Makaleler

İsrail Artık Alenen Batı Emperyalizminin Bir Parçası – Yakov M. Rabkin

Batı Asya’nın dört bir yanında füzeler uçuşurken, 2016 yılında yaptığım İran gezisini hatırlıyorum. O seyahatte hem büyüleyici bir ülke hem de köklü ve canlı bir Yahudi toplumunu tanıma fırsatım olmuştu. Bugünlerde her sabah hem İran’daki hem de İsrail’deki dostlarımın ve sevdiklerimin güvenliğini merak ediyorum. Orada yaşananlar hem trajik hem de suç teşkil ediyor.

Birçok kişi İsrail’i, düşmanları dostlara dönüştürmeyi amaçlayan kadim Yahudi geleneğini hiçe saymakla eleştiriyor. Kimileri, Peygamber Zekharya’nın (4:6) şu sözünü hatırlatıyor: “Ne kudretle, ne kuvvetle, ancak ruhumla olacak” ve Şemu’el’in şu uyarısını ekliyor: “İnsan kendi gücüyle üstün gelemez” (Şemu’el Alef 2:9). Ne var ki, bu eleştiriler hem haksız hem de yersizdir. İsrail, her ne kadar kendisini bir “Yahudi devleti” olarak lanse etse de, aslında dinî Yahudiliğe karşı bir kopuşun, bir devrimin sonucu olarak doğmuştur. Bugün hükümette kipa takan siyasetçilerin varlığı bu gerçeği değiştirmez. İsrail, üstünlük ve tahakkümden başka bir şeye inanmayan tüm sömürgeci güçlerin mantığını doğal olarak takip etmektedir. Dolayısıyla, İsrail’in saldırısının G7 ülkeleri tarafından açıkça desteklenmesi şaşırtıcı değildir. G7 ülkelerinin tamamı yakın tarihlerinde acımasız sömürgecilik geçmişine sahiptir ve bugün hâlâ, yerlilerden gasp ettikleri zenginliklerin ayrıcalığını sürdürmektedirler. ABD’nin, İran’ın barışçıl nükleer tesislerine yönelik sebepsiz saldırısı Türkiye’nin de dahil olduğu NATO tarafından hoş karşılandı ve şu açıklama yapıldı: “İran’daki kararlı müdahaleniz için teşekkür ederiz. Bu gerçekten olağanüstüydü, kimsenin cesaret edemediği bir adımdı. Hepimizi daha güvende hissettiriyor.” Oysa İran hiçbir NATO üyesine tehdit oluşturmamıştı.

İsrail’in İran’a yönelik acımasız ve sebepsiz saldırısı ile Gazze’de sürdürdüğü soykırım, derin bir güvensizlik hissinin yansımasıdır. Pek çok Yahudi düşünür, bu çıkmaza dair yıllardır uyarılarda bulunuyor. Onlardan biri, 1948’de Siyonist milislerin uyguladığı etnik temizlikle başlayan savaş sırasında şu öngörüde bulunmuştu:

“Diyelim ki Yahudiler savaşı kazandı… Bu ‘zafer’, Yahudilerin tamamen düşmanca bir Arap nüfusun ortasında, sürekli tehdit altında yaşayan, kendini fiziksel savunmaya mahkum bir halk olarak izole edilmesiyle sonuçlanacaktır… Ve ne kadar göçmen alınırsa alınsın, sınırlar ne kadar genişletilirse genişletilsin, yine de düşman komşular nezdinde fazlasıyla azınlık, küçük bir halk olarak kalınacaktır.”

Bu uyarı Hannah Arendt’e ait. Arendt, yerel halkın ve çevredeki toplumların iradesine rağmen bir devlet inşa etmenin yaratacağı tehlikeleri çok iyi kavramıştı. Hem seküler hem de dini düşünürler, Siyonizmin yok edici ve dışlayıcı yapısının Yahudilerin hem fiziksel hem de ruhani varlığını tehdit ettiğini uzun süredir dile getiriyor.

Bugünlerde hiçbir Arap ülkesi İsrail’e askeri bir tehdit oluşturmamasına rağmen, İran sürekli acil tehdit olarak yansıtılıyor. Oysa İsrail, komşularını bombalaması ve işgal etmesiyle bilinirken, İran yüzyıllardır başka bir ülkeye saldırmamıştır. Evet, İranlı liderler İsrail devletinin apartheid niteliğini açıkça kınamış ve ona karşı direnen hareketleri desteklemiştir, ancak İran’ın İsrail’i fiziksel olarak yok etmeye çalıştığı iddiaları açıkça yalandır. İktidardaki azınlık, çoğu zaman yerlilerle eşit haklara sahip olmayı bile varoluşsal bir tehdit olarak algılar.

On yıllardır Başbakan Netanyahu, İran’ın birkaç hafta içinde nükleer silah geliştireceği yönündeki asılsız iddiayı sürekli tekrarlıyor. Bu iddia, defalarca hem İsrail hem de Amerikan istihbaratı tarafından çürütüldü. Yüzlerce nükleer başlığa sahip olan İsrail, nükleer silahı olmayan ve binlerce kilometre uzaklıktaki bir ülkeye saldırdı. Üstelik İran, o sırada ABD ile müzakere masasındaydı ki, bu durum İsrail’in planının bir parçası olabilir.

İsrail, İran’a yönelik son saldırıya, Tora’dan alınan şu ayeti isim olarak seçti: “Bakın, bir halk dişi aslan gibi kalkıyor; aslan gibi sıçrıyor; avını yemeden, öldürdüklerinin kanını içmeden dinlenmiyor” (Çölde Sayım 23:24). Bu ayet, İsrail’in niyetini açıkça ortaya koyuyor. İsrail, başka bir ülkeye yönelik acımasız ve ani bir saldırı gerçekleştirdi, fakat her zamanki gibi kendisini mağdur gösteriyor. Bu durum bir başka Tora ayetini hatırlatıyor: “Kötü kişi, peşinden kimse kovalamasa da kaçar” (Mesel 28:1). Arendt’in yıllar önce uyardığı gibi, eğer İsrail Batı emperyalizmiyle bu kadar iç içe olmaya devam eder ve güvenliği baskı ve tahakkümle eş tutarsa, “varoluşsal tehditlerin” asla sonu gelmeyecektir.


Metnin İngilizcesine buradan ulaşabilirsiniz.