Arşiv Yahudi/Edebiyat

Bitik (Oyun) – Philip İshak Arditti 

Global Jewish Voices kapsamında Bush Theatre’da pasajları okunan Bitik (Extinct) oyunu, 2013 yılındaki Gezi protestolarına katılan Yahudi bir gencin yaşadığı gerilimleri anlatıyor. Aşağıdaki metin bu oyundan bir kesiti içeriyor.

Çeviri: Philip İshak Arditti ve Ralf Arditti 

Karakterler 

MORİS, Yahudi, 50’lerinde 
YUSUF, oğlu, 22 
CARMEN, Moris’in Annesi, 80  

2013 Gezi Direnişinin ilk haftası 

Sahne 11 

Carmen’in oturma odası.  
Mum ışığında, Carmen ve Yusuf oturuyorlar. 

CARMEN: Öldüm mü ben? 
YUSUF: Hayır. 
CARMEN: Beni eve götürmek için mi buradasın? 
YUSUF: Evdesin zaten. 
CARMEN: Azrail misin sen? 
YUSUF: Torununum 
CARMEN: Bir rakı hazırla bana o zaman 
YUSUF: Hikaye anlatmayacak mısın bana? 
CARMEN: Hangi hikayeyi? 
YUSUF: Fark etmez 
CARMEN: Evli misin sen? 
YUSUF: Hayır. 
CARMEN: O hikayeyi anlatabilirim sana. 
YUSUF: Babaanne… Lütfen. 
CARMEN: Senin o kıza aşık olmanla başlıyor, ardından kız sana tutuluyor. Nerede buluşuyorsunuz biliyor musun? 
YUSUF: Bir parkta? 
CARMEN: Sahilde. Bir Cumartesi öğleden sonra yürüyüştesiniz. Onu görüyorsun, kız genç ve güzel.  
YUSUF: Dalga geçiyorsun benle 
CARMEN: Pekala, yaşlı ve çirkin, benim gibi. Fakat karanlık bastığından fark edemiyorsun. Sesi boşluğu dolduruyor, kahkahaları gıdıklıyor, davranışları seni uçuruyor. Pürüzsüz delikanlı tenin yara bereden uzak, bacakların çevik, sırtın yepyeni sapasağlam. Dans ediyorsunuz. Bünyeleriniz birbirini çekiyor. İşte gençler ne yapıyorsa onu yapıyorsunuz.   
Yusuf içki ikram eder.  
CARMEN: Ne yapar gençler, Yusuf? 
YUSUF: Bilmiyorum 
CARMEN: Bilmemek onların yaptığıdır. Ustaca yaparlar bunu. Bu içki de enfes, kabiliyet var. Evlenmelisin, söylemiş miydim? 
YUSUF: Bir iki kez. 
CARMEN: E ne zaman olacak? 
YUSUF: Seni seviyorum Babaanne. 
CARMEN: Bana bir zaman söyle. 
YUSUF: Hikayeyi bitirdiğinde. 
CARMEN: Anlaştık. 
YUSUF: Tamam 
CARMEN: Kalbimi kırarsan ölümü göze al. Evleniyorsun, iş buluyorsun, çocuk yapıyorsun ve onu da aynısını yapması için yetişiyorsun. Bitti bu kadar! Belki arada bir yerde bir felaket oluyor. Hikayenin sonu! Hadi şimdi git kendine hoş bir Yahudi kız bul. Ne bekliyorsun?  Hani anlaşmıştık! 
YUSUF: Hile yapıyorsun. 
CARMEN: Tamam tamam, sahilde dans ediyorsunuz. Kahve gözler birbirine kenetli. Eller dokunuyor. Aşkla karışık sıcak vücutlar, sıcak kalp, sıcak baş ve sıcak sözcükler uçuşuyor. O tamamen habersiz, sen cahil bir konuşmacı. Yaşamdan ve dünyadan bahsediyorsun, etrafın nasıl olduğunu ve nasıl olması gerektiğini anlatıyorsun. Gazeteler, dergiler, kitaplar kulaklarından taşıyor. Ve cebinden çıkarıyorsun: Bir yüzük! Evleniyorsunuz. Seni gidi şeytan, yakışıklı delikanlı. Sonra…        
YUSUF: Evet sonra? 
CARMEN: Sonra dans devam ediyor. Hem de burada, evde.  
Carmen kalkar ve Yusuf’u dansa kaldırır.  
CARMEN: Hadisene. 
Bir süre sessizce dans ederler.   
CARMEN: Yabangülü, öyle çağırırdı beni büyükbaban. İçimde özgürdüm. O kadar çok şey isterdim fakat hiçbir şey bilmezdim. Hayatın başında isen, hiçbir şey bilmezsin. Ortasında olunduğun zaman, bilgilenmeye zamanın yoktur ki. Sonunda ise her şey geride kaldığında hepsi anılar olduğunda, artık biliyorsundur, ama neye yarar? İş işten geçmiş. Yalvarırım sana, zaman kaybetme. 
YUSUF: Parka gittiğim için kızdın mı bana?  
CARMEN: Kızmayı sevmem. 
Dansı durdururlar. 

YUSUF: Orada olmak istiyordum. Denemeyi istiyordum. Çok bir şey hatırlayamıyorum. Sıcaktı ve her yerde insanlar vardı, mutlu oldum… galiba. Güvende hissetim kendimi… fakat daha sonra bedenim… kendiliğinden bir şey yaptı, titremeye başladı. Düşünmeden duramıyorum, içimden bir şey beni yakaladı ve kendimi kaybettim. Ne anlatmaya çalışıyorum tam bilmiyorum. Orada olduğumu ve korktuğumu söylüyorum sanırım. Sanki sadece orada olduğum için eylemlere zararım olacağını düşünüp durdum.  Nereden çıktı? Kimim ki ben bir zararım olsun? Siyasetle alakam yok, protestoya hayatımda katılmadım. Ama bir şeyleri mahvedeceğimi hissettim. Birilerine zarar vereceğimi. Sonra bir kızla göz göze geldik, hikayede olduğu gibi.  
CARMEN: Yahudi değil? 
YUSUF: Değil. 
CARMEN: Seviyorsun ama? 
YUSUF: Güzel bir kız, kıvırcık siyah saçlı ve tanıyorum sanki. Takip et diyor bana. Parka girme cesareti veriyor ve hayatım boyunca hissetmediğim kadar neşe buluyorum orada. Bu topraklarda ender görülen bir neşe… Bulaşıcı bir neşe.  
CARMEN: Aynı büyükbaban gibi konuşuyorsun. 
YUSUF: Bana anlatmadıkların nedir, babaanne? 
CARMEN: Acılar.  
YUSUF: Anlatmasan da biliyorum, hissediyorum. Yıllarca hissettim. 
CARMEN: Elza’nın başına gelenler o kadar haksız ve insanlık dışıydı ki. Bütün dertlerimiz o zaman başladı. Baban duymak istemiyor bunları. 

Paşanın tekinin şımarık, gaddar oğlu Elza’ya birkaç kez kur yapmak istedi. İlgilenmedi kız. Garip ve tiksindirici bir adamdı. Elza’nın cevabı adamı memnun etmedi ve ailesi kızı alelacele Yahudi bir çocukla evlendirmelerine rağmen buraya çok yakın bir yerde, gün ortasında bıçaklandı, ona göz koyan tarafından. Bitmedi… Narin, kanlı, cansız bedeni saatlerce açıkta bekletildi. Vücudunu örtmemize bile izin vermediler.  Hayır deme cüretinin aşağılanması, cezasıydı bu… Gaddarlığın eriştiği en üst düzey. Bir kadının ve üstelik Yahudi kadının, güçlü bir Türk erkeğini reddetmesinin sonucu bu olur.  Yahudiler hayır derlerse başlarına bu gelir. Öfkeliydik, en çok da ben. Bir dostumu kaybetmiştim, hem de gözlerimin önünde aşağılanarak…Dünyayı böyle tahayyül etmemiştim ve değiştirmeye niyetliydim. Birkaç gün sonraki cenaze merasiminin yürüyüşe dönüşmesi için toplumumuzu ikna ettik. Elza için en azından bunu yapabilirdik. Bizim haykırışımızı, türkülerimizi, varlığımızı hak etmemiş miydi? Öfke giderek yükselmişti ve cenazede sokaklara taştı. Kısa bir süre sonra erkeklerimiz yetkililerle çatıştılar ve bir kısmı tutuklandı.  Büyükbaban onlardan biriydi. Sonun başlangıcı oldu. Serbest bıraktılar fakat kara listeye girdi. İlk fırsatta hapse atıldı ve yıllarca kaldı. Hiç toparlanamadı, ne o ne de bizler. Benim öfkem ailemizin laneti oldu. Hak aramak bize ıstıraptan başka bir şey sağlamadı.       
YUSUF: Elza idi. 
CARMEN: Neydi Elza olan. 
YUSUF: Onu gördüm dün gece, meydanda. 
Pencereden tencere ve tava sesleri gelir  
CARMEN: Ne oluyor? 
YUSUF: Efendim 
CARMEN: Duymuyor musun? 
YUSUF: Evet Tencere, tava! Millet pencerelerde. 
CARMEN: Ne oluyor onlara? 

Moris girer. 

MORİS: Bu kepazelik nedir? 
YUSUF: İnsanlar pencereye çıkmış, tencereler tavalarla… 
MORİS: Tencere, tava mı? 
YUSUF: Evet, direnişe destek çıkıyorlar 
MORİS: Akıllarını kaçırmışlar. Anne iyi misin? Kafanı meşgul etme, bir şey değil. 
CARMEN: İyidir Moşe, iyiyim. 
YUSUF: Ben çıkıyorum. 
MORİS: Nereye? 
Yusuf koridora çıkar ve sırt çantasına yerleştirmek üzere bir sürü malzeme getirir: Matara, limon, süt, yüzücü maskesi, boş püskürtme şişesi, ıslak mendil… 
MORİS: Ne yapıyorsun? 
YUSUF: Dışarı çıkıyorum, bir kez daha deneyeceğim. 
MORİS: Üç beş ağaç için öyle mi? 
YUSUF: Öyle. 
MORİS: Ne tür? 
YUSUF: Ne ne tür? 
MORİS: Ne tür ağacı korumak için çıktığını dahi bilmiyorsun. 
YUSUF: Eee? 
MORİS: Bilmen gerekmez mi? 
YUSUF: İlgileniyor musun simdi? 
MORİS: Hani “yoldaşların”dı o ağaçlar?  
YUSUF: Bildiğin ağaç 
MORİS: Söyleyeceğin bu kadar mı? 
YUSUF: Marjinal ağaçlar. Uyumsuz ağaçlar. Tehdit altında olan ağaçlar.  
MORİS: Senle bahse girerim, alışveriş merkezlerini tanırlar.  
YUSUF: Senle bahse girerim, bir bok bilmiyorlardır  
Gene yukarı çıkar ve bir penguin kıyafeti ile gelir. 
MORİS: Nereden buldun bunu? 
YUSUF: Purim kıyafetimdi.  
Giymeye başlar. 
MORİS: Yeter, tamam, dur! Nedir bu saçmalık? Penguen kıyafeti? Aptal mısın sen! 
YUSUF: Mizah bu. 
MORİS: Mizah mı? 
YUSUF: Sen anlamazsın 
MORİS: Anlamıyorum evet. Kimse anlamıyor. 
YUSUF: Meydanda olan bir ton marjinal, rengarenk, farklı farklı genç insanlar anlıyor.  
MORİS: “Marjinal” ne demek allah aşkına? 
YUSUF: Yaşlısın sen 
MORİS: Suç mu bu? 
YUSUF: Cüretin yok 
MORİS: Senin kide ne biçim cüret. Annen öldüğünden beri yapmadığım kalmadı benim. En iyi okullara gönderdim seni, hep senin için çalıştım.    
YUSUF: Boyun eğdin. 
MORİS: İş yaptım. 
YUSUF: Omurgasızlık bu. Anlıyorum. yalnızdın başka çaren yoktu. Eğer hep bir araya gelmezsek ve dur diye bağırmazsak, bu ülkede hiçbir şey değişmeyecek. 
MORİS: Tamam, dur dediniz, sonra? 
YUSUF: Direnişe devam Tek tip insan: Tek inanç, tek ırk, tek renk, herkes alışverişte. Bunun için direniyoruz. 
MORİS: Ne kadar sürecek bu ? 
YUSUF: Bilmem. Ama bir şey olduk şimdi biz 
MORİS: Penguen oldunuz, plansız, başsız.  
YUSUF: Penguenlerin liderleri yoktur. 
MORIS: Ve hepsi birbirine benzer. Tek renk, tek ırk, tek inanç. 
YUSUF: Yaa birebir penguen değiliz… kavrayamıyorsun sen. 
MORIS: Penguen kostümünle devlet polisine karşı gelecek olan sensin, kavrayamayan ben öyle mi?  
YUSUF: Korkuyorsun. 
MORIS: Tabii ki korkuyorum. Çok çalıştım ben, hep senin için. Tek varlığımsın 
YUSUF: Ben de korkuyorum ama her türlü insan var orada. Normal insanlar.  
MORIS: Kaska ne ihtiyacın var o zaman? 
YUSUF: Saldırganlaşıyorlar.  
MORIS: Bu sana göre değil. 
YUSUF: O ne demek oluyor? 
MORIS: Anlamıyormuş gibi yapma 
YUSUF: Ben sen değilim, onu idrak etmen lazım bir kere 
MORIS: Benle bir ilgisi yok. Senin ne olduğunla, bizim ne olduğumuzla ilgili. Sonunda suçu bize atarlar, biliyorsun değil mi? Bu memlekette işler zora girdiği zaman birilerinin bunu bedelini ödemesi gerekir. Ödemeye gelindiği zaman da bizim kapımız çalınır, bizim pencerelerimiz kırılır… Fatura bize yazılır. O yüzden çok dikkatli olmalısın.  

…. 

O parlak güzel yaz sabahı, büyükbabanla birlikte vapura binip, şehre inmek için ona refakat ettiğimde, günlük yolculuğu yapan onlarca adam daha vardı. Koskoca tekstil patronları. Şık giyimli, sessiz, sigara tellendiren, gazeteleri okuyan… Onlarla birlikte olmaktan o kadar gururluydum ki. Fakat limana vardığımızda yalnız büyükbabanı tutukladılar. Kambiyo suçu? Vapurdaki yolcuların yarısı hayatlarını döviz alıp satarak kazanıyorlardı. Bazıları çok daha feciydi. Fakat fark etmiyordu. Yahudi’ydi o, ve tek bilmeleri gereken oydu. Sen de Yahudi’sin ve tek bilmen gereken de budur.    
Yusuf giyinmeyi ve doldurmayı bitirir. Baştan aşağıya penguen kıyafeti, kask ve boynunda yüz maskesi. Çıkmak üzeredir.   

YUSUF: Cennet ağacı, çitlembik ağacı, kırmızı yapraklı erik, Londra çınarı, saplı meşe. Ağaçların üzerlerine de tarihçelerine dair etiketler var. Onlara ithaf edilen şiirler. Ağaçlar için danslar, isteyenler için dua.  

….. 

Neyi savunduğumuzu gayet iyi biliyoruz. Uzaktan baktığında hep aynı gibi gözüküyor olabiliriz ama yakından baktığın zaman hepimizin farklı olduğunu görürüsün. Orman gibi. Bir penguen sürüsüne de yakından baktığında, eminim her birinin farklı acılı hikayeleri, sevinçleri ve zafiyetleri görülür. Şu an için bir olduk. Ve hayatımda ilk kez, hiçbir zaman olmadığı kadar, kendimi güçlü hissediyorum.  
Güçlü bir penguen. 
Çıkar. 

Philip İshak Arditti, Sefarad kökenli aktör. 1979’da Cenova’da doğdu, İstanbul’da büyüdü, 1999’da Londra’ya taşındı. 2004 yılında Royal Academy of Dramatic Art’tan mezun oldu. House of Saddam, Red 2, Game of Thrones gibi yapımlarda yer aldı.

Fotoğraf: Keith Rutowski