Arşiv Haberler

Lizbon’da Sefarad Sofrası

Lizbon’dan İstanbul’a uzanan hikâyeler bu sefer İstanbul’dan Lizbon’a uzandı. “Evimiz neresi, nereye ev deriz?” sorularının köklerine inilen bu içten sohbette, farklı geçmişlerden üç kadın aynı özün, aynı sıcaklık ve aidiyet duygusunun izini sürdü. Yahudi yemek kültürü ve Sefarad mutfağı üzerine çalışmalar yürüten şef ve araştırmacı İvet Acu Güney ile Lisbon Kosher Catering’in kurucusu, yemek araştırmacısı Raquel Drozdzinski Ruah’ın konuşmacı olarak katıldığı etkinliğin moderasyonunu ise kültürel deneyim tasarımcısı Defne Kayacık üstlendi.

Bu özel buluşmaya, şehrin en önemli kültür duraklarından biri olan Museu de Lisboa ev sahipliği yaptı. Lizbon’un binlerce yıllık tarihini içinde barındıran bu anlamlı mekânda, “Sephardic Hands – Sefarad Elleri” başlığı altında, İstanbul ve Lizbon arasında kurulan kültürel köprüler bir kez daha görünür hâle geldi.

Farklı ülkelerden gelen katılımcıların yoğun ilgisiyle gerçekleşen bu sohbet, yalnızca tariflerden ve malzemelerden ibaret değildi. Her bir yemek anlatısı; göçlerin, kayıpların, yeniden doğuşların ve kadınların taşıdığı hafızanın sesi oldu. Konuşmacılar, kendi mutfak geçmişlerinden ve aile hikâyelerinden yola çıkarak, kuşaktan kuşağa aktarılan tarifleri ve ritüelleri paylaştılar.

Sıkça rastlanan bir tarifin ardındaki ortak geçmiş, küçük bir baharatın peşinden gidilen bir hikâye, beklenmedik paralellikleri ortaya çıkardı. İstanbul’un sokaklarından, Lizbon’un sofralarına uzanan tatlar, ortak bir hafızanın bugünkü yansımalarına dönüştü.

Her iki konuşmacı da kendi ailelerine, göç hikâyelerine, çocukluk anılarına ve büyükannelerinden, dedelerinden miras kalan öğretilere içtenlikle yer verdi. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu sözlü tarih anlatıları, yalnızca tarifleri değil, duyguları, kayıpları, umutları ve dayanışmayı da taşıyordu. Hiç bilinmeyen benzerlikler, farkında olunmayan farklılıklarla yan yana geldiğinde dinleyicilerde zaman zaman şaşkınlık yarattı, zaman zaman ise bu hikâyeleri daha çok paylaşma, konuşma ve koruma ihtiyacını yeniden hatırlattı.

Farklı kültürler ve kuşaklar arasında köprü kuran bu etkinlik sayesinde söyleşi hem duygusal hem de düşünsel bir yolculuğa çıkardı.  Avrupa’nın en doğusu ve en batı ucu olan bu iki şehir, İstanbul ve Lizbon, arasında kurulan bu kültürel bağlar hem söyleşinin samimi atmosferine büyük katkı sağladı.

Etkinliğin interaktif yapısı, Lizbon’da yaşayan Türk Sefarad katılımcıların ve Portekizli Sefarad topluluk üyelerinin katkılarıyla daha da derinleşti. Sorular, kişisel paylaşımlar ve anılar, konuşmacıların aktardıklarıyla iç içe geçerek, salonda kolektif bir hafıza alanı oluşturdu. Bu karşılaşma, sadece bilgi aktarımı değil, aynı zamanda kimlik, göç ve aidiyet üzerine ortak düşünme imkânı da sundu.

Söyleşi sonrası, Museu de Lisboa’nın müze bölümünde yer alan 18. yüzyıla ait orijinal Portekiz mutfağında düzenlenen kokteyl ile etkinlik devam etti. Menüde, her iki kültürün sofralarında yüzyıllardır yer alan lezzetlerden “chocolate salami” ve “membrillo” gibi tatlar yer aldı. Bu buluşma, yemeklerin yalnızca damakta değil, bellekte de bıraktığı izleri daha görünür kıldı. Bazı dinleyicilerin ellerinde Sefarad kültürüne ait nadir kitaplarla katılması, kuşaktan kuşağa aktarılan değerlerin ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Etkinliğin sonunda ortaya çıkan ortak kanaat oldukça netti: Kurulan bu kültürel sinerjinin tek seferlik bir karşılaşmayla sınırlı kalmaması gerekiyor. Bu söyleşi, İstanbul ile Lizbon arasında geçmişten bugüne uzanan bağların daha da güçlenmesi adına atılmış önemli bir adım oldu. Katılımcılar ve konuşmacılar bu tür etkinliklerin sadece kültürel mirası yaşatmakla kalmayıp, geleceğe dair yeni anlatılar, iş birlikleri ve kolektif hafızalar yaratmak için de büyük bir potansiyel taşıdığı konusunda hemfikirdi. Bu karşılaşma, yalnızca geçmişi hatırlamak değil, aynı zamanda geleceği birlikte inşa etme çağrısıydı.