7 Ekim saldırılarının en çok yankı bulduğu ülkelerden birisi de Almanya. Saldırıların gerçekleşmesinden hemen sonra, bir taraftan Holokost kaynaklı “tarihi bir sorumluluk” olarak İsrail’e şartsız destek en üst düzeyde açıklandı diğer taraftan 2008’de dönemin Şansölyesi Angela Merkel’in Knesset’de İsrail’in güvenliğinin Almanya için “varlık nedeni” olduğunu belirtmesi hatırlatıldı. Devamında ülke çapında İsrail’e destek eylemleri gerçekleştirilmeye başlandı ve Almanya’nın farklı şehirlerinde milyonlarca kişi bu eylemlere katıldı. Hükümet ise İsrail’in askeri operasyonlarının başlamasından sonra gerçekleştirilen Filistin yanlısı eylemleri bir süre yasakladı. Bu eylem yasağı kısa bir süre sonra kaldırılsa da ırkçı parti AfD’nin anketlerde en çok oy alan ikinci parti çıktığı bu günlerde, ülkeye Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerden gelen göçmenlere antisemit yaftası kolayca vurulabiliyor. Dolayısıyla 7 Ekim’in Almanya’da son yıllarda yükselişe geçen yabancı düşmanlığının artması gibi bir etkisi de oldu.
Türkiye’den 2018 yılında Almanya’ya göç etmiş olan 43 yaşındaki İzel ile online olarak gerçekleştirdiğimiz görüşmede 7 Ekim sonrasını Almanya’da Türkiyeli bir Yahudi olmak, Almanya’da bu süreci İsrail’e eleştirel bakarak geçirmek, Holokost hafızası, antisemitizm ve anti Siyonizm perspektiflerinden konuştuk.
İlk olarak biraz kendinden bahsetmeni isteyeceğim. Türkiye’den Almanya’ya göç etme sürecini anlatabilir misin?
2018 yılında Türkiye’den Almanya’ya taşındık. Ben İstanbul doğumluyum, Sefarad bir aileden geliyorum. Ailem ben küçükken İsrail’e taşındı ve ilkokula kadar orada büyüdüm. Sonrasında ailem Türkiye’ye geri dönmeye karar verdi. Üniversiteyi yurtdışında okuduktan sonra geri döndüm ve çalışma hayatına girdim. Türkiye’de evlendim ve çocuğumuz Türkiye’de doğdu. Almanya’ya gelişimizde Gezi’den darbe sonrasına uzanan süreç etkili oldu diyebilirim. O dönemde yolsuzluklar, skandallar ve giderek yükselen bir politik gerginlik vardı. Türkiye’ye dair kötümser bir ruh hâli içerisindeydik. Çocuğu olunca insan biraz daha geleceğe dönük düşünüyor. Her geçen yıl göç kararını vermenin daha da zorlaşacağını biliyorduk. Bu arada Almanya’ya gelmeden birkaç yıl önce eşim Portekiz ben ise İspanyol vatandaşlığı almıştık. Değişik seçenekleri değerlendirdikten sonra Almanya’ya taşınmaya karar verdik.
‘Politik görüşlerim oturdukça ve konu hakkında farklı görüşleri öğrendikçe, giderek İsrail’in devlet politikalarına dair daha sorgulayıcı bir bakış edindim.‘
Neden Almanya, İsrail de kolay bir göç rotası olabilirdi?
İsrail’e dair çocukluğumdan kalma güzel anılarım var. Her ne kadar ailem ben küçükken Türkiye’ye dönmüş de olsa, İsrail’le ilişkimiz kopmadı. Orada yaşayan akrabalar, tanıdıklar, arkadaşlar, ailemde İbranice konuşulması, İsrail pop müziği ve benzeri kültürel bağlar bu açıdan çok önemliydi. Ama günümüzden değerlendirdiğimde sadece Yahudiler için bir devlet olması durumunu sorunlu buluyorum. Tabii bunun bir tarihsel süreci var, bunun da son derece farkındayım. İlk gençlik yıllarımda İsrail, Holokost ve antisemitizm konuları özellikle çok ilgimi çekiyordu. Ancak politik görüşlerim oturdukça ve konu hakkında farklı görüşleri öğrendikçe, giderek İsrail’in devlet politikalarına dair daha sorgulayıcı bir bakış edindim. Bu benim için kolay bir süreç olmadı. Mesela son gidişlerimden birinde orada yaşayan akrabalarımın evinde kaldım, Batı Şeria’daki duvarın yakınlarında kontrol noktasını gören çok güzel bir evde yaşıyorlardı, site gibi. Sürekli duvarı ve kontrol kulesini görmenin onları huzursuz edip etmediğini sordum. “Buralar çok sakin, orada olup bitenler bizi etkilemiyor, günlük hayatta düşünmüyoruz bile” demişlerdi. Bu tür cevaplardan çok etkilenmiş ve “demek ki burada ancak böyle yaşanabiliyor” diye düşünmüştüm. Bu benim vicdani olarak kaldırabileceğim bir durum değil. Ayrıca sürekli savaş ve terör tehdidi altında olan küçücük bir ülkeye taşınıp geleceğimi burada kurmak istemedim. Sonrasında eşimle şartları değerlendirdik ve Almanya’nın hem iş, hem de çocuk büyütmek için çok daha içimize sinen bir seçenek olduğuna karar verdik. Son dönemde Almanya’ya pek çok arkadaşımın taşınmış olması da bunda etkili oldu.
İsrail’e dair ailenin genel olarak yaklaşımı nasıldı?
İsrail’e çok derinden bağlılıkları vardı, evlendikten sonra oraya göç edip yaşam kurmaya çalışmışlardı. Yine de yeri geldiğinde bu konuda eleştirel ve sorgulayıcı olabiliyorlardı. Örneğin Begin’i de Ehud Barak’ı da eleştirdiklerini hatırlıyorum. Benim gençlik heyecanıyla ateşli bir şekilde savunduğum kalıp sağcı söylemleri sorgulamama neden olan da onlardır. Özünde İsrail’e ve kültürüne dair çok ilgililerdi diyebilirim.
‘Çözümün ne olduğunu bilmiyorum ama yıllar içinde sorun derinleştikçe ülke daha da sağa kayıyor, ayrımcılık ve baskı rejimi daha da görünür hâle geliyor.‘
7 Ekim gününe gidersek o güne dair neler söylersin? Nasıl haberdar oldun? İlk olarak neler hissettin?
O gün, “İsrail’de olanları gördün mü?” diye ablam beni aradı. Sosyal medyadan baktım, her zamanki saldırılardan birisi sandım başlarda. Olayın vahametini anlamam vakit aldı. Tüyler ürperticiydi. Orada yaşayan yakınlarımla, akrabalarımla iletişime geçtim, herkes için çok büyük travmaydı. Diğer taraftan içimden bu durumun bir şekilde patlaması kaçınılmazdı diye düşündüm. Bunu derken sadece Gazze’deki durumu kastetmiyorum. Yahudilere ait bir devlet fikri kağıt üstünde çok özgürleştirici de olsa, temelinde Yahudi nüfusun çoğunluğunu sürekli korumayı gerektiriyor, bu da ister istemez ayrımcılığı beraberinde getiriyor. Onca Filistinlinin yaşadığı küçücük bir toprak parçası üstünde bu durumun sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum. Çözümün ne olduğunu bilmiyorum ama yıllar içinde sorun derinleştikçe ülke daha da sağa kayıyor, ayrımcılık ve baskı rejimi daha da görünür hâle geliyor. Çok üzücü bir durum. 7 Ekim sonrasındaki bir iki hafta boyunca çok çelişkili hisler içerisindeydim. Ancak İsrail’in tepkisi o kadar hızlı ve sert oldu ki, durumu sindirmeye, travmayı ve yası yaşayabilmeye fırsat olmadı. Aylar sonra geldiğimiz noktada kazananı olmayan korkunç bir tablo var. İsrail hükümeti ve savaş taraftarlarında Filistinlilerin yaşadığı vahşeti yok sayan korkunç bir duyarsızlaşma görüyorum.
İsrail’de bu saldırılardan etkilenmiş yakının var mı?
Arkadaşları öldürülen veya kaçırılan tanıdıklarım var. Ülke küçük bir nüfusa sahip olduğu için herkese bir şekilde dokunuyor bu durum. Gazze’de kara harekatına giden veya rezervist olarak askere alınan tanıdıklarım var.
‘Almanya’da antisemitizm toplumsal olarak büyük bir tabu olarak görülüyor. Burada esas baskı daha ziyade İsrail’i eleştiren kesim üstünde.’
7 Ekim sonrasında nasılsın, etkilenen yakınların var mı gibi arayıp soranlar oldu mu?
Çok fazla insan arayıp sordu. Hatta etrafımdaki çoğu kişinin İsrail’in müdahalesine karşı olduğunu bildiğim için buna çok şaşırdım. Bunu olumlu anlamda söylüyorum. İnsanların beni birey olarak görebilmeleri, olup bitenlerden etkilenen tanıdık ve akrabalarım olabileceğini düşünebilmeleri çok değerliydi. Empatinin kolay olmadığı bir dönem.
7 Ekim sonrasında herhangi bir antisemit saldırıya maruz kaldın mı? Almanya’daki durumu Türkiyeli bir Yahudi olarak nasıl anlatırsın?
Yok, herhangi bir antisemit bir durumla karşılaşmadım burada. Bu Almanya’da antisemitizm olmadığı ya da artmadığı anlamına gelmiyor. Almanya’da antisemitizm toplumsal olarak büyük bir tabu olarak görülüyor. Burada esas baskı daha ziyade İsrail’i eleştiren kesim üstünde. Pek çok insan Gazze’deki savaşı eleştirdiği için işinden oldu, ekonomik ve sosyal baskılara maruz kaldı, yürüyüşlere polis müdahaleleri yaşandı. Judischen Stimme gibi savaş karşıtı Yahudi örgütlerin bile örgütlerin banka hesabı donduruldu. Bütün bunlarda İslamofobi ve göçmen karşıtlığının da önemli rolü var. Ayrıca Almanya’nın geçmişinde tarihin en büyük Yahudi soykırımı var. Antisemitizm konusundaki hassasiyetleri bu travmanın sonucu ve bu sebeple hep İsrail’in yanında olma ihtiyacı duyuyorlar. Antisiyonizmle antisemizim eş değer tutulabiliyor.
Türkiye’de bir azınlık olarak 7 Ekim’i yaşamakla, Almanya’da bir azınlık olarak yaşamak çok farklı. Türkiye’de durumu Müslüman-Yahudi çatışması olarak gören insanların fazla olması, çoğu zaman antisemit söylemlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Radikal İslamcı söylemler araya giriyor. Öfke hemen Türkiye’deki Yahudilere yöneliyor. Bu arada yeri gelmişken, Türkiye Yahudi cemaatinde 7 Ekim sonrasındaki İsrail’in tutumuyla ilgili pek çok farklı görüş olduğunu biliyorum. Örneğin İsrail’in yanında olmakla birlikte Gazze’de yaşanılan vahşete dair eleştirel pek çok tanıdığım var. Ama sessizlik kültürü içinde de bunu nasıl ifade edecekleri konusunda bir sıkışmışlık içinde olduklarını düşünüyorum.
‘İsrail hükumetine dair eleştirilerim var, bunu dillendirmek istiyorum. Ama bir yandan da “iyi Yahudi” olma hali de ağırıma gidiyor.’
Bu rahatsızlığı ya da sıkışmışlığı biraz ayrıntılandırabilir misin? Mavi Marmara gibi kriz anlarında, toplumun Yahudilerden İsrail karşıtı bir pozisyona geçmelerini ve sadakatlerini İsrail karşıtlığına endekslemeleri bir durum mu?
Türkiye’de Yahudi olarak toplumsal arenaya çıkıp bir söz söylemek başlı başına bir cesaret gerektiriyor. Mavi Marmara gibi kriz dönemlerinde, her zaman şu çelişkiyi yaşadım: Evet, İsrail hükumetine dair eleştirilerim var, bunu dillendirmek istiyorum. Ama bir yandan da “iyi Yahudi” olma hâli de ağırıma gidiyor. Örneğin İsrail hakkında pozitif bir şey söylemek istediğim zaman söyleyebiliyor muyum? Türkiye’de bir Yahudi olarak bu konuda kendimi ifade etmekte özgür hissediyor muyum, yoksa korku içinde mi yaşıyorum? Örneğin Türkiye’de İsrail karşıtı bir yürüyüşe gittiğimi düşünemiyorum. Almanya’da bu durum çok farklı. Öncelikle burada çok sayıda İsrailli göçmen var, pek çoğu da antisiyonist. Buraya ilk taşındığımızda kızımı Pesah için sinagoga götürmüştüm. Pesah’ın hikayesi çok milliyetçi bir perspektiften anlatılıyordu. Bir noktada da sinagogda daha sol perspektifi olan, antisiyonist bir ebeveyn grubuyla tanıştık. Çoğu İsrailliydi. Belli aralıklarla buluşup çocuklarını bir araya getiriyorlardı, biz de katıldık. Çok ilginç bir deneyimdi. Netanyahu’ya karşı yürüyüşlerin yapıldığı dönemde fikirlerini merak edip sordum. “Neyin demokrasisini savunuyorlar? Kimin demokrasisi? Buna destek vermektense, Batı Şeria’da yerleşimcilerin Filistinlilere karşı yaptığı pogromu protesto etmek çok daha anlamlı, giderim Filistinli kardeşlerimin yanında yürürüm onun yerine” gibi cevaplar aldım. Bunlar Türkiye’de alışkın olmadığım söylemler, çok etkilendim ve üstüne düşündüm. Almanya’da karşılaştığım İsraillilerin çoğu, İsrail’e dair inançlarını tümden kaybetmiş kişiler ve bunu çok sert şekilde ifade edebiliyorlar. Bu da benim çok yabancı olduğum bir profil.
‘İlk günlerde Filistin yanlısı gösteri yapmak yasaktı, çocukların okullarda bu konuya dair düşüncelerini ifade etmesi konusunda birtakım kısıtlamalar vardı. Eşimle birlikte bununla ilgili bir imza kampanyasına destek verdik.’
7 Ekim sonrasındaki Almanya’daki İsrail yanlısı ya da Filistin yanlısı yürüyüşlere katıldın mı?
Katılmadım. Orada biraz Türkiye’den gelen bir yetiştirilme biçimiyle ilgili alışkanlıklar söz konusu. Türkiye’deki benim jenerasyonumdaki Yahudiler “fazla bir şeye bulaşma, çok ortalıkta görünür olma, başına bir şey gelmesin” gibi bir yetiştirilme tarzına sahip. Askerde derler ya, “ne fazla önde ne fazla arkada ol” diye, biraz onun gibi. Bu refleksler hâlen üstümde. Bir de benim büyüdüğüm dönem tam Refah Partisi dönemlerine denk geliyor, antisemitizmin dorukta olduğu dönemlerdi. Ayrıca kalabalık bir güruhun içerisinde olmak da kişisel olarak rahatsız ediyor beni. Türkiye’de toplumsal hareketlere çok sert müdahale edilir, Gezi deneyimi hafızamda çok taze. Almanya’da bu derece bir baskı yok yine de sosyal medya aracılığıyla kendimi ifade etmeyi tercih ediyorum.
Yaşadığın semtte bildiğim kadarıyla Arap nüfusu fazla. 7 Ekim sonrasında buradaki medyaya yansıyan birçok olay oldu. Orada yaşayan pro-İsrail olmayan birisi olarak neler hissettin?
Aktif olarak katılmadığım için protesto seslerini daha çok evimden duyuyorum. Birkaç kez metrodan çıkıp evime dönerken yürüyüşün ortasından geçmem gerekti. Genel olarak katıldığım sloganlar duyuyorum, o nedenle haklı buluyorum. Bu arada yürüyüşlere katılanlar arasında birçok Alman veya İsrailli göçmene rastlamak da mümkün. Örneğin bazı Almanlar bu yürüyüşlerde kendi devletlerinin sansür politikalarını protesto etmek için destek veriyor. İlk günlerde Filistin yanlısı gösteri yapmak yasaktı biliyorsun, çocukların okullarda bu konuya dair düşüncelerini ifade etmesi konusunda birtakım kısıtlamalar vardı. Eşimle birlikte bununla ilgili bir imza kampanyasına destek verdik.
Kendini sosyal medya ile ifade etmeyi tercih ettiğini söyledin, sosyal mecralardaki paylaşımlarından dolayı herhangi bir tepkiyle ya da linçle vs. karşılaştın mı bu süreçte?
Bir şeyler yazmaya karar verdiğimde ilk tepki eşimden geldi, ki aslında bu konularda benimle hemfikirdir: “Ailene bu konudaki görüşlerini açmıyorsun, sonra birden sosyal medyadan görüşlerini ifade ediyorsun, senin nasıl düşündüğünü buradan öğrenecekler, bana samimiyetsiz geliyor” dedi. Üzerine düşününce akrabalık ilişkilerinin kendine has bir dinamiği var, akrabalarımla politika konuşmuyorum, onlarla ilişkim politik mutabakat üzerine kurulu değil. Gerekiyorsa bu görüşlerimi de sosyal medyadan öğrensinler, ne fark eder dedim. Bunun üzerine eşim, yaptığım paylaşımlar sonrasında birçok tepki geleceğini ve sabah-akşam bu tepkilere karşılık vermek durumunda kalacağımı söyledi. Tabii aslında “yapma” demeye getiriyor. Neyse, en sonunda ben paylaşım yapacağım dedim. İlk paylaşımı yaptım ve ardından inanılmaz bir tepki bekledim. Hiçbir ses gelmedi. Tık yoktu. Ben de şaşırdım. Daha sonraki günlerde birkaç mesaj geldi. Ama yine de beklediğim gibi bir eleştiri yağmuruna tutulmadım. Bazı günler okuduğum haberlerin etkisiyle art arda paylaşımlar yaptım, karşı görüşü savunan birileri bunu görsün de benimle iletişime geçsin istedim, bir tartışma ortamı olsun diye provokasyon yapıyordum sanki. Benim için sesimi yükseltmek kolay olmadı, şimdi de tepki gelmemesi ağrıma gidiyordu. Sonunda hiç beklemediğim bir şekilde, annemle babamın başka bir ülkede yaşayan arkadaşlarından birinden tepki geldi. En uzun yazışmayı onunla yaptım.
Karşı tepki mi yoksa destekledi mi yazdıklarını?
Karşı tepki olarak yazdı. Zıt görüşlerimiz olmasına rağmen uzun uzun yazıştık, birbirimizi dinledik ve kendimizi ifade ettik. Yüz yüze geldiğimizde dahi bu kadar uzun konuşmamışızdır. Bence değerliydi. Ben diyaloğa inanan birisiyim, polemikçi değilim. Elimden geldiğince karşı düşüncelerden bir şeyler öğrenmeye açık olmaya çabalıyorum. Aslında sosyal medya paylaşımlarına başladığım ilk günlerde İsrail’de yaşayan bir arkadaşımdan ilginç bir tepki geldi, onu anlatabilirim. Politik görüşleri üç aşağı beş yukarı benimle aynı diyebilirim. Dedi ki “aşırı sağ ve militarist söylemleri ben de eleştiriyorum, söylediklerin çok doğru ama İsrail’de yaşanan travmayı anlaman lazım, ben bile zor mantığımı devreye sokuyorum, insanları anlamaya çalış”. Bana çok ilginç geldi.
‘Holokost’tan bugüne kadar en çok Yahudi’nin öldüğü saldırı” gibi söylemlerle bu saldırının Yahudilere karşı olduğu, İsrail’in Gazze operasyonunu eleştirenlerin antisemit olduğu ifade edildi. Bu noktada benim gibi farklı düşünen Yahudilerin sesini çıkarması çok önemliydi.‘
Sosyal medyada ne gibi paylaşımlar yapıyorsun örnek verebilir misin?
Sosyal medyayı seven biri değilim. Arada sırada politik veya kişisel bir şey paylaştığımda da bu kez dengeli olma sorumluluğu hissediyorum: “Madem X konuda paylaşım yaptın, o zaman Y konusunda da paylaşım yapman lazım, yoksa duyarlı olmadığın anlamına gelir”. Bunu takip edince bir anda kendini sosyal medya sarmalının içinde bulabiliyorsun. Ancak 7 Ekim sonrasında gördüğüm bazı paylaşımlar gerçekten damarıma bastı. “Holokost’tan bugüne kadar en çok Yahudi’nin öldüğü saldırı” gibi söylemlerle bu saldırının Yahudilere karşı olduğu, İsrail’in Gazze operasyonunu eleştirenlerin antisemit olduğu ifade edildi. Bu noktada benim gibi farklı düşünen Yahudilerin sesini çıkarması çok önemliydi.
Örneğin Gabor Mate’nin bir videosu vardı, söylediklerini dengeli bulduğum için paylaşmıştım. Soykırım kurtulanı olarak siyonizme dair sempatisini zaman içinde nasıl kaybettiğini anlatıyordu, ardından da son derece sakin bir ses tonuyla İsrail’e dair eleştirilerini dile getiriyordu. Neden bu videoyu seçtiğimi de kendi içimde sonradan sorguladım: Örneğin El Cezire bir şey yayınladığı zaman onu paylaşmaya çekiniyorum. Aslında kimlik politikalarını sevmiyorum, mesela Gabor Mate’nin soykırım kurtulanı olması onun politik görüşlerini haklı çıkarmaz. Bir diğer soykırım kurtulanı benim hiç katılmadığım şeyler söyleyebilir, bu durumda onu ne yapacağız? Yine de biliyorum ki bir soykırım kurtulanının veya bir Yahudi’nin konuşmasını paylaşmakla, El Cezire’nin paylaşımını yayınlamanın insanlar üzerinde yarattığı etki aynı değil. Benim öncelikle sesimi duyurmaya çalıştığım kitle kendi Yahudi cemaatimdeki insanlar.
“Bring Them Home” diye bir hashtag var. Kaçırılıp esir alınanların özgür kalmasını ben de istiyorum, ama bilinçli olarak bunu paylaşmaktan çekiniyorum. Bu slogan İsrail’in askeri operasyonunu sürdürmesini desteklemek amacıyla o kadar sık kullanıldı ki politize hâle geldi. Savaşta katledilen Filistinli çocuklar bir rakam olarak anılırken, kaçırılan İsraillilerin resimlerini paylaşmak ve yaşadıkları vahşeti en ince detayına kadar görülür kılmak bence bir çeşit duyarsızlaşma. İsraillerin yaşadığı travmayı büyük resmin içinde doğru şekilde ifade eden, Gazze’de yaşananları ya da olayın tarihselliğini yok saymayan paylaşımlar da yapıyorum.
Almanya’da olduğumuz için Holokost meselesinde biraz daha ayrıntıya girmek istiyorum. Holokost’un araçsallaştırıldığını düşünüyorsun. Holokost’un bu şekilde kullanılmasına dair düşüncelerin nasıl oluştu?
Lise dönemimde Türkiye’de Holokost anma günlerinin içerisinde aktif olarak yer aldım. Bu anmalarda bir atmosfer yaratılmaya çalışılarak, Holokost kurbanlarının neler yaşadığı anlatılmaya çalışılırdı. Karanlık bir atmosfer mesela ya da mumlar vs. Her sene daha fazla ne yapılabilir, insanların ilgisi daha fazla nasıl çekilebilir, daha dramatik ne yapabiliriz diye düşünülürdü. Giderek daha teatral bir hal almaya başladı bu anmalar. Dışarıdan başarılı görünüyordu ama diğer taraftan yapay bir hale geldiğini düşünmeye başladım. Bu tarz anmaların soykırımı anlamaya çalışmaktan ziyade, içini boşaltmaya ve bir klişeye dönüştürdüğünü hissediyordum. Liseden sonra eğitim için yurtdışına gittim ve bir kopuş oldu. Zamanla İsrail’deki ve batıdaki pek çok politikacının sürekli Holokost’a atıfta bulunması daha da dikkatimi çeker oldu. Son dönemlerde tartışılan yeni antisemitizm tanımı var örneğin, İsrail’e ve siyonizme dair eleştirileri de antisemitizm tanımı içerisine sokuyor. Bu tanımın ardındaki kurum International Holocaust Remembrance Alliance (IHRA). Savaş sırasında Polonya’daki Auschwitz Müzesi de konuyla ilgili oldukça tek taraflı açıklamalarda bulundu. Holokost tabii ki tarihsel bir olay olarak kalmamalı, günümüz bağlamında tekrar yorumlanmalı, ama bunu yaparken çok dikkatli olmamız gerekiyor.
‘Almanya’da el üstünde tutulan bir azınlıksın, burada Yahudi olduğunu söylediğin zaman güvenli bir alana geçiyorsun, ama Türklerle ilgili önyargılar devam ediyor.‘
Bu süreçte Almanya’da Türkiyeli bir Yahudi olmak nasıl? Paylaşabileceğin bir farklılık var mı?
Almanya’ya gelişimizdeki ruh halimizden bahsedeyim önce. Buraya ilk taşındığımızda Sefarad mezarlığı var mı diye baktık. Gelir gelmez mezarlık bakmak garip bir his. Biz Türkiye’ye mi gömüleceğiz, buraya mı? Bunu neden şimdiden düşünüyoruz diye sorduk birbirimize. Sonrasında bir sinagog aradık ki dindar değilizdir. Bir Aşkenaz sinagogu önerildi, oraya gittik birkaç kez. Haliyle Aşkenaz kültürü baskın. Dualar bizim bildiğimiz şekilde değil, yabancılaşma yaşıyorsun. Zaten Türkiye’deyken de sinagoga gitme amacımız dini değildi, daha ziyade çocukluğumuzdan beri tanışıklığımız olan insanlarla bir buluşma noktası olarak bakıyorduk.
Almanya’da Yahudi olduğunu söylediğin zaman bir çeşit pozitif ayrımcılıkla karşılaşıyorsun. Almanya’da el üstünde tutulan bir azınlıksın, burada Yahudi olduğunu söylediğin zaman güvenli bir alana geçiyorsun. Ama Türklerle ilgili önyargılar devam ediyor. Örneğin ilkokul döneminde çocuğumuzu kaydettirmek için bir okula başvurduk, ön görüşmeyle kabul ediyorlardı. Görüşme sırasında bir noktada eşimle mesleğimizi söyledik. Oldukça standart meslekler olmasına rağmen “çok ilginç” cevabını aldık. Kafalarındaki “Türk” imajına uymadığımız belliydi. Yıllardır Türkiyelilerle iç içe yaşayan bir toplum için bu tarz tepkileri biraz ırkçı buluyorum.
Bir de burada Erinnerung Kultur, yani hatırlama kültürü denilen bir şey var. 2. Dünya savaşında yaşananlarla yüzleşme hâlindeler. Sokakta yürüdüğünüzde toplama kamplarına gönderilen Yahudilerin adlarını sürekli size hatırlatan taşlarla karşılaşıyorsunuz. Burada tabii büyük bir toplumsal travma var, o travmayla hesaplaşabilmek için çeşitli yollar gündelik hayatta kendini gösteriyor. Bence yine de daha vakte ihtiyaç var, Gazze olayları sonrasında Almanya’da hâlen sağlıklı bir tartışma ortamı olduğunu düşünmüyorum.
‘Filistin halkının yanında dururken İsraillileri de gözü dönmüş caniler veya kolonyalist sömürgeciler gibi basit kalıplarla değerlendirmemek çok önemli.’
7 Ekim’den sonra yaşanan olaylar şu anda yaşadığın Almanya ve geçmişte yaşamış olduğun Türkiye açısından aidiyet hissini etkiledi mi? Kendini olduğun yerde güvenli hissediyor musun?
Giderek Türkiye’den kafaca uzaklaşıyorum, ama aidiyet açısından hâlâ benim için referans noktası. Almanya’yla öyle derin bir ilişkim yok. Hatta şartlar istediğim gibi olsaydı Türkiye’de yaşamak isterdim. İsrail konusunda ise hem geçmişte orada yaşamış olmaktan hem Yahudilikten hem de akrabalık ilişkilerinden dolayı duygusal bir bağım var. 7 Ekim bunu çok değiştirmedi. Almanya’da ayrımcılık var ama kendimi çok daha güvende hissediyorum. En azından Türkiye’deki gibi “sizinkiler bombalamış yine” muamelesine maruz kalmıyorum. Mesela yaşadığımız apartmanda çoğunlukla Türkiye kökenli Müslümanlar var, daha geleneksel bir kültürden geliyorlar. Bu nedenle son dönemde Yahudi kimliğimizle ilgili biraz daha çekimseriz. Ama herhangi bir olay yaşamadık.
Türkiye’deki 7 Ekim sonrası tartışmalardan bir tanesi tam da “sizinkiler” meselesi üzerinden gelişti. Türkiye Yahudileri İsrail’in doğal vatandaşlarıdır, İsrail’e gidip Gazzelilere karşı savaşıyorlar, bu insanların vatandaşlıkları iptal edilsin gibi söylemler birçok kesim tarafından dile getirildi. Bu konularda ne düşünüyorsun?
Maalesef çok alıştığımız durumlar. Dikkatimi çeken ve beni düşünmeye sevk eden bir olay da bir tartışma programında Dr. Hay Eytan Yanarocak’ın yayından çıkarılmasıydı. Eytan Türkiye-İsrail ilişkilerini yıllardır takip eder ve Türkiye’de doğup büyüdüğü için sıcak bir gündem olduğunda hep medyada kendisiyle röportajlar yapılır. Kendisiyle çok farklı, hatta neredeyse zıt politik görüşlere sahip olsam da, en azından İsrail’deki ana akım bakış açısını Türkiye’ye anlatmak adına çok değerli biri. Canlı yayında söylediği sözün bağlamından kopartılarak yayından çıkartılması bence Türkiye’de tartışma kültürünün eksikliğini çok net ortaya koyuyor. Ardından sosyal medyada hakkında yazılmadık antisemit küfür kalmadı. Zıt görüşte olduğum bir insanı savunmak garip geliyor, ama durum maalesef böyle. Farklı görüşlere tahammül edilemiyor, çok ciddi bir linç kültürü var.
‘Siyonizmi Yahudilikle bir tutmak antisemitizmin başka bir biçimi. Çünkü bütün Yahudileri aynı ideolojiye sahip bir politik grup olarak tanımladığın zaman, bir tek tipleştirme yapıyorsun.‘
Dünyada da durum pek farklı değil gibi. Epstein olayı, New York’taki tüneller gibi olaylar üzerinden orta çağdan kalma komplo teorilerinin görünürlüğünün artması ve bu tür örnekler üzerinden antisemitizmin yükselmesi hakkında ne düşünüyorsun?
Beni şahsen “antisemitizm” tanımının içinin boşaltılması daha çok rahatsız ediyor. İsrail karşıtlığını Yahudi karşıtlığından ayırmak çok önemli. Siyonizmi Yahudilikle bir tutmak antisemitizmin başka bir biçimi. Çünkü bütün Yahudileri aynı ideolojiye sahip bir politik grup olarak tanımladığın zaman, bir tek tipleştirme yapıyorsun. Yahudiliğin farklı yüzleri olduğunu göstermenin önemli olduğunu düşünüyorum. Sosyal medya paylaşımlarımda da bunu göstermeye çalışıyorum.
Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?
İnsanların biraz daha birbirlerini dinleyebilmelerini isterdim. Filistin halkının yanında dururken İsraillileri de gözü dönmüş caniler veya kolonyalist sömürgeciler gibi basit kalıplarla değerlendirmemek çok önemli. Hani diyorlar ya “saati nerede başlatıyorsun?”, ben de birçok kişi gibi 7 Ekim’den başlatmıyorum. Ama Filistinlilerin tarihselliği kadar, İsrailli Yahudilerin de bir tarihselliği var. Radikal slogan ve beklentiler bu anlamda çok yıkıcı olabiliyor. Hızlı çözümlerin sürdürülebilir bir barış getirebileceğini düşünmüyorum. Bunun için de ateşkes ilk adım olmalı.
“7 Ekim ve Sonrasına Dair: Türkiyeli Yahudiler Anlatıyor” röportaj dizisinin diğer içeriklerine buradan ulaşabilirsiniz.
Avlaremoz’un resmi bir görüşü yoktur. Yayımlanan röportajlar, kişinin kendi görüşleridir. Çok sesli bir platform olma amacı taşıyan Avlaremoz’da, nefret söylemi içermedikçe, farklı düşünceler kendisine yer bulmaktadır.
7 Ekim saldırılarının en çok yankı bulduğu ülkelerden birisi de Almanya. Saldırıların gerçekleşmesinden hemen sonra, bir taraftan Holokost kaynaklı “tarihi bir sorumluluk” olarak İsrail’e şartsız destek en üst düzeyde açıklandı diğer taraftan 2008’de dönemin Şansölyesi Angela Merkel’in Knesset’de İsrail’in güvenliğinin Almanya için “varlık nedeni” olduğunu belirtmesi hatırlatıldı. Devamında ülke çapında İsrail’e destek eylemleri gerçekleştirilmeye başlandı ve Almanya’nın farklı şehirlerinde milyonlarca kişi bu eylemlere katıldı. Hükümet ise İsrail’in askeri operasyonlarının başlamasından sonra gerçekleştirilen Filistin yanlısı eylemleri bir süre yasakladı. Bu eylem yasağı kısa bir süre sonra kaldırılsa da ırkçı parti AfD’nin anketlerde en çok oy alan ikinci parti çıktığı bu günlerde, ülkeye Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerden gelen göçmenlere antisemit yaftası kolayca vurulabiliyor. Dolayısıyla 7 Ekim’in Almanya’da son yıllarda yükselişe geçen yabancı düşmanlığının artması gibi bir etkisi de oldu.
Türkiye’den 2018 yılında Almanya’ya göç etmiş olan 43 yaşındaki İzel ile online olarak gerçekleştirdiğimiz görüşmede 7 Ekim sonrasını Almanya’da Türkiyeli bir Yahudi olmak, Almanya’da bu süreci İsrail’e eleştirel bakarak geçirmek, Holokost hafızası, antisemitizm ve anti Siyonizm perspektiflerinden konuştuk.
İlk olarak biraz kendinden bahsetmeni isteyeceğim. Türkiye’den Almanya’ya göç etme sürecini anlatabilir misin?
2018 yılında Türkiye’den Almanya’ya taşındık. Ben İstanbul doğumluyum, Sefarad bir aileden geliyorum. Ailem ben küçükken İsrail’e taşındı ve ilkokula kadar orada büyüdüm. Sonrasında ailem Türkiye’ye geri dönmeye karar verdi. Üniversiteyi yurtdışında okuduktan sonra geri döndüm ve çalışma hayatına girdim. Türkiye’de evlendim ve çocuğumuz Türkiye’de doğdu. Almanya’ya gelişimizde Gezi’den darbe sonrasına uzanan süreç etkili oldu diyebilirim. O dönemde yolsuzluklar, skandallar ve giderek yükselen bir politik gerginlik vardı. Türkiye’ye dair kötümser bir ruh hâli içerisindeydik. Çocuğu olunca insan biraz daha geleceğe dönük düşünüyor. Her geçen yıl göç kararını vermenin daha da zorlaşacağını biliyorduk. Bu arada Almanya’ya gelmeden birkaç yıl önce eşim Portekiz ben ise İspanyol vatandaşlığı almıştık. Değişik seçenekleri değerlendirdikten sonra Almanya’ya taşınmaya karar verdik.
‘Politik görüşlerim oturdukça ve konu hakkında farklı görüşleri öğrendikçe, giderek İsrail’in devlet politikalarına dair daha sorgulayıcı bir bakış edindim.‘
Neden Almanya, İsrail de kolay bir göç rotası olabilirdi?
İsrail’e dair çocukluğumdan kalma güzel anılarım var. Her ne kadar ailem ben küçükken Türkiye’ye dönmüş de olsa, İsrail’le ilişkimiz kopmadı. Orada yaşayan akrabalar, tanıdıklar, arkadaşlar, ailemde İbranice konuşulması, İsrail pop müziği ve benzeri kültürel bağlar bu açıdan çok önemliydi. Ama günümüzden değerlendirdiğimde sadece Yahudiler için bir devlet olması durumunu sorunlu buluyorum. Tabii bunun bir tarihsel süreci var, bunun da son derece farkındayım. İlk gençlik yıllarımda İsrail, Holokost ve antisemitizm konuları özellikle çok ilgimi çekiyordu. Ancak politik görüşlerim oturdukça ve konu hakkında farklı görüşleri öğrendikçe, giderek İsrail’in devlet politikalarına dair daha sorgulayıcı bir bakış edindim. Bu benim için kolay bir süreç olmadı. Mesela son gidişlerimden birinde orada yaşayan akrabalarımın evinde kaldım, Batı Şeria’daki duvarın yakınlarında kontrol noktasını gören çok güzel bir evde yaşıyorlardı, site gibi. Sürekli duvarı ve kontrol kulesini görmenin onları huzursuz edip etmediğini sordum. “Buralar çok sakin, orada olup bitenler bizi etkilemiyor, günlük hayatta düşünmüyoruz bile” demişlerdi. Bu tür cevaplardan çok etkilenmiş ve “demek ki burada ancak böyle yaşanabiliyor” diye düşünmüştüm. Bu benim vicdani olarak kaldırabileceğim bir durum değil. Ayrıca sürekli savaş ve terör tehdidi altında olan küçücük bir ülkeye taşınıp geleceğimi burada kurmak istemedim. Sonrasında eşimle şartları değerlendirdik ve Almanya’nın hem iş, hem de çocuk büyütmek için çok daha içimize sinen bir seçenek olduğuna karar verdik. Son dönemde Almanya’ya pek çok arkadaşımın taşınmış olması da bunda etkili oldu.
İsrail’e dair ailenin genel olarak yaklaşımı nasıldı?
İsrail’e çok derinden bağlılıkları vardı, evlendikten sonra oraya göç edip yaşam kurmaya çalışmışlardı. Yine de yeri geldiğinde bu konuda eleştirel ve sorgulayıcı olabiliyorlardı. Örneğin Begin’i de Ehud Barak’ı da eleştirdiklerini hatırlıyorum. Benim gençlik heyecanıyla ateşli bir şekilde savunduğum kalıp sağcı söylemleri sorgulamama neden olan da onlardır. Özünde İsrail’e ve kültürüne dair çok ilgililerdi diyebilirim.
‘Çözümün ne olduğunu bilmiyorum ama yıllar içinde sorun derinleştikçe ülke daha da sağa kayıyor, ayrımcılık ve baskı rejimi daha da görünür hâle geliyor.‘
7 Ekim gününe gidersek o güne dair neler söylersin? Nasıl haberdar oldun? İlk olarak neler hissettin?
O gün, “İsrail’de olanları gördün mü?” diye ablam beni aradı. Sosyal medyadan baktım, her zamanki saldırılardan birisi sandım başlarda. Olayın vahametini anlamam vakit aldı. Tüyler ürperticiydi. Orada yaşayan yakınlarımla, akrabalarımla iletişime geçtim, herkes için çok büyük travmaydı. Diğer taraftan içimden bu durumun bir şekilde patlaması kaçınılmazdı diye düşündüm. Bunu derken sadece Gazze’deki durumu kastetmiyorum. Yahudilere ait bir devlet fikri kağıt üstünde çok özgürleştirici de olsa, temelinde Yahudi nüfusun çoğunluğunu sürekli korumayı gerektiriyor, bu da ister istemez ayrımcılığı beraberinde getiriyor. Onca Filistinlinin yaşadığı küçücük bir toprak parçası üstünde bu durumun sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum. Çözümün ne olduğunu bilmiyorum ama yıllar içinde sorun derinleştikçe ülke daha da sağa kayıyor, ayrımcılık ve baskı rejimi daha da görünür hâle geliyor. Çok üzücü bir durum. 7 Ekim sonrasındaki bir iki hafta boyunca çok çelişkili hisler içerisindeydim. Ancak İsrail’in tepkisi o kadar hızlı ve sert oldu ki, durumu sindirmeye, travmayı ve yası yaşayabilmeye fırsat olmadı. Aylar sonra geldiğimiz noktada kazananı olmayan korkunç bir tablo var. İsrail hükümeti ve savaş taraftarlarında Filistinlilerin yaşadığı vahşeti yok sayan korkunç bir duyarsızlaşma görüyorum.
İsrail’de bu saldırılardan etkilenmiş yakının var mı?
Arkadaşları öldürülen veya kaçırılan tanıdıklarım var. Ülke küçük bir nüfusa sahip olduğu için herkese bir şekilde dokunuyor bu durum. Gazze’de kara harekatına giden veya rezervist olarak askere alınan tanıdıklarım var.
‘Almanya’da antisemitizm toplumsal olarak büyük bir tabu olarak görülüyor. Burada esas baskı daha ziyade İsrail’i eleştiren kesim üstünde.’
7 Ekim sonrasında nasılsın, etkilenen yakınların var mı gibi arayıp soranlar oldu mu?
Çok fazla insan arayıp sordu. Hatta etrafımdaki çoğu kişinin İsrail’in müdahalesine karşı olduğunu bildiğim için buna çok şaşırdım. Bunu olumlu anlamda söylüyorum. İnsanların beni birey olarak görebilmeleri, olup bitenlerden etkilenen tanıdık ve akrabalarım olabileceğini düşünebilmeleri çok değerliydi. Empatinin kolay olmadığı bir dönem.
7 Ekim sonrasında herhangi bir antisemit saldırıya maruz kaldın mı? Almanya’daki durumu Türkiyeli bir Yahudi olarak nasıl anlatırsın?
Yok, herhangi bir antisemit bir durumla karşılaşmadım burada. Bu Almanya’da antisemitizm olmadığı ya da artmadığı anlamına gelmiyor. Almanya’da antisemitizm toplumsal olarak büyük bir tabu olarak görülüyor. Burada esas baskı daha ziyade İsrail’i eleştiren kesim üstünde. Pek çok insan Gazze’deki savaşı eleştirdiği için işinden oldu, ekonomik ve sosyal baskılara maruz kaldı, yürüyüşlere polis müdahaleleri yaşandı. Judischen Stimme gibi savaş karşıtı Yahudi örgütlerin bile örgütlerin banka hesabı donduruldu. Bütün bunlarda İslamofobi ve göçmen karşıtlığının da önemli rolü var. Ayrıca Almanya’nın geçmişinde tarihin en büyük Yahudi soykırımı var. Antisemitizm konusundaki hassasiyetleri bu travmanın sonucu ve bu sebeple hep İsrail’in yanında olma ihtiyacı duyuyorlar. Antisiyonizmle antisemizim eş değer tutulabiliyor.
Türkiye’de bir azınlık olarak 7 Ekim’i yaşamakla, Almanya’da bir azınlık olarak yaşamak çok farklı. Türkiye’de durumu Müslüman-Yahudi çatışması olarak gören insanların fazla olması, çoğu zaman antisemit söylemlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Radikal İslamcı söylemler araya giriyor. Öfke hemen Türkiye’deki Yahudilere yöneliyor. Bu arada yeri gelmişken, Türkiye Yahudi cemaatinde 7 Ekim sonrasındaki İsrail’in tutumuyla ilgili pek çok farklı görüş olduğunu biliyorum. Örneğin İsrail’in yanında olmakla birlikte Gazze’de yaşanılan vahşete dair eleştirel pek çok tanıdığım var. Ama sessizlik kültürü içinde de bunu nasıl ifade edecekleri konusunda bir sıkışmışlık içinde olduklarını düşünüyorum.
‘İsrail hükumetine dair eleştirilerim var, bunu dillendirmek istiyorum. Ama bir yandan da “iyi Yahudi” olma hali de ağırıma gidiyor.’
Bu rahatsızlığı ya da sıkışmışlığı biraz ayrıntılandırabilir misin? Mavi Marmara gibi kriz anlarında, toplumun Yahudilerden İsrail karşıtı bir pozisyona geçmelerini ve sadakatlerini İsrail karşıtlığına endekslemeleri bir durum mu?
Türkiye’de Yahudi olarak toplumsal arenaya çıkıp bir söz söylemek başlı başına bir cesaret gerektiriyor. Mavi Marmara gibi kriz dönemlerinde, her zaman şu çelişkiyi yaşadım: Evet, İsrail hükumetine dair eleştirilerim var, bunu dillendirmek istiyorum. Ama bir yandan da “iyi Yahudi” olma hâli de ağırıma gidiyor. Örneğin İsrail hakkında pozitif bir şey söylemek istediğim zaman söyleyebiliyor muyum? Türkiye’de bir Yahudi olarak bu konuda kendimi ifade etmekte özgür hissediyor muyum, yoksa korku içinde mi yaşıyorum? Örneğin Türkiye’de İsrail karşıtı bir yürüyüşe gittiğimi düşünemiyorum. Almanya’da bu durum çok farklı. Öncelikle burada çok sayıda İsrailli göçmen var, pek çoğu da antisiyonist. Buraya ilk taşındığımızda kızımı Pesah için sinagoga götürmüştüm. Pesah’ın hikayesi çok milliyetçi bir perspektiften anlatılıyordu. Bir noktada da sinagogda daha sol perspektifi olan, antisiyonist bir ebeveyn grubuyla tanıştık. Çoğu İsrailliydi. Belli aralıklarla buluşup çocuklarını bir araya getiriyorlardı, biz de katıldık. Çok ilginç bir deneyimdi. Netanyahu’ya karşı yürüyüşlerin yapıldığı dönemde fikirlerini merak edip sordum. “Neyin demokrasisini savunuyorlar? Kimin demokrasisi? Buna destek vermektense, Batı Şeria’da yerleşimcilerin Filistinlilere karşı yaptığı pogromu protesto etmek çok daha anlamlı, giderim Filistinli kardeşlerimin yanında yürürüm onun yerine” gibi cevaplar aldım. Bunlar Türkiye’de alışkın olmadığım söylemler, çok etkilendim ve üstüne düşündüm. Almanya’da karşılaştığım İsraillilerin çoğu, İsrail’e dair inançlarını tümden kaybetmiş kişiler ve bunu çok sert şekilde ifade edebiliyorlar. Bu da benim çok yabancı olduğum bir profil.
‘İlk günlerde Filistin yanlısı gösteri yapmak yasaktı, çocukların okullarda bu konuya dair düşüncelerini ifade etmesi konusunda birtakım kısıtlamalar vardı. Eşimle birlikte bununla ilgili bir imza kampanyasına destek verdik.’
7 Ekim sonrasındaki Almanya’daki İsrail yanlısı ya da Filistin yanlısı yürüyüşlere katıldın mı?
Katılmadım. Orada biraz Türkiye’den gelen bir yetiştirilme biçimiyle ilgili alışkanlıklar söz konusu. Türkiye’deki benim jenerasyonumdaki Yahudiler “fazla bir şeye bulaşma, çok ortalıkta görünür olma, başına bir şey gelmesin” gibi bir yetiştirilme tarzına sahip. Askerde derler ya, “ne fazla önde ne fazla arkada ol” diye, biraz onun gibi. Bu refleksler hâlen üstümde. Bir de benim büyüdüğüm dönem tam Refah Partisi dönemlerine denk geliyor, antisemitizmin dorukta olduğu dönemlerdi. Ayrıca kalabalık bir güruhun içerisinde olmak da kişisel olarak rahatsız ediyor beni. Türkiye’de toplumsal hareketlere çok sert müdahale edilir, Gezi deneyimi hafızamda çok taze. Almanya’da bu derece bir baskı yok yine de sosyal medya aracılığıyla kendimi ifade etmeyi tercih ediyorum.
Yaşadığın semtte bildiğim kadarıyla Arap nüfusu fazla. 7 Ekim sonrasında buradaki medyaya yansıyan birçok olay oldu. Orada yaşayan pro-İsrail olmayan birisi olarak neler hissettin?
Aktif olarak katılmadığım için protesto seslerini daha çok evimden duyuyorum. Birkaç kez metrodan çıkıp evime dönerken yürüyüşün ortasından geçmem gerekti. Genel olarak katıldığım sloganlar duyuyorum, o nedenle haklı buluyorum. Bu arada yürüyüşlere katılanlar arasında birçok Alman veya İsrailli göçmene rastlamak da mümkün. Örneğin bazı Almanlar bu yürüyüşlerde kendi devletlerinin sansür politikalarını protesto etmek için destek veriyor. İlk günlerde Filistin yanlısı gösteri yapmak yasaktı biliyorsun, çocukların okullarda bu konuya dair düşüncelerini ifade etmesi konusunda birtakım kısıtlamalar vardı. Eşimle birlikte bununla ilgili bir imza kampanyasına destek verdik.
Kendini sosyal medya ile ifade etmeyi tercih ettiğini söyledin, sosyal mecralardaki paylaşımlarından dolayı herhangi bir tepkiyle ya da linçle vs. karşılaştın mı bu süreçte?
Bir şeyler yazmaya karar verdiğimde ilk tepki eşimden geldi, ki aslında bu konularda benimle hemfikirdir: “Ailene bu konudaki görüşlerini açmıyorsun, sonra birden sosyal medyadan görüşlerini ifade ediyorsun, senin nasıl düşündüğünü buradan öğrenecekler, bana samimiyetsiz geliyor” dedi. Üzerine düşününce akrabalık ilişkilerinin kendine has bir dinamiği var, akrabalarımla politika konuşmuyorum, onlarla ilişkim politik mutabakat üzerine kurulu değil. Gerekiyorsa bu görüşlerimi de sosyal medyadan öğrensinler, ne fark eder dedim. Bunun üzerine eşim, yaptığım paylaşımlar sonrasında birçok tepki geleceğini ve sabah-akşam bu tepkilere karşılık vermek durumunda kalacağımı söyledi. Tabii aslında “yapma” demeye getiriyor. Neyse, en sonunda ben paylaşım yapacağım dedim. İlk paylaşımı yaptım ve ardından inanılmaz bir tepki bekledim. Hiçbir ses gelmedi. Tık yoktu. Ben de şaşırdım. Daha sonraki günlerde birkaç mesaj geldi. Ama yine de beklediğim gibi bir eleştiri yağmuruna tutulmadım. Bazı günler okuduğum haberlerin etkisiyle art arda paylaşımlar yaptım, karşı görüşü savunan birileri bunu görsün de benimle iletişime geçsin istedim, bir tartışma ortamı olsun diye provokasyon yapıyordum sanki. Benim için sesimi yükseltmek kolay olmadı, şimdi de tepki gelmemesi ağrıma gidiyordu. Sonunda hiç beklemediğim bir şekilde, annemle babamın başka bir ülkede yaşayan arkadaşlarından birinden tepki geldi. En uzun yazışmayı onunla yaptım.
Karşı tepki mi yoksa destekledi mi yazdıklarını?
Karşı tepki olarak yazdı. Zıt görüşlerimiz olmasına rağmen uzun uzun yazıştık, birbirimizi dinledik ve kendimizi ifade ettik. Yüz yüze geldiğimizde dahi bu kadar uzun konuşmamışızdır. Bence değerliydi. Ben diyaloğa inanan birisiyim, polemikçi değilim. Elimden geldiğince karşı düşüncelerden bir şeyler öğrenmeye açık olmaya çabalıyorum. Aslında sosyal medya paylaşımlarına başladığım ilk günlerde İsrail’de yaşayan bir arkadaşımdan ilginç bir tepki geldi, onu anlatabilirim. Politik görüşleri üç aşağı beş yukarı benimle aynı diyebilirim. Dedi ki “aşırı sağ ve militarist söylemleri ben de eleştiriyorum, söylediklerin çok doğru ama İsrail’de yaşanan travmayı anlaman lazım, ben bile zor mantığımı devreye sokuyorum, insanları anlamaya çalış”. Bana çok ilginç geldi.
‘Holokost’tan bugüne kadar en çok Yahudi’nin öldüğü saldırı” gibi söylemlerle bu saldırının Yahudilere karşı olduğu, İsrail’in Gazze operasyonunu eleştirenlerin antisemit olduğu ifade edildi. Bu noktada benim gibi farklı düşünen Yahudilerin sesini çıkarması çok önemliydi.‘
Sosyal medyada ne gibi paylaşımlar yapıyorsun örnek verebilir misin?
Sosyal medyayı seven biri değilim. Arada sırada politik veya kişisel bir şey paylaştığımda da bu kez dengeli olma sorumluluğu hissediyorum: “Madem X konuda paylaşım yaptın, o zaman Y konusunda da paylaşım yapman lazım, yoksa duyarlı olmadığın anlamına gelir”. Bunu takip edince bir anda kendini sosyal medya sarmalının içinde bulabiliyorsun. Ancak 7 Ekim sonrasında gördüğüm bazı paylaşımlar gerçekten damarıma bastı. “Holokost’tan bugüne kadar en çok Yahudi’nin öldüğü saldırı” gibi söylemlerle bu saldırının Yahudilere karşı olduğu, İsrail’in Gazze operasyonunu eleştirenlerin antisemit olduğu ifade edildi. Bu noktada benim gibi farklı düşünen Yahudilerin sesini çıkarması çok önemliydi.
Örneğin Gabor Mate’nin bir videosu vardı, söylediklerini dengeli bulduğum için paylaşmıştım. Soykırım kurtulanı olarak siyonizme dair sempatisini zaman içinde nasıl kaybettiğini anlatıyordu, ardından da son derece sakin bir ses tonuyla İsrail’e dair eleştirilerini dile getiriyordu. Neden bu videoyu seçtiğimi de kendi içimde sonradan sorguladım: Örneğin El Cezire bir şey yayınladığı zaman onu paylaşmaya çekiniyorum. Aslında kimlik politikalarını sevmiyorum, mesela Gabor Mate’nin soykırım kurtulanı olması onun politik görüşlerini haklı çıkarmaz. Bir diğer soykırım kurtulanı benim hiç katılmadığım şeyler söyleyebilir, bu durumda onu ne yapacağız? Yine de biliyorum ki bir soykırım kurtulanının veya bir Yahudi’nin konuşmasını paylaşmakla, El Cezire’nin paylaşımını yayınlamanın insanlar üzerinde yarattığı etki aynı değil. Benim öncelikle sesimi duyurmaya çalıştığım kitle kendi Yahudi cemaatimdeki insanlar.
“Bring Them Home” diye bir hashtag var. Kaçırılıp esir alınanların özgür kalmasını ben de istiyorum, ama bilinçli olarak bunu paylaşmaktan çekiniyorum. Bu slogan İsrail’in askeri operasyonunu sürdürmesini desteklemek amacıyla o kadar sık kullanıldı ki politize hâle geldi. Savaşta katledilen Filistinli çocuklar bir rakam olarak anılırken, kaçırılan İsraillilerin resimlerini paylaşmak ve yaşadıkları vahşeti en ince detayına kadar görülür kılmak bence bir çeşit duyarsızlaşma. İsraillerin yaşadığı travmayı büyük resmin içinde doğru şekilde ifade eden, Gazze’de yaşananları ya da olayın tarihselliğini yok saymayan paylaşımlar da yapıyorum.
Almanya’da olduğumuz için Holokost meselesinde biraz daha ayrıntıya girmek istiyorum. Holokost’un araçsallaştırıldığını düşünüyorsun. Holokost’un bu şekilde kullanılmasına dair düşüncelerin nasıl oluştu?
Lise dönemimde Türkiye’de Holokost anma günlerinin içerisinde aktif olarak yer aldım. Bu anmalarda bir atmosfer yaratılmaya çalışılarak, Holokost kurbanlarının neler yaşadığı anlatılmaya çalışılırdı. Karanlık bir atmosfer mesela ya da mumlar vs. Her sene daha fazla ne yapılabilir, insanların ilgisi daha fazla nasıl çekilebilir, daha dramatik ne yapabiliriz diye düşünülürdü. Giderek daha teatral bir hal almaya başladı bu anmalar. Dışarıdan başarılı görünüyordu ama diğer taraftan yapay bir hale geldiğini düşünmeye başladım. Bu tarz anmaların soykırımı anlamaya çalışmaktan ziyade, içini boşaltmaya ve bir klişeye dönüştürdüğünü hissediyordum. Liseden sonra eğitim için yurtdışına gittim ve bir kopuş oldu. Zamanla İsrail’deki ve batıdaki pek çok politikacının sürekli Holokost’a atıfta bulunması daha da dikkatimi çeker oldu. Son dönemlerde tartışılan yeni antisemitizm tanımı var örneğin, İsrail’e ve siyonizme dair eleştirileri de antisemitizm tanımı içerisine sokuyor. Bu tanımın ardındaki kurum International Holocaust Remembrance Alliance (IHRA). Savaş sırasında Polonya’daki Auschwitz Müzesi de konuyla ilgili oldukça tek taraflı açıklamalarda bulundu. Holokost tabii ki tarihsel bir olay olarak kalmamalı, günümüz bağlamında tekrar yorumlanmalı, ama bunu yaparken çok dikkatli olmamız gerekiyor.
‘Almanya’da el üstünde tutulan bir azınlıksın, burada Yahudi olduğunu söylediğin zaman güvenli bir alana geçiyorsun, ama Türklerle ilgili önyargılar devam ediyor.‘
Bu süreçte Almanya’da Türkiyeli bir Yahudi olmak nasıl? Paylaşabileceğin bir farklılık var mı?
Almanya’ya gelişimizdeki ruh halimizden bahsedeyim önce. Buraya ilk taşındığımızda Sefarad mezarlığı var mı diye baktık. Gelir gelmez mezarlık bakmak garip bir his. Biz Türkiye’ye mi gömüleceğiz, buraya mı? Bunu neden şimdiden düşünüyoruz diye sorduk birbirimize. Sonrasında bir sinagog aradık ki dindar değilizdir. Bir Aşkenaz sinagogu önerildi, oraya gittik birkaç kez. Haliyle Aşkenaz kültürü baskın. Dualar bizim bildiğimiz şekilde değil, yabancılaşma yaşıyorsun. Zaten Türkiye’deyken de sinagoga gitme amacımız dini değildi, daha ziyade çocukluğumuzdan beri tanışıklığımız olan insanlarla bir buluşma noktası olarak bakıyorduk.
Almanya’da Yahudi olduğunu söylediğin zaman bir çeşit pozitif ayrımcılıkla karşılaşıyorsun. Almanya’da el üstünde tutulan bir azınlıksın, burada Yahudi olduğunu söylediğin zaman güvenli bir alana geçiyorsun. Ama Türklerle ilgili önyargılar devam ediyor. Örneğin ilkokul döneminde çocuğumuzu kaydettirmek için bir okula başvurduk, ön görüşmeyle kabul ediyorlardı. Görüşme sırasında bir noktada eşimle mesleğimizi söyledik. Oldukça standart meslekler olmasına rağmen “çok ilginç” cevabını aldık. Kafalarındaki “Türk” imajına uymadığımız belliydi. Yıllardır Türkiyelilerle iç içe yaşayan bir toplum için bu tarz tepkileri biraz ırkçı buluyorum.
Bir de burada Erinnerung Kultur, yani hatırlama kültürü denilen bir şey var. 2. Dünya savaşında yaşananlarla yüzleşme hâlindeler. Sokakta yürüdüğünüzde toplama kamplarına gönderilen Yahudilerin adlarını sürekli size hatırlatan taşlarla karşılaşıyorsunuz. Burada tabii büyük bir toplumsal travma var, o travmayla hesaplaşabilmek için çeşitli yollar gündelik hayatta kendini gösteriyor. Bence yine de daha vakte ihtiyaç var, Gazze olayları sonrasında Almanya’da hâlen sağlıklı bir tartışma ortamı olduğunu düşünmüyorum.
‘Filistin halkının yanında dururken İsraillileri de gözü dönmüş caniler veya kolonyalist sömürgeciler gibi basit kalıplarla değerlendirmemek çok önemli.’
7 Ekim’den sonra yaşanan olaylar şu anda yaşadığın Almanya ve geçmişte yaşamış olduğun Türkiye açısından aidiyet hissini etkiledi mi? Kendini olduğun yerde güvenli hissediyor musun?
Giderek Türkiye’den kafaca uzaklaşıyorum, ama aidiyet açısından hâlâ benim için referans noktası. Almanya’yla öyle derin bir ilişkim yok. Hatta şartlar istediğim gibi olsaydı Türkiye’de yaşamak isterdim. İsrail konusunda ise hem geçmişte orada yaşamış olmaktan hem Yahudilikten hem de akrabalık ilişkilerinden dolayı duygusal bir bağım var. 7 Ekim bunu çok değiştirmedi. Almanya’da ayrımcılık var ama kendimi çok daha güvende hissediyorum. En azından Türkiye’deki gibi “sizinkiler bombalamış yine” muamelesine maruz kalmıyorum. Mesela yaşadığımız apartmanda çoğunlukla Türkiye kökenli Müslümanlar var, daha geleneksel bir kültürden geliyorlar. Bu nedenle son dönemde Yahudi kimliğimizle ilgili biraz daha çekimseriz. Ama herhangi bir olay yaşamadık.
Türkiye’deki 7 Ekim sonrası tartışmalardan bir tanesi tam da “sizinkiler” meselesi üzerinden gelişti. Türkiye Yahudileri İsrail’in doğal vatandaşlarıdır, İsrail’e gidip Gazzelilere karşı savaşıyorlar, bu insanların vatandaşlıkları iptal edilsin gibi söylemler birçok kesim tarafından dile getirildi. Bu konularda ne düşünüyorsun?
Maalesef çok alıştığımız durumlar. Dikkatimi çeken ve beni düşünmeye sevk eden bir olay da bir tartışma programında Dr. Hay Eytan Yanarocak’ın yayından çıkarılmasıydı. Eytan Türkiye-İsrail ilişkilerini yıllardır takip eder ve Türkiye’de doğup büyüdüğü için sıcak bir gündem olduğunda hep medyada kendisiyle röportajlar yapılır. Kendisiyle çok farklı, hatta neredeyse zıt politik görüşlere sahip olsam da, en azından İsrail’deki ana akım bakış açısını Türkiye’ye anlatmak adına çok değerli biri. Canlı yayında söylediği sözün bağlamından kopartılarak yayından çıkartılması bence Türkiye’de tartışma kültürünün eksikliğini çok net ortaya koyuyor. Ardından sosyal medyada hakkında yazılmadık antisemit küfür kalmadı. Zıt görüşte olduğum bir insanı savunmak garip geliyor, ama durum maalesef böyle. Farklı görüşlere tahammül edilemiyor, çok ciddi bir linç kültürü var.
‘Siyonizmi Yahudilikle bir tutmak antisemitizmin başka bir biçimi. Çünkü bütün Yahudileri aynı ideolojiye sahip bir politik grup olarak tanımladığın zaman, bir tek tipleştirme yapıyorsun.‘
Dünyada da durum pek farklı değil gibi. Epstein olayı, New York’taki tüneller gibi olaylar üzerinden orta çağdan kalma komplo teorilerinin görünürlüğünün artması ve bu tür örnekler üzerinden antisemitizmin yükselmesi hakkında ne düşünüyorsun?
Beni şahsen “antisemitizm” tanımının içinin boşaltılması daha çok rahatsız ediyor. İsrail karşıtlığını Yahudi karşıtlığından ayırmak çok önemli. Siyonizmi Yahudilikle bir tutmak antisemitizmin başka bir biçimi. Çünkü bütün Yahudileri aynı ideolojiye sahip bir politik grup olarak tanımladığın zaman, bir tek tipleştirme yapıyorsun. Yahudiliğin farklı yüzleri olduğunu göstermenin önemli olduğunu düşünüyorum. Sosyal medya paylaşımlarımda da bunu göstermeye çalışıyorum.
Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?
İnsanların biraz daha birbirlerini dinleyebilmelerini isterdim. Filistin halkının yanında dururken İsraillileri de gözü dönmüş caniler veya kolonyalist sömürgeciler gibi basit kalıplarla değerlendirmemek çok önemli. Hani diyorlar ya “saati nerede başlatıyorsun?”, ben de birçok kişi gibi 7 Ekim’den başlatmıyorum. Ama Filistinlilerin tarihselliği kadar, İsrailli Yahudilerin de bir tarihselliği var. Radikal slogan ve beklentiler bu anlamda çok yıkıcı olabiliyor. Hızlı çözümlerin sürdürülebilir bir barış getirebileceğini düşünmüyorum. Bunun için de ateşkes ilk adım olmalı.
“7 Ekim ve Sonrasına Dair: Türkiyeli Yahudiler Anlatıyor” röportaj dizisinin diğer içeriklerine buradan ulaşabilirsiniz.
Avlaremoz’un resmi bir görüşü yoktur. Yayımlanan röportajlar, kişinin kendi görüşleridir. Çok sesli bir platform olma amacı taşıyan Avlaremoz’da, nefret söylemi içermedikçe, farklı düşünceler kendisine yer bulmaktadır.
Paylaş: