Arşiv Yahudi/Edebiyat

Victor Perera: Aile Ağacı ve Sefarad Tarihi – Dalia Kandiyoti 

Ailesi Doğu Akdeniz’den Guatemala’ya göç etmiş Sefaradlardan oluşan Victor Perera, henüz Türkçe’ye çevrilmemiş anı-tarih kitabında İspanya ve Portekiz’in Engizisyon arşivlerinde Pereraların uzak ve yakın geçmişinin peşine düşer. Bu yolculukta karşısında conversoları bulur.

The Cross and the Pear Tree: A Sephardic Journey (Haç ve Armut Ağacı: Bir Sefarad Yolculuğu) anı-tarih kitabının yazarı Victor Perera (1934-2003) 1940’larda Guatemala’da büyürken, annesi sık sık Ladino (Yahudi İspanyolcası) konuşur, atalarının bu dilini azarlarından da eksik etmezmiş. Perera nefret ettiği bamya veya patlıcanını bitirmemekte ısrar ederse, “manca, işto, deha ya tus desmodres” dermiş. Bu cümle Ladino’ya İtalyanca’dan giren manca (ye), bir Maya dilinde köklü bir küfür işto, günümüzün İspanyolca telaffuzuyla deha ya (bırak artık) ve Ladino’da çok kullanılan “desmodres” (biçimsizlik) kelimeleriyle kurulmuştur. Türkiye’de Yahudice veya İspanyolca diye bilinmiş olan ama günümüzdeki adıyla Ladino, Perera’nın annesi için hem hakaretin hem sevginin dili: bir taraftan pezgado (ağır), landre (musibet), postema (çıban); öbür taraftan “los ojos de mi kara” (iki gözüm), mi rey ke no me mankes (kralım benim, eksik olmayasın). Sevemediği Guatamela’da geçirdiği günleri ceza addeden annesi, Perera’nın tabiriyle Sefarad kültürünün “yaşayan arşivi” olan bu lisanı kullanarak hayatını hafifletiyormuş. 

Henüz Türkçe’ye çevrilmemiş olan The Cross and the Pear Tree bu sahnelere açılıp, çokdilli bir ailenin İspanya, Portekiz, Selanik, Filistin/İsrail, Guatemala ve ABD’deki geçmişlerini geniş tarih bilgileriyle harmanlayarak sunar. Altı kitap ve çok sayıda deneme ve makaleye imza atmış Victor Haim Perera ailesinin özel geçmişi ile çok uzak atalarının arşivlerde bulduğu tarihlerini birleştiren eseri 1995’te yayınladı. Bu kitap, son yıllarda Türkçe dahil çeşitli dillerde yazılmış ve giderek büyüyen günümüz Sefarad anı kitaplığına önemli ve farklı bir katkı sunuyor. 

Perera’nın Rites: A Guatemalan Boyhood (Gelenekler: Bir Guatemala Çocukluğu, 1986) adında daha klasik bir hatıratı da var. Bu metinde saygın din adamlarıyla dolu, Selanik kökenli Sefarad bir aileden gelen babasının 1920’lerin Kudüs’ünden Guatemala’ya taşınmasından başlayarak olgunlaşma döneminin erillik sınavlarına, okul deneyimlerine ve ülkenin yerli Maya ve göçmen grupların kendi üzerindeki etkilerine kadar birçok anısını kısa ve öykü biçimini andıran bölümlerde anlatır. The Cross and the Pear Tree farklıdır çünkü asıl çıkış noktası Perera’nın yüzlerce yıl geri giden aile ağacı araştırmalarıdır. Ailevi geçmişe dair olduğu kadar Sefarad tarihinin de samimi bir tanıtımı ve tarihçesidir. İspanya ve Portekiz’de ve daha sonra başka yerlerde yaşanan sürgünler ve göçlerle beraber arşiv eksiklikleri veya tahribatları dolayısıyla çoğu Sefarad Yahudisinin ataları hakkındaki bilgileri birkaç nesilden geriye gitmez. Perera ise bu bilgi boşluğuna rağmen dünyanın çeşitli yerlerinde ve özellikle İspanya ve Portekiz’in Engizisyon arşivlerinde Pereraların uzak ve yakın geçmişinin peşine düşer. Bu macerayı konuyla ilgili coğrafyalara göre adlandırılan on iki bölümde, şahsi bir bakış açısından nakleder. Arşiv ve tarihi bulgularını akıcı bir dille damıtır. Ortaya çıkan portre sadece Pereraların değil, ülkeler ve kıtalar aşmış geniş bir Sefarad dünyasının geçmişine aittir.   

Kişiselin ve genelin kavşağında bir anlatıyla yola çıkan Perera aile hayatının alışılagelmemiş ve yaralayıcı deneyimlerini de okurla paylaşır. Sembolik açıdan en öne çıkan aile öyküsü ancak ilerlemiş yıllarında keşfettiği ve İbranice aslının ilk sayfalarda görüntülendiği 1921 tarihli bir belgeye dayanır. Bu belgede yazarın büyük dedesi Yitzhak Moshe Perera çocuklarına ve gelecek nesillere kutsal toprakları terk etmelerini men eder, göç edenlerin aforozla cezalandırılacağını bildirir. Perera belgeden “ahit” diye bahseder. Dedenin deyimiyle “putperest diyarlara” bilinmeyen nedenlerden göçen, yani emre uymayan babası, duyduğu suçlulukla Victor Perera’yı Guatemala’da iki kere sünnet eder. Zira bir haftalık iken yapılan ilk sünnetini töreye gereğince sadık bulmaz. Beş yaşında geçirdiği bu travmatik ikinci sünnet olayını Rites kitabında da anlatan Perera, The Cross and the Pear Tree’de kutsal toprakların dışında doğmuş olmanın günahını ailesinin bu şekilde aklamaya çalışmasından söz eder. Kitabın sonraki bölümlerinde bu ve bu gibi olayların geçmişteki paralellerini de gösterir.  

Perera’nın Converso’lara ilgisi 

Birçok aile ağacı araştırması gibi Perera’nınki de seçicidir: sosyologların savlarına göre, bir hayli ülkede yaygın bir hobi olan soybilim (genealogy) ile ilgilenenler atalarının bazılarına çok önem vermeyerek diğerlerini “seçip” onlarla özdeşleşebilirler. Hatta kimlik ve benlik anlayışlarını kısmen de olsa bu yakın gelen, seçilmiş atalar üzerine kurabilirler. Perera, İber Yarımadası’ndan Selanik, Amsterdam, Kudüs, Mısır ve Guatemala’ya göçmüş Sefarad atalarının farklı deneyimlerini aktarırken Perera’lar arasında bulduğu Yahudiliğe “geri dönen” ve dönmeyen converso’lara anlatısında özel bir yer verir. Dediğine göre, kökenlerini araştırma sürecinde kendisine yakın hissettiği ataları Engizisyon veya sürgünden kaçmak için Hristiyan olmuş Pere(i)ralardır. Zaruriyet karşısında (babası ve dinden uzaklaşmış kendisi gibi) “yoldan çıkmış” bu insanlar, ailesinin ve kapsamlıca işlediği Sefarad tarihinin göbeğine taşınırlar. 

Birçok dilde converso (Hristiyanlığa geçmiş) veya (aşağılayıcı görülen terimle) marrano olarak geçen kitle, İspanya ve Portekiz’de 14-16. yüzyıllar arasında çoğunlukla korkunç baskılar altında Yahudilikten Hristiyanlığa geçenlerden oluşmuştu. 15. yüzyıl sonu itibariyle Katoliklikten başka hiçbir dinin mensubunun yaşam hakkı olmadığı İber Yarımadası’nda ölüm veya sürgünden kurtulmak için din değiştirenler arasında Yahudi kimliklerini gizlemeye çalışıp atalarının geleneklerini saklıca sürdürenler de vardı. Engizisyon arşivlerinde belgelendiği üzere ne onlar ne de dini sürdürmeyenler ırkçı “bozuk kan” suçlamalarına maruz kalmaktan kaçabildiler. İçlerinden çoğu Hristiyan topluma eninde sonunda karıştıysa da kökenleri dolayısıyla Yahudiliğe sadakat şüphesi altındaki şahısların ve ailelerin Hristiyanlıkları sayılmıyor, sonları işkence ve ölüm olabiliyordu. İspanya’da kalabilmek için Hristiyanlığa geçmiş Müslümanlar da aynı baskı altındaydı. 17. yüzyılın başında onlar da sürgün edilmişlerdi. Sefaradların, yani İspanya Yahudilerinin, Hristiyanlaşmış torunlarından bazıları 16 ve 17. yüzyıllarda İber Yarımadası’ndaki baskılardan kaçıp Avrupa, Osmanlı ve başka coğrafyalarda Yahudiliğe “geri dönerek” daha önceden İspanya sürgünlerinin kurdukları cemaatlere karışmışlardı. 

Neden Converso figürü? 

Perera, hayatını güçleştiren ataerkil unsurlarına rağmen son derece değer verdiği Sefaradlığı araştırırken bulduğu Engizisyon mağdurlarına ve diğer conversolara özellikle dikkat çeker. Ancak, konuya eğilen tabii ki sadece Perera değildir. Bu grubun geçmişi tarihçiler tarafından uzun zamandır araştırıldığı gibi, son yıllarda kurgu olarak dünya edebiyatına da girmiştir. Dona Grasya Nasi veya Miguel ve Abraham Cardoso gibi converso figürlerinin en ünlülerinden yola çıkarak bu tarihi Türkiye’de de romanlaştırmış olanlar vardır, örneğin Aaron Nommaz ve Elif Shafak. Conversoların hikayeleri, bir de her taşın altında gizli oyun bulan kurgusal komplocu yayınlarda şeytanlaştırılmıştır. Sefarad Yahudilerin çoğunluğu tarafından dahi iyice bilinmeyen converso tarihinin, özellikle de gizli Yahudiliği bir müddet sürdürmüş olanların 1990’lardan beri birçok dilde yazanlarca ilgi görmüş olmasının nedenleri arasında şunları sayabiliriz: Yahudilerin İspanya’dan sürgünlerinin 500. yüzyılının 1992’de Türkiye, İspanya ve Portekiz başta olarak çeşitli ülkelerde anılması ve bu sayede Sefarad tarihine dikkat çekilmesi; ABD ve Latin Amerika’da Hristiyanlar arasında artan converso/Yahudi aile kökeni arayışı; Türkiye’de çokkültürlülüğe ve Osmanlı tarihine yönelik 1990’lardan beri artan ilgi; 90’lar ve 2000’lerden itibaren dünya edebiyatında tarihi roman ve kolektif belleğin önemi; ve sırlaşmış oluşumların genelde romancıların ilgisini çekmesi. Perera’nın ilgisi ise hem bu konjonktüre hem de kendi yaşadıklarına ve dünya görüşüne dayanır. Hatıratlarından çok önce, Franko İspanya’sındaki deneyimlerinin kurgulanmış anlatısı olan The Converso (1970) adında pikaresk bir roman da yazmıştı. Bu eserde geçen bazı olayların gerçek versiyonlarıyla The Cross and the Pear Tree’de karşılaşırız. 

Sefaradlığın Çoğulcu Diyalogları 

İberya’daki Yahudilerin ve kendi atalarının göçlerinin ayrıntılarına girmeden önce, Perera Arapça’nın İspanyol kültüründeki rolünü anlatır ve şöyle der: “Bir Sefarad, Yahudi atalarının ruhunda yaşayan Hristiyan ve Arap ‘öteki’lerle yaptığı iç diyaloğun halen izini taşır.” Yazara göre bu “üçlü bağ, bir Sefarad’ın çağcıl dünyadaki rolünü tanımlar” (42). Perera’nın Sefarad Yahudiliğini bu şekilde yekparelikten soyutlaması, büyük dedenin nezdinde günah işlemiş ailesinin hikayesiyle birlikte yazarın ne sebeple conversoların geçmişiyle özdeşleştiğine de açıklık getirir. Conversolar, Perera’nın yakınlık hissettiği Guatemalalı yerli Mayalar ve başka gruplar gibi tekil bir din, etnisite veya milliyet anlatısı ya da yapısı içinde barındırılamazlar. Sefarad aleminin özelliklerinden olan çoğulluğa bir de zulüm ve baskı altında gelişmiş, başka kültürlere ve hatta dinlere karışmış olanları, izana uymayan biçimleri ve deneyimleri de katarak belki cismini de değiştirir. 

Yazar The Cross and the Pear Tree’ye başlığını veren, çoğunlukla Pereira olarak Portekiz’de bulduğu ve armut ağacı demek olan Perera soyisminin aslen Abendana olduğunu keşfeder. Bu bilginin ışığında atalarının izlerini mumculuk ve şarapçılık yaptıkları Toledo kentinde bulur. Ortaçağ İspanya’sındaki convivencia’nın, yani huzurla bir arada varolmanın örneği olarak gösterilen şehirden 1492’de sürülen son ferdinin adını bile tespit edebilir ki bu Suleman Abendanno’dur. Tarihle ciddi bir uğraşıya giren birçok kişi gibi, Perera da bugünü geçmişin merceğinden görür. Örneğin modern Toledo’nun “dar, labirent benzeri Endülüs Müslümanı tarzı sokakları ve kaldırımlarının” İspanya’da “Yeni Hristiyan” olanlara, Müslümanlara ve başkalarına yapılan zulümler ve ırkçı “bozuk kan” (impureza de sangre) suçlamalarıyla halen gölgelendiğini düşünür. O zamanlarda akmış kanların şimdi bile Tagus nehrini kızıllaştırdığını anlatır. Bu nevi zaman köprüleri ve yankıları günümüzün tarihi romanlarında ve anılarında sıklıkla görülür. 

Toledo’dan uzaklara dağılmış aile renkli karakterlerle doludur: Ortaçağ İspanya Yahudisi Yehuda Halevi’nin eseri Kuzari’nın Hristiyan doktrini ile ilgili bölümlerini “sadakatsizce,” adeta conversoluğunun intikamını alırcasına İspanyolca’ya çeviren Jacob Abendana gibi hahamlar, Sabetay Sevi’ye inanmaktan ancak Sevi İslam’a ihtida ettiğinde vazgeçen ve filozof Baruch Spinoza’nın aforozuna katkıda bulunmuş Abraham Israel Perera gibi cemaat önde gelenleri ve halen okunan kitapların yazarları. Perera/Pereiralarının bazılarının İber Yarımadası dışında Yahudiliğe tekrar döndüklerinde Abendana ismini “geri” aldıklarını da öğreniriz. Ayrıca, Portekiz’de kalıp da Hıristiyan olmalarına rağmen Engizisyona tabi tutulmuş Perera ve Pereiralar da yazar için atalarının çok önemli bir bölümünü teşkil eder.  Yaklaşık üç yüzyıl boyunca Portekiz’in Évora şehrinde yargılanan yüzlerce Pereira arasında auto-da-fé’de ölen bir işçinin eşini; Portekiz Engizisyonundan kaçabilip de deneyimlerini aktaran bir kitabın yazarını; 1595’te Meksika’da diri yakılan birini; ve bir tüccarın kızı olan 15 yaşındaki Ana’yı anlatır. Yazar Ana’nın casa santa (kutsal ev) olarak adlandırılan işkence odalarındaki deneyimlerini kurgu şeklinde de sunar. 

Conversoların günümüzdeki yeri 

Conversoların bu anı-tarihçede böylesi önemli bir yer tutmasının diğer nedenlerine bakarsak edebiyatta ve Sefarad dünyasında da giderek görünürleşmelerinin başka sebeplerini de anlayabiliriz. Victor Perera’ya göre Portekiz’den kaçıp 17. yüzyılın Amsterdam’ında ve başka yerlerde Yahudiliğe dönen ve ata dinleri üzerinde didaktik ve dogmatik tezler yayınlayan Pereira/Abendana gibilerinin maksadı din değiştirmiş olmaktan ve aşağılayıcı marrano sıfatından aklanmaktır. Perera büyük dedesinin kutsal toprakları terk etmemeyle ilgili katı emrini de bu ışıkta, yani ailenin bir zamanlar Hristiyan yaşamış olmasının suçluluk hissi ve utancı olarak yorumlar.  Yazara göre babasının bu emre uymayıp sonradan oğlunu iki kere sünnet etmesi de “yoldan çıkmış olmaktan” dogmatizm yoluyla arınma arzusudur. İronik bir biçimde, büyük dedenin vasiyeti o ısrarlı gelenekselliğine rağmen ailenin köksüzlüğünün belgesi olur. Daha genel bir çerçevede de conversoların gizli tarihine uyanan merakın o deneyimlerinden bugün için alınacak ders ve anlam arayışını da içerdiğini görebiliriz. Bugünkü ayrımcılıklar, kayıp kültürleri yeniden yaşatma arzusu, çoğul kimliklere doğru açılımlar ve toplu belleğin son on yıllarda öne çıkması converso tarihini görünür kılıp bir örnek olarak sunulmasına da sebep olur. 

Conversoların yüzyıllar önce yaşadığı baskı, ikilik ve zıtlıklarının günümüzün çelişkilerini de aydınlattığını düşünen sadece Perera veya romancılar değildir. İçlerinde Edgar Morin ve Jacques Derrida gibi Sefarad dünyasından gelen ve birçok başka Avrupalı ve Latin Amerikalı düşünürler de vardır. Onlara göre, “gizli Yahudilerin” tarihi deneyimleri modernleşmeyle beraber dayatılan asimilasyon politikalarının yarattığı aidiyet sorunlarını aydınlatır. Fransa’da marranisme, İspanyolca konuşanlar arasında marranismo diye adlandırılan düşünceye göre bu tarihi kişiler modern bir benliğin sahipleridir çünkü çağcıl bireyler gibi iki araya sıkışmış, mahrem ve toplumsal kimlikleri ayrık, aidiyetleri çözümsüz bir müphemlikte ve sahip oldukları kimliğin içini dolduramayan şahıslardır. Günümüz tarihçileri, düşünürleri ve romancıları, conversoların yaşadıkları zulümleri, gizemli hayatlarını ve içsel müphemliklerini ele alarak çağcıl ayrımcılıkları, kimlik sorunlarını ve tarihin çok çeşitli tekerrür ve devamlılık biçimlerini incelerler. 

Perera’nın atalarının arasında keşfettiği conversolara duyduğu yakınlığın başka bir nedeni geniş dünyanın sorunlarına da duyduğu bağlılığıdır.  Yetişkin yıllarında ABD’de yaşayan ve çoğunlukla İngilizce yazan Perera doğduğu ve büyüdüğü Orta Amerika’da ezilen yerli grup Lacandon Mayaları üzerine iki önemli eser üretti. Bu kitle hakkındaki farkındalığının beş yaşındayken Guatemala’nın başkentinde kafese kapatılıp teşhir edilmiş Lacandon kişileri gördüğü ana uzandığını anlatır. Bu olay Hristiyan bir Maya olan bakıcısının sevgilisi tarafından öldürülmesiyle birleşerek Perera’yı uzun yıllar meşgul eden bir konuya döner. Çeşitli dönemlerde Lacandon yağmur ormanlarda aylar geçiren Perera’nın kitapları Maya uzmanı araştırmacılarca uzun zaman kullanılır. Perera Lacandonlara olan bağını korur ve manevi dedesi olan bir Maya lideri öldüğü zaman Kadiş (matem duası) okur.  1992 yılında yazdığı “Kolomb ve Yahudiler” makalesinde Cenevizli fatihin converso asıllı olduğu rivayetlerine rağmen kendini ondan uzak tutup Mayaların 1492 fethine bakış açısını anlatır. 

Köken arayışları ve soybilimin ebedi ve sabit bir kimlik inşası ve çeşitli dışlayıcı amaçlar için kullanılabildiğini biliyoruz. Fakat Perera için Sefarad tarihi düz bir çizgi olmadığı gibi kütük araştırması da lineer ve mutlak bir menşe tahkikinden çok sapaklar, kayıplar ve beklenmedik oluşumlar silsilesidir. Conversolarla özdeşleşmesi Perera’nın Yahudi kimliğinin de doğrusallıkla tanımlanmadığını ve daha genel olarak köken arayışına eleştirel bir şekilde de yaklaşabileceğimizi gösterir. Aile ağacına ilgisinin Mayaların davasına kendisini adamış olmasıyla bir çelişkisi yoktur. Sürgün, kıyım, yerleşim ve intibaklardan oluşmuş Sefarad tarihini, baskı ve zulmün sonucunda katmanlaşan converso geçmişini, günümüzün siyasi çatışmalarını ve ezilmekte olanların deneyimlerini hayatında ve eserlerinde birleştiren Perera şöyle der: “Dünyevi temel güdüler ayrıştırıldığında, yazmamın başlıca iki nedeni var: İçimdeki ruhu daha iyi tanımak, görmek, aydınlanmak için yazıyorum. Yıkım ve çürüme zamanında bir yenilenme sürecinin parçası olmaya çabalayan akranlarımı, diğer arayıcıları bulmak için yazıyorum.” 

*Bu yazı Dalia Kandiyoti’nin The Converso’s Return: Conversion and Sephardi History ın Contemporary Literature and Culture (2020) başlıklı kitabından uyarlanmıştır.  

Dalia Kandiyoti City University of New York, College of Staten Island’da edebiyat profesörüdür. The Conversos’s Return (Stanford, 2020) ve Migrant Sites (Dartmouth, 2009) adındaki kitapları ve çeşitli makaleleri dünya edebiyatında göç, kimlik ve Sefarad tarihi ile ilgilidir. Dr. Rina Benmayor’la ortak derlediği kitabı Reparative Citizenship for Sephardi Descendants 2023’te Berghahn tarafından yayınlamıştır. Sefaradlık ve vatandaşlıkla ilgili ortak yürütmüş olduğu sözlü tarih projesinin arşivini Washington Üniversitesinin (Seattle) kütüphanesi için hazırlamaktadır. 

Kaynakça:   

Nommaz, Aaron. 2016. Kanuni’nin Yahudi Bankeri Dona Gracia. Istanbul: Destek.  
———. 2018. Yahudi Casus Jozef Nasi. Istanbul: Destek.  
Perera, Victor. 1970. The Conversion. Boston: Little, Brown.  
———. 1995. The Cross and the Pear Tree: A Sephardic Journey. Berkeley: University of California Press.  
Shafak, Elif. 1999. Şehrin Aynaları. Istanbul: Metis.