Makaleler

Arap Yahudilerinin anlatılmamış hikayesi ve Filistinlilerle dayanışmaları – Sigal Samuel

Kaynak: Vox

Arap ve Müslüman dünyasından Yahudiler İsrail-Filistin barışı için radikal bir vizyona sahipti.

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu geçtiğimiz Ekim ayında, İsrail-Hamas savaşına günler kala yaptığı bir konuşmada “Bu, ışığın çocukları ile karanlığın çocukları arasında, insanlık ile orman kanunu arasında bir mücadeledir” dedi. 

Netanyahu, 7 Ekim’deki Hamas saldırısından önce ve sonra bu fikri, yani İsrail’in medeni olmayan, geri kalmış ve barbar bir bölgede Batı medeniyetinin bir kalesi olduğu fikrini defalarca dile getirdi.

“Ormandan” bahsetmesi, otuz yıl önce eski Başbakan Ehud Barak’a atfedilen, İsrail’in “ormanda bir villa” olduğu şeklindeki popüler bir İsrail ifadesini hatırlatıyor. Bu durumda orman Arap dünyasıdır ve içindeki Filistinliler de kusursuz “canavarlar”dır. 

Ancak bu fikir daha da eskilere, ilk Siyonist düşünürlere kadar uzanıyor. Modern Siyonizm’in Avusturya-Macaristanlı babası Theodor Herzl, Yahudilerin Avrupa’da uzun süredir karşı karşıya kaldıkları şiddetli antisemitizmden korunabilecekleri bir devlet kurmak istiyordu. Filistin’de, orada kalan Araplara sivil haklar tanıyacak bir Yahudi devleti vizyonu çizdi (günlüğünde, bazılarını sınırların dışına transfer etme fikrini kurcalıyordu). Yahudilerin bölgeye Batı medeniyetini getirerek yerel Araplara ekonomik ve kültürel açıdan fayda sağlayacağını ve Yahudi devletinin “Asya’ya karşı savunma duvarının bir parçasını oluşturacağını; barbarlığa karşı medeniyetin bir ileri karakolu olarak hizmet edeceğini” savundu.

Bu “medeniyetin ileri karakolu” ideolojisi, 19. ve 20. yüzyıllarda zulümden kaçan Yahudiler Filistin’e yerleşirken İsrail’in Filistinlilerin mülksüzleştirilmesini İsraillilere ve dünyaya nasıl meşrulaştırdığını anlamanın anahtarıdır. İsrail 1948’de kurulduğunda 700.000’den fazla Filistinli ya sürüldü ya da bugün Yahudi devleti olan topraklardaki evlerini terk etmek zorunda kaldı.  

Ancak devletin ilk günlerinden itibaren bu gerekçeyi kabul etmeyen bir grup vardı: Kökleri Arap ve Müslüman dünyasına dayanan Yahudiler.

İsrail’de Mizrahi olarak adlandırılan bu Yahudiler bugün ülkedeki en büyük etnik grubu oluşturuyor. Çoğunlukla 1948’den sonra İsrail’e göç ettiler ve ülke tarihinin büyük bölümünde Filistinlilere karşı kullanılan Arap karşıtı ideolojinin kurbanı oldular. 

Yüzyıllar boyunca Mizrahi Yahudileri, Irak’tan Mısır’a ve Fas’a kadar uzanan Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki menşe ülkelerinde yüksek statüye sahip olmuşlardı. Ancak İsrail’e geldiklerinde, yeni devletin kendilerini ilkel ve kültürel olarak geri kalmış olarak gören ve Aşkenazi olarak adlandırılan Avrupalı Yahudiler tarafından yönetildiğini gördüler.

O dönemde Mizrahi entelektüelleri kendilerine yönelik ayrımcılığı Filistinlilere yönelik ayrımcılıkla ilişkilendirmekte gecikmediler. Oryantalizm – Filistinli akademisyen Edward Said’in “Doğu”yu egzotik, mantıksız ve medeniyetsiz olarak tasvir eden Avrupa eğilimi için kullandığı terim – her iki grubu da aşağı görmek ve eşit haklardan mahrum bırakmak için kullanılıyordu. Mücadeleleri tek ve aynıydı. Böylece, 1950’lerden itibaren Mizrahiler ve Filistinliler ortak dergilerden ortak sokak protestolarına kadar her şeyi üreten bir dayanışma hareketi oluşturdular.

Bu hareket, İsrail’in “ormandaki villa” görüşüne karşı, Yahudilerin ve Filistinlilerin bu topraklarda nasıl birlikte yaşayabileceklerine dair alternatif bir vizyon sunuyor. Ayrıca İsrail-Filistin’de yerliliğin, ulus olmanın ve sömürgeciliğin anlamı üzerine güncel tartışmalar hakkında düşünmek için daha incelikli bir yol sunuyor.

Mizrahi-Filistin dayanışması vizyonu, son yıllarda yaşananlar ışığında daha da önemli görünüyor: Mizrahiler büyük ölçüde sağa kaydı ve Filistinlilerle dayanışma İsrail’in yol haritasında yoktu. Bu sapmayı anlamak, İsrail’in tarihinde Arap halkıyla bir arada yaşamayı hayal edememesine sebep olan şeyin neden yanlış gittiğini anlamanın anahtarıdır. Ve herkes için daha iyi bir gelecek inşa etmenin anahtarı olabilir.

Mizrahi Yahudileri kimdir? 

Mizrahi Yahudileri İsrail’e Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Asya’dan, genellikle de Arap ülkelerinden gelmişlerdir. (Bazen bazı dini gelenekleri paylaştıkları Sefarad Yahudileriyle bir tutulsalar da, “Sefarad” terimi teknik olarak İspanya ve Portekiz’den gelen Yahudileri ifade eder). Ancak İsrail’e göç etmeden önce kendilerini Mizrahi olarak görmezlerdi; İbranice’de “Doğulu” ya da “Şarklı” anlamına gelen bu terim 20. yüzyıl İsrail’inde ortaya çıkmıştır. 

Çoğu, geldikleri ülkeye bağlı olarak kendilerini basitçe “Iraklı Yahudiler” ya da “Faslı Yahudiler” olarak tanımlıyordu. Ancak bazıları kendilerini “al-yahud al-arab” ya da “Arap Yahudileri” olarak tanımlıyordu – ve Müslüman komşuları da zaman zaman onları tanımlamak için bu terimi kullanıyordu.

Günümüzde, Yahudiler ve Araplar arasındaki düşmanlığı duymak o kadar yaygın ki, birçok insan ilişkinin her zaman düşmanca olduğunu düşünebilir ve “Arap Yahudisi” terimi neredeyse bir oksimoron gibi geliyor. Ancak Yahudiler yüzyıllar boyunca Arap toplumuna derinlemesine entegre olmuş, müzisyen, tüccar ve hatta devlet bakanı olarak hizmet vermişlerdi. Arapça kültür tüketmiş ve üretmişlerdir. Felsefeleri ve teolojileri İslam düşüncesinden derinden etkilendi ve bunun tersi de geçerliydi. Arap Hıristiyanlar olduğu kadar Arap Yahudiler de vardı.

Bununla birlikte, “Arap Yahudisi” bugün tartışmalı bir kimliktir. Arap ve Müslüman dünyasında kökleri olan pek çok Yahudi, bu dünyanın özellikle İsrail’in kuruluşundan sonra Yahudilere nasıl davrandığı konusunda hayal kırıklığına uğrayarak “Mizrahi” gibi terimleri tercih ediyor. Yine de bazı akademisyenler, İsrail’in kuruluşundan önce Arap kültürüyle ne kadar özdeşleştiklerini vurgulamak için onlardan Arap Yahudileri olarak bahsediyor.

Örneğin benim ailemi ele alalım. Baba tarafım Irak’ın Bağdat şehrinden. Bir asır önce bizim gibi Yahudiler Bağdat nüfusunun üçte birini oluşturuyordu. Irak parlamentosunda ve yargı sisteminde öne çıkıyorlardı. Müzik dünyasında çok popülerlerdi. 1920’lerde Irak Kralı I. Faysal, “Milliyetçilik kavramı içinde Yahudiler, Müslümanlar ve Hıristiyanlar gibi kelimelerin hiçbir anlamı yoktur. Burası sadece Irak adında bir ülkedir ve herkes Iraklıdır.”

Anne tarafımın geldiği Fas’ta da benzer bir hikaye var. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Fransız Vichy rejimi Fas’ta Nazi zulmünü dayatmaya çalıştığında, Kral V. Muhammed bunu reddetti: “Fas’ta Yahudi yoktur” dedi. “Sadece Faslılar vardır.” Orada da Yahudiler hükümette üst düzey görevlerde bulundular. Müslüman komşularıyla derin dostluklar kurdular – o kadar derin ki, Fas’ı ziyaret ettiğimde ailemi 70 yıl önce tanıyan 90 yaşında bir adamla karşılaştığımda o kadar heyecanlandı ki büyükbabamın adını sevinçle tekrar tekrar bağırdı. 

Mesele Yahudilerin Arap ya da Müslüman yönetimi altında her zaman güvende oldukları değil, zira her zaman güvende değillerdi. Bu, zamana, yere ve hangi imparatorluğun iktidarda olduğuna bağlıydı. Örneğin, Yahudiler ortaçağda Yemen’de zulüm görmüş ve 1656’da İran’ın İsfahan şehrinden kovulmuşlardı.

Ancak geniş ve uzun ömürlü Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan bir Yahudi iseniz, durumunuz nispeten iyiydi. Müslüman yöneticiler Yahudileri “Kitap Ehli” yani Müslümanların altında yer alsalar da, özel bir vergi ödedikleri sürece saygı ve koruma hakkına sahip olan tek tanrılı din kardeşleri olarak görüyordu.

Bu durum, İsa’nın ölümünden hıyarcıklı vebaya kadar her şeyden Yahudilerin sorumlu tutulduğu Hıristiyan Avrupa’da yaşananlardan çok farklıydı. Genel olarak, Müslüman dünyasında Yahudiler iki bin yıl boyunca komşularıyla kayda değer bir şekilde bir arada yaşadı. 

Chicago Üniversitesi’nde Orta Doğu tarihi profesörü olan Orit Bashkin, “Avrupa’daki yaşamla kıyaslandığında rahat bir çağdı,” diyor. İnişler ve çıkışlar olsa da, “genel olarak Müslüman topraklarındaki Yahudiler başarılı oldular.” 

Ancak bugün, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da kalan Yahudi toplulukları yok denecek kadar az. 

Mizrahi Yahudileri Arap ülkelerini neden terk etti?

Orta Doğu Yahudi toplulukları 2000 yılı aşkın bir süre boyunca Arap ve Müslüman yönetimi altında hayatta kalmayı başarmış ve çoğu zaman da başarılı olmuş olsalar da, İsrail devletinin kuruluşundan sonra hayatta kalamamışlardı.

İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, Avrupa’daki soykırımdan kaçan yüz binlerce Yahudi Filistin’e yerleşti. Holokost’tan sonra Yahudiler için güvenli bir sığınak görevi görecek bir devlet kurulması çağrıları üzerine 1947’de Birleşmiş Milletler, o dönemde Britanya İmparatorluğu tarafından kontrol edilen Filistin’i bir Arap devleti ve bir Yahudi devleti olarak ikiye ayırdı

Ancak Mısır’ın BM delegesi o dönemde şu uyarıda bulundu: “Müslüman ülkelerdeki bir milyon Yahudi’nin hayatı bir Yahudi devletinin kurulmasıyla tehlikeye girecektir.” Korkulan, Arap dünyasında tüm Yahudilerin Siyonizm’in destekçisi olarak görülmesi ve bunun sonucunda Arap ülkelerinin kendi sınırları içindeki Yahudilere düşman olmasıydı.

Ne yazık ki tam da böyle oldu. 

Bunun neden böylesine sismik bir an olduğunu anlamak için, bunun aynı zamanda dünya tarihinde büyük dünya imparatorluklarının sömürgecilikten kurtulma çabaları arasında sarsıldığı bir dönem olduğunu hatırlamamız gerekir. Siyasi ideolojide tektonik değişimler yaşanıyordu – Arap milliyetçiliği güçlerinin yıllardır mayalanmakta olduğu Arap dünyası da buna dahildi. 

1930’larda ve 1940’larda Irak ve Trans Ürdün gibi Arap ülkeleri, başta İngilizler olmak üzere Avrupalı güçlerden bağımsızlıklarını kazanmışlardı. Bu ülkelerdeki Arap milliyetçileri tüm Arap dünyasını birleşik tek bir ulus olarak tasavvur ediyorlardı. Bu pan-Arap vizyonu, Avrupalı Yahudilerin daha fazla sayıda göç etmeye başlamasıyla Filistinliler ve Yahudiler arasında gerilimin yükseldiği Filistin’i de kapsıyordu. 

İsrail devleti kurulmadan önce bile bu durum Arap dünyasındaki Yahudileri kafa karıştırıcı bir duruma sokuyordu. Arap Yahudileri kendilerini Arap milliyetçi hareketinin bir parçası olarak görecekler miydi? Diğer Araplar onları bu şekilde algılar mıydı? Cevaplar çeşitlilik gösteriyordu. Bazı Yahudiler kendilerini o kadar Arap kültürünün bir parçası hissediyordu ki, Filistin de dahil olmak üzere Arap milliyetçiliğini destekliyorlardı

Iraklı Yahudi eğitimci Ezra Haddad 1936’da “Biz Yahudi’den önce Arap’ız” diye yazmıştı. 1938’de bir grup Iraklı Yahudi profesyonel basına Arap Filistin’ini destekleyen “genç Arap Yahudiler” olduklarını söyledi.

1912’de Bağdat’ta bir Yahudi aile. Heritage Images/Getty Images

Ancak Yahudi olmayan komşularının çoğu Yahudileri, Arap ülkelerinin sömürgecilikten kurtulma çabalarını desteklemek yerine İngilizleri destekliyor olarak algıladı. Bir yarık açılmıştı. 

Ardından İsrail devleti kuruldu ve bu uçurum derin bir yarığa dönüştü. Artık Arap ülkelerindeki Yahudilerin de bir Yahudi devletine yol açmak için Filistinli Arapların topraklarından çıkarılmasını desteklediklerinden şüpheleniliyordu. 

Arap dünyasında Yahudiler, İsrail için casusluk yapabilecekleri şüphesiyle hedef haline geldiler. Siyonist faaliyetlerle işbirliği yaptıkları suçlamasıyla hükümet görevlerinden alındılar, tutuklandılar ve hatta idam edildiler. Yahudi karşıtı ayaklanmalar patlak verdi. Yahudilerin mülklerine el konuldu, mal varlıkları donduruldu. Birçok vakada koşullar o kadar düşmanca bir hal aldı ki Yahudiler ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. 

Diğer durumlarda ise Yahudiler Arap dünyasını istedikleri için terk ettiler. Bazıları Kutsal Topraklara dönmek için derin bir dini özlem duyuyordu. Ayrıca, Siyonist temsilciler 1940’ların başından beri bu ülkelerde faaliyet göstererek Yahudileri göç etmeye teşvik etmeye çalışıyordu. 

Başka bir deyişle, hem itme hem de çekme vardı. Net sonuç, Orta Doğu ve Kuzey Afrika Yahudilerinin yeni kurulan İsrail devletine göçü oldu. 

Mizrahi Yahudileri için İsrail’de hayat nasıldı? 

Siyonist elçiler Mizrahilere İsrail’de daha iyi bir yaşam bulacaklarına dair söz vermiş olsalar da, gerçekte bu Yahudileri büyük bir hayal kırıklığı bekliyordu. 

Her şey uçaktan iner inmez başladı. Önce “dezenfekte etmek” ve “temizlemek” için üzerlerine böcek ilacı DDT püskürtüldü. Daha sonra ma’abarot olarak bilinen, elektrik, temiz su veya temel sağlık hizmetleri olmayan çadır kentlerden oluşan transit kamplarda yaşamaya gönderildiler. 

Daha sonra, kalkınma kasabaları olarak bilinen, kalıcı konutlar sunan ancak çok az altyapı veya ekonomik fırsat sunan yoksul kasabalara taşındılar. 1950’ler boyunca İsrail, hem Arap dünyasından hem de Avrupa’dan akın eden göçmenler için yeterli konut inşa etmekte zorlandı, ancak Avrupalı Yahudilere daha cazip şehirlerde daha iyi konutlar verildi.  

Çünkü iktidardaki Aşkenaz elitinin gözünde Avrupalı Yahudiler zaten medeniyken Mizrahi Yahudileri ilkeldi – ya da Mizrahi entelektüel Eliyahu Eliachar’ın deyimiyle “beyaz adamın yükü”ydüler.

Bu tutumun acı bir örneğini görmek için “Yemenli Çocuklar Meselesi” olarak bilinen olayı ele alalım. 

1948 ve 1954 yılları arasında, 1.500 ila 5.000 arasında Mizrahi çocuk – çoğunlukla Yemenli çocuklar – ya doğumdan hemen sonra ya da tıbbi bir sorun için doktora götürüldüklerinde İsrail hastanelerinde kayboldu. Ailelere çocukların öldüğü söylendi, ancak hiçbir kanıt sunulmadı. Bazı Mizrahi Yahudileri bebeklerin çocuksuz Aşkenaz çiftlere verildiğine inanıyordu. 

Son yıllarda bu iddialar DNA testlerinin yardımıyla doğrulanmıştır. İsrail hükümetinin olayı soruşturmakla görevli bakanı, birkaç yıl önce kaçırma olayının gerçekleştiğini açıkça kabul etti. 

Tanıklıklar, hastane personelinin Mizrahi Yahudilerinin çok fazla bebeği olan uygunsuz ebeveynler olduğuna inandıkları için çocukları kaçırdıklarını gösteriyor. Onlara göre çocukları Aşkenaz çiftlere vermek, “geri kalmış” Mizrahi etkisinden arınmış yeni bir vatandaş nesline sahip olacak genç İsrail devleti de dahil olmak üzere herkese iyilik yapmak olacaktı.  

Yemen kökenli 76 yaşındaki Yona Musa, 2016 yılında İsrail’deki evinde kocasıyla birlikte çekilmiş bir portresiyle poz veriyor. Musa, bebeklerinin kaçırıldığını söyleyen binlerce İsrailliden biri. Getty Images aracılığıyla AFP

Mizrahi Yahudilerinin “medeni” olmalarını ve kültürlerinden sıyrılmalarını talep eden sadece eski Avrupa Oryantalist ideolojisi değildi. Bu aynı zamanda İsrail’e özgü siyasi bir gerçekti. İsrail’in kurulmasına yol açan 1948 savaşında – ki İsrailliler bunu Bağımsızlık Savaşı olarak, Filistinliler ise Arapça “felaket” anlamına gelen Nekbe olarak bilirler – komşu Arap ülkeleri İsrail’e saldırmıştı. “Arap”, “düşman” ile eş anlamlı hale geldi ve Yahudiler ile Araplar arasındaki sınırı bulanıklaştırma tehdidi oluşturan her şeyin ortadan kaldırılması gerekiyordu. 

Arap Yahudileri Arapsızlaştırma arayışındaki İsrail, sosyal bir kategori olarak “Mizrahi”yi icat etti. Artık bu Yahudiler “Arap”, “Lübnanlı” ya da “Suriyeli” gibi kabul edilemez tanımlamalara ihtiyaç duymayacaktı – hepsi sadece Mizrahi olacaktı. (Arap olmayan Farslar, Türkler ve Hintliler de “Doğulu” veya “Şarklı” olarak algılandıkları için Mizrahi şemsiye kategorisine dahil edilmişlerdir).   

Arap olan her şeye karşı duyulan tiksinti, Mizrahilerin daha önce onları geldikleri ülkelerdeki komşularıyla birleştiren ve İsrail’in artık düşman dili olarak gördüğü anadilleri Arapçadan vazgeçmeleri gerektiği anlamına da geliyordu. Bu acı verici kopuş belki de en iyi Faslı-İsrailli yazar Sara Shilo’nun sözleriyle ifade edilebilir: “İbranice bıçağı geldi ve bizi ikiye böldü.”

Mizrahi-Filistin dayanışmasının az bilinen büyüleyici tarihi 

Mizrahim öylesine yoğun bir ayrımcılıkla karşılaştı ki, bazıları kendilerini Siyonizm’in kurbanları olarak görmeye başladı ve memleketlerinde kalan aile üyelerini İsrail’e göç etmemeleri konusunda uyardı. Aslında Kuzey Afrika ve Asya’dan binlerce Yahudi İsrail’i terk edip eski ülkelerine geri döndü. 

1951’deki unutulmaz bir protestoda Hintli Yahudiler ölümüne bir açlık grevi ilan ettiler ve İsrail’den tek bir talepte bulundular: “Bizi buraya siz getirdiniz – bizi geri göndermenizi istiyoruz.” İsrail sonunda onları Bombay’a geri uçurdu.  

Ancak Mizrahi Yahudilerinin çoğu İsrail’de kaldı. Göçmenlerin yaptığını yaptılar: Asimile olmaya çalıştılar. Bu, sosyal sermaye satın almak için Araplıklarından vazgeçmek anlamına geliyorsa, öyle yaptılar.

Ancak direnenler de vardı. Mizrahi entelektüeller Siyonist ideolojiyi analiz ettiler ve bu ideolojinin sömürgeciliğin asil, Oryantalizmin ise ayrıcalıklı olarak görüldüğü 19. yüzyıl Avrupa milliyetçi düşüncesinden doğduğunu savundular. 

Sonuçta, 1900’lerin başında Herzl bir Yahudi devleti kurma konusunda destek almak için İngilizlere başvurmuştu çünkü kendisinin de dediği gibi, “modern dünyada sömürgeci yayılmanın gerekliliğini ilk fark eden” İngiltere olduğu için “sömürgeci bir fikir olan Siyonist fikir İngiltere’de kolay ve hızlı bir şekilde anlaşılmalıdır”. Sömürgecilik dünyayı “medenileştirmenin” bir yolu olarak tasvir edildi. İsrail’in ilk başbakanı David Ben-Gurion hiç utanmadan “İsraillilerin Araplaşmasını istemiyoruz. Bireyleri ve toplumları yozlaştıran Levant ruhuna karşı mücadele etmekle yükümlüyüz.” demekteydi.

Bu ideoloji göz önüne alındığında, Siyonizm’in Arapları – ister Yahudi ister Filistinli olsunlar – medeniyetsiz vahşiler olarak göstermesi şaşırtıcı değildi. Mizrahi entelektüelleri, aynı ideolojinin her iki gruba da baskı yaptığını fark etti. Ve böylece bir dayanışma hareketi oluşturdular. 

1953 yılında Arapça konuşan entelektüeller, Mizrahi Yahudileri ve Filistinliler tarafından yazılan şiir ve kurguları yayınlayan al-Jadid adlı bir dergi kurdular. Bryan K. Roby’nin The Mizrahi Era of Rebellion adlı kitabına göre, editörler “Arap-Yahudi dayanışması [kurma] ruhuyla” Mizrahi ve Arap karşıtı ayrımcılığa ışık tutmak istediklerini söylediler.

Bu dayanışma sokaklara kadar uzandı. Mizrahiler ve Filistinliler, “Ekmek – İş – Barış” ve “Birleşik ve ısrarlı bir mücadele için” yazılı pankartlar taşıyarak halk protestolarında bir araya geldiklerinde, İsrail polisi ağır güç kullanarak karşılık verdi. 

Sadece birbirleriyle konuşmak bile riskli bir işti. Roby’nin belgelediği üzere, bir subay güneydeki Beerşeba kentinde Mizrahi ile konuşan bir Bedevi Arap’a “Sizin için kenti ziyaret etmek serbest, ancak halkla konuşmanız doğru değil” demişti.

Roby’nin “hükümetin Filistinli ve Mizrahi vatandaşlar arasında karşılıklı nefret tohumları ekmeye yönelik böl ve yönet çabaları” olarak tanımladığı şeye rağmen, Irak doğumlu yazar Latif Dori gibi Mizrahiler de Yahudi ve Arap halkları arasında “bir anlayış köprüsü” kurmak için Mizrahi ve Filistinli gençler için ortak bir sosyalist gençlik hareketi kurulması çağrısında bulundu. Dori, “milliyetçi dalgaların önünde el ele” duran “iki kardeş halk” için olumlu bir gelecek yaratmanın tek yolunun “ortak mücadelemiz” olduğunu yazdı.

Mizrahi entelektüel Eliyahu Eliachar 1975’te verdiği bir röportajda “Siyonist hareketin asıl günahı, Doğu’nun bir parçası olan anavatanımıza dönerken, içinde yaşamak istediğimiz Ortadoğu’dan kendimizi uzaklaştırmak için elimizden gelen her şeyi yapmış olmamızdı” diyordu. Başka bir yerde de şöyle yazmıştı: “Nihayetinde [Mizrahi] sorunu Arap sorunuyla yakından bağlantılıdır: çünkü ancak İsrail diğer şeylerin yanı sıra bir Doğu ülkesi olduğunu kabul edebildiği zaman İsrailliler kendilerini Araplarla yapıcı bir karşılaşmaya hazırlayabileceklerdir.”

Budapeşte’de Filistin Kurtuluş Örgütü’nün üst düzey yetkilileriyle barış görüşmeleri yürüten İsrail heyetinin başkanı Charlie Biton (solda), 14 Haziran 1987’de Tel Aviv’e vardığında Latif Dori tarafından kucaklanıyor.  Getty Images aracılığıyla AFP

Mizrahiler o günlerde ezilen bir başka gruba da yakınlık duyuyordu: Afrikalı Amerikalılar. Aşkenazlar, ağır işlerde çalıştırdıkları Mizrahilere sık sık aşağılayıcı bir şekilde “shvartse khaye” yani siyah hayvanlar diyorlardı. Bu yüzden “siyahlıklarını” geri kazandılar ve ABD sivil haklar mücadelesinden ilham aldılar. 

Öyle ki 1970’lerde Mizrahiler sosyal adalet için mücadele etmek üzere İsrail Kara Panter hareketini kurdu. Dönemin Başbakanı Golda Meir’in “onlar iyi insanlar değiller” şeklindeki ünlü şikayetine rağmen, Panterler hükümetin yoksulluk ve yetersiz barınma ile mücadele için Mizrahi topluluklarına en azından bir süreliğine kaynak aktarmasını sağladı. Kızına siyasi aktivist Angela Davis’in adını veren Panter lideri Charlie Biton, İsrail politikalarından mağdur olanları bir araya getirmek için Filistin Kurtuluş Örgütü üyeleriyle bir araya geldi

Mizrahi perspektifinden sömürgecilik, yerlilik ve ulus olma

Yine de birçok Mizrahi için amaç bir Yahudi vatanı fikriyle mücadele etmek değil, özünde sömürgeci ve ırkçı olarak gördükleri Aşkenaz Siyonizmiyle mücadele etmekti. Göç etmekle sömürgeleştirmek arasında bir fark olduğunu kabul ediyorlardı ve Yahudilerin atalarının topraklarında yaşamak için geri dönmelerinde, orada yaşayan Filistinlileri mülksüzleştirmedikleri veya sömürmedikleri sürece bir sorun görmüyorlardı. 

Bu görüş, Yahudi yerleşiminden önce Filistin’i “topraksız bir halk için halksız bir toprak” olarak tanımlayan erken dönem Siyonist sloganıyla tam bir tezat oluşturuyordu. 

Bu sloganın gerçekte ne anlama geldiğini anlamak için bir an durmaya değer. İlk Siyonistler Filistin’in tam anlamıyla ıssız bir çöl olduğunu düşünmüyordu – Herzl ziyaret ettiğinde yerel Arapları kendi gözleriyle gördü ve onları “yerli halk” olarak adlandırdı. 

Aslında, 1900’lerin başında bu topraklara yerleşen Avrupalı Yahudiler yerlileri yerli otantikliğin sembolleri olarak romantikleştirdiler, öyle ki genç Siyonistler için Bedevi çoban kıyafetleri giymek ve İbranicelerine Arapça ifadeler serpiştirmek modaydı. Daha sonra birinin yazdığı gibi, “onlar gibi olmak için can atıyorduk… onlar gibi konuşmak, onlar gibi yürümek, her şeyde onları taklit ediyorduk… Onları yerlinin modeli olarak görüyorduk.” 

Açıkçası, bu topraklarda zaten insanlar vardı. Ancak ilk Siyonistlerin çoğuna göre, ortada bir halk yoktu. Herzl onları “karışık bir kalabalık” olarak adlandırıyordu; tutarlı bir etnik gruptan ziyade farklı nüfusların bir araya gelmesinden oluşan bir yığın. 19. yüzyıl Avrupa ulus-devlet inşası mantığına göre, yalnızca birleşik bir ulus milliyetçi bir hak iddia edebilirdi, bu nedenle yerel Arapların heterojenliği, toprak üzerinde yerlilikleri temelinde sahip olabilecekleri her türlü hakkı geçersiz kılıyordu.

Aşkenaz Siyonistler, Arapları güçten yoksun oldukları sürece romantik idealler olarak görmekten memnundu ancak Filistin’de Yahudi devletine karşı çıkarak çok fazla tehdit oluşturduklarında onları “öteki” olarak yeniden inşa edeceklerdi. Böylece Siyonistler İsrail’in kuruluşundan önce Araplar gibi davranırken, sonrasında onlara karşı ayrımcılık yapmaya başladılar.  

1900’lerin başında Filistin’de küçük bir yerleşimi koruyan Bedevi çoban kıyafetli bir Siyonist muhafız. Getty Images aracılığıyla Universal Images Group

Bu arada Aşkenaz Siyonist hareketi, milliyetçi bir iddiada bulunmak için birleşik bir Yahudi halkı yaratmaya çalışıyordu. Bunu başarmak için, Mizrahileri Arap kimliğinin tüm işaretlerinden arındırmak zorundaydı ki bu da birlik resmine meydan okuyordu. Ancak bu paradoksal bir şekilde, halk olmanın sabit bir öz değil, istenildiğinde çıkarılabilecek parçaları olan, imal edilmiş bir yapı olduğunu gösterdi. Yerlilik ve ulusallık, günün siyasi ihtiyaçlarına göre sürekli değişen, sosyal olarak inşa edilmiş kategorilerdi.

Mizrahi entelektüeller Araplığı kötülerken Yahudiliği yüceltmeyi reddettiler. Tek bir ulusun tepede olduğu bir ulus-devlet inşa edecek bir Siyonizm biçimini kabul etmek yerine, bu topraklarda yaşayan herkese eşit haklar tanıyacak bir reform için bastırdılar. Bu tür bir evrenselci vizyona giden tek yol, Herzl’in Yahudilerin “barbarlığa karşı medeniyetin bir ileri karakolu” olmak için orada oldukları fikrinden vazgeçmek olacaktı. 

Ancak 1970’lere gelindiğinde, tarihsel olaylar herkese eşit haklar sunabilecek bir İsrail versiyonunu hayal etme alanını daraltmıştı. 1967 Arap-İsrail savaşında İsrail, Ürdün’den Batı Şeria’yı, Mısır’dan Gazze ve Sina Yarımadası’nı ve Suriye’den Golan Tepeleri’ni ele geçirerek kontrolü altındaki toprakları büyük ölçüde genişletti. Yeni işgal edilen topraklarda yaklaşık 300.000 Filistinli yerinden edildi ve milyonlarca Filistinli, İsrail askeri işgali altına girdi. İsrail daha sonra Sina’yı geri vermiş olsa da, diğer bölgeler üzerinde farklı derecelerde güç sahibi olmaya devam etti. 

Bugün Yahudi-Filistin dayanışması romantik bir hayalden öteye geçebilir mi? 

Tarihlerine bakarak Mizrahi Yahudilerinin bugün İsrail solu ile ilişkilendirilmesini bekleyebilirsiniz. Ancak durum böyle değil: Pek çok Mizrahim artık sağ görüşlü. Aslında, Mizrahilerin yörüngesini anlamadan İsrail’in sağa kayışını ve şahin Likud partisinin yükselişini anlamak imkansızdır. Peki, ne oldu?

Öncelikle, 1948 sonrası Arap ülkelerinden kovulma deneyimi doğal olarak pek çok Yahudi’nin Arap dünyasına karşı hislerini bozdu. Ayrıca, İsrail’e geldikleri andan itibaren, ayrımcılık deneyimi Mizrahim’e sosyal statü kazanmanın Araplığı reddetmeye bağlı olduğunu öğretti. 

Ve bunu reddetmenin en milliyetçi ve en Arap karşıtı olmaktan daha iyi bir yolu var mı? 

Mizrahi antropolog ve Wrapped in the Flag of Israel kitabının yazarı Smadar Lavie‘nin bana söylediği gibi, “Tek seçeneğiniz ırksal saflığınızı göstermekse- iyi bir Yahudi olduğunuzu kanıtlamanız gerekir, bu da milliyetçi bir Yahudi olduğunuz anlamına gelir – o zaman yapacağınız şey budur.” 

Ancak işin içinde başka bir faktör daha vardı. İsrail varlığının ilk otuz yılında, kökleri hem sosyalizme hem de Aşkenaz Siyonizm’ine dayanan İşçi Partisi tarafından yönetildi. Pratikte bu, Filistinlileri topraklarından sürerken ve Mizrahilere (bir kibbutza üye olmaktansa ucuz işçi olarak işe alınma olasılığı daha yüksekti) karşı ayrımcılık yaparken bile kibbutz – Siyonizm’in ilk günlerine kadar uzanan bir tür ütopik tarım komünü – gibi solcu kurumları inşa etmek anlamına geliyordu. 

Mizrahim’in karşılaştığı “solculuk” versiyonu buydu. Birçoğu için, kendilerini ezen Aşkenaz Siyonistleri temsil eden İşçi Partisi’ni desteklemeye devam etmek son derece cazip olmayan bir ihtimaldi. 

Bu arada, Filistinlilere karşı daha da sert bir yaklaşımı tercih eden İsrail sağı, solun Mizrahilere karşı ayrımcılığını stratejik olarak kendi lehine kullandı. 1950’lerden 1970’lere kadar, Mizrahilere somut faydalar ve yukarı doğru hareketlilik vaat ederek onlara yatırım yaptı. 

Bu durum 1977’de Mizrahilerin Menachem Begin liderliğindeki sağcı Likud Partisi’ne oy vererek iktidardaki İşçi Partisi’nin iktidardan düşmesine yardımcı olduğu tarihi bir seçimle doruğa ulaştı. Mizrahiler Likud’a bağlanırken, onun bazı siyasi görüşlerini de benimsedi. 

Bugün Likud’un başında, Filistin devleti fikrine karşı çıkan ve İsrail yerleşimlerinin mantar gibi çoğalmasına başkanlık ederek bir Filistin devletinin kurulabilirliğini baltalayan Netanyahu bulunuyor. Aşkenazlara kıyasla ekonomik olarak dezavantajlı durumda olan Mizrahiler, Netanyahu’nun tabanının önemli bir bölümünü oluşturuyor. 

Elbette bazı solcu Mizrahiler de var. Bugün Aşkenazi ağırlıklı olan İsrail soluyla güçlerini birleştirmeye çalıştılar. Ancak birçoğu bana yabancılaştıklarını, Aşkenazların İsrail’deki ırk ayrımcılığının mirası olan yoksulluk ve konut eşitsizliği gibi kendileri için önemli olan konuları görmezden geldiklerini hissettiklerini söyledi. 

“Barış hareketinin bir parçası olmayı gerçekten istedim. Ama barış hareketinin beni istediğinden emin değilim” diyen Sapir Sluzker-Amran, konuştuğum Mizrahi aktivistlerden biri ve sol tarafından dışlandıklarını, hor görüldüklerini ya da simgeleştirildiklerini hissettiklerini söyledi. 

Bu Mizrahiler, 1990’larda Mizrahi Demokratik Gökkuşağı Koalisyonu, 2019’da Duvarları Yıkmak ve 2023’te Mizrahi Sivil Kolektifi gibi kendi gruplarını kurarak Filistinlilerle dayanışmanın eski vizyonunu periyodik olarak yeniden başlatmaya çalıştılar.

Bu son gruba liderlik eden Mizrahi insan hakları avukatı Netta Amar-Shiff, İsraillilerin geleceğinin Filistinlilerin geleceğine bağlı olduğunda ısrar ediyor, zira uzun süren çatışma her iki halkı da tehlikeye atıyor. “Filistinliler güvende değilse benim de güvende olmayacağımı biliyorum. Ya karşılıklı garantili yıkım ya da karşılıklı garantili kurtuluş,” diyerek 1950’lerin entelektüellerine çok benziyor. 

Ancak o zaman olduğu gibi şimdi de bu Mizrahi köprü kurucu gruplar kaynak sıkıntısı çekiyor. Orit Bashkin bana “Dayanışmayı canlı tutan bir azınlık her zaman vardır” dedi. “Ancak şu anda, çok küçük istisnalar dışında, bu dayanışma aşağı yukarı ölü durumda.”

Mizrahiler İsrail’deki Yahudilerin en büyük bölümünü oluşturduğundan, bu durum İsrail’in barış umutları için kötü bir işaret. Sadece Mizrahiler de değil, yıllar içinde İsrail halkı bir bütün olarak sağa kayıyor.

Birkaç yıl önce Sluzker-Amran, protesto broşürlerinden geçmişteki entelektüellerin yazılarına kadar Mizrahi tarihiyle ilgili materyalleri barındıran halka açık bir arşiv oluşturdu. İnsanların Mizrahi deneyimiyle gerçek bir hesaplaşmaya girmesini istiyor. Bu deneyim, İsrail’in bir Arap halkıyla bir arada yaşamayı hayal edememesine neden olan Aşkenaz Siyonist ideolojisinin belirli yönlerini ortaya koyuyor. 

Işığı yeniden kıran üç taraflı bir prizma gibi, İsrail’e Filistinlilerin, Aşkenazların ve Mizrahilerin üçgen tarihiyle bakmak, sorunu doğru bir şekilde aydınlatılmış olarak görmemizi ve böylece çözüme doğru el yordamıyla ilerleyebilmemizi sağlar.        

Sluzker-Amran, “Her zaman tüm topluluklar için adalet peşinde koşan bir hareket inşa etme şansına sahip olmak istedik – Filistinliler bunun büyük bir parçası olacaktı” dedi. “Ama bu deneyi gerçekten yapma şansımız hiç olmadı. Her zaman arşivde oturuyormuşuz gibi hissediyorum.” 

Daha fazla insanın Mizrahi dayanışma vizyonunu kendisi gibi görmesini umuyor: denenmeyi bekleyen büyük bir deney olarak.

Gönüllü katkılarla yayınını sürdüren -Avlaremoz’da, sizlere daha çok içerik sunabilmek adına çeviri esnasında “DeepL” yardımcı araç olarak kullanılmış ve içerik Ozan Ekin Gökşin tarafından yayına hazırlanmıştır.