Kültür Sanat Makaleler Yahudi/Edebiyat

Türkçe Yahudi Edebiyatını Öğretmek – Tuğba Yavuz

Eğer Türkçe Yahudi edebiyatı diye bir kategori varsa, bu nasıl öğretilir?  

2002-2011 yılları arasında Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümünde dersler vermiş ve 2014’te yayımlanan Hüzünlü Özgürlük: Yahudi Edebiyatı ve Düşüncesi Üzerine Yazılar başlıklı bir kitabı da olan Laurent Mignon, Türkçe Yahudi edebiyatını öğretme pratiğinde iki yol izlemiş. İlki, Türkçe Yahudi edebiyatını lisans ve lisansüstü kademelerdeki genel Türkçe edebiyat derslerine entegre etmek. İkincisi ise, kendi başına Türkçe Yahudi edebiyatına odaklanan bir lisansüstü dersi vermek. Mignon’a göre, ikisinin de kendine özgü zorlukları var. 

Laurent Mignon, “Türkiye üniversiteleri bağlamında, öğrencilerin temel bir Türk edebiyatı tarihi anlayışı var çünkü okul yılları boyunca Türk edebiyatı tarihini belirleyen kişiler olarak tekrar tekrar büyük yazar ve şairlerle karşılaşıyorlar. Elbette, bunların çoğu erkek.” diyor. Ona göre, Türk Dili bölümlerinin çerçevesinde verilen genel Türk edebiyatı tarihi dersleri kapsamında Yahudi edebiyatını öğretmek, öğrencilerin edebi tarih yazımını ve Türk edebiyatı kanonunu yapısökümüne uğratmasını gerektiriyor. Bu ise, ancak tüm ‘minör’ edebiyatları içermekle mümkün. ‘Minör’ edebiyatlar bu tarihe dahil edildiğinde öğrenciler hem çok daha baştan, örneğin 16. yüzyıla ait Raşi alfabesiyle yazılmış anonim Tevârîh-i Âl-i Osman ile tanışabilir hem de İsak Ferera’nın bir şiirini ve Mir’ât dergisinin Avram Naon tarafından kaleme alınan başyazısını okuyarak bu zamana kadar öğrendikleri Türk edebiyatı tarihi ve bu tarihe Müslüman olmayanların katkıları hakkında farkındalık kazanabilir. Sonuç olarak, Mignon için, Yahudi edebiyatını öğretmek ve tarih ile edebi tarih yazımına eleştirel yaklaşımlar geliştirmek, el ele ilerlemelidir. 

Bunun gibi lisans seviyesi genel edebiyat derslerinden ayrı olarak, Türkçe Yahudi edebiyata odaklanan bir lisansüstü dersi seçeneği de var. Mignon, böyle bir dersin, eğer Cumhuriyet öncesi dönemi dahil edecekse, Ladino ve Fransızca gibi Yahudi edebiyatçılar için Cumhuriyet dönemine kadar edebi ifadede temel olan dilleri de çok dilli bir yaklaşımla kapsaması gerektiğini söylüyor. Bu noktada, Avram Galante gibi Yahudi toplumunda Türkçeyi bir edebi dil olarak kullanmayı savunan bir yazarın Ladino edebi işler de yayınlamasını, ayrıca Fransızca çıkan Archives israélites’e de makaleleriyle katkı sunmasını örnek veriyor. Böylece, Yahudi yazarları yalnız bir dil ile bağlantılandırmanın zorluğunu gösteriyor. Gerçi bir yanıyla bunun özellikle Yahudi bir pratik olduğunu söylemek zor çünkü Osmanlı entelijansiyasında çok dillilik bir tür normdu ve entelektüellerin birden fazla dilde yazması oldukça yaygındı. Dolayısıyla, bu çok dillilik konusunun genel Türkçe edebiyat derslerinde halihazırda öğretilen bir konu olması gerekirdi. Ancak Mignon, ne yazık ki, böyle bir dil becerisine sahip öğrenci sayısının oldukça sınırlı olduğunu da hatırlatıyor. 

Tabii bundan önce, bu tür derslerin verilebilmesi için ilk aşamada ‘Yahudi edebiyatı’ konseptini tartışmak gerekiyor. Mignon, derslerinde minimalist olmaktan kaçındığını ve Yahudi arkaplanı olan herhangi birinin herhangi bir edebi işini, bu eserde Yahudi teması olsun olmasın, dahil ettiğini söylüyor. Türkçede yazmış ya da yazmaya devam eden ve Yahudi kimliğini sahiplenen yazarlara değiniyor. Örneğin, İsak Ferera (1883-1933) ve Jozef Habib Gerez şiirlerinde Yahudi temalarından kaçınsalar da Yahudiliğin dini, kültürel ve tarihi boyutlarına gazete makalelerinde yer veriyorlar. Roman ve kısa öykü yazarı Mario Levi, İstanbul Yahudi topluluğunu sayısız edebi eserinde konu ediyor. Türk edebiyatında dini temalardan oyun yazarı ve şair Beki L. Bahar’ın Türkçe eserlerine kadar, ‘Yahudi edebiyatı’ konseptine eleştirel bakışı destekleyen pek çok materyal bulunuyor. Burada yalnızca şöyle bir kısıt var: Mignon, açık bir şekilde Yahudi olarak kategorize edilmeye itiraz eden yazarları, eğer eserleri de Yahudi edebiyatı temasıyla ilgili konularla uğraşmıyorsa dahil etmiyor. Bu anlamda, Bilge Karasu’nun Yehuda figürü ve azınlıklar üzerine eserlerini veya Roni Margulies’in kendi Yahudiliğine yönelik duruşunu tartıştığı Yahudi Olmak mı, Olmamak mı kitabındaki teorik yazıları, tartışmayı yapıcı bir yerden beslediğini düşündüğü için ders planına ekliyor. Sonuç olarak, Mignon, Türkiye bağlamında Yahudi edebiyatının incelenmesinin hem öğretmenlere hem de öğrencilere her zaman tetikte olmayı ve tarihin, kanonun ve kimliklerin inşa edilmişliğini sorgulamayı da öğrettiğini iddia ediyor. 

Bu tartışmanın önemli bir diğer konusu, Türkçe edebiyatın sınırlarını da tanımlamak. Edebiyat tarihçiliği açısından bu mesele önemli çünkü gayrimüslim yazar ve şairler çoğunlukla ‘Türk edebiyatı’ tarihinin çeperlerine itildi. Pek çok edebiyat tarihçisi Türklüğü ve Müslümanlığı bir sayarak çalışmalarına yalnızca Müslüman kökenli yazarları dahil etti. Bunun yanında, 28 yıldır bir sonuca ulaşmamış, Mesut Varlık’ın deyişiyle ‘tartışılmayacak’ bir tartışma olarak kalan “Türk edebiyatı mı, Türkçe edebiyat mı?” sorusu ortada duruyor. Varlık bunu, edebiyat içi bir tartışma olmanın ötesinde okurun politik tavrıyla ilişkilendiriyor ama bunun “politik olduğu kadar, elbette tarihsel bir okuma/anlayış farklılığına işaret ettiğini” de söylüyor (2020, K24). Mignon için yine de edebiyat tarihçiliğinde özellikle Tanzimat’tan Cumhuriyet’in kuruluşuna kadarki dönemi inceleyen çalışmalarda Türkçe yazan Yahudi edebiyatçılara ve yapıtlarına hemen hemen hiç yer verilmemesi oldukça ilginç. Mignon, bunun tek istisnasının M. Kayahan Özgül’ün hazırladığı Arayışlar Devri Türk Şiiri Antolojisi olduğunu ve kitabın “Has Bahçenin Japon Gülleri” bölümünde Türkçe yazan başka gayrimüslim şairlerin yanında İsak Ferera’nın “Kalb-i Şair” ve “Senin Sesin” adlı şiirlerine de yer verildiğini hatırlatıyor. 

Oysa, özellikle 19. yüzyıl sonundan başlayarak 20. yüzyılın dönüşümlerini kendi içinde de bir dönüm noktası olarak yaşayan bir Türkçe Yahudi edebiyatının yolları inşa edilmekteydi. 1889-1891 yılları arasında İzmir’de eğitimci Moïse Fresko (1859-1912) tarafından yayımlanan Üstat yayınının temel amacı Yahudiler arasında Türkçeyi yaygınlaştırmak, böylece Osmanlı Türk kültürü hakkında daha fazla bilgi edinerek Yahudi toplumunun Osmanlı devletine entegre olmasını sağlamak ve bağlılığını göstermesini teşvik etmek olsa da bu gibi yayınlar temelde Türkçe yayınları okuyan bir Yahudi okuru yaratarak sonraki aşamalarda Türkçe Yahudi edebiyatına zemin hazırlamaktaydı. 1901’de Avram Naon’un (1878-1947) yeni parnasçı şiirlerini topladığı Kalb-i Şikeste kitabı Osmanlı Türkçesi alfabesiyle Türkçe olarak yayımlandı. Bu koleksiyonu, 1904’te Ebr-i Bahar ve 1914’te Aşina Sesler ile İsak Ferera’nın iki ciltlik şiir kitapları takip etti.  

Naon ve Ferera, 1909’da Osmanlı Türkçesi alfabesiyle, kısa ömürlü Mir’ât dergisini yayımladılar. Bu süreli yayın hem Yahudilere hem Yahudi olmayanlara hitap etse de sadece Yahudi yazarlara yer veriyordu. Naon, derginin başyazısında Mir’ât’ın “Türkçe yazan Yahudi yazarların eserleri için bir vitrin olmayı hedeflediğini” ve “dışarıdan, Yahudi olmayan bir yazardan gelecek yazıları kabul etmeyeceğini” yazdı. Bu ilke, edebiyat dünyasında Yahudilere yönelik ayrımcı tavrın üstesinden gelmenin bir yoluydu. Nitekim, İsak Ferera da 2 Mart 1909 tarihinde Mir’ât’ta yayımladığı “İsminden Utanan Yahudiler” adlı makalesinde şöyle anlatıyor (Osmanlı Türkçesinden sadeleştirerek aktarıyorum):  

“Hatırımda kaldığına göre, bundan 7-8 sene önce bir şiir kitabımın basımı için Bâb-ı Âlî’de bir kitapçıya başvurdum. Kitap yetkili bir şaire gösterilmiş. Eser aslında yetenekli olmakla beraber, yazarının hepsinden önce Musevi olması nedeniyle Türkçe bir şiir kitabını kıymetten düşüreceği yolunda görüş paylaşılmış. Dolayısıyla, bir Türk ismi altında yayımlanmasına razı olunursa basımın üstleneceğinin cevabını aldım. Buna karşın cevabım şundan ibaret oldu: ‘İnanıyorum ki, bu eserin bir üstünlüğü varsa, sırf bir Musevi’nin yeteneğinin olmasındandır. Bundan dolayı, eserimin bu şerefli sıfattan soyundurulmasına aklım yatmaz.’ Doğal olarak, kitabımı bastıramadım.” 

Cumhuriyet’e kadar Osmanlı Türkçesinde yazdıkları eserlerle edebiyatta var olmaya çalışan, Türkçe diline bağlılığı ve Osmanlı Yahudisi kimliğini açıkça benimseyen Naon ve Ferera gibi edebiyatçıların dahi, salt Yahudi olmaları nedeniyle eserlerini yayınlamakta önemli sorunlarla karşılaşmaları ve Türkçe edebiyat kanonunda yer bulamamaları beklenmedik olmamakla beraber hâlâ ilginçtir. Türkçe edebiyatı teşvik etmek için gösterdikleri ilk çabalara rağmen, 1928’deki alfabe değişikliğinin Osmanlı Türkçesi harfleriyle yazılmış eserleri erişilemez hale getirmesiyle beraber her iki şairin de Cumhuriyet döneminde neredeyse tamamen unutulması trajiktir. Bunun yanında, tüm bu girişimlere rağmen, Cumhuriyet’in kurulması ve devlet öncülüğündeki Türkleştirme politikalarının yoğun müdahaleleri de eklenince, Yahudi edebiyatı için bir çıkmaz meydana gelmiştir: Osmanlı elitlerinin asimilasyoncu dil politikalarının etkisinde kalarak Ladinoyu redde varan çabalar sonucu ne Nesi Altaras’ın “tam var olamamış bir dil” dediği Judeo-Türkçe gelişerek Yahudi edebiyatını güçlendirmiş ne de Türkçede verilen eserler hak ettiği kıymeti bulabilmiştir.   

Yine de bugünden bakıp edebiyat tarihinin Yahudiler dahil gayrimüslim yazarları görmezden geldiğini kabul ederek Türkçe edebiyatı yapısökümüne uğratmak, eserleri uluslararası ün kazanan ve İstanbul Bir Masaldı kitabı pek çok dile çevrilen Mario Levi’nin ötesinde bir Türkçe Yahudi edebiyatının olup olmadığını başka bir yerden tartışmak, böylece Türkiye’de bu edebiyatın biliniyor olmasını sağlamak için müfredata müdahale etmek hâlâ önemli. Mignon’a göre bu, son olarak, Yahudi edebiyatına yönelik genellikle Batı-merkezci yaklaşımları sorgulamaya da ek bir fayda sağlayacak ve New York, Berlin ve Kudüs’ün ötesinde; Amerika, Avrupa ve İsrail dışındaki edebiyat ve kültürlere bakma ihtiyacını da karşılayacaktır. 

Kaynaklar:  
Mignon, Laurent. “A Few Remarks about Teaching Jewish Turkish Literature”. Disseminating Jewish Literatures: Knowledge, Research, Curricula, edited by Susanne Zepp, Ruth Fine, Natasha Gordinsky, Kader Konuk, Claudia Olk and Galili Shahar, Berlin, Boston: De Gruyter, 2020, pp. 37-44. 
Mignon, Laurent. “Türkçe Yahudi Edebiyatının Doğuş Sancıları: İsak Ferera Efendi ve Mir’ât Dergisi”. Edebiyat ve Eleştiri. Ankara: Hedef Reklam, 90, 2006, s. 73-80. 
İsak Ferera Efendi, “İsminden Utanan Yahudiler”‘, Mir’ât, 2, 17 Şubat 1324 H, 2 Mart 1909 M, 22. 

Tuğba Yavuz, lisans eğitimini İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Medya & İletişim Sistemleri bölümlerinde, yüksek lisans eğitimini Sabancı Üniversitesi Kültürel Çalışmalar programında kadınların Holokost sonrası yaşam yazını üzerine yazdığı teziyle tamamladı. Toplumsal cinsiyet eşitliği, LGBTİ+ kapsayıcı müfredat, toplumsal hafıza, çatışma çözümü ve barış inşası ve gençlik çalışmaları gibi alanlarda gönüllü ve profesyonel olarak ulusal ve uluslararası kuruluşlarda çalıştı. Sivil toplum çalışanı ve kesişimsel alanlarda mücadele eden bir aktivisttir.