Elbette ki, tarihin, tarihi karakterlerin ve olayların filmler ve diziler kanalıyla propaganda amacıyla kullanılması yeni bir şey değil. Ancak son yıllarda özellikle Türkiye için yeni olan bir şey var ki, o da propaganda dizileri eliyle tarihi adeta baştan inşa etme arzusu. Bunun en bilindik örneği tabii ki Payitaht Abdülhamid dizisi. [i]Nihayetinde Sultan II. Abdülhamid’in hikayesi, tahttan indirilmesi, sürgüne gönderilmesi, hapis hayatı yaşaması ve neredeyse imparatorluğun parçalandığını görerek ölmesiyle hiç de gururla izlenecek bir zafer anlatısı değil.
Hal böyleyken, dizi senaristleri bu hikayedeki tüm yenilgi anlarını adeta ütüleyerek anlatıyı neredeyse Abdülhamid’in hiç devrilmediği veya imparatorluğun yıkılmadığı bir ütopyaya çevirmeyi başardılar. Bu sezon, “içerideki hainler” Sultan’ın sadık hizmetkarları oldu, Jön Türkler Avrupa’daki marjinal bir muhalif grup olarak kaldı, Reval’de Rusya ve İngiltere’nin anlaşması yalan oldu, Niyazi veya Enver Makedonya’da dağa çıkmadı ve nihayetinde Sultan’ın otoritesine haşa hiçbir zeval gelmedi, çok şükür. Dizi senaristlerinin temel kaygıları arasında bulunmadığı çok belli olan tutarlılık ve tarihsel gerçekliğe uygunluğa karşı dizinin senaryosu öyle bir boyuta vardı ki, seyircinin hangi zamanı ve hatta hangi mekanı izlediği bile büyük bir muamma artık.
Dizide net olan bir şey var ise o da birilerinin sürekli Osmanlı’yı yıkmaya ve topraklarını parçalamaya dair duyduğu sonsuz ihtiras ve bu kötülükleri tezgahlayanların her daim Yahudi olması. Yeni sezondaki Edmund Rothschild ve kızının (Suavi Eren ve Başak Daşman) ilk iki sezondaki muadilleri ise Herzl (Saygın Soysal), Emanuel Karasu (Ali Nuri Türkoğlu) ve Parvus’tu (Kevork Malikyan). Fakat geçen yıl Rusya devlet televizyonunda yayınlanmış olan Troçki dizisinin Netflix’e gelmesiyle gördük ki, Payitaht Abdülhamid bu konuda hiç de yalnız değil. Dizi kendini açıkça daha elit ve anti-Sovyetik bir yerde konumlandırırken, Rusya’nın 20. yüzyılın başında yaşadığı değişimin tüm “büyük günahlar”ından Yahudi karakterleri sorumlu tutuyor. Bu büyük günahlar ne diye soracak olursanız, öncelikle 1917 Ekim Devrimi’nin bizatihi kendisi, onu izleyen baskı, sindirme ve katliam siyaseti ve tabii ki Çar II. Nikolay ve ailesinin öldürülmesi.
Diziye göre, devrimin esas lideri Troçki iken, sonradan değiştirmeye çalışsa da daha sonraki kanlı siyasette onun kararları çok etkili oluyor. Flashback’lerle ilerleyen dizide nihayetinde göreceğiz ki, Troçki, bu kararlarından hiçbir zaman pişman olmamış bir şeytan. Troçki bu serüven içerisinde bu derece büyürken,
Lenin pısırık ve kaprisli bir kenar süsüne dönüşüyor. Halbuki Payitaht Abdülhamid’de öyle mi? Bu sezon Abdülhamid’in Memati’si olarak diziye dahil olan Halil Halid Bey’in (Gürkan Uygun) Rusya’da devrimcileri ayaklandırıp İngiltere ile Rusya’nın anlaşmasını çöpe yollaması için görevlendirdiği bölümlerde gördüğümüz Troçki, hapishanenin bir köşesinde, elinde bir tek bağlaması eksik, temiz yüzlü, sevimli, gençten bir abimizdi. Güya hapishaneye davalarına devrimci kazandırmak için girmişti. Ama yer mi koskoca Sultan bu ayakları? Halit Halid Bey’e durumun iç yüzünü onu Rusya’ya yollamadan anlatmıştı zaten. Lenin, Rothschild’ın yönettiği üst aklın Rusya’da Çarlık’ı bitirmek için seçtiği bir piyondu sadece, Troçki gibi devrimciler ise Parvus’un bu gizli ağa dahil ettiği genç çocuklardı.[ii] Sultan, tüm bu ağı Lenin’in Londra’da serbestçe gazete çıkarabilmesinden okumuştu. Madem Halil Halid Bey bunların hepsini biliyordu, o zaman Troçki onun hapisten kaçmasına da ayaklanma için gerekli kişiye güvenle ulaşmasına da yardımcı olacaktı. Sonra bu da yetmedi, Troçki işçi lideri papazı bizzat Halil Halid’e yardıma ikna etti. Çünkü bizzat Troçki’nin dizide dediği gibi, bu Türk’ün “çok yiğit bir hakanı” vardı. Dizide Troçki’nin şakır şakır Türkçe konuşuyor olması, Halil Halid’le bu kadar yakınlaşmasının sebebi değilse bile, yıllar sonra sürgün yeri olarak Türkiye’ye gelmesinde etkili olmuş olabilir.
İki dizi arasındaki karakterlerdeki bu uyuşmazlık söz konusu Parvus olunca neredeyse mutlak bir ahenge dönüşüyor. Zira Payitaht’ta Parvus imparatorluklar üstü, güçler ötesi bir kötülük timsaliydi. Dünyanın her yerinde parası, gücü, itibarı ve koruması olmasına rağmen, işi gücü bıraktı İstanbul’a yerleşti ki, yeni dünya sisteminin önündeki tek engel olan Abdülhamid’i devirebilsin. Kılık değiştirdi saraya girdi olmadı, savaşlar planladı olmadı, Osmanlı’ya karşı herkesle iş tuttu olmadı. Sonunda Saray’ın içine zehirli gaz bastı, yine olmayınca çekti gitti artık, emekliliğini daha sıcak yerlerde yaşamaya. Ama bu sezon öğrendik ki, Parvus krallar, kraliçeler, tekeller, tüccarlar, burjuvalarla iş tutarken, sosyalizme ve devrimcilere yatırım yapmayı da ihmal etmemiş. Siz bunları hep senaristlerin abartısı sandınız ama büyük resmi göremediniz işte.
Rus dizisinde de Troçki’yi kimsenin onu kale almadığı Paris kafelerinden bulup devrim sahnesine hazırlayan Parvus’un ta kendisi değil miydi sanki? Bu dizideki Parvus da dönemin devrimci ağında gayet hareketli olan bir sosyalist değil, artık alışageldiğimiz üzere her yola gelen futbolcu menajeri gibi altyapıdan devrimci bulup büyük kulüplere satan bir devrim simsarı. Ne sosyalizm ne devrimcilik ve enternasyonalizm umurunda. Çünkü bir Yahudi olarak Parvus’un para neredeyse orada olması gerekirdi ki, dizide o da öyle yapıyor. Kah Alman devrimcilerden aldığı parayla Lenin’i ekarte etmek için Troçki’yi parlatıyor, kah Almanlar istedi diye Troçki’ye kurulan tuzağa dahil oluyor, kah hepsini birden Çarlık hükümetine satıyor.
Bu anlamda, her iki dizi de bir şekilde yayınlandıkları ülkelerde gayet yaygın olan antisemit mitleri besliyor. I. Dünya Savaşı sonrasında Rusya’da ve tüm dünyada sosyalizmin ve Bolşevizm’in insanları vatansız ve dinsiz kılan bir Yahudi komplosu olduğu Nazilerin sıklıkla atıf yaptıkları bir nefret söylemiydi. Bunun her iki dizide açıkça vücut bulmuş olması büyük bir tesadüf olmasa gerek. Zira dünyada yükselen otoriter/popülist/milliyetçi rejimlerin kuşandıkları vokabülerin eski dünyanın faşist söylemlerinden beslendiği sır değil. Bunun da ötesinde, bu mitin Soğuk Savaş boyunca ve hatta post-Sovyet dönemde bile etkisini devam ettirdiği aşikar.
Buna ek olarak, II. Nikolay ve ailesinin Yahudiler tarafından kurban edildiği mitine dair özellikle Rus Ortodoks Kilisesi ve Ortodoks-milliyetçi sağ siyasetin kuvvetli inancı da Troçki dizisiyle iyice kaşınıyor. Öte taraftan Payitaht Abdülhamid’de de İslamcı-milliyetçi Türkiye sağının her taşın (yoksa her zeytin ağacı mı demeliydim?) altında gördüğü Yahudi komplosunun tüm izleri ayan beyan ortada. Bu durum elbette ki dizinin ilk bölümünden itibaren mevcuttu, ancak bu sezon, II. Dünya Savaşı’nın Yahudiler tarafından faşistler ile Siyonistler arasında çıkarılan ve sırf İsrail kurulabilsin diye milyonlarca Yahudi’nin kurban edildiği bir komplo olduğunu birkaç kez vurgulamak, durumun vahametini yeterince açıklıyor sanırım.
Bitirirken şunu eklemem gerektiğini düşünüyorum. Bu iki dizi, karakterler ve antisemit mitleri sunmak bakımından birbirine yaklaşırken, önemli bir noktada da birbirlerinden tamamen ayrı uçlara savruluyor. Zira Troçki dizisinde, Rus toplumunun yaygın antisemitizmi, Yahudilerin toplumdan dışlanması ve çok küçük bir kısmı da olsa Yahudilere karşı şiddet gözler önüne seriliyor. Yalnızca alt sınıf Rusların değil, ordudan bürokrasiye, entelektüellerden Bolşeviklere Yahudilere yönelik düşmanlık ve sonuçları konusunda dizi kendisinden beklenmeyecek kadar cesur. Payitaht’ta ise bugüne kadar dizide yer alan tek “iyi” Yahudi karaktere bile bizzat Sultan tarafından “peygamberini öldüren kavme ait” olduğu söylendi. Diğer taraftansa tüm “kötü” Yahudiler sinagoglardan çıkmaz, başlarını duadan kaldırmazken, Abdülhamid’in dostu Troçki’nin de Yahudi olduğunu şöyle yarım saniye bile vurgulamak kimsenin aklına gelmedi herhalde. Ama siz hala Payitaht’ta söz konusu dönemde egemen olmayan toplumlara yönelik ayrımcılık, nefret ve şiddetin ekrana yansıması diyorsanız, lütfen hemen konuyu sakince en yakınınızdaki tarihçiye bırakarak oradan uzaklaşın.
[i] Bu yazıyı yazmam için beni teşvik eden Serdar Korucu’ya çok teşekkür ederim.
[ii] Dizideki üst akıl tüm imparatorluklara düşmandır aslında. Mesela, İngiltere Krallığı’nı yıkması için de Winston Churchill isimli bir genç seçilmiştir. Tabii o gencin daha sonra yaklaşık 10 yıl o krallığın başbakanlığını yapmasına rağmen Kraliçe’nin halen devrilmemiş olması ne dizinin ne de bu yazının konusudur.
Elbette ki, tarihin, tarihi karakterlerin ve olayların filmler ve diziler kanalıyla propaganda amacıyla kullanılması yeni bir şey değil. Ancak son yıllarda özellikle Türkiye için yeni olan bir şey var ki, o da propaganda dizileri eliyle tarihi adeta baştan inşa etme arzusu. Bunun en bilindik örneği tabii ki Payitaht Abdülhamid dizisi. [i] Nihayetinde Sultan II. Abdülhamid’in hikayesi, tahttan indirilmesi, sürgüne gönderilmesi, hapis hayatı yaşaması ve neredeyse imparatorluğun parçalandığını görerek ölmesiyle hiç de gururla izlenecek bir zafer anlatısı değil.
Hal böyleyken, dizi senaristleri bu hikayedeki tüm yenilgi anlarını adeta ütüleyerek anlatıyı neredeyse Abdülhamid’in hiç devrilmediği veya imparatorluğun yıkılmadığı bir ütopyaya çevirmeyi başardılar. Bu sezon, “içerideki hainler” Sultan’ın sadık hizmetkarları oldu, Jön Türkler Avrupa’daki marjinal bir muhalif grup olarak kaldı, Reval’de Rusya ve İngiltere’nin anlaşması yalan oldu, Niyazi veya Enver Makedonya’da dağa çıkmadı ve nihayetinde Sultan’ın otoritesine haşa hiçbir zeval gelmedi, çok şükür. Dizi senaristlerinin temel kaygıları arasında bulunmadığı çok belli olan tutarlılık ve tarihsel gerçekliğe uygunluğa karşı dizinin senaryosu öyle bir boyuta vardı ki, seyircinin hangi zamanı ve hatta hangi mekanı izlediği bile büyük bir muamma artık.
Dizide net olan bir şey var ise o da birilerinin sürekli Osmanlı’yı yıkmaya ve topraklarını parçalamaya dair duyduğu sonsuz ihtiras ve bu kötülükleri tezgahlayanların her daim Yahudi olması. Yeni sezondaki Edmund Rothschild ve kızının (Suavi Eren ve Başak Daşman) ilk iki sezondaki muadilleri ise Herzl (Saygın Soysal), Emanuel Karasu (Ali Nuri Türkoğlu) ve Parvus’tu (Kevork Malikyan). Fakat geçen yıl Rusya devlet televizyonunda yayınlanmış olan Troçki dizisinin Netflix’e gelmesiyle gördük ki, Payitaht Abdülhamid bu konuda hiç de yalnız değil. Dizi kendini açıkça daha elit ve anti-Sovyetik bir yerde konumlandırırken, Rusya’nın 20. yüzyılın başında yaşadığı değişimin tüm “büyük günahlar”ından Yahudi karakterleri sorumlu tutuyor. Bu büyük günahlar ne diye soracak olursanız, öncelikle 1917 Ekim Devrimi’nin bizatihi kendisi, onu izleyen baskı, sindirme ve katliam siyaseti ve tabii ki Çar II. Nikolay ve ailesinin öldürülmesi.
Diziye göre, devrimin esas lideri Troçki iken, sonradan değiştirmeye çalışsa da daha sonraki kanlı siyasette onun kararları çok etkili oluyor. Flashback’lerle ilerleyen dizide nihayetinde göreceğiz ki, Troçki, bu kararlarından hiçbir zaman pişman olmamış bir şeytan. Troçki bu serüven içerisinde bu derece büyürken,
Lenin pısırık ve kaprisli bir kenar süsüne dönüşüyor. Halbuki Payitaht Abdülhamid’de öyle mi? Bu sezon Abdülhamid’in Memati’si olarak diziye dahil olan Halil Halid Bey’in (Gürkan Uygun) Rusya’da devrimcileri ayaklandırıp İngiltere ile Rusya’nın anlaşmasını çöpe yollaması için görevlendirdiği bölümlerde gördüğümüz Troçki, hapishanenin bir köşesinde, elinde bir tek bağlaması eksik, temiz yüzlü, sevimli, gençten bir abimizdi. Güya hapishaneye davalarına devrimci kazandırmak için girmişti. Ama yer mi koskoca Sultan bu ayakları? Halit Halid Bey’e durumun iç yüzünü onu Rusya’ya yollamadan anlatmıştı zaten. Lenin, Rothschild’ın yönettiği üst aklın Rusya’da Çarlık’ı bitirmek için seçtiği bir piyondu sadece, Troçki gibi devrimciler ise Parvus’un bu gizli ağa dahil ettiği genç çocuklardı.[ii] Sultan, tüm bu ağı Lenin’in Londra’da serbestçe gazete çıkarabilmesinden okumuştu. Madem Halil Halid Bey bunların hepsini biliyordu, o zaman Troçki onun hapisten kaçmasına da ayaklanma için gerekli kişiye güvenle ulaşmasına da yardımcı olacaktı. Sonra bu da yetmedi, Troçki işçi lideri papazı bizzat Halil Halid’e yardıma ikna etti. Çünkü bizzat Troçki’nin dizide dediği gibi, bu Türk’ün “çok yiğit bir hakanı” vardı. Dizide Troçki’nin şakır şakır Türkçe konuşuyor olması, Halil Halid’le bu kadar yakınlaşmasının sebebi değilse bile, yıllar sonra sürgün yeri olarak Türkiye’ye gelmesinde etkili olmuş olabilir.
İki dizi arasındaki karakterlerdeki bu uyuşmazlık söz konusu Parvus olunca neredeyse mutlak bir ahenge dönüşüyor. Zira Payitaht’ta Parvus imparatorluklar üstü, güçler ötesi bir kötülük timsaliydi. Dünyanın her yerinde parası, gücü, itibarı ve koruması olmasına rağmen, işi gücü bıraktı İstanbul’a yerleşti ki, yeni dünya sisteminin önündeki tek engel olan Abdülhamid’i devirebilsin. Kılık değiştirdi saraya girdi olmadı, savaşlar planladı olmadı, Osmanlı’ya karşı herkesle iş tuttu olmadı. Sonunda Saray’ın içine zehirli gaz bastı, yine olmayınca çekti gitti artık, emekliliğini daha sıcak yerlerde yaşamaya. Ama bu sezon öğrendik ki, Parvus krallar, kraliçeler, tekeller, tüccarlar, burjuvalarla iş tutarken, sosyalizme ve devrimcilere yatırım yapmayı da ihmal etmemiş. Siz bunları hep senaristlerin abartısı sandınız ama büyük resmi göremediniz işte.
Rus dizisinde de Troçki’yi kimsenin onu kale almadığı Paris kafelerinden bulup devrim sahnesine hazırlayan Parvus’un ta kendisi değil miydi sanki? Bu dizideki Parvus da dönemin devrimci ağında gayet hareketli olan bir sosyalist değil, artık alışageldiğimiz üzere her yola gelen futbolcu menajeri gibi altyapıdan devrimci bulup büyük kulüplere satan bir devrim simsarı. Ne sosyalizm ne devrimcilik ve enternasyonalizm umurunda. Çünkü bir Yahudi olarak Parvus’un para neredeyse orada olması gerekirdi ki, dizide o da öyle yapıyor. Kah Alman devrimcilerden aldığı parayla Lenin’i ekarte etmek için Troçki’yi parlatıyor, kah Almanlar istedi diye Troçki’ye kurulan tuzağa dahil oluyor, kah hepsini birden Çarlık hükümetine satıyor.
Bu anlamda, her iki dizi de bir şekilde yayınlandıkları ülkelerde gayet yaygın olan antisemit mitleri besliyor. I. Dünya Savaşı sonrasında Rusya’da ve tüm dünyada sosyalizmin ve Bolşevizm’in insanları vatansız ve dinsiz kılan bir Yahudi komplosu olduğu Nazilerin sıklıkla atıf yaptıkları bir nefret söylemiydi. Bunun her iki dizide açıkça vücut bulmuş olması büyük bir tesadüf olmasa gerek. Zira dünyada yükselen otoriter/popülist/milliyetçi rejimlerin kuşandıkları vokabülerin eski dünyanın faşist söylemlerinden beslendiği sır değil. Bunun da ötesinde, bu mitin Soğuk Savaş boyunca ve hatta post-Sovyet dönemde bile etkisini devam ettirdiği aşikar.
Buna ek olarak, II. Nikolay ve ailesinin Yahudiler tarafından kurban edildiği mitine dair özellikle Rus Ortodoks Kilisesi ve Ortodoks-milliyetçi sağ siyasetin kuvvetli inancı da Troçki dizisiyle iyice kaşınıyor. Öte taraftan Payitaht Abdülhamid’de de İslamcı-milliyetçi Türkiye sağının her taşın (yoksa her zeytin ağacı mı demeliydim?) altında gördüğü Yahudi komplosunun tüm izleri ayan beyan ortada. Bu durum elbette ki dizinin ilk bölümünden itibaren mevcuttu, ancak bu sezon, II. Dünya Savaşı’nın Yahudiler tarafından faşistler ile Siyonistler arasında çıkarılan ve sırf İsrail kurulabilsin diye milyonlarca Yahudi’nin kurban edildiği bir komplo olduğunu birkaç kez vurgulamak, durumun vahametini yeterince açıklıyor sanırım.
Bitirirken şunu eklemem gerektiğini düşünüyorum. Bu iki dizi, karakterler ve antisemit mitleri sunmak bakımından birbirine yaklaşırken, önemli bir noktada da birbirlerinden tamamen ayrı uçlara savruluyor. Zira Troçki dizisinde, Rus toplumunun yaygın antisemitizmi, Yahudilerin toplumdan dışlanması ve çok küçük bir kısmı da olsa Yahudilere karşı şiddet gözler önüne seriliyor. Yalnızca alt sınıf Rusların değil, ordudan bürokrasiye, entelektüellerden Bolşeviklere Yahudilere yönelik düşmanlık ve sonuçları konusunda dizi kendisinden beklenmeyecek kadar cesur. Payitaht’ta ise bugüne kadar dizide yer alan tek “iyi” Yahudi karaktere bile bizzat Sultan tarafından “peygamberini öldüren kavme ait” olduğu söylendi. Diğer taraftansa tüm “kötü” Yahudiler sinagoglardan çıkmaz, başlarını duadan kaldırmazken, Abdülhamid’in dostu Troçki’nin de Yahudi olduğunu şöyle yarım saniye bile vurgulamak kimsenin aklına gelmedi herhalde. Ama siz hala Payitaht’ta söz konusu dönemde egemen olmayan toplumlara yönelik ayrımcılık, nefret ve şiddetin ekrana yansıması diyorsanız, lütfen hemen konuyu sakince en yakınınızdaki tarihçiye bırakarak oradan uzaklaşın.
[i] Bu yazıyı yazmam için beni teşvik eden Serdar Korucu’ya çok teşekkür ederim.
[ii] Dizideki üst akıl tüm imparatorluklara düşmandır aslında. Mesela, İngiltere Krallığı’nı yıkması için de Winston Churchill isimli bir genç seçilmiştir. Tabii o gencin daha sonra yaklaşık 10 yıl o krallığın başbakanlığını yapmasına rağmen Kraliçe’nin halen devrilmemiş olması ne dizinin ne de bu yazının konusudur.
Paylaş: