İnsan sağlığını modern bilimin ışığına taşımak, tarihin en zorlu dönüşüm süreçlerinden biri olmuştur. Osmanlı döneminde de sağlık hizmetlerini modernleştirmek oldukça güç ve meşakkatliydi. Avrupa’nın aksine, Osmanlı’nın son dönemleri ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında, pozitif bilimler gelişmiş olsa da modern tıbba geçiş, yavaş ve zorlu bir süreç olarak ilerledi. Bu alanda yapılan reformların ancak bir kısmı başarıyla uygulanabildi.
Örneğin, II. Abdülhamid döneminde sağlık alanındaki önemli reformlardan biri de akıl hastalarıyla ilgilidir. II. Abdülhamid’in aldığı kararlar sağlık hizmetlerini düzeltmeye çalışsa da Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyıla gelindiğinde her alanda olduğu gibi sağlık alanında da bir gerileme söz konusuydu. Bu gerilemeye rağmen, Osmanlı Devleti’nde akıl hastaları müzik ile tedavi ediliyor ve bu tedavi yöntemleri bugün bile dikkate alınması gereken özellikler taşıyordu. Çağının ötesinde tedavi yöntemleri kullanılmış olsa da genel anlamda akıl hastalarının tedavi yöntemleri kötüleşmişti. 1840’larda İstanbul’a gelen seyyahların ifadelerine göre, Süleymaniye Bimarhanesi’nde hastalar tam bir sefalet içindeydi. Hastalar zincire vurulmuş ve yarı çıplak bir halde bulunuyorlardı. Bu durum, Osmanlı Devleti’nde modern psikiyatrinin öncüsü olan İtalyan hekim Luigi Mongeri’nin İstanbul’a gelmesiyle değişmeye başladı. Mongeri, 1856’da Süleymaniye Bimarhanesi’ne atanmasının ardından burada yenilikler yapmaya başladı. Hastaların zincir ile bağlanması uygulamasına son verdi; ancak bu değişiklik tüm Osmanlı topraklarında yaygınlaşmamıştı.
Dr. Luigi Mongeri (1815-1882)
Sağlık alanında başarılı çalışmalar yapan Luigi Mongeri’nin vefatından sonra, hikâyemizin ana karakteri devreye giriyor: 19 yıl boyunca yardımcılığını yapan Avram de Castro, 1882’de Toptaşı Bimarhanesi’ne başhekim oluyordu.
Geriye dönüp “Avram de Castro kimdir?” diye soracak olursak, kısaca bahsetmek isterim. Hikâyenin başlangıcı elbette İspanya’ya dayanıyor… Osmanlı Yahudilerinin büyükçe bir kısmı 1492 yılında İspanya’dan sürgün edilen Sefarad Yahudileriydi. Osmanlı, bu topluluğu kabul ederek onların kültürel, ekonomik ve sosyal katkılarından faydalandı. Osmanlı İmparatorluğu’nda Yahudi aileler, babadan oğula, kuşaktan kuşağa aktarılan deneyim ve bilgileri ile tıp bilimlerinde önemli bir yer tutuyordu. Osmanlı’nın Yahudi hekimleri, 15. yüzyıl ortalarından imparatorluğun sonuna kadar bu geleneği sürdürmüştü.
Dr. Avram de Castro (1829-1918)
Avram de Castro’nun ailesi de bu tarihsel bağlamda Türkiye’ye yerleşmiş olan Sefarad Yahudileri arasındaydı. Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyılda tıbbın gelişiminde öncü rol oynayan ailelerden biri de “Castro” ailesiydi. 1829 yılında İstanbul’da doğan Avram de Castro, ilkokulu Beşiktaş’ta okuduktan sonra öğrenimine Soğukçeşme’deki ortaokulda devam etmişti. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’den 1859 yılında mezun olduktan sonra hükümet tarafından bir yıl süreyle Paris’e gönderilmişti. Ardından kendi imkânlarıyla İtalya’ya giderek orada üç yıl daha eğitim almıştı ve dönüşünde kısa bir süre Maltepe Hastanesi’nde çalışmıştı. 1864 yılında Süleymaniye Bimarhanesi’ne doktor olarak atanmıştı. Başhekim Luigi Mongeri’nin yardımcısı olarak göreve başlayan Castro, 1873 yılının Kasım ayında Süleymaniye Bimarhanesi’nin Toptaşı’na taşınmasıyla birlikte Üsküdar’daki Toptaşı Bimarhanesi’nde ikinci doktor olarak daha sonra da burada başhekim olarak da görev yapmıştı.
Toptaşı Bimarhanesi’nde başhekim olarak görev yaptığı dönemde bimarhanenin şartları çok iyi değildi. 5-6 kişilik koğuşlara 20-25 kişi yatırılıyordu. Toptaşı Bimarhanesi, 400’ü hasta olmak üzere çalışanlarla birlikte 650 kişinin kaldığı sağlıksız bir mekân hâline gelmişti. Şartların kötü olması nedeniyle salgın hastalıklardan endişe edilen bir dönemde, endişeler gerçeğe dönüştü ve salgın hastalıklar ortaya çıktı. 1893 yazında İstanbul’da başlayan kolera salgını, Toptaşı Bimarhanesi’ne de sıçradı. Bu salgında bimarhaneden 86 kişi hayatını kaybetti. Kayıplar nedeniyle bimarhane kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Kolera salgınından sonra başhekim Castro, hastanede yeni düzenlemeler yaptı. Bimarhanenin kapasitesini 300 erkek ve 150 kadın ile sınırlandırdı ve yeni koğuşlar yapılıncaya kadar yeni hasta kabul etmeme kararı aldı. Kolera salgınından sonraki düzenlemelerin yapıldığı dönemde, II. Abdülhamid bimarhanelerin durumunu iyileştirmek için bazı yeni kararlar aldı. II. Abdülhamid; 10 Ağustos 1894’te ilan ettiği karar ile Osmanlı psikiyatri tarihi açısından önemli bir adım attı, hastalar zincirlerden kurtuldu ve delilik tıbbileştirilmiş oldu.
Mazhar Osman Edirne’deki hastaların zincirini çözerken
İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Toptaşı Bimarhanesi, içeride siyasi mahkûmların kapatıldığı iddialarıyla dikkatleri üzerine çekti. Burada V. Murad’ın tahttan akli melekelerinin yerinde olmadığı için indirilmesinin de sebebi vardır. Avram de Castro’nun uzun süre başhekimlik yapmasının bir nedeni, II. Abdülhamid ile olan ilişkisiydi. II. Abdülhamid, “akıl hastası” olduğu gerekçesiyle tahttan indirilen V. Murad’ın yerine geçmişti. V. Murad’ın tahttan indirilmesine sebep olan belgede imzası olan kişiler Luigi Mongeri ile birlikte Avram de Castro’ydu. Bu durumun, II. Abdülhamid’in delilere, deliliğe ve bimarhaneye bakışını etkilediği düşünülmektedir. Ayrıca II. Abdülhamid, V. Murad’ın iyileşip tekrar tahta geçmesinden endişe ediyordu. Böyle bir altyapı ister istemez bazı dedikoduları gündeme getiriyordu. Bazı gazetelerde, bimarhanede siyasi suçluların akıl hastası olarak damgalandığı ve burada haksız yere tutuldukları öne sürüyordu. Ancak, ünlü psikiyatrist Mazhar Osman, bu iddiaların doğru olmadığını belirterek, tıbbi tetkikler için gittiği bimarhanede böyle bir duruma rastlamadığını yazmıştı. Bu iddiaların ardından oluşturulan on bir kişilik bir komisyon, bimarhanede incelemeler yaptı. Başhekim Dr. Avram de Castro’nun da yer aldığı heyet, 398 hastayı tek tek muayene ederek, haksız yere kimsenin bimarhaneye kapatılmadığını tespit etti. Aynı şekilde, Tanin gazetesi yazarı Ali Seydi Bey de bimarhaneyi ziyaret ederek siyasi suçlu bulunmadığını doğruladı. Ancak, Dr. Avram de Castro, II. Abdülhamid rejimiyle özdeşleşmiş bir isim olarak görüldüğü için görevden ayrılmaya ve emekli olmaya zorlandı. Yerine, İttihat ve Terakki yanlısı hükümet tarafından Dr. Avni Mahmud Bey başhekim olarak atandı. Önceden de bahsettiğim gibi 19 sene Mongeri’nin yardımcılığını yapan Castro, 20 Aralık 1882 tarihinde Toptaşı Bimarhanesi’ne başhekim olarak görev yapmıştı. Yaklaşık 45 yıl süreyle Osmanlı Devleti’nde hekim olarak çalışan, 1873’ten itibaren 36 yıl süreyle Toptaşı’nda hekim ve 1882 yılında itibaren ise 27 yıl süreyle bu kurumun başhekimliğini yapan Castro, İkinci Meşrutiyet’in hemen ardından 14 Kasım 1908’de emekli edilmişti.
Çalışmalarına aynı zamanda Fransız Lape Hastanesi’nde de devam eden Castro, 1908 yılına kadar burada da başhekimlik yaptı. Lape Hastanesi, modern psikiyatri hizmetleri sunan Osmanlı’daki ilk merkezlerden biridir. Fransız Lazarist rahipler tarafından kurulan bu hastane, ruhsal hastalıkları tedavi edilebilir bir sorun olarak ele almış ve daha insancıl yaklaşımlar benimsemiştir. Castro, bu süreçte hem bilimsel hem de kültürel dönüşümlere liderlik ederek, Avrupa’daki gelişmeleri Osmanlı toplumunun ihtiyaçlarına uyarlamıştır. Castro, ruhsal hastalıkların biyolojik ve psikolojik nedenlerini anlamaya odaklanmış, geleneksel önyargılarla mücadele etmiştir. Ruhsal hastalıkların şeytan çıkarma veya cezalandırma ile ilişkilendirilmesine karşı, bilimsel yöntemlerin önemini savunmuştur. Hastane personelinin eğitimine önem vermiş, empati odaklı bir yaklaşımı yaygınlaştırmış ve tedavi sürecine hastaların aktif katılımını desteklemiştir. Bu yenilikçi tutumuyla Castro, döneminin ötesinde bir anlayış sergileyerek, hem bilimsel hem de insani değerler açısından iz bırakan bir figür olmuştur.
Avram de Castro’nun imzası
Castro’nun yaşadığı dönem, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecindeki köklü dönüşümleri yansıtırken, Türkiye’deki Yahudi toplumu da sosyal, ekonomik ve kültürel değişimlerle karşı karşıya kalmıştır. Lozan Antlaşması azınlık haklarını güvence altına almış olsa da, Yahudi toplumu ayrımcılık ve önyargılarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Castro, bu zorluklara rağmen mesleğini insanlığa hizmet için bir araç olarak kullanmış ve dayanışmanın güçlü bir örneğini sunmuştur.
Avram De Castro’nun emeklilik belgesi
Etnik kimliği, onun hem mesleki hem de toplumsal algısını şekillendirmiştir. Osmanlı’nın çok dinli yapısında Yahudiler, özellikle tıp alanında önemli roller üstlenmişlerdir. Ancak antisemitizmin gölgesinde, Castro eşitlik ve şefkat temelinde hizmet sunarak toplumsal dayanışmayı teşvik etmiştir. Bu yaklaşımı, yalnızca mesleki bir başarı değil, aynı zamanda ayrımcılığa karşı direnç ve insan onuruna duyulan saygının ifadesi olarak değerlendirilebilir. Çalışmaları, hem yaşadığı dönemde hem de sonrasında, farklılıkların ötesine geçerek ortak insani değerleri öne çıkaran bir yaklaşımın önemini göstermektedir. Hayatının sonuna kadar bilgilerini hastalarına aktarmak ve hastalara şifa olmak istemiş ancak emekliliğin ardından Fransa’ya yerleşip, Nice şehrinde 11 Şubat 1918’de vefat etmiştir.
Kaynaklar
Artvinli, F. (2012). Toptaşı Bimarhanesi Sertabibi Dr. Avram De Castro: Bir Biyo-Bibliyografi. Osmanlı Bilimi Arastirmalari.13, 85-97. Artvinli F. (2017). “Mecnuna Ne Urulur, Ne Sövülür!”: Mazhar Osman Ve Yönetilemeyen Bimarhaneler. Osmanlı Bilimi Araştırmaları. 19, 13-42. Artvinli, F. (2020). Osmanlı Devleti’nde Deliliğin Tıbbileşmesi ve 1876 Bimarhaneler Nizamnamesi. İçinde Aydın A. R. (Ed), Keskin İ. (Ed), Yelçe N. Z. (Ed), Engellilik Tarihi Yazıları. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınevi, ss. 151-172 Fransız Lape Hastanesi. www.fransızlape.com Erişim Tarihi :13.01.2025 Marmara R.(2009). Osmanlı Hoşgörüsünün Tanığı… Lape Hastanesi. İstanbul:İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yayınları
İnsan sağlığını modern bilimin ışığına taşımak, tarihin en zorlu dönüşüm süreçlerinden biri olmuştur. Osmanlı döneminde de sağlık hizmetlerini modernleştirmek oldukça güç ve meşakkatliydi. Avrupa’nın aksine, Osmanlı’nın son dönemleri ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında, pozitif bilimler gelişmiş olsa da modern tıbba geçiş, yavaş ve zorlu bir süreç olarak ilerledi. Bu alanda yapılan reformların ancak bir kısmı başarıyla uygulanabildi.
Örneğin, II. Abdülhamid döneminde sağlık alanındaki önemli reformlardan biri de akıl hastalarıyla ilgilidir. II. Abdülhamid’in aldığı kararlar sağlık hizmetlerini düzeltmeye çalışsa da Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyıla gelindiğinde her alanda olduğu gibi sağlık alanında da bir gerileme söz konusuydu. Bu gerilemeye rağmen, Osmanlı Devleti’nde akıl hastaları müzik ile tedavi ediliyor ve bu tedavi yöntemleri bugün bile dikkate alınması gereken özellikler taşıyordu. Çağının ötesinde tedavi yöntemleri kullanılmış olsa da genel anlamda akıl hastalarının tedavi yöntemleri kötüleşmişti. 1840’larda İstanbul’a gelen seyyahların ifadelerine göre, Süleymaniye Bimarhanesi’nde hastalar tam bir sefalet içindeydi. Hastalar zincire vurulmuş ve yarı çıplak bir halde bulunuyorlardı. Bu durum, Osmanlı Devleti’nde modern psikiyatrinin öncüsü olan İtalyan hekim Luigi Mongeri’nin İstanbul’a gelmesiyle değişmeye başladı. Mongeri, 1856’da Süleymaniye Bimarhanesi’ne atanmasının ardından burada yenilikler yapmaya başladı. Hastaların zincir ile bağlanması uygulamasına son verdi; ancak bu değişiklik tüm Osmanlı topraklarında yaygınlaşmamıştı.
Sağlık alanında başarılı çalışmalar yapan Luigi Mongeri’nin vefatından sonra, hikâyemizin ana karakteri devreye giriyor: 19 yıl boyunca yardımcılığını yapan Avram de Castro, 1882’de Toptaşı Bimarhanesi’ne başhekim oluyordu.
Geriye dönüp “Avram de Castro kimdir?” diye soracak olursak, kısaca bahsetmek isterim. Hikâyenin başlangıcı elbette İspanya’ya dayanıyor… Osmanlı Yahudilerinin büyükçe bir kısmı 1492 yılında İspanya’dan sürgün edilen Sefarad Yahudileriydi. Osmanlı, bu topluluğu kabul ederek onların kültürel, ekonomik ve sosyal katkılarından faydalandı. Osmanlı İmparatorluğu’nda Yahudi aileler, babadan oğula, kuşaktan kuşağa aktarılan deneyim ve bilgileri ile tıp bilimlerinde önemli bir yer tutuyordu. Osmanlı’nın Yahudi hekimleri, 15. yüzyıl ortalarından imparatorluğun sonuna kadar bu geleneği sürdürmüştü.
Avram de Castro’nun ailesi de bu tarihsel bağlamda Türkiye’ye yerleşmiş olan Sefarad Yahudileri arasındaydı. Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyılda tıbbın gelişiminde öncü rol oynayan ailelerden biri de “Castro” ailesiydi. 1829 yılında İstanbul’da doğan Avram de Castro, ilkokulu Beşiktaş’ta okuduktan sonra öğrenimine Soğukçeşme’deki ortaokulda devam etmişti. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’den 1859 yılında mezun olduktan sonra hükümet tarafından bir yıl süreyle Paris’e gönderilmişti. Ardından kendi imkânlarıyla İtalya’ya giderek orada üç yıl daha eğitim almıştı ve dönüşünde kısa bir süre Maltepe Hastanesi’nde çalışmıştı. 1864 yılında Süleymaniye Bimarhanesi’ne doktor olarak atanmıştı. Başhekim Luigi Mongeri’nin yardımcısı olarak göreve başlayan Castro, 1873 yılının Kasım ayında Süleymaniye Bimarhanesi’nin Toptaşı’na taşınmasıyla birlikte Üsküdar’daki Toptaşı Bimarhanesi’nde ikinci doktor olarak daha sonra da burada başhekim olarak da görev yapmıştı.
Toptaşı Bimarhanesi’nde başhekim olarak görev yaptığı dönemde bimarhanenin şartları çok iyi değildi. 5-6 kişilik koğuşlara 20-25 kişi yatırılıyordu. Toptaşı Bimarhanesi, 400’ü hasta olmak üzere çalışanlarla birlikte 650 kişinin kaldığı sağlıksız bir mekân hâline gelmişti. Şartların kötü olması nedeniyle salgın hastalıklardan endişe edilen bir dönemde, endişeler gerçeğe dönüştü ve salgın hastalıklar ortaya çıktı. 1893 yazında İstanbul’da başlayan kolera salgını, Toptaşı Bimarhanesi’ne de sıçradı. Bu salgında bimarhaneden 86 kişi hayatını kaybetti. Kayıplar nedeniyle bimarhane kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Kolera salgınından sonra başhekim Castro, hastanede yeni düzenlemeler yaptı. Bimarhanenin kapasitesini 300 erkek ve 150 kadın ile sınırlandırdı ve yeni koğuşlar yapılıncaya kadar yeni hasta kabul etmeme kararı aldı. Kolera salgınından sonraki düzenlemelerin yapıldığı dönemde, II. Abdülhamid bimarhanelerin durumunu iyileştirmek için bazı yeni kararlar aldı. II. Abdülhamid; 10 Ağustos 1894’te ilan ettiği karar ile Osmanlı psikiyatri tarihi açısından önemli bir adım attı, hastalar zincirlerden kurtuldu ve delilik tıbbileştirilmiş oldu.
İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Toptaşı Bimarhanesi, içeride siyasi mahkûmların kapatıldığı iddialarıyla dikkatleri üzerine çekti. Burada V. Murad’ın tahttan akli melekelerinin yerinde olmadığı için indirilmesinin de sebebi vardır. Avram de Castro’nun uzun süre başhekimlik yapmasının bir nedeni, II. Abdülhamid ile olan ilişkisiydi. II. Abdülhamid, “akıl hastası” olduğu gerekçesiyle tahttan indirilen V. Murad’ın yerine geçmişti. V. Murad’ın tahttan indirilmesine sebep olan belgede imzası olan kişiler Luigi Mongeri ile birlikte Avram de Castro’ydu. Bu durumun, II. Abdülhamid’in delilere, deliliğe ve bimarhaneye bakışını etkilediği düşünülmektedir. Ayrıca II. Abdülhamid, V. Murad’ın iyileşip tekrar tahta geçmesinden endişe ediyordu. Böyle bir altyapı ister istemez bazı dedikoduları gündeme getiriyordu. Bazı gazetelerde, bimarhanede siyasi suçluların akıl hastası olarak damgalandığı ve burada haksız yere tutuldukları öne sürüyordu. Ancak, ünlü psikiyatrist Mazhar Osman, bu iddiaların doğru olmadığını belirterek, tıbbi tetkikler için gittiği bimarhanede böyle bir duruma rastlamadığını yazmıştı. Bu iddiaların ardından oluşturulan on bir kişilik bir komisyon, bimarhanede incelemeler yaptı. Başhekim Dr. Avram de Castro’nun da yer aldığı heyet, 398 hastayı tek tek muayene ederek, haksız yere kimsenin bimarhaneye kapatılmadığını tespit etti. Aynı şekilde, Tanin gazetesi yazarı Ali Seydi Bey de bimarhaneyi ziyaret ederek siyasi suçlu bulunmadığını doğruladı. Ancak, Dr. Avram de Castro, II. Abdülhamid rejimiyle özdeşleşmiş bir isim olarak görüldüğü için görevden ayrılmaya ve emekli olmaya zorlandı. Yerine, İttihat ve Terakki yanlısı hükümet tarafından Dr. Avni Mahmud Bey başhekim olarak atandı. Önceden de bahsettiğim gibi 19 sene Mongeri’nin yardımcılığını yapan Castro, 20 Aralık 1882 tarihinde Toptaşı Bimarhanesi’ne başhekim olarak görev yapmıştı. Yaklaşık 45 yıl süreyle Osmanlı Devleti’nde hekim olarak çalışan, 1873’ten itibaren 36 yıl süreyle Toptaşı’nda hekim ve 1882 yılında itibaren ise 27 yıl süreyle bu kurumun başhekimliğini yapan Castro, İkinci Meşrutiyet’in hemen ardından 14 Kasım 1908’de emekli edilmişti.
Çalışmalarına aynı zamanda Fransız Lape Hastanesi’nde de devam eden Castro, 1908 yılına kadar burada da başhekimlik yaptı. Lape Hastanesi, modern psikiyatri hizmetleri sunan Osmanlı’daki ilk merkezlerden biridir. Fransız Lazarist rahipler tarafından kurulan bu hastane, ruhsal hastalıkları tedavi edilebilir bir sorun olarak ele almış ve daha insancıl yaklaşımlar benimsemiştir. Castro, bu süreçte hem bilimsel hem de kültürel dönüşümlere liderlik ederek, Avrupa’daki gelişmeleri Osmanlı toplumunun ihtiyaçlarına uyarlamıştır. Castro, ruhsal hastalıkların biyolojik ve psikolojik nedenlerini anlamaya odaklanmış, geleneksel önyargılarla mücadele etmiştir. Ruhsal hastalıkların şeytan çıkarma veya cezalandırma ile ilişkilendirilmesine karşı, bilimsel yöntemlerin önemini savunmuştur. Hastane personelinin eğitimine önem vermiş, empati odaklı bir yaklaşımı yaygınlaştırmış ve tedavi sürecine hastaların aktif katılımını desteklemiştir. Bu yenilikçi tutumuyla Castro, döneminin ötesinde bir anlayış sergileyerek, hem bilimsel hem de insani değerler açısından iz bırakan bir figür olmuştur.
Castro’nun yaşadığı dönem, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecindeki köklü dönüşümleri yansıtırken, Türkiye’deki Yahudi toplumu da sosyal, ekonomik ve kültürel değişimlerle karşı karşıya kalmıştır. Lozan Antlaşması azınlık haklarını güvence altına almış olsa da, Yahudi toplumu ayrımcılık ve önyargılarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Castro, bu zorluklara rağmen mesleğini insanlığa hizmet için bir araç olarak kullanmış ve dayanışmanın güçlü bir örneğini sunmuştur.
Etnik kimliği, onun hem mesleki hem de toplumsal algısını şekillendirmiştir. Osmanlı’nın çok dinli yapısında Yahudiler, özellikle tıp alanında önemli roller üstlenmişlerdir. Ancak antisemitizmin gölgesinde, Castro eşitlik ve şefkat temelinde hizmet sunarak toplumsal dayanışmayı teşvik etmiştir. Bu yaklaşımı, yalnızca mesleki bir başarı değil, aynı zamanda ayrımcılığa karşı direnç ve insan onuruna duyulan saygının ifadesi olarak değerlendirilebilir. Çalışmaları, hem yaşadığı dönemde hem de sonrasında, farklılıkların ötesine geçerek ortak insani değerleri öne çıkaran bir yaklaşımın önemini göstermektedir. Hayatının sonuna kadar bilgilerini hastalarına aktarmak ve hastalara şifa olmak istemiş ancak emekliliğin ardından Fransa’ya yerleşip, Nice şehrinde 11 Şubat 1918’de vefat etmiştir.
Kaynaklar
Artvinli, F. (2012). Toptaşı Bimarhanesi Sertabibi Dr. Avram De Castro: Bir Biyo-Bibliyografi. Osmanlı Bilimi Arastirmalari.13, 85-97.
Artvinli F. (2017). “Mecnuna Ne Urulur, Ne Sövülür!”: Mazhar Osman Ve Yönetilemeyen Bimarhaneler. Osmanlı Bilimi Araştırmaları. 19, 13-42.
Artvinli, F. (2020). Osmanlı Devleti’nde Deliliğin Tıbbileşmesi ve 1876 Bimarhaneler Nizamnamesi. İçinde Aydın A. R. (Ed), Keskin İ. (Ed), Yelçe N. Z. (Ed), Engellilik Tarihi Yazıları. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınevi, ss. 151-172
Fransız Lape Hastanesi. www.fransızlape.com Erişim Tarihi :13.01.2025
Marmara R.(2009). Osmanlı Hoşgörüsünün Tanığı… Lape Hastanesi. İstanbul:İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yayınları
Paylaş: