“Ve Rizpah, ketenden giysisini alıp kayanın üstüne serdi; başak hasadında oturdu, gökten yağmur yağana dek orada kaldı. Gündüzleri kuşları, geceleri yaban hayvanlarını uzaklaştırdı.”
— Shmuel Bet 21:10
Tanah’ın satır aralarına sıkışmış bu sahne, yalnızca bir annenin yasını anlatmaz.
Aynı zamanda devletin umursamadığı adaletin, bir annenin direnişinde vücut bulduğu bir sessiz çığlığı ifade eder.
Kral Saul, verdiği sözü bozup Givonlular’a ihanet eder.
Ardından gelen David, adalet için değil, siyaseten bu ihaneti onarmak adına, Saul’un soyundan yedi masumu onlara teslim eder.
Givonlular adalet değil, intikam peşindedir.
Cesetleri güneşe, kuşlara ve hayvanlara yem olsunlar diye açıkta bırakırlar.
Ve tam da bu çürümenin ortasında, Rizpah belirir. İki oğlunun bedenini öylece bırakamaz, aylarca kayanın üzerinde bekler.
Gündüzleri kuşları, geceleri yabani hayvanları kovalar. Ölmek yetmemiştir; gömülmek bile fazla görülmüştür evlatlarına. Onun acısı ve sabrı, tırnaklarıyla İsrailoğulları’nın taşlaşmış kalbinde bir mezar kazar. Devletin kör gözleri ve insanların kuru vicdanı, bir annenin yasının derin sularında yok olur gider.
Rizpah konuşmaz.
Ama suskunluğu çığlık olur, sarayın taş duvarlarında çınlar.
Ve David, sonunda bu sessiz nöbetin ağırlığı altında ezilir.
Ölüler gömülür.
Ama maalesef adalet, onlardan önce toprağa verilmiştir.
Cesetler Gömüldü. Ama Adalet…
Bugün, birkaç yüz kilometre ötede başka anneler Rizpah.
Gazze’de çocuklarını toprağa bile veremeyen anneler, elleriyle moloz kazıyor.
Tırnaklarıyla, kanayan avuçlarıyla, taşların arasında bir parça arıyorlar.
Şanslı olanlar bir ayak parçasına “çocuğum”;
bir tutam saça “benim oğlum” diyorlar.
Ellerinin dokunacağı bir parça bile yok.
Ne bir saç teli, ne bir tırnak.
Yalnızca boşluk.
Soğuk, acı bir boşluk.
Rizpah gibi, o boşluğun içinde,
yas tutmalarına bile izin verilmeyen bir vahşetin ateşinde bekliyorlar.
Onların nöbeti yalnızca bir ağıt değil;
İsrail devletinin on yıllardır süren şiddet politikasının kurbanlarına dair bir tanıklık.
“Güvenlik” adı altında öldürülen çocukların hatırasına yazılmış bir anıt.
Rizpah gibi, bu anneler yalnızca kendi çocuklarını değil,
bir halkın onurunu savunuyorlar.
Toprak, Kelimeyi Değil, Kanı Tutar
Tanah’taki hikâyede kimse masum değildir.
Biri verdiği sözü bozarak kan döker,
öteki bu kanı temizlemek için daha çok kan döker.
Givonlular adalet değil; intikam ister.
Ve her zaman olduğu gibi, bu karanlıkta önce masumlar ölür.
Rizpah, bu çürümenin ortasında bedenini adaletin taşına yatırır.
Sesi çıkmaz, ama sessizliği taş duvarları çatlatır.
Gücün unuttuğu çocukları savunur,
çünkü bilir ki adalet, güçten değil, onurdan doğar.
Bugün İsrail devleti, bu kör vicdanın mirasçısıdır.
Gettonun ortasında binlerce çocuğu öldüren bombalara “nefsi müdafaa” diyen,
ölümün sanayileştiği bir cezalandırma düzenidir artık.
“Ölü” demeye bile dilim varmıyor.
Yaşamamış çocukların, adı konmamış mezarların, parçalanmış bedenlerin hikâyesi…
İsrail devleti, tıpkı Saul gibi, tıpkı David gibi,
yalnızca öldürmeyi meşrulaştırmaz; onu makineleştirir.
Her bombaya bir yasa, her yıkıma bir dua ekler.
Toprak kelimeyi siler, kanı saklar.
Hiçbir Ağıt Bitmez
Gazze’nin toprağı, ölen insanlığı unutmaz.
Çünkü unutmak, onun doğasında yoktur.
Bu acılar sessizce birleşiyor;
derin, görünmeyen nehirler gibi
çorak insanlığın kalbine sızıyor.
Her kayıp bir hafızadır.
Her yas, yeni bir direniştir.
Anneler, buldukları her parçaya bir veda umuduyla ellerini uzatıyor.
Parmaklarının arasından
uğruna yaşadıkları toprak değil,
bir dünya kayıyor.
Susarak haykırıyorlar.
Büyüyen bir çığlığın tam kalbinde,
suskunluğun bağrına dikilmiş birer vicdan taşı gibiler.
Rizpah’ın nöbeti Gazze’de,
mezarsız bir çocuğun parçalanmış bedeni yanında sürüyor.
Toprak çatlamış, hava susmuş, dünya görmezden geliyor.
Ve Rizpah, güneşin alnında,
acıyla yoğrulmuş bir ölümü beklerken…
Siz hangi yüzle susuyorsunuz?
Görsel: Rizpah gravürü, Ann Ronan Arşivi.
“Ve Rizpah, ketenden giysisini alıp kayanın üstüne serdi; başak hasadında oturdu, gökten yağmur yağana dek orada kaldı. Gündüzleri kuşları, geceleri yaban hayvanlarını uzaklaştırdı.”
— Shmuel Bet 21:10
Tanah’ın satır aralarına sıkışmış bu sahne, yalnızca bir annenin yasını anlatmaz.
Aynı zamanda devletin umursamadığı adaletin, bir annenin direnişinde vücut bulduğu bir sessiz çığlığı ifade eder.
Kral Saul, verdiği sözü bozup Givonlular’a ihanet eder.
Ardından gelen David, adalet için değil, siyaseten bu ihaneti onarmak adına, Saul’un soyundan yedi masumu onlara teslim eder.
Givonlular adalet değil, intikam peşindedir.
Cesetleri güneşe, kuşlara ve hayvanlara yem olsunlar diye açıkta bırakırlar.
Ve tam da bu çürümenin ortasında, Rizpah belirir. İki oğlunun bedenini öylece bırakamaz, aylarca kayanın üzerinde bekler.
Gündüzleri kuşları, geceleri yabani hayvanları kovalar. Ölmek yetmemiştir; gömülmek bile fazla görülmüştür evlatlarına. Onun acısı ve sabrı, tırnaklarıyla İsrailoğulları’nın taşlaşmış kalbinde bir mezar kazar. Devletin kör gözleri ve insanların kuru vicdanı, bir annenin yasının derin sularında yok olur gider.
Rizpah konuşmaz.
Ama suskunluğu çığlık olur, sarayın taş duvarlarında çınlar.
Ve David, sonunda bu sessiz nöbetin ağırlığı altında ezilir.
Ölüler gömülür.
Ama maalesef adalet, onlardan önce toprağa verilmiştir.
Cesetler Gömüldü. Ama Adalet…
Bugün, birkaç yüz kilometre ötede başka anneler Rizpah.
Gazze’de çocuklarını toprağa bile veremeyen anneler, elleriyle moloz kazıyor.
Tırnaklarıyla, kanayan avuçlarıyla, taşların arasında bir parça arıyorlar.
Şanslı olanlar bir ayak parçasına “çocuğum”;
bir tutam saça “benim oğlum” diyorlar.
Ellerinin dokunacağı bir parça bile yok.
Ne bir saç teli, ne bir tırnak.
Yalnızca boşluk.
Soğuk, acı bir boşluk.
Rizpah gibi, o boşluğun içinde,
yas tutmalarına bile izin verilmeyen bir vahşetin ateşinde bekliyorlar.
Onların nöbeti yalnızca bir ağıt değil;
İsrail devletinin on yıllardır süren şiddet politikasının kurbanlarına dair bir tanıklık.
“Güvenlik” adı altında öldürülen çocukların hatırasına yazılmış bir anıt.
Rizpah gibi, bu anneler yalnızca kendi çocuklarını değil,
bir halkın onurunu savunuyorlar.
Toprak, Kelimeyi Değil, Kanı Tutar
Tanah’taki hikâyede kimse masum değildir.
Biri verdiği sözü bozarak kan döker,
öteki bu kanı temizlemek için daha çok kan döker.
Givonlular adalet değil; intikam ister.
Ve her zaman olduğu gibi, bu karanlıkta önce masumlar ölür.
Rizpah, bu çürümenin ortasında bedenini adaletin taşına yatırır.
Sesi çıkmaz, ama sessizliği taş duvarları çatlatır.
Gücün unuttuğu çocukları savunur,
çünkü bilir ki adalet, güçten değil, onurdan doğar.
Bugün İsrail devleti, bu kör vicdanın mirasçısıdır.
Gettonun ortasında binlerce çocuğu öldüren bombalara “nefsi müdafaa” diyen,
ölümün sanayileştiği bir cezalandırma düzenidir artık.
“Ölü” demeye bile dilim varmıyor.
Yaşamamış çocukların, adı konmamış mezarların, parçalanmış bedenlerin hikâyesi…
İsrail devleti, tıpkı Saul gibi, tıpkı David gibi,
yalnızca öldürmeyi meşrulaştırmaz; onu makineleştirir.
Her bombaya bir yasa, her yıkıma bir dua ekler.
Toprak kelimeyi siler, kanı saklar.
Hiçbir Ağıt Bitmez
Gazze’nin toprağı, ölen insanlığı unutmaz.
Çünkü unutmak, onun doğasında yoktur.
Bu acılar sessizce birleşiyor;
derin, görünmeyen nehirler gibi
çorak insanlığın kalbine sızıyor.
Her kayıp bir hafızadır.
Her yas, yeni bir direniştir.
Anneler, buldukları her parçaya bir veda umuduyla ellerini uzatıyor.
Parmaklarının arasından
uğruna yaşadıkları toprak değil,
bir dünya kayıyor.
Susarak haykırıyorlar.
Büyüyen bir çığlığın tam kalbinde,
suskunluğun bağrına dikilmiş birer vicdan taşı gibiler.
Rizpah’ın nöbeti Gazze’de,
mezarsız bir çocuğun parçalanmış bedeni yanında sürüyor.
Toprak çatlamış, hava susmuş, dünya görmezden geliyor.
Ve Rizpah, güneşin alnında,
acıyla yoğrulmuş bir ölümü beklerken…
Siz hangi yüzle susuyorsunuz?
Görsel: Rizpah gravürü, Ann Ronan Arşivi.
Paylaş: