yahudi ailelerine şehri terk etmeleri için sadece 24 saat süre verilmişti. Uzunköprü’deki Yahudiler ise çok şanslıydı, çünkü onlara üç gün süre tanınmış, 100 Yahudi hanesinden 95’i mallarını yok pahasına ellerinden çıkararak şehirden göç etmek zorunda kalmıştı. (Bu olaylardan sonra Trakya’da yeni zenginler türemiştir…)
2 Temmuz 1934
Bir grup saldırgan “Yahudilere ölüm!” haykırışlarıyla Edirne’deki Yahudi mahallesini bastılar, dükkânları ve evleri yağmaladılar, Yahudileri dövdüler ve İstanbul’a gitmelerini emrettiler. Panik içindeki Yahudilerden varlıklı olanlar buldukları ilk araçla İstanbul’a doğru yola çıkarken, yoksullar ve araç bulamayanlar, yaya olarak Yunanistan ve Bulgaristan sınırına yönelmişlerdi. Geride kalan bir avuç ürkmüş yoksul Yahudi’ye ise, fırınlar ekmek satmıyor,bakkallar yiyecek vermiyor, sakalar su dağıtmıyordu. Görevleri etnik kökeni ne olursa olsun vatandaşı korumak olan idari makamlar, görevlerini yapmak yerine, kalanlara 3 temmuz günü 48 saat içinde şehri terk etmelerini emrettiler. Zavallı Yahudiler… Suçları ne idi ki?
Kırklareli Hahamı’nın başına gelenler
Ama en acı olaylar Kırklareli’nde yaşandı. Sadece o yıla mahsus olmak üzere, her yıl Edirne’de düzenlenen Kırkpınar güreşleri, Kırklareli’nin Loryalo Parkı’na alınmış, böylece aslında küçük bir kasaba olan Kırklareli’nde büyük bir kalabalığın toplanması sağlanmıştı. Ardından Yahudilere karşı sözlü sataşmalar başlamış, Kırkpınar güreşlerinin son günü kalabalık dağılırken, bazı insanlar bu grupların arasına sızarak, Yahudilerin evlerine, dükkânlarına girmeye, onlara karşı kaba ve saldırgan bir tavır takınmaya, kadınlarına ve çocuklarına sataşmaya başlamışlardı.
Bir grup lise öğrencisinin Yahudi mahallesindeki evleri taşlamasıyla tırmanan olaylar taşlamaya silahsız askerlerin ve halkın da katılmasıyla çığırından çıkmış ve 65 ev yağmalanmıştı. Olaylar çarşıya sirayet etmeden bastırılmıştı. Çapulcular Kırklareli hahamı Moşe Fintz’i evinde yakalayıp çırılçıplak soydular. Usturayla sakalını kestiler. Evini yağmaladılar ve paralarını aldılar. (Bazı kaynaklar karısına ve kızına tecavüz edildiğini de yazar.) Sokaklarda birkaç genç kızın yüzüklerini çalmak için parmaklarını kestiler. Gün ağarırken, Kırklareli’nde yaşayan 400 Yahudi dehşet içinde gara koşmuş, trenlere atlayıp İstanbul’a kaçmıştı. İşin ilginç yanı, Kırklareli tren istasyonunda her zaman en fazla üç vagonolurken, o sabah tam 16 vagonun hazır beklemesiydi.
4 Temmuz 1934
Yahudilerin “La Furtuna” (fırtına), adını taktıkları dehşet günleri Yahudi cemaatinin önde gelenlerinden Gad Franko ve Mişon Ventura’nın 4 Temmuz 1934 günü Atatürk’le yaptığı gizli görüşme sayesinde sona erecekti. Aynı gün Londra’da yayınlanan Times gazetesinde Doğu Trakya’dan ve Çanakkale’den İstanbul’a doğru Yahudilerin topluca kaçtıkları bir haber yayınlanır. Ayrıca Daily Telegraph gazetesinde de bu konuda ayrıntılı bir haber çıkar. Artık Dünya Trakya’da neler olup bittiğini öğrenmiştir.
Gizli tamimde ne soruluyor
Peki, olayları kim kışkırtmış, kim yönlendirmişti? Başvekil İsmet İnönü de , İçişleri bakanı Şükrü Kaya da TBMM Başkanı Kazım Özalp da, CHF’nın diğer ileri gelenleri de olayların çıkışından habersiz görünüyorlardı. Ama 14 Temmuz 1934’te Trakya’daki yerel teşkilatlara “gizli” ibaresi ile bir tamim gönderen CHF Genel Sekreteri Recep Peker’in sorduğu sorular arasında bir tanesi pek manidardı: “…meselenin telkin, hazırlık ve tatbik devirlerinde Fırka kâtibi umumiliğine haber vermek vazifesi ne için yapılmadı?” Buradaki “mesele” kelimesi acaba neyi anlatıyordu? Olayları mı? Eğer öyleyse, Peker’in “meselenin niye önlenmediğine” değil, “telkin, hazırlık ve tatbik” işlerinin neden kendisine haber verilmediğine kızdığı anlaşılıyordu. Yani olaylarda CHF merkezinin değilse bile, yerel parti teşkilatının rolü bulunuyordu. Zaten, oldukça büyük bir coğrafyada, neredeyse eş zamanlı olarak aynı tip saldırıların gerçekleştirilmesi, olayların bir tertip olduğunu ispatlıyordu.
Hükümetin olaylardan haberi vardı, onlar planlamışlardı, durdurmadılar, mani olmaya kalkmadılar, Yahudileri harcadılar…
Şimdi sizlere bu son yazdıklarımı ispat eder mahiyette bir belge sunacağım: No: 371/10/34 GİZLİDİR İngiliz Elçiliği – İstanbul: 22 Temmuz 1934
Sevgili Rendel, Bu kurye ile, Trakya’daki Yahudiler’in terk-i diyar etmeye mecbur bırakılmaları hakkında bir yazı daha (No.538) yolluyorum. İsmet Paşa’nın ve İç İşleri Bakanının aksine tüm açıklamalarına rağmen, Ticaret Ataşemizin, güvenilir bir kaynaktan öğrendiğine göre Türk Hükümeti bir süre önce Trakya’yı Yahudi unsurlardan temizlemeye karar vermiş. Bu işin çok yavaş bir şekilde uygulanmasına karar verilmiş. Örneğin azar azar uygulanan boykot ve bazı ufak tefek olayların çıkarılması gibi. Benim muhbirimin verdiği bilgiye göre Türk Hükümetinin, yerel yetkililere verdiği sözlü talimatlar, yerel yetkililer tarafından gayr-ı resmi kuruluşlara sızdırılmış.
Kuşkusuz vatanperverane bir amaçla spor kulüpleri tarafından organize edilen bir tahrik dalgasına kapılan öfkeli gençler Yahudilerin evlerinin camlarını kırmaya başlamışlardır. Bunlara her zaman bu işlere katılan güruh da eklenince iş sonunda yağmalama kırıp dökme ve bize nakledildiği kadarı ile bir kaç ırza geçme olayı ile sonuçlanmış. Bu olayları Kırklareli ve diğer yerlerden tahmini 5 bin Yahudi’nin topluca kaçışı takip etmiş. Trakya’daki başka şehirlerde bu tip olaylara fazla rastlanmamış, fakat Tekirdağ ve Edirne’de rahatsızlık gözle görülüyor. Woods’un (Ticaret Ataşesi) duyduğuna göre Osmanlı bankasının Kırklareli’ndeki müdürünün kardeşi olan bir Yahudi, Spor Kulübüne üye olan bir arkadaşı tarafından önceden uyarılmış, yakında şehirde hadise çıkacağı söylenerek şehri terk etmesinin kendisi için daha iyi olacağı tavsiye edilmiş. İngiliz Büyük Elçisi – Percy Loraine… No. 17969 Belge No. E 4916/4633/44
(Bu belge Sn. Ayhan Aktar’ın Trakya Yahudi Olaylarını Doğru Yorumlamak adlı araştırmasından alınmıştır.)
Kaynakça:
1934 yılında Trakya’da yaşanan Yahudi pogromunu bize en iyi anlatan belge Rıfat N. Bali’nin, 1934 Trakya Olayları kitabıdır. 1934’de Trakya’da neler olduğunu öğrenmek isteyen herkesin okuması gereken bir kitaptır. Haluk Karabatak, “1934 Trakya Olayları ve Yahudiler”, Avner Levi, “1934 Trakya Yahudileri Olayı, Alınmayan Ders”, Zafer Toprak, “Trakya Olaylarında hükümetin ve CHF’nin sorumluluğu” Ayhan Aktar, “Trakya Yahudi olaylarını doğru yorumlamak” Selim Aviyente’ye de saygılarımı sunuyorum ve teşekkür ediyorum. Bu araştırmalardan, makalelerden alıntılar yaptım ve faydalandım. Tarihçi-Yazar Ayşe Hür hocama da ayrıca teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum. Sn. Ayşe Hür’ün 1934 Trakya olayları makalesinden de faydalandım ve alıntılar yaptım.
Bu yazı ilk olarak 23.01.2016 tarihinde yayınlanmış olan blog paylaşımının bir kısmıdır.
Paylaş: