Makaleler

Güneşin altında hala hiçbir şey değişmedi – Rozi Levi

Geçen hafta, hafif serin ve güneşli bir New York sabahında, annem ile birlikte müze gezdikten sonra  bir kahve içip kendimizi en yakın parka attık. Washington Square Park. Yolda iken The New School’un önünden geçtik. Hemen sonra kahvelerimizi aldıktan sonra gördüğümüz Filistin yanlısı olduklarını söyleyen protestoların bu denli yakınında olmak bizi şaşırttı. Daha birkaç gün evvel, savaş ülkesi haline dönen İsrail’den gelen ben, birden kendimi farklı bir şamatanın içinde buldum. O anda içimden bu öğrencilerin yanına gitmek, ve merakımı giderecek sorular sormak geldi. Neden buradasınız? Neden bugün? Buraya gelmeye nasıl karar verdiniz? Amacınız nedir? Gerçek bir merak. Annemi kırmamak için protestodan uzakta durmaya devam ettim. Yanımdan geçen kefiyeli ve Filistin bayraklı gençleri gördükçe bir sinir patlaması geçiren gençler yanımdan geçiyor gibi hissettim. Kendinden bu kadar uzakta bir şeye nasıl sinirlenirsin? Bir çırpıda kefiyeleri, Filistin bayraklarını nereden bulursun? 

Yaklaşık 15 dakika kadar bulunduğumuz parkta, gözlem yapmayı seven annem, birçok genci fark etti. Genç bir adam, tişörtünü çıkarmış, baklavalı karın kaslarıyla parkın ortasında ip atlıyordu. Yanımızdaki banka oturan mikrofonlu bir kadın, etrafındakilere  saç bakımı konusunda sorular soruyordu, ve iPhone ile çektikleri videonun ortasında bir ürün tavsiye ediyordu. Ötede bir adam, rastgele birilerini satranç oynamaya davet ediyordu. Arkadan bir çok gencin oturduğu güneşli çimenliklerden ise hafiften marihuana kokuları geliyordu. 

Bizden biraz uzakta, kelimelerini seçemediğimiz bir şekilde sloganlar ile bağıran kefiyeli grup, acayip gürültü yapmasına rağmen, annemin deyişiyle, parkın diğer tarafındaki gençler tarafından “takılmıyordu”. Bir süre sonra, biraz önümüzde küçük bir grup kefiyeli, maskeli, “Jews for Ceasefire” (Ateşkes için Yahudiler) tişörtlü gençler belirdi. Bir dansı prova etmeye başladılar. Ritmik modern bir kaç adımı olan dansı, bir çember içerisinde bir kaçı, öbürlerine öğretiyordu. 40 seneden fazla süre boyunca lisede eğitim ve öğretim deneyimi olan annem, “ya, bunlar çocuk,” dedi. 

Yine de, benden büyük grubun yanına gitmememi rica etti. Annemi kırmadım.

Aradan bir hafta geçti. 10 saatten fazla süren uzun bir yolculuk ile İsrail’e döndüm. Aileme veda ettim, arkadaşlarıma, günlük rutinime kavuştum. Vardığımın ertesi günü, bulunduğum Rehine Aileleri Forumu WhatsApp grubundan bir mesaj aldım: 

Perşembe | 17:30 |Tel Aviv

Pesah bitti – Hepimiz hala Sukot çardaklarındayız

Bugün, son aşamalarındaki anlaşma hakkında karar vermek üzere toplandıkları sırada hepimiz kabine önünde duruyoruz! Bu, sevdiklerimizin eve dönme fırsatı!

7 Ekim’de Be’eri kibutzunda cehennemi atlatmış bir çardakla geleceğiz,

Kabine üyelerine, bu fırsatı kaçırmamamız gerektiğini tüm İsrail aileleri ve halkı olarak hatırlatacağız!

17:30’da Tel Aviv Şaul Kapısı’nda buluşacağız.

Bu gerçek bir an!

Bizimle olmanız gerekiyor!

Hem haberleri takip etmekten hem de olan olaylara alışmaya çalışmanın getirdiği yorgunlukla unuttuğum, birkaç rehinenin Hamas terör örgütü tarafından servis edilen videolarını izlememle tekrar hatırladığım bir gerçeği tekrar fark ettim: 7 Ekim cehennemi rehine aileleri için gerçekten hala devam ediyor.  Bunun üzerine arkadaşlarımı protestoya katılmaya davet ettim ve biriyle beraber protestoya katıldık. 

Protesto için buluşan grup, şimdiye dek katıldığım Cumartesi akşamı protestolarından sayıca azdı. 7 Ekim’den kalma radyo kayıtlarının 50000 kişilik konserler için kullanılan hoparlörlerden verilmesiyle çıkan ses, Güvenlik Kabine’sinin karar verdiği lokasyona doğru yöneltildi. Protestoda ilk olarak, televizyonlarda da sık sık Ekim aylarında duyduğumuz, bir kızın “Babam kaçırıldı, Hamas videosunda gördüm” dediği kayıtları duyduk. Sonra bu kız, bu sefer gerçekten mikrofonu alarak babasının hala orada olduğunu anlattı. Gece boyunca her 15 dakikada, bir başka rehine ailesinin konuşacağını da o söyledi. Mikrofonu alan başka bir rehine yakını, Be’eri kibbutzundan getirilen, Sukot’ta, yani çardaklar bayramında kullanılan, ve 7 Ekim günü bir şekilde ayakta kalmayı başaran bir çardağın önünde konuştu. “133 bir sayı değil, bunların hepsi birer insan” dedi. Hatta bunu haykırdı. Fotoğraf çekmek için yakınlaştığımda, konuşan rehine yakınlarının gözlerindeki yorgunluğu, kırmızı gözleri, göz çukurlarının derinliğini gördüm. Elinde megafon olan bir rehine yakını, zaman zaman kendini kaybedip, sloganlar başlattı: 

– Hepsi!
– Şimdi!! (herkes)
– Bebekler!
– Şimdi!! 
– Kadınlar!
– Şimdi!! 
– Erkekler!
– Şimdi!! 
– Yaşlılar!
– Şimdi!! 
– Askerler!
– Şimdi!! 

Ve aynı megafondaki kadın, bazen kendini kaybedip, “Yeter artık imzalayın, getirin onları yeter!” diye bağırdı. Zaman zaman haykırdı.

Sonra şunu farkettim: aileleri rehine olan bu insanların neredeyse hepsi şuan savaşta yakılan, yıkılan kibbutzlardan oldukları için, devlet tarafından Tel Aviv çevresindeki otellere yerleştirilmişlerdi. Sık sık sokağa çıkıp protesto yapıyorlar. Bu civardan ne zaman geçsem onları görüyorum. Aklıma halen Gazze’de rehine olarak tutulan, Hersh Goldberg-Polin’in annesi, Rachel’ın yazdığı geldi: 

İşte burada yaşıyorum. Hepinizden farklı bir evrende. Siz buradasınız. Aynı yerde yaşıyor gibi görünüyoruz. Ama ben, tıpkı tüm anneler, babalar, eşler, kocalar, çocuklar, kardeşler, kız kardeşler ve sevdikleri gibi çalınmış olanların—hepimiz aslında farklı bir gezegende yaşıyoruz. Uykusuzluğun gezegeni, umutsuzluğun gezegeni, gözyaşlarının gezegeni.

Hersh, 7 Ekim günü Nova Müzik Festivali’ndeki binlerce gençten biriydi. Kendisi, bu zamana kadar hiç tanışmadığım biri, fakat kuzeni yıllarca beraber çalıştığım patronum, zamanında komşum, ve iş arkadaşım olduğu için, kaçırılma haberini ilk günlerde aldık. O günden beri annesi-babası, ve tüm ailesi, nereye davet edilirse gidip, Hersh ve onun gibi Hamas tarafında Gazze’ye kaçırılan rehinelerin serbest bırakılıp ailelerine dönmeleri için konuşuyorlar, kim dinlerse… Instagram takipçilerinden, Birleşmiş Milletler’e kadar.

Hersh 7 Ekim günü Nova’da teröristlerden ilk önce kaçmayı başarmış, ve bir grup genç ile birlikte bir sığınağa girmiş. Hamas teröristleri onları bu sığınakta yakalamış ve içeriye el bombaları atmışlar. Hersh kollarından birinin yarısını bu patlamalarda kaybetmiş, ama hayatta kalmayı başarmış. Teröristler tarafından bir kamyonun arkasına atılan Hersh, Gazze’ye doğru götürülmüş. Annesine gönderdiği son mesaj, “Üzgünüm, Sizi seviyorum.” Bu olanları aile, sosyal medyaya düşen Nova kurtulanları’nın videoları ve Hamas teröristlerinin GoPro videolarından tespit ve teyit ettiler. Ailesi Hersh’ten 7 Ekim’den sonra hiç haber almadı. Ta ki Hamas’ın birkaç hafta önce yayınladığı propaganda videolarından birine kadar.

Hersh’in hikayesi, yaşananlardan sadece bir tanesi. Bir hikaye, binlerce kişinin hayatında izler, ailesinin ve sevdiklerinin hayatından kaybolmuş anlar ve dinemeyen acılar yaratıyor. O akşam, protestoda, saatlerce farklı hikayeler dinledik: “Abimin karısını öldürdüler, bagaja koyup Gazze’ye götürdüler, çocukları öksüz, 209 gündür haber alamıyoruz.”

Protesto bir noktada polisin de izni ile, trafiği kapatıp, Gazze’de halen rehine tutulan 133 kişinin o gün  itibariyle 209’uncu gününü sembolize edecek şekilde 209’a dek sayarak devam etti.  Yola indik: 

– Bir!
– Bir!! (herkes)
– İki!
– İkii!
– Üç!
– Üç!!
– Dört!
– Dört!!
– Beş!
– Beş!!
– Altı!
– Altı!!
– Yedi!
– Yedi!!
– Sekiz!
– Sekiz!!
– Dokuz!
– Dokuz!!
– Cehennemde on gün!
– Cehennemde on gün!!

Sayıları saydıranlar 10’un katlarına vardığımızda “Cehennemde..” diye eklediler. Biz de tekrar ettik. Sayım bittikten sonra yolu açtık. Sonra protesto eski seyrine döndü: rehine aileleri dönüşümlü olarak sevdiklerinin kaçırılma hikayelerini anlattılar. Bazıları haykırdı. Gerçekten haykırdılar, geri getirin sevdiklerimizi diye. Çaresizlik haykırışı gibiydi. İliklerimde hissettim.

Biz geçirdiğimiz saatler boyunca ayakta durmaktan ve protestonun duygusal yükünden yorularak alanı terk etmeye karar verdik. Ancak rehine aileleri protestolarına devam ettiler.

Aradan günler geçti, güneşin altında hala hiçbir şey değişmedi.

**

Deneyimlediğim bu iki protestoyu yorumlamayı aslında size  bırakmak istedim. Fakat izninizle, Rachel Goldberg’in yazısının devamından bir bölüm paylaşarak hislerimi daha berrak bir şekilde ifade etmeme yardımcı olmasını isteyeceğim.

Şu anda İsrail’e yönelik gösterilen nefretle ilgili sürekli sorular alıyorum. Nicholas Kristof’un yazdığı bir makalede çok etkileyici bir şekilde belirtilmişti ki, eğer sadece bir tarafın bebekleri öldüğünde öfkeleniyorsanız, o zaman ahlaki pusulanız bozuktur. Ve insanlığınız da bozulmuştur. Bu yüzden, dünyanın her yerindeki hepimiz, yalnızken sakin anlarımızda kendimize gerçekten sormalıyız, “İnsan olmayı mı hedefliyorum, yoksa nefretin çekici ve tatmin edici dünyasına mı kapılıyorum?” 

Bu, sadece İsrail veya Gazze’ye özgü bir fenomen değil, gezegenimizin her yerinde var. “Öteki”ne olan nefretin, kim olursa olsun, baştan çıkarıcı, duyusal ve en önemlisi kolay olduğunu anlıyorum. Ancak nefret aslında yardımcı olmaz, yapıcı da değildir. 

Acı rekabetinde asla bir kazanan olamaz. 1

 1 Hatred is Easy by Rachel Goldberg. https://www.hartman.org.il/wp-content/uploads/2024/04/In-Every-Generation-Seder-Supplement_FINAL_4.5.2024.pdf