Soykırım vakalarının çoğunda cinayeti işleyenler meşru müdafaa yaptıklarını söylemişlerdir. Holokost uzmanı Amos Goldberg’e göre Gazze’de yaşananların Holokost’a benzememesi, bunun soykırım olmadığı anlamına gelmiyor.
Kaynak: Swiss Policy Research
İbranice orijinal metin: Sikha Mekomit
Bunu kabul etmek çok zor ve acı verici olsa da bu bir soykırımdır. Aksini düşünmek için gösterilen tüm çabalara rağmen, altı aylık acımasız bir savaşın sonunda artık bu sonuçtan kaçmak mümkün değildir. Yahudi tarihi, bundan böyle alnından silinemeyecek olan “suçların suçu” Kabil’in damgasıyla lekelenecektir. Bu nedenle de nesiller boyunca yargılanacaktır.
Hukuki açıdan Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın ne karar vereceği henüz bilinmemekle birlikte, şu ana kadar verdiği geçici kararlar, hukukçulardan, uluslararası örgütlerden ve araştırmacı gazetecilerden gelen raporlar ışığında gidişat oldukça net görünüyor.
Mahkeme daha 26 Ocak’ta ezici bir çoğunlukla (14’e karşı 2) İsrail’in Gazze’de soykırım yapıyor olabileceğine hükmetti. 28 Mart’ta, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı kasıtlı kıtlığın ardından, mahkeme (bu kez 15’e karşı 1 çoğunlukla, Yargıç Aharon Barak liderliginde) İsrail’i Filistinlilerin Soykırım Sözleşmesi kapsamında korunan haklarını uygulamaya çağıran ek emirler yayınladı.
BM İşgal Altındaki Filistin Topraklarındaki İnsan Hakları Durumu Özel Raportörü Francesca Albanese’nin ayrıntılı ve gerekçeli raporu biraz daha kesin bir sonuca ulaşarak, İsrail’in gerçekten soykırım yaptığının anlaşılması için bir adım daha attı. Dr. Lee Mordechai tarafından hazırlanan ve Gazze’deki İsrail şiddetinin düzeyi hakkında bilgi toplayan ayrıntılı ve güncellenmiş rapor da aynı sonuca ulaşmaktadır.
Columbia Üniversitesi’nde ekonomi profesörü olan Jeffrey Sachs (geleneksel Siyonizme sıcak bakan bir Yahudi) gibi, dünyanın dört bir yanındaki devlet başkanlarının uluslararası konularda düzenli olarak danıştığı çok kıdemli akademisyenler, İsrail’in soykırımından doğal olarak söz etmektedir.
Yuval Avraham’ınki gibi mükemmel araştırmalar ve özellikle de ordunun imha edilmek üzere belirlenen hedefleri seçerken ve vururken kullandığı yapay zeka sistemleri üzerine yaptığı son araştırma bu suçlamayı daha da derinleştirmektedir. Ordunun örneğin bir Hamas tugay komutanını vurmak için 300 masum insanın öldürülmesine ve tüm bir yerleşim bölgesinin yok edilmesine izin vermesi, askeri hedeflerin sivilleri öldürmek için belerlenmiş alelade hedefler olduğunu ve Gazze’deki her Filistinlinin aslında mahkum edildiğini göstermektedir. Bu soykırım mantığıdır.
Evet, biliyorum, hepsi antisemit ya da kendinden nefret eden Yahudiler. Sadece biz, İsrail Askeri Kuvvetleri’nin mesajlarıyla beslenen ve sadece İsrail medyasının bizim için filtrelediği görüntülere maruz kalan İsrailliler, gerçeği olduğu gibi görüyoruz. Sanki ciddi savaş suçları işleyen toplumların sosyal ve kültürel inkâr mekanizmaları hakkında sayısız literatür yazılmamış gibi davranmak bize serbest. İsrail gerçekten de bu tür toplumların paradigmatik bir örneği, dünyadaki konuyla ilgili her üniversite seminerinde incelenecek bir vaka.
Lahey’deki mahkemenin kararını vermesi için birkaç yıl geçmesi gerekecek, ancak bu feci gerçeğe sadece hukuki perspektiften bakmamalıyız. Gazze’de yaşananlar soykırımdır çünkü ayrım gözetmeksizin işlenen cinayetlerin, yıkımın, kitlesel sürgünlerin, yerinden edilmelerin, açlığın, infazların, kültürel ve dini kurumların ortadan kaldırılmasının, elitlerin ezilmesinin (gazetecilerin öldürülmesi de dahil) ve Filistinlilerin kapsamlı bir şekilde insanlıktan çıkarılmasının seviyesi ve hızı, Gazze’deki Filistin varlığının kasıtlı ve bilinçli olarak ezilmesi genel bir soykırım resmini oluşturmaktadır.
Birçok yönden, coğrafi-siyasal-kültürel-insani bir kompleks olarak Filistin Gazze’si artık mevcut değil. Soykırım bir kolektifin ya da onun bir parçasının kasıtlı olarak yok edilmesidir, tüm bireylerinin değil. Gazze’de olan da tam budur. Sonuç hiç kuşkusuz soykırımdır. Carolina Landsman‘ın haklı olarak işaret ettiği gibi, İsrail hükümetindeki üst düzey yetkililerin sayısız imha açıklamaları ve genel yıkıcı kamu atmosferi de niyetin bu olduğunu göstermektedir.
İsrailliler soykırımın Holokost’a benzemesi gereken birsey oldugunu düşünerek yanılıyorlar. Onlar trenleri, gaz odalarını, yakma fırınlarını, ölüm çukurlarını, toplama ve imha kamplarını hayal ediyorlar. Kurban grubun tüm üyelerinin, sonuncusuna kadar sistematik bir sekilde yok edildigi bir zulmü hayal ediyorlar. Gazze’de bu türden bir olay yaşanmıyor.
Hamas’ın 7 Ekim’deki vahşi saldırısı iğrenç ve korkunç bir suçtu. Saldırı sırasında 850’den fazlası İsrailli sivil (ve yabancı) olmak üzere, aralarında çok sayıda çocuk ve yaşlının da bulunduğu yaklaşık 1.200 kişi öldürülmüş ya da katledilmiş, yaklaşık 240 İsrailli Gazze’ye kaçırılmış ve tecavüz gibi vahşet suçlar işlenmiştir. Bu, doğrudan kurbanlar ve yakın çevreleri için olduğu kadar İsrail toplumunun geneli için de yıkıcı, derin ve uzun yıllar sürecek travmatik etkileri olan bir olaydır. Saldırı İsrail’i meşru müdafaa kapsamında karşılık vermeye zorlamıştır.
Ancak her soykırım vakası, cinayetin kapsamı ve özellikleri bakımından farklı bir karaktere sahip olsa da, çoğunun ortak paydası, gerçek bir meşru müdafaa duygusuyla işlenmiş olmalarıdır. Hukuki açıdan bakıldığında, bir olay hem meşru müdafaa hem de soykırım olamaz. Bu iki hukuki kategori birbirini dışlamaktadır. Ancak tarihsel olarak, meşru müdafaa soykırımla çelişmez, aksine genellikle onun temel faktörlerinden biri, hatta başlıcasıdır.
[Bosna, Ruanda ve Myanmar vakalarına ilişkin ayrıntılı tartışma atlanmıştır].
Myanmar’daki Rohingya halkının durumu bize pek çok soykırım akademisyeninin araştırmalarında ortaya koyduğu ve Gazze vakasıyla çok alakalı olan bir şeyi hatırlatmaktadır: etnik temizlik ve soykırım arasındaki bağlantı.
Bu iki olgu arasındaki bağlantı iki yönlüdür ve her ikisinde de nüfusun büyük çoğunluğu yaşadıkları yerlerden sürülürken Mısır, Filistinli kitleleri topraklarına kabul etmeyi reddettigi icin Şerit’ten ayrılamadılar. Bir yandan etnik temizlik, düşman grubu ne pahasına olursa olsun ve taviz vermeden ortadan kaldırma isteğini ifade eder. Bu nedenle kolayca soykırıma kayar veya onun bir parçası olur. Öte yandan, etnik temizlik genellikle kurban grubun kısmen ya da tamamen yok olmasına izin veren ya da neden olan hastalık ve açlık gibi koşullar da yaratır.
Gazze örneğinde, “güvenli bölgeler” genellikle ölüm tuzaklarına ve kasıtlı imha bölgelerine dönüşmüştür ve bu sığınma alanlarında İsrail Filistinliler’i kasıtlı olarak aç bırakmaktadır. Bu nedenle, Gazze’deki savaşın amacının etnik temizlik olduğunu tahmin eden pek çok yorumcu var.
[Ermenistan ve Namibya vakalarının detaylı tartışması atlanmıştır].
Tüm bu vakalarda, soykırımın failleri az ya da çok, varoluşlarına dair bir tehdit hissetmiş ve soykırım bu tehtide bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır. Bütün bu vakalarda kurbanların toplu olarak yok edilmesi bir meşru müdafaa eylemi ile çelişmediği gibi, aksine gerçek bir meşru müdafaa güdüsünün sonucuydu.
2011 yılında Haaretz’de Güneybatı Afrika’daki soykırımla ilgili kısa bir makale yayınladım ve şu sözlerle bitirdim: “Herero ve Nama soykırımından, kültürel ve ırksal üstünlük duygusuna dayanan sömürgeci tahakkümün, yerel isyan karşısında nasıl kitlesel sürgün, etnik temizlik ve soykırım gibi korkunç suçlara dönüşebileceğini öğrenebiliriz. Herero isyanı vakası, tarihinde zaten bir Nakba yaşamış olan İsrail’de bizler için dehşet verici bir uyarı işareti olmalıdır.”
Yukarıdaki metin İbranice orijinal makalenin yazarın onayı alınmadan kısaltılmış olan İngilizce versiyonundan Türkçe’ye Avi Haligua tarafından çevrilmiştir.
Soykırım vakalarının çoğunda cinayeti işleyenler meşru müdafaa yaptıklarını söylemişlerdir. Holokost uzmanı Amos Goldberg’e göre Gazze’de yaşananların Holokost’a benzememesi, bunun soykırım olmadığı anlamına gelmiyor.
Kaynak: Swiss Policy Research
İbranice orijinal metin: Sikha Mekomit
Bunu kabul etmek çok zor ve acı verici olsa da bu bir soykırımdır. Aksini düşünmek için gösterilen tüm çabalara rağmen, altı aylık acımasız bir savaşın sonunda artık bu sonuçtan kaçmak mümkün değildir. Yahudi tarihi, bundan böyle alnından silinemeyecek olan “suçların suçu” Kabil’in damgasıyla lekelenecektir. Bu nedenle de nesiller boyunca yargılanacaktır.
Hukuki açıdan Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın ne karar vereceği henüz bilinmemekle birlikte, şu ana kadar verdiği geçici kararlar, hukukçulardan, uluslararası örgütlerden ve araştırmacı gazetecilerden gelen raporlar ışığında gidişat oldukça net görünüyor.
Mahkeme daha 26 Ocak’ta ezici bir çoğunlukla (14’e karşı 2) İsrail’in Gazze’de soykırım yapıyor olabileceğine hükmetti. 28 Mart’ta, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı kasıtlı kıtlığın ardından, mahkeme (bu kez 15’e karşı 1 çoğunlukla, Yargıç Aharon Barak liderliginde) İsrail’i Filistinlilerin Soykırım Sözleşmesi kapsamında korunan haklarını uygulamaya çağıran ek emirler yayınladı.
BM İşgal Altındaki Filistin Topraklarındaki İnsan Hakları Durumu Özel Raportörü Francesca Albanese’nin ayrıntılı ve gerekçeli raporu biraz daha kesin bir sonuca ulaşarak, İsrail’in gerçekten soykırım yaptığının anlaşılması için bir adım daha attı. Dr. Lee Mordechai tarafından hazırlanan ve Gazze’deki İsrail şiddetinin düzeyi hakkında bilgi toplayan ayrıntılı ve güncellenmiş rapor da aynı sonuca ulaşmaktadır.
Columbia Üniversitesi’nde ekonomi profesörü olan Jeffrey Sachs (geleneksel Siyonizme sıcak bakan bir Yahudi) gibi, dünyanın dört bir yanındaki devlet başkanlarının uluslararası konularda düzenli olarak danıştığı çok kıdemli akademisyenler, İsrail’in soykırımından doğal olarak söz etmektedir.
Yuval Avraham’ınki gibi mükemmel araştırmalar ve özellikle de ordunun imha edilmek üzere belirlenen hedefleri seçerken ve vururken kullandığı yapay zeka sistemleri üzerine yaptığı son araştırma bu suçlamayı daha da derinleştirmektedir. Ordunun örneğin bir Hamas tugay komutanını vurmak için 300 masum insanın öldürülmesine ve tüm bir yerleşim bölgesinin yok edilmesine izin vermesi, askeri hedeflerin sivilleri öldürmek için belerlenmiş alelade hedefler olduğunu ve Gazze’deki her Filistinlinin aslında mahkum edildiğini göstermektedir. Bu soykırım mantığıdır.
Evet, biliyorum, hepsi antisemit ya da kendinden nefret eden Yahudiler. Sadece biz, İsrail Askeri Kuvvetleri’nin mesajlarıyla beslenen ve sadece İsrail medyasının bizim için filtrelediği görüntülere maruz kalan İsrailliler, gerçeği olduğu gibi görüyoruz. Sanki ciddi savaş suçları işleyen toplumların sosyal ve kültürel inkâr mekanizmaları hakkında sayısız literatür yazılmamış gibi davranmak bize serbest. İsrail gerçekten de bu tür toplumların paradigmatik bir örneği, dünyadaki konuyla ilgili her üniversite seminerinde incelenecek bir vaka.
Lahey’deki mahkemenin kararını vermesi için birkaç yıl geçmesi gerekecek, ancak bu feci gerçeğe sadece hukuki perspektiften bakmamalıyız. Gazze’de yaşananlar soykırımdır çünkü ayrım gözetmeksizin işlenen cinayetlerin, yıkımın, kitlesel sürgünlerin, yerinden edilmelerin, açlığın, infazların, kültürel ve dini kurumların ortadan kaldırılmasının, elitlerin ezilmesinin (gazetecilerin öldürülmesi de dahil) ve Filistinlilerin kapsamlı bir şekilde insanlıktan çıkarılmasının seviyesi ve hızı, Gazze’deki Filistin varlığının kasıtlı ve bilinçli olarak ezilmesi genel bir soykırım resmini oluşturmaktadır.
Birçok yönden, coğrafi-siyasal-kültürel-insani bir kompleks olarak Filistin Gazze’si artık mevcut değil. Soykırım bir kolektifin ya da onun bir parçasının kasıtlı olarak yok edilmesidir, tüm bireylerinin değil. Gazze’de olan da tam budur. Sonuç hiç kuşkusuz soykırımdır. Carolina Landsman‘ın haklı olarak işaret ettiği gibi, İsrail hükümetindeki üst düzey yetkililerin sayısız imha açıklamaları ve genel yıkıcı kamu atmosferi de niyetin bu olduğunu göstermektedir.
İsrailliler soykırımın Holokost’a benzemesi gereken birsey oldugunu düşünerek yanılıyorlar. Onlar trenleri, gaz odalarını, yakma fırınlarını, ölüm çukurlarını, toplama ve imha kamplarını hayal ediyorlar. Kurban grubun tüm üyelerinin, sonuncusuna kadar sistematik bir sekilde yok edildigi bir zulmü hayal ediyorlar. Gazze’de bu türden bir olay yaşanmıyor.
Hamas’ın 7 Ekim’deki vahşi saldırısı iğrenç ve korkunç bir suçtu. Saldırı sırasında 850’den fazlası İsrailli sivil (ve yabancı) olmak üzere, aralarında çok sayıda çocuk ve yaşlının da bulunduğu yaklaşık 1.200 kişi öldürülmüş ya da katledilmiş, yaklaşık 240 İsrailli Gazze’ye kaçırılmış ve tecavüz gibi vahşet suçlar işlenmiştir. Bu, doğrudan kurbanlar ve yakın çevreleri için olduğu kadar İsrail toplumunun geneli için de yıkıcı, derin ve uzun yıllar sürecek travmatik etkileri olan bir olaydır. Saldırı İsrail’i meşru müdafaa kapsamında karşılık vermeye zorlamıştır.
Ancak her soykırım vakası, cinayetin kapsamı ve özellikleri bakımından farklı bir karaktere sahip olsa da, çoğunun ortak paydası, gerçek bir meşru müdafaa duygusuyla işlenmiş olmalarıdır. Hukuki açıdan bakıldığında, bir olay hem meşru müdafaa hem de soykırım olamaz. Bu iki hukuki kategori birbirini dışlamaktadır. Ancak tarihsel olarak, meşru müdafaa soykırımla çelişmez, aksine genellikle onun temel faktörlerinden biri, hatta başlıcasıdır.
[Bosna, Ruanda ve Myanmar vakalarına ilişkin ayrıntılı tartışma atlanmıştır].
Myanmar’daki Rohingya halkının durumu bize pek çok soykırım akademisyeninin araştırmalarında ortaya koyduğu ve Gazze vakasıyla çok alakalı olan bir şeyi hatırlatmaktadır: etnik temizlik ve soykırım arasındaki bağlantı.
Bu iki olgu arasındaki bağlantı iki yönlüdür ve her ikisinde de nüfusun büyük çoğunluğu yaşadıkları yerlerden sürülürken Mısır, Filistinli kitleleri topraklarına kabul etmeyi reddettigi icin Şerit’ten ayrılamadılar. Bir yandan etnik temizlik, düşman grubu ne pahasına olursa olsun ve taviz vermeden ortadan kaldırma isteğini ifade eder. Bu nedenle kolayca soykırıma kayar veya onun bir parçası olur. Öte yandan, etnik temizlik genellikle kurban grubun kısmen ya da tamamen yok olmasına izin veren ya da neden olan hastalık ve açlık gibi koşullar da yaratır.
Gazze örneğinde, “güvenli bölgeler” genellikle ölüm tuzaklarına ve kasıtlı imha bölgelerine dönüşmüştür ve bu sığınma alanlarında İsrail Filistinliler’i kasıtlı olarak aç bırakmaktadır. Bu nedenle, Gazze’deki savaşın amacının etnik temizlik olduğunu tahmin eden pek çok yorumcu var.
[Ermenistan ve Namibya vakalarının detaylı tartışması atlanmıştır].
Tüm bu vakalarda, soykırımın failleri az ya da çok, varoluşlarına dair bir tehdit hissetmiş ve soykırım bu tehtide bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır. Bütün bu vakalarda kurbanların toplu olarak yok edilmesi bir meşru müdafaa eylemi ile çelişmediği gibi, aksine gerçek bir meşru müdafaa güdüsünün sonucuydu.
2011 yılında Haaretz’de Güneybatı Afrika’daki soykırımla ilgili kısa bir makale yayınladım ve şu sözlerle bitirdim: “Herero ve Nama soykırımından, kültürel ve ırksal üstünlük duygusuna dayanan sömürgeci tahakkümün, yerel isyan karşısında nasıl kitlesel sürgün, etnik temizlik ve soykırım gibi korkunç suçlara dönüşebileceğini öğrenebiliriz. Herero isyanı vakası, tarihinde zaten bir Nakba yaşamış olan İsrail’de bizler için dehşet verici bir uyarı işareti olmalıdır.”
Yukarıdaki metin İbranice orijinal makalenin yazarın onayı alınmadan kısaltılmış olan İngilizce versiyonundan Türkçe’ye Avi Haligua tarafından çevrilmiştir.
Paylaş: