İmposter sendromu, bireyin kendi başarılarını yetersiz ya da tesadüfi olarak algıladığı, özellikle yetkin olduğu konularda dahi kendini sahtekâr hissettiği bir psikolojik durumdur. Bu sendrom, özellikle kadınlar üzerinde derin bir etki bırakır. Bunun başlıca nedenleri arasında toplumsal cinsiyet eşitsizliği, ataerkil yapı, ayrımcı uygulamalar ve cinsiyetçi beklentiler yer alır. Ancak bu durum yalnızca kadınlarla sınırlı değildir; aynı zamanda ırk temelli ayrımcılık, sınıf farklılıkları ve diğer sosyal eşitsizlikler de imposter sendromunun yaygınlaşmasına katkıda bulunur.
Kadınlar, kariyerlerinde ya da akademik yaşamlarında başarılı oldukları durumlarda bile yetersizlik hissine kapılabilirler. Araştırmalar, bu durumun özellikle erkek egemen alanlarda çalışan kadınlarda daha yaygın olduğunu göstermektedir. Toplumsal cinsiyet rolleri, ataerkil sistemin dayattığı klişelerle şekillenir ve kadınların özgüvenini zedeleyen bu kalıplar, erken yaşlardan itibaren içselleştirilir. “Kadınlar matematikte kötüdür” ya da “Kadınlar duygusal, erkekler mantıklıdır” gibi klişeler, kadınların yeteneklerini sorgulamasına neden olur.
Medyada yer alan cinsiyetçi söylemler, kadınların profesyonel ve kişisel rolleri üzerindeki beklentileri artırır. Örneğin, başarılı bir kadın bilim insanının medyada öncelikle “anne” ya da “eş” rolüyle tanıtılması, bireyin diğer profesyonel rollerinin geri planda kalmasına yol açar. Bunun sonucunda başarılarını tesadüfi ya da başkalarının yardımlarına bağlı olarak görme eğilimi gelişir. Kadınlar bu durumla ilgili olarak, başarılarının kendi yetenek ve çabalarından çok şans ya da dışsal etkenlerle gerçekleştiğine inanabilirler.
Kadınların çalışma hayatında karşılaştıkları ayrımcılık, imposter sendromunun temel nedenlerinden biridir. İş ilanlarında yer alan cinsiyetçi ifadeler, maaş eşitsizliği, liderlik pozisyonlarında kadın temsilinin azlığı gibi yapısal sorunlar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin devam etmesini sağlar. Bunun sonucunda, kadınlar kendilerini yeterli görmedikleri gibi, toplumsal önyargıların kurbanı olarak başarılarını gizleme eğilimine girerler.
Toplumsal cinsiyet ayrımcılığına ek olarak, ırk temelli ayrımcılıklar da imposter sendromunu tetikleyen temel faktörlerden biridir. Irkçılık, toplumun geneline sirayet eden ve bireylerin yaşam kalitesini, özgüvenini ve toplumsal kabulünü olumsuz etkileyen bir ayrımcılık türüdür. Siyahi bireyler, Yahudiler ve diğer etnik gruplar, ırk temelli ayrımcılık nedeniyle çoğu zaman kendilerini kanıtlama zorunluluğu hissederler. Özellikle antisemitizm, Yahudi bireylerin sıkça sahtekâr, manipülatif ya da “yabancı” olarak etiketlenmesine neden olmuştur. Bu durum, Yahudi bireylerin kendi başarılarını içselleştirmekte zorluk yaşamalarına ve sürekli olarak yeterliliklerini ispat etme ihtiyacı hissetmelerine yol açmıştır. Irk temelli ayrımcılık, yalnızca bireysel düzeyde değil, aynı zamanda sistematik düzeyde de varlığını sürdürmektedir. Eğitim, istihdam ve sosyal etkileşim alanlarında karşılaşılan önyargılar, etnik azınlıklara mensup bireylerde kendilerini sürekli olarak “yeterli” olduklarını kanıtlama zorunluluğu hissettirir. Irk temelli ayrımcılık yapan kişiler, bu ayrımda azınlık olarak gördüğü bireyleri “daha az yetenekli” ya da “daha az bilgili” olduğu varsayar. Diğer tarafta ise bu ayrımcı bakış açılarına maruz kalan bireyler kendi başarılarını küçümsemelerine ve kendilerini hak etmedikleri bir konumda olduklarına inanırlar.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de farklı etnik kökenlere mensup bireyler, iş hayatında ve sosyal yaşamda önyargılarla karşılaşmaya devam etmektedir. Bu bireyler, sadece etnik kökenlerinden dolayı değil, aynı zamanda cinsiyetlerinden, cinsel kimliklerinden ötürü de ayrımcılığa uğrayabilirler. Özellikle kadınlar için bu durum, birden fazla düzlemde eşitsizlikle mücadele etmeyi gerektirir. Örneğin, bir kadın hem cinsiyetine yönelik ayrımcılıkla hem de etnik kimliğine yönelik önyargılarla baş etmek zorunda kalabilir. Bu tip ayrımcılıkla çifte mücadele veren kişiler, kendilerini sürekli olarak kanıtlamaya çalışırken, aynı zamanda bu eşitsizliklerin yarattığı özgüven kaybıyla baş etmek zorunda kalırlar.
Toplumsal eşitsizliklerin ve önyargıların etkisini azaltmak için bireysel, kurumsal ve toplumsal düzeyde adımlar atılmalıdır. Bireylerin özgüvenini arttıracak destek mekanizmaları kurulması gereklidir. İmposter sendromunu aşmak için kişi, kendisiyle barışıp olumlu düşünceler geliştirerek bunun üstesinden gelmeye çalışabilir. Kendi başına bunun üstesinden gelemiyorsa profesyonel desteğe ihtiyaç duyabilir. Çocuklara erken yaşlardan itibaren cinsiyet ve ırk eşitliğini öğretmek, uzun vadede farkındalık yaratabilir. “Kadınlar yönetici olamaz, liderlik kadınlara göre değildir!” gibi söylemleri dilimizden çıkarmalıyız. Medya üzerinden kadın başarılarının ve ırk temelli ayrımcılıkla mücadele eden bireylerin daha fazla öne çıkarılması, toplumsal algıları olumlu yönde etkileyebilir. Ayrıca, kültürel normların ataerkil yapıdan sıyrılması gerekir. Kültürel normların değişmesi temelden başlayarak eğitim sistemlerinin cinsiyetçi ve ayrımcı kalıplardan arınması ile olabilir. Sonrasında iş hayatında çeşitlilik ve kapsayıcılık politikalarının benimsenmesi, lider pozisyonlarındaki kişilerin farklı kimliklerden bireylerin yer alması gibi değişiklikler bu sürecin ilerlemesini kolaylaştırabilir. Toplumdaki tüm bireylerin eşit şekilde değer gördüğünü hissetmesi, bütün toplumu mutlu ve huzurlu yapar. Bu da aslında hepimizin ortak hayali…
Diğer tarafta; Türkiye’de kadınlar için başarıdan önce gelen daha temel bir mesele var: hayatta kalma mücadelesi. İmposter sendromu bunun yanında masum kalıyor. Kadın cinayetleri ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği, sadece bireylerin değil, bütün toplumu etkileyen bir problem. Kadınlar, kendi başarılarını sorgulamak bir yana, en temel hakları olan yaşam hakları için bile mücadele etmek zorunda bırakılıyor. Bu durum, ataerkil düzenin katı duvarları ve yapısal ayrımcılıkla beslenen bir adaletsizliğin sonucudur. Kadınların korkmadan yaşadığı, özgürce hayal kurabildiği ve bu hayalleri gerçekleştirebildiği bir toplum yaratmak, yalnızca bireysel bir çaba değil, hepimizin ortak sorumluluğudur. Kadınların isimlerinin cinayet haberleriyle değil, başarı hikâyeleriyle anıldığı bir gelecek hayal ediyorum. Hayallerimin sadece bir hayal olarak kalmaması için çaba harcıyorum; belki bir gün, bu ülkede hiçbir kadın varlığını sorgulamak ya da hayatta kalma mücadelesi vermek zorunda kalmadan, ‘Evet, bu tamamen benim eserim!’ diyerek başarılarını kutlayabilir. O gün geldiğinde, bu zafer sadece onların değil, hepimizin olacak.
Kaynaklar
Clance, P. R., Imes, S. A. (1978). The imposter phenomenon in high achieving women: Dynamics and therapeutic intervention. Psychotherapy: Theory, Research & Practice, 15(3), 241-247.
Horner, M. S. (1972). Toward an understanding of achievement-related conflicts in women. Journal of Social Issues, 28(2), 157-175.
Foster, C., Simmons, C. (2015). Racial microaggressions, imposter syndrome, and burnout among women of color. Journal of Multicultural Counseling and Development, 43(4), 228-244.
Gee, G. C., Ford, C. L. (2011). Structural racism and health inequities: Old issues, new directions. Du Bois Review: Social Science Research on Race, 8(1), 115-132.
Görsel; OpenAI tarafından geliştirilen ChatGPT’nin Ocak 2025 sürümünden alınmıştır.
İmposter sendromu, bireyin kendi başarılarını yetersiz ya da tesadüfi olarak algıladığı, özellikle yetkin olduğu konularda dahi kendini sahtekâr hissettiği bir psikolojik durumdur. Bu sendrom, özellikle kadınlar üzerinde derin bir etki bırakır. Bunun başlıca nedenleri arasında toplumsal cinsiyet eşitsizliği, ataerkil yapı, ayrımcı uygulamalar ve cinsiyetçi beklentiler yer alır. Ancak bu durum yalnızca kadınlarla sınırlı değildir; aynı zamanda ırk temelli ayrımcılık, sınıf farklılıkları ve diğer sosyal eşitsizlikler de imposter sendromunun yaygınlaşmasına katkıda bulunur.
Kadınlar, kariyerlerinde ya da akademik yaşamlarında başarılı oldukları durumlarda bile yetersizlik hissine kapılabilirler. Araştırmalar, bu durumun özellikle erkek egemen alanlarda çalışan kadınlarda daha yaygın olduğunu göstermektedir. Toplumsal cinsiyet rolleri, ataerkil sistemin dayattığı klişelerle şekillenir ve kadınların özgüvenini zedeleyen bu kalıplar, erken yaşlardan itibaren içselleştirilir. “Kadınlar matematikte kötüdür” ya da “Kadınlar duygusal, erkekler mantıklıdır” gibi klişeler, kadınların yeteneklerini sorgulamasına neden olur.
Medyada yer alan cinsiyetçi söylemler, kadınların profesyonel ve kişisel rolleri üzerindeki beklentileri artırır. Örneğin, başarılı bir kadın bilim insanının medyada öncelikle “anne” ya da “eş” rolüyle tanıtılması, bireyin diğer profesyonel rollerinin geri planda kalmasına yol açar. Bunun sonucunda başarılarını tesadüfi ya da başkalarının yardımlarına bağlı olarak görme eğilimi gelişir. Kadınlar bu durumla ilgili olarak, başarılarının kendi yetenek ve çabalarından çok şans ya da dışsal etkenlerle gerçekleştiğine inanabilirler.
Kadınların çalışma hayatında karşılaştıkları ayrımcılık, imposter sendromunun temel nedenlerinden biridir. İş ilanlarında yer alan cinsiyetçi ifadeler, maaş eşitsizliği, liderlik pozisyonlarında kadın temsilinin azlığı gibi yapısal sorunlar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin devam etmesini sağlar. Bunun sonucunda, kadınlar kendilerini yeterli görmedikleri gibi, toplumsal önyargıların kurbanı olarak başarılarını gizleme eğilimine girerler.
Toplumsal cinsiyet ayrımcılığına ek olarak, ırk temelli ayrımcılıklar da imposter sendromunu tetikleyen temel faktörlerden biridir. Irkçılık, toplumun geneline sirayet eden ve bireylerin yaşam kalitesini, özgüvenini ve toplumsal kabulünü olumsuz etkileyen bir ayrımcılık türüdür. Siyahi bireyler, Yahudiler ve diğer etnik gruplar, ırk temelli ayrımcılık nedeniyle çoğu zaman kendilerini kanıtlama zorunluluğu hissederler. Özellikle antisemitizm, Yahudi bireylerin sıkça sahtekâr, manipülatif ya da “yabancı” olarak etiketlenmesine neden olmuştur. Bu durum, Yahudi bireylerin kendi başarılarını içselleştirmekte zorluk yaşamalarına ve sürekli olarak yeterliliklerini ispat etme ihtiyacı hissetmelerine yol açmıştır. Irk temelli ayrımcılık, yalnızca bireysel düzeyde değil, aynı zamanda sistematik düzeyde de varlığını sürdürmektedir. Eğitim, istihdam ve sosyal etkileşim alanlarında karşılaşılan önyargılar, etnik azınlıklara mensup bireylerde kendilerini sürekli olarak “yeterli” olduklarını kanıtlama zorunluluğu hissettirir. Irk temelli ayrımcılık yapan kişiler, bu ayrımda azınlık olarak gördüğü bireyleri “daha az yetenekli” ya da “daha az bilgili” olduğu varsayar. Diğer tarafta ise bu ayrımcı bakış açılarına maruz kalan bireyler kendi başarılarını küçümsemelerine ve kendilerini hak etmedikleri bir konumda olduklarına inanırlar.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de farklı etnik kökenlere mensup bireyler, iş hayatında ve sosyal yaşamda önyargılarla karşılaşmaya devam etmektedir. Bu bireyler, sadece etnik kökenlerinden dolayı değil, aynı zamanda cinsiyetlerinden, cinsel kimliklerinden ötürü de ayrımcılığa uğrayabilirler. Özellikle kadınlar için bu durum, birden fazla düzlemde eşitsizlikle mücadele etmeyi gerektirir. Örneğin, bir kadın hem cinsiyetine yönelik ayrımcılıkla hem de etnik kimliğine yönelik önyargılarla baş etmek zorunda kalabilir. Bu tip ayrımcılıkla çifte mücadele veren kişiler, kendilerini sürekli olarak kanıtlamaya çalışırken, aynı zamanda bu eşitsizliklerin yarattığı özgüven kaybıyla baş etmek zorunda kalırlar.
Toplumsal eşitsizliklerin ve önyargıların etkisini azaltmak için bireysel, kurumsal ve toplumsal düzeyde adımlar atılmalıdır. Bireylerin özgüvenini arttıracak destek mekanizmaları kurulması gereklidir. İmposter sendromunu aşmak için kişi, kendisiyle barışıp olumlu düşünceler geliştirerek bunun üstesinden gelmeye çalışabilir. Kendi başına bunun üstesinden gelemiyorsa profesyonel desteğe ihtiyaç duyabilir. Çocuklara erken yaşlardan itibaren cinsiyet ve ırk eşitliğini öğretmek, uzun vadede farkındalık yaratabilir. “Kadınlar yönetici olamaz, liderlik kadınlara göre değildir!” gibi söylemleri dilimizden çıkarmalıyız. Medya üzerinden kadın başarılarının ve ırk temelli ayrımcılıkla mücadele eden bireylerin daha fazla öne çıkarılması, toplumsal algıları olumlu yönde etkileyebilir. Ayrıca, kültürel normların ataerkil yapıdan sıyrılması gerekir. Kültürel normların değişmesi temelden başlayarak eğitim sistemlerinin cinsiyetçi ve ayrımcı kalıplardan arınması ile olabilir. Sonrasında iş hayatında çeşitlilik ve kapsayıcılık politikalarının benimsenmesi, lider pozisyonlarındaki kişilerin farklı kimliklerden bireylerin yer alması gibi değişiklikler bu sürecin ilerlemesini kolaylaştırabilir. Toplumdaki tüm bireylerin eşit şekilde değer gördüğünü hissetmesi, bütün toplumu mutlu ve huzurlu yapar. Bu da aslında hepimizin ortak hayali…
Diğer tarafta; Türkiye’de kadınlar için başarıdan önce gelen daha temel bir mesele var: hayatta kalma mücadelesi. İmposter sendromu bunun yanında masum kalıyor. Kadın cinayetleri ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği, sadece bireylerin değil, bütün toplumu etkileyen bir problem. Kadınlar, kendi başarılarını sorgulamak bir yana, en temel hakları olan yaşam hakları için bile mücadele etmek zorunda bırakılıyor. Bu durum, ataerkil düzenin katı duvarları ve yapısal ayrımcılıkla beslenen bir adaletsizliğin sonucudur. Kadınların korkmadan yaşadığı, özgürce hayal kurabildiği ve bu hayalleri gerçekleştirebildiği bir toplum yaratmak, yalnızca bireysel bir çaba değil, hepimizin ortak sorumluluğudur. Kadınların isimlerinin cinayet haberleriyle değil, başarı hikâyeleriyle anıldığı bir gelecek hayal ediyorum. Hayallerimin sadece bir hayal olarak kalmaması için çaba harcıyorum; belki bir gün, bu ülkede hiçbir kadın varlığını sorgulamak ya da hayatta kalma mücadelesi vermek zorunda kalmadan, ‘Evet, bu tamamen benim eserim!’ diyerek başarılarını kutlayabilir. O gün geldiğinde, bu zafer sadece onların değil, hepimizin olacak.
Kaynaklar
Clance, P. R., Imes, S. A. (1978). The imposter phenomenon in high achieving women: Dynamics and therapeutic intervention. Psychotherapy: Theory, Research & Practice, 15(3), 241-247.
Horner, M. S. (1972). Toward an understanding of achievement-related conflicts in women. Journal of Social Issues, 28(2), 157-175.
Foster, C., Simmons, C. (2015). Racial microaggressions, imposter syndrome, and burnout among women of color. Journal of Multicultural Counseling and Development, 43(4), 228-244.
Gee, G. C., Ford, C. L. (2011). Structural racism and health inequities: Old issues, new directions. Du Bois Review: Social Science Research on Race, 8(1), 115-132.
Görsel; OpenAI tarafından geliştirilen ChatGPT’nin Ocak 2025 sürümünden alınmıştır.
Paylaş: