Yahudi/Edebiyat

Stanislaw Lem: Holokost onun bilimkurgu evrenini şekillendirdi mi?

Kaynak: Culture.pl / Mikolaj Glinski Çeviri: Ozan Ekin Gökşin

Stanislaw Lem’in kitaplarında yer alan geleceğe dair bilimkurgusal görüşler, yazarın bir Holokost kurtulanı olarak travmatik geçmişini mi gizliyor? Ve bu gerçek yarım yüzyıldan uzunca bir süre okurların ve araştırmacıların gözünden nasıl kaçtı?

Bilimkurgu tarzının devi Stanislaw Lem, 20. yüzyılın en meşhur Polonyalı yazarlarından biri. Siberya ya da Yıldız Güncesi gibi kitapları birçok dile çevrildi ve milyonlarca kopya sattı, Solaris gibi diğer eserleri filmlere uyarlandı. Cüretkar fütüristik fikirleri sonunda gerçeğe dönüştüyse de, teknolojinin karanlık yanına dair içgörüleri ancak yakın zamanda geçerli hale geldi. Solaris’in yazarı hakkında 2016’da yazılan bir kitap, onun eserlerine ve geçmişine şaşırtıcı bir ışık tutuyor ve bunu yaparken aynı zamanda son yarım asırdır Lem’i okuma biçimlerine meydan okuyor.

Zaglada i Gwiazdy’de (Holokost ve Yıldızlar), Lem uzmanı Agnieszka Gajewska, Lem’in gelecekle ilgili görkemli, cesur ve sıklıkla grotesk görüşlerinin temelinde, pogromda ölümden kurtulması ve birçok akrabasını Holokost’ta yitirmesi gibi bir dizi korkutucu deneyimden kaynaklanan travmatik geçmişin izlerinin gömülü olduğunu iddia ediyor. Bu savaş zamanı deneyimler, tıpkı Yahudi geçmişi gibi, yazarın neredeyse yaşamı boyunca konuşmak istemediği konular arasındaydı. Anlaşılan o ki Lem, bu izleri eserlerine serpiştirmeyi tercih etmiş. Gajewska’nın belirttiği gibi, şifrelenmiş ve maskelenmiş olarak “anlatı boşluklarında, görünüşte işlevsiz anekdotlarda, olayların umulmadık dönüşlerinde ve grotesk vizyonlarda” beklenmedik şekillerde ortaya çıkıyorlar ve tüm bunlar uzunca süredir okuyuculara ve eleştirmenlere görünmez kalışını açıklayabilir.

Lem-berg

Savaş öncesi Lviv’in panoraması

Lem, 1921’de Lwow’da [Lviv, Almanca Lemberg] doğdu. Bu kent, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun bir bölgesi olan Galiçya’nın başkentiyken yeni doğan Polonya’nın bir parçası olalı üç sene geçmişti. Babası, saygı gören bir doktor Samuel Lehm ve annesi Sabina (Wollner, evlenmeden önce) asimile edilmiş Polonyalı Yahudilerdi.

Yüksek Kale isimli eserinde yer verdiği anılarına göre, sevecen ebeveynler, kuzenler, amcalar, teyzeler, dayılar ve halalarla çevrili, mutlu ve neredeyse cennet gibi bir çocukluk geçirdi, fakat bu kişiler sayfalarda isimsiz bir şekilde yer aldı. Bu semptomatik bir durum.  

Çocukluğu hakkında konuştuğunda, Lem, Yahudi kökenini ancak Nüremberg yasalarının bir sonucu olarak öğrendiğini iddia ederdi. Gajewska aksini iddia ediyor: Lem’in ebeveynleri sinagogda evlenmişlerdi, Lviv’deki Yahudi cemaatinin yaşamında, diğer şeylerin yanı sıra dini topluluklarına bağışta bulunarak aktif rol alıyorlardı.Oğulları Yahudi din derslerine katıldı (en yüksek notları aldı), bu da Lemlerin aslında Yahudi kökenleri ile bağlarını koparmadığının bir kanıtı olarak görülebilir.

Naziler, Lviv’e 1941 yılında girdiğinde, Stanislaw Lem 20 yaşındaydı. Lem’in bu karanlık yıllara dair biyografisinin Gajewska’ya ait öncü yeniden inşası, boşlukta kalan bölgeleri dolduruyor ve şu ana kadar sır kalan bazı olguları ortaya çıkarıyor. Bunlardan biri, 30 Haziran 1941’deki hapishane pogromundan sağ kurtulması… Pogrom gerçekleşirken ilk olarak Brygidki hapishanesindeki cesetleri temizlemek zorunda kaldı ve Lviv sokaklarında gerçekleşen katliamdan kıl payı kurtuldu. Kurtuldu çünkü Alman bir film ekibi şehri ziyaret ettiği için kıyım aniden durmuştu (daha sonra Sahibinin Sesi isimli bilimkurgu romanında şifrelediği bir sahne). Lem, büyük ihtimalle sonraki aylarını Lviv gettosunda geçirmiş ve bir Alman şirketi için çalışıp sahte Polonya kimliğiyle oradan kaçmıştı. Ebeveynleri de Nazi işgali boyunca Lviv civarında farklı yerlerde saklandılar.

Savaş sona erdiğinde ve Lviv’in yeni Polonya sınırları içinde yer almadığı kesinleştiğinde, ailesi Krakow’a taşındı. O zamana kadar, geniş ailesinin neredeyse tüm üyeleri –Yüksek Kale’de isimsiz bir şekilde geçen amcalar, dayılar, teyzeler, halalar- Lviv ve Belzec’te, Holokost’ta öldürülmüşlerdi. Lem’in son akrabaları ise savaştan sonra Kielce pogromunda öldürülmüşlerdi.

Yukarı Kale, Stanislaw Lem.

Lem, neredeyse tüm yaşamı boyunca savaş zamanı tecrübelerinden bahsetmekten kaçındı, ve eğer bahsettiyse de, gerçeğini maskeleyerek netlik sanatını yendi. Yine de, Gajewska’ya göre, bu ürkütücü hadiseler yazarlık kariyerine adım atan Lem’in hem bilimkurgu eserlerinde, hem de gerçekçi kurgu yazılarında geri dönecekti.

Şifrelenmiş Lviv

Bu harp zamanı gerçekleri Lem’in ilk romanlarında oldukça aşikardır. Dönüşüm Hastanesi, savaş zamanı nerede olduğu bilinmeyen ve doktorların Nazilerin aniden ortaya çıkmasına hazırlandığı bir akıl hastanesinde geçer. Lem’in kahramanı, Polonyalı doktor Stefan Trzyniecki, Lem’in romanı kaleme aldığı yaştadır. Tekrarlanan temalardan biri, tıraş olmadığında Yahudi gibi gözükmeye başlamasıdır. 

Gajewska’nın analizinde ortaya serdiği, görünüşte önemsiz bir diğer unsur, karakteristik mimari bir detaydır, hastane binasının üstünde yükselen ve bina yapısındaki işlevi ne olduğu belirsiz bir “Türk Kulesi”dir. Gajewska bu kulenin mimarisini Lviv’deki Lazarus Hastanesi ile özdeşleştirir. 19. yüzyılın sonunda Neo-Mağribi tarzda inşa edilen kule, Lem’in evine çok uzak bir mesafede değildi ve şehir panoramasının kendine has bir unsuruydu. 

Dönüşüm Hastanesi, Stanislaw Lem.

Gajewska’nın iddiasına göre, bu şifreli yöntemle Lem romanında, sadece akıl hastanesindeki hastaların harp zamanı trajedisinin bir anlatımını değil, aynı zamanda Lviv’in Yahudi sakinlerinin de hikayesini anlatmaktaydı. Aynı zamanda Gajewska bunun bir tür savaş sonrası Polonya’da komünistlerin empoze ettiği sansüre karşı karmaşık bir oyun olduğunun altını çiziyor. 

Aynı şekilde, akıl hastanesinin tasfiye öyküsü, sadece bir benzetme ya da felsefi bir inceleme değil, Sovyetler Birliği’nin şehri ele geçirmesinden sonra kendilerini ifade edemeyecek ve savaş zamanı çektikleri acıları kimsenin dinlemek istemediği Yahudi sakinlerinin öyküsü haline gelmiştir.

Savaş zamanı ve Holokost temalarına, Dönüşüm Hastanesi’nin de içinde yer aldığı Czas Nieutracony (Kaybedilmiş Zaman) üçlemesinin iki diğer romanda da rastlanır. Bunların birinde, Lem’in birçok akrabasının muhtemelen öldürüldüğü Belzec’teki kampın detaylıca anlatıldığı Aktion Reinhardt (Reinhardt Operasyonu) isimli yarı-belgesel bölümü de içerir. Gajewska bu üçlemenin, gettodan kaçarak ve saklanarak “Aryan” tarafında gizlenmiş yaşamın öyküsü olarak da okunabileceği sonucuna varıyor. 

Bu yönden bakıldığında, Lem’in Lviv’deki çocukluğuna adanmış Yüksek Kale’de, şehirdeki Yahudi varlığı gibi, kendi hikayesindeki Yahudi unsurların da garip bir şekilde yok sayılması şaşırtıcı geliyor. Bu otosansürün sebepleri açıkça karmaşık ve Polonya’daki gerçek sansürün varlığını barındırsa da (kitap boyunca Lviv ismi geçmemektedir), Gajewska bunun, Lem’in Yahudi geçmişinin tartışılmaması için bilinçli strateji olduğunu savunuyor.

Uzayda yer değiştirme ve hayatta kalma sendromu

Kurt Maetzig’in yönettiği Sessiz Yıldız diye de bilinen Venüs’teki İlk Uzay Gemisi filminden bir sahne.

Benzer şekilde Gajewska, Lem’in daha bilindik bilimkurgu eserlerinde de harp zamanı Lviv anılarının izlerini bulur. Ona göre, bunları bulması zordur çünkü “kozmik yolculuklar ve alternatif zamanlar içinde maskelenmenin yanı sıra imalara, çağrışımlara, karşılaştırmalara” gömülüyorlar. Bu nedenle okurlar için görünmez oldular… Lem’in Holokost’u ve buna dair anılarını ışık yılları boyunca kaçırarak bulmamızı istediği uzaya bıraktığı iddia edilebilir. Ancak şimdi anlıyoruz ki bunlar Holokost kurtulanının tanıklığıdır. 

Gajewska, Lem’in harp zamanı deneyimlerinin izlerini tanık ve kurtulan kategorileriyle incelendiğinde, Holokost çalışmalarındaki temalarla benzerlikler olduğunu keşfediyor. Lem’in savaş deneyimleri etkileşimli motifleri, savaş zamanı şiddet sahnelerine indirgenmiyor, Gajewska’ya göre Lem’in anlatısı ve karakterleri, savaş zamanı zorunlu yer değiştirmelerin bir yansımasını da barındırıyor. Gajewska, “geri dönecek yerleri yokmuş hissine kapılıyorsunuz” diyor.

Erken dönemde yazdığı bilimkurgu eseri Yıldızlardan Dönüş’te, kahraman Hal Bregg, uzaydaki görevinden tamamen tanınmaz hale gelen dünyaya (Einstein’ın genleşme paradoksu sebebiyle, yüz yıl sonra) geri döner. Dahası Hal, ölen astronot meslektaşlarının anısıyla lanetlenmiştir. Gajewska’ya göre Lem’in alter egosu olarak görülebilecek bir psikiyatr, bu anıları kendisine saklamasını önerir. Başkalarına anlatmak, yalnızlığını daha da kötüleştirecektir. Buna göre, Bregg normal dünyada yaşamak için uygun olmamasına sebep olan büyük bir yıkımdan sağ çıkmıştır.

Sonra, yanlışlıkla robotların parçalanıp yakılmak için seçilmesine tanık olur, Gajewska’ya göre bu akıllara 20. yüzyıl tarihini getiriyor. Bu “mekanik ızdırap” sahneleri sinir krizi geçirmesine sebep olur. Bu açıdan bakıldığında, Hal Bregg sığmadığı bir dünyaya dönen ve bir şekilde bununla başa çıkmak zorunda olan bir Holokost kurtulanın kılık değiştirmiş hali gibi görülebilir.

Yıldızlardan Dönüş, Stanislaw Lem

Robotik Holokost ve robot dybbuk

Lem’in en meşhur bilimkurgu serisi Pilot Pirx’in Maceraları’nda da Holokost’a dair gizli imalar bulunur. Gajewska hikayelerden birinin, Holokost tanıklarının gözlerinin önünde çekilen acıya kayıtsızlığının savaş dönemi bir motifin aktarımı olarak görülebildiğini gösteriyor. Hikayede, uzay gemisindeki bir grup insan, başka bir uzay gemisi mürettebatının ölümüne gönülsüzce tanık olup kazanın hemen ardından uzay gemilerindeki balo salonunda dans etmeye giderler. Gajewska’ya göre bu Polonya edebiyatındaki meşhur tasvire, Creslaw Milosz’un bir şiirine referansla “Campo di Fiori’nin kozmik bir versiyonudur.” 

Lem’in bir diğer klasiğinde, Yıldız Günceleri’ndeki On Birinci Yolculuk’ta, Ijon Tichy görünüşe göre şiddeti insanlardan öğrenen ve şimdi korkunç davranışlara sahip isyankar robotların yönettiği bir gezegene gider. Robotların insan çocuklar üzerinde baltalarını kullandığı, ürkütücü bir kereste hasadını andıran bir temerküz kampında öykü zirveye ulaşır.

Gajewska’nın dediği gibi, barok bir dille stilize edilen bölüm, Holokost’un tarihsel vakalarıyla olası ilişkileri boşa düşürmek için ironik bir mesafe kullanıyor. Bu yüzden, Holokost’un bu korkutucu ve grotesk tasviri, Polonya edebiyatında eşsizdir. Öykünün devamında robotların düzensiz davranışlarının gerçek sebebi ortaya çıkıyor (aslında robotlar, robot kıyafeti giymiş insanlardır) ve acı bir ironik sonla bitiyor: “Düşündüğünde sadece insanların soysuz olacağını bilmek rahatlatıyor.”

Pilot Pirx’in Maceraları’ndaki başka bir öyküde (Terminus), bir uzay gemisindeki tüm mürettebatın yavaşça ölmesiyle sonuçlanan bir felakette tek başına hayatta kalan bir robotla tanışır. Travmatize olan robotun elektrik devreleri Mors alfabesiyle iletişim kuran mürettebatın son anlarını saklamaktadır. Bu ses kaydı bir ölüden gelen şişe içindeki mesaja dönüşmüştür. Gajewska’nın çıkardığı sonuca göre, ölen mürettebat, adeta bir dybbuk (ç.n.: Yahudi mitolojisinde ölünün içinden çıkan ve başka bedenlere musallat olan kötü niyetli ruh) haline gelen robotun içinde yaşamaktadır. Pirx için ahlaki ikilem, robotu kapatıp kapatmama tercihidir: Etkili bir şekilde bu korkunç anıları silmesi, bu insanların varlığından kalan izlerin de silinmesine sebep olacaktır.

Sahibinin Sesi, Stanislaw Lem

Sahibinin Sesi”: Lem konuşuyor 

Lem’in bilimkurgu çalışmalarındaki deneyimlerini şifrelediği en net olay belki de 1968 tarihli Sahibinin Sesi romanıdır. Bu eserde, baş karakter (muhtemelen Lem’in alter egosu) Hogarth, arkadaşı Profesör Rappaport’un harp zamanı anılarını nakleder. Öykü ana konuyla bağlantısız görünür ve dünya dışı varlıklarla iletişim kurma konusunda bir işlevi yoktur.

Rappaport’un Hogarth’a anlattığı hikaye, 1942’de memleketindeki hapishanenin bahçesinde gerçekleşen korkunç bir sokak infazı sahnesini barındırıyor. Bir film ekibinin beklenmedik gelişi ve hayatını kurtarışından önce, bir duvarın önünde sırasını bekleyerek birkaç saat geçirmiştir. Bu esnada, Yahudi bir adamın Almanları, Yidişçe konuşarak Alman olduğuna ikna etmeye çalıştığı sahneye şahit olur. Bu sahne, şu anki ruh haliyle Rappaport’a son derece komik gelir. Sonra, idam mangasının önünde sırasını beklerken, düşüncelerini başka bir bedende hayata döndürmeye karar verir. Lem, yıllar sonra, Amerikalı tercümanı Michael Kandel’e yazdığı özel mektupta Rappaport’un Hogarth’a anlattığı hikayenin aslında kendi hikayesi olduğunu kabul eder.

Lem ve insanlığın sonu

Stanislaw Lem’in çizimi “Tabure Hanım”

Gajewska, aynı zamanda, Lem’in insan bedeni algısının da Holokost’la mimlendiği gösterir: Astronotlar’da beden “dövülerek işlenebilen madde”, Robotlar için Masallar’da ise “kalsiyum inşaat iskelesindeki yapışkan içerik” diye tarif edilir. İnsanların büyüyen vücut organları motifleri sıklıkla biyoteknoloji ve transhümanizm bağlamında okunur fakat aynı zamanda Lem’in, insan vücudunun tümden imha edilmesi fikrini ortaya çıkaran Holokost’a dair travmatik hatıralarının izleri olarak da görülebilir.

Gajewska’nın alıntıladığı Albert Camus’nün Veba‘sının kritiğinde Lem, Fransız yazarın mecazi eserinin, daha zalim olaylara şahit olanların üzerinde bir etki bırakmakta başarısız olduğunu söyler. Kendi hakkında konuştuğunu tahmin etmek hiç zor değil.

Lem’in düşünce izleğini yeniden inşa eden Gajewska’ya göre, bu insanlar Veba’da tasvir edilen insan etiyle dolu hendeklerle çevrili cenaze geçit törenleriyle özdeşlemezler çünkü Camus’nün dünyasında insanların cenazeye katılmak ve yas tutmak için zamanları vardır. Aynı zamanda, Lem “barbarca” bulduğu kendi yaklaşımını da eleştirir. Sanat eserinin, “insandan yapılan insan yapımı sabun” sözünü sonsuza dek tekrar etmeye gücü olmadığını anlar. Ve bir sanatçı için, “insanda şüphe uyandıran” dediği hissi tecrübe etmenin önemini vurgular. Bu deneyim sadece “Kan Toprakları”nda değil aynı zamanda şimdiki gerçekliğimize nüfuz eden ve havayı elektriklendiren bir deneyim. Lem’e göre Camus bunu ıskalamıştı.

İnsan hakkında sanatçıya sessizliği empoze eden, en azından şimdiye kadar var olan bir dizi şiir ve eski gelenekler bağlamında, bir bilgi fazlalığı vardır.

Bu bağlamda Gajewska, Lem’in edebi türler ve şiirle olan deneyimleriyle, iyi bilinen anlatı şemalarını ve felsefi düşünceleri grotesk formlara dönüştürerek, ahlaki krizler ve insanın sonu karşısındaki sessizlik çıkmazından kurtulmasını sağladığı sonucuna varır.

Bu kavrayışlı ve önemli bir sonuç gibi görünüyor. Sadece Lem’in eserlerinin önemini bugün daha iyi anlamamıza yol açmakla kalmıyor aynı zamanda Polonya edebiyatını, uluslararası savaş sonrası edebiyatın daha geniş bir arka planına yerleştiriyor.