Makaleler

Kedi mi Fare mi? – M. Şeref Özsoy

10 Ağustos 2012 tarihinde, Levent’teki Yeni Sülün Sokak ile Güllü Sokağın köşesindeki parka Ressam Ömer Uluç Parkı adı verilir.

1953 yılında Robert Kolej’i bitirdikten sonra Amerika’da mühendislik okumaya başlasa da sonra resim eğitimi alır Ömer Uluç. 1953 yılında Nuri İyem’in öncülüğünde kurulan Tavan Arası Ressamları grubunda yer alır. Tuvallerinde kediyi çokça resmeden Uluç’un ilk eşi Sevim Burak’tır.

Sağlık sorunları nedeniyle hayvanlarla çok yakınlaşmaması gerekir Sevim Burak’ın, çünkü on yaşındayken kalp romatizması geçirmiştir, bu yüzden hayvan kılları tehlikeli olabilir. 

Buna rağmen köpekleri çok sever Sevim Burak, evinde bir de kedi besler: Titi.

Sevgisi o kadar büyüktür ki oğlu Karaca Borar, Amerika’dan sadece annesiyle kız kardeşine değil Titi’ye de hediyeler gönderir.

Elbette ki öykülerinde de görürüz kedileri. 

Sedef Kakmalı Ev adlı öyküsündeki Nurperi Hanım’ın Fahri adında samur bir kedisi vardır. Nurperi Hanım’la kedinin kaderini aynı çizgide buluşturan Sevim Burak’a göre kediler de kadın kahramanları gibi çaresiz ve yalnızdır. 

Salah Birsel, Sergüzeşti Nono Bey ve Elmas Boğaziçi’ndeki Paylot denemesinde Nurperi ve Fahri için şunları yazar: 

“Nurperi’nin Fahri adında samur bir kedisi vardır. Ne ki, onun ağaçlara tırmanmasına, damlarda – bacalarda dolaşmasına karşıdır. Boyuna pencere içinde pineklemesini ister. Bu yüzden onu kasaba götürüp hayalarını aldırmıştır. Kedinin de kısırlaşır kısırlaşmaz tüyleri uzamış, pataları kocamanlaşmıştır. Artık sabahtan akşama tembel tembel yatıyor, Ziya Bey gibi sadece yemek ve uyku saatlerini kolluyordur. Gerçekte Fahri bir simgedir. Nurperi’nin sevdalısından başkası değildir. Nurperi kocası evde olmadığı zamanlar onu içeri alır.”

Sevim Burak

Sevim Burak için bir yüksek lisans tezi hazırlayan Bedia Koçakoğlu, bu görüşe pek katılmaz.

“Birsel’in bu ifadesinde yer alan kedinin bir sevdalı olduğu düşüncesi doğrudur. Zira bizim de üzerinde durduğumuz gibi Nurperi Hanım muhtemelen Fahri adında birini sevdiği ve unutamadığı için kedisine bu adı vermiş ve onu çok sevmiştir. Fakat bu kişinin eve girip çıkması düşüncesi bizce öyküye uzak düşen bir yorumdur. Ziya Bey’in evden hiç çıkmayacak kadar hasta ve yaşlı oluşu, kedinin hayalarının aldırılışı gibi durumlar Fahri’nin gerçek bir kişi olma ihtimalini zayıflatır. Fahri, bizce Nurperi’nin unutamadığı eski bir sevdalıdır ve kedi ona bu sevgiliyi hatırlatan bir objedir. O kadar ki “akşamları Samur kedi, Ziya Bey, Nurperi Hanım üçü bir yatağa giriyorlardı.” (s.13). Bu durum, kadının bu eski sevdalı ile kediyi ne kadar birbiriyle özdeşleştirdiğinin bir göstergesidir.”

Öykünün tahliliyle işimiz yok, tıpkı Salah Birsel’in yazısının isminin Paylot olmasının sebebinin, Sevim Burak’ın babasına pilottan bozarak bu şekilde seslenmesiyle olmadığı gibi.

Bizim için önemli olan bir başka öyküsü, Osmanlı Bankası’ndaki kedilerdir: 

Yolun ortasında üç renkli sarı siyah ve 
pembe kediler 
yüzleri kasaba dönük 
canlı mı cansız mı 
öyle duruyorlar 
görünürde kimse yok 
sfenks bunlar 
İcadiye’deki hanelere bakıyorum
Bu haneler senin Yahudi komşularının
Hanelerine
Benziyor mu
Cevap yok
Psi psi psi
Gel benim Yahudi kedim
Zavallı Yahudi kediler

Kedilerin zavallılığı, acınacak yaşamları her gün aynı şeyleri yemelerindendir ancak burada önemli olan kedilere Yahudi demesidir.

Sevim Burak’ın babası Mehmet Seyfullah Burak, annesi ise Bulgaristan’dan İstanbul’a göçen Yahudi bir ailenin kızı olan Anne Marie Mandil’dir.

Annenin Yahudi oluşu babanın ailesince hoş karşılanmaz, bundan etkilenen Sevim Burak çocukluğu boyunca annesinin Yahudi kimliğinden utanır. Elbette ki bu çocukluğunda kalır. İleriki yıllarda hem kendisinin ve annesinin Yahudi olduğuyla ilgili açıklamalarda bulunur hem de öykülerinde sıkça Yahudi kadınlardan bahseder, Tevrat en çok yararlandığı kitaplardan biri olur ve Ah Ya’Rab Yehova öyküsünü annesi için yazar.

Dahası, Amerika’daki oğluna yazdığı mektupta, onun da Yahudi olduğunu ve bunu değerlendirmesi gerektiğini söyler: “Niçin, Yahudi lobisine girmiyorsun? Anneannenin Yahudi olması yeterli… İsrail’e bile gider en üst düzeyde iş bulursun… Daha alası Amerika’daki Yahudilere Yahudi olduğunu söyle… İstikbalini garantiye al, sana iş de bulurlar, eğer, kâğıt istiyorsan, sana Kuzguncuk Sinegog Hahamından iki şahitle, Yahudi ana kökenli olduğunu bildiren bir kağıt göndereyim, bu yeterli…”

Tüm bunları Sevim Burak’ın “Yahudi kedim” “Zavallı Yahudi kediler” demesi nedeniyle okuttuk size. Ne var ki Sevim Burak’ın düşüncesinin tam tersini hikaye edenler de var.

Bunlardan birisi Orhan Duru’dur. İstanbul için kedi cenneti diyen Duru’nun Adolf adlı öyküsünde Alman arkadaşları Liza ve Harald bu cennette bir yavru kedi sahiplenirler. “Siyah beyaz lekeli, göğsü kırçıl, patileri beyaz, kuyruğunun ucu beyaz bir yavru”dur bu kedi. Yüzünün geniş bir bölümü beyaz, burun çevresi karadır. İlk bakışta badem bıyıklı memurlara ve Hitler’e benzetirler. Bu yüzden Adolf adını verilir yavru kediye.

Almanya’ya dönecekleri zaman, kediyi de yanlarında götürürler elbette. Harald, mektup yazdığı zamanlar Adolf’tan da bahseder.

Derken Almanya’ya yolu düşen Duru (öyküdeki anlatıcının Orhan Duru olduğunu varsayalım), arkadaşlarını ziyarete gider. Sohbetleri sırasında Adolf’un ortalıkta görünmemesi üzerine “Nerde Adolf? Bir şey mi oldu yoksa?” diye sorar. 

Adolf’a çok iyi bakmaktadır Liza, daha İstanbul’dayken kısırlaştırılmış, Almanya’da da özel mamalarla beslemiştir. Ancak anlaşılmaz bir şekilde çok büyümüştür Adolf, büyümesi bir yana evlerine gelen iki arkadaşlarını da yediği için bir odaya hapsetmek zorunda kalmışlardır. 

Evet, evet, yanlış okumadınız, bir leopar boyuna gelen Adolf, iki insanı yemiştir. Üstelik Adolf daha çok esmer kişileri yiyen bir ırkçı olmuştur, yabancı düşmanı, dazlak.. 

Almanları kedi olarak yazan, daha doğrusu çizen diğer kişi Art Spiegelman’dır. 1948 yılında İsveç’te dünyaya gelen karikatürist Spiegelman’ın anne-babası, Holokosttan kurtulan Polonyalı Yahudilerdir. Ne yazık ki kardeşi Rysio kurtulamamıştır. 1937’de doğan kardeşini, daha güvenli olacağını düşünerek teyzesinin yanına gönderir aile. Ancak 1943’de Naziler tarafından toplama kampına gönderileceğini öğrenen teyze, intihar etmeden önce çocuklarıyla birlikte Rysio’yu zehirler.

Art Spiegelman

Uzun yıllar yönlendirici editörlük yaparak alternatif çizgi romanlar üretilmesini sağlayan Art Spiegelman, çoğunluğu deneysel ve otobiyografik özellikler içeren çizgi romanlar üretmiştir.

Art 20 yaşındayken annesi intihar eder. Daha sonraki yıllarda babasının anlattıklarından yola çıkarak, Yahudilerin fare, Almanların kedi, Polonyalıların ise domuz olarak temsil edildiği çizgi romanı, Maus’u yaratır.

1980 – 1991 yılları arasında Raw çizgi roman dergisinde tefrika ettiği Maus’un ilk altı bölümü 1986 yılında kitap olarak yayımlanmıştır. 1991 yılında ikinci cilt yayımlanarak tamamlanır ve bir yıl sonra Pulitzer’i kazanır. Maus, bu ödülü alan ilk ve tek grafik romandır.

Maus’da kendisini Artie, kardeşini Richieu olarak çizen Art Spiegelman, ikinci cildi kardeşine ve o sırada dört yaşında olan kızı Nadja’ya ithaf eder. İlerleyen yıllarda bir de oğlu olur Art’ın, böylece sonraki baskılardaki ithafa Dashiell de eklenir.