Yahudi/Edebiyat

Üç Kuşak (Öykü) – Etgar Keret

Çeviri: Avi Pardo 

Anneme babamın öldüğünü söylemeye geldikleri günü hatırlıyorum. Yedi yaşındaydım. Babamın birliğinden bir adam geldi, üzerinde cepleri şişkin kirli askeri üniforma vardı. Askerler her zaman ceplerinde sürprizler taşırlar. Adam annemi hiç hazırlamadı, beni odadan çıkarmasını bile söylemedi. Süklüm püklüm kanepeye oturdu ve konuşmaya başladı. Konuşurken anneme bakmıyor, sesi zor duyuluyordu. “Birlikte cipteydik, Michael işemek istediğini, kenara çekmemi söyledi.” “işemek” sözcüğünü fısıldar gibi söyledi. “Kenara çektim ve Michael yol kenarına yürüdü. Dört adım attı, saydım. Bir, iki, üç, bum. Mayına bastı.” Adam kanepeden kalktı ve bir süre annemin yüzüne baktı. “Üzgünüm,” diye mırıldandı ve kapı ardından sessizce kapandı. Adam anneme sarılmamış, “Metin olun,” filan dememiş, ona bakmamıştı bile. Ben adam bana bir armağan vermediği için hayal kırıklığına uğradım. Cebindekiler başka bir çocuk içindi muhtemelen. Annem oturma odasının halısının üstündeki çamur lekelerine baktı. “Dışarının kirini içeri getirdi,” dedi öfkeyle. 

“Dışarıdaki paspasa ayaklarını silmek bu kadar mı zor?” 

Birkaç saat sonra bir subay geldi, yanında bir doktor ve bir kadın askerle. Annem elleri titremeden herkese kahve koydu ve subaya babamın nasıl öldüğüne dair teknik sorular sordu. Kadın asker bana tatlı bir çocuk olduğumu söyleyip saçımı okşadı. Hoşuma gitti. Bugün bile saçımda bir el hissetmeyi özlerim, fakat yetişkin birinin saçını kimse okşamıyor. Kadın asker adının Yael olduğunu söyledi. Sonra Yael anneme beni sinemaya götürüp götüremeyeceğini sordu. Subayla konuşmakta olan annem bu teklifi memnuniyetle kabul etti. Matineye gittik. Filmde bir uçak ve bir pilot vardı. Babam gökyüzündeydi artık, onun da uçak uçurmasına izin veriyorlar mıydı acaba? Eve döndüğümüzde subay hâlâ oradaydı ve annem ona soru sormaya devam ediyordu. Doktor hâlihazırda evine gitmişti. Yael herkesle vedalaştı ve gitmeden önce eğilip beni öptü. Yumuşak bir öpücük, teyzelerin öptüğü gibi değil. Dudaklarının yanağıma değdiğinden bile emin olamadım. 

Annem beni ertesi sabah uyandırıp kapalı balkona götürdü. Balkonu babam için bir anma odasına dönüştürmüştü. Babamın fotoğrafları, öğrenci karneleri, diplomaları ve daha bir sürü şey vardı. “Burası babanın odası,” dedi kesin bir tonla. “Bu odada hiçbir şeye dokunamazsın.” 

Ertesi hafta çok çabuk geçti. Gündüzleri insanlar taziye ziyaretine geliyor, geceleri Yair ağlıyordu. Annem diş çıkardığı için ağladığını söyledi. Gerşon Dede bizimle Şiva’da oturmadı. Ritüellere inanmadığını söyledi. Bu annemin gerçekten canını sıktı, fakat bir şey demedi. 

Babam öldükten sonra Gerşon Dede tuhaf davranışlar sergilemeye başladı. Annem hiçbir zaman ona bu konuda bir şey söylemedi, ta ki on bir yıl önceki Hamursuz Bayramı Seder’inde fazla ileri gidinceye kadar. Geceye Hagada söyleyerek başladık. Gerşon Dede sadece güzel sözcükleri yüksek sesle okuyordu. “Rabban Gamlie… denizi yardı… tuğlaları ve harcı.” Yair ve ben sessizce dinledik çünkü annem Gerşon Dede’ye iyi davranırsak bizi yaz kampına göndermeyi vadetmişti. Şarkıları söyledik, gizlenmiş hamursuzu bulduk ve Yair Dört Soru’yu sordu. Ondan sonra Yair Gerşon Dede’ye İlyas’ın çanağından içmeye geldiğinde babamı neden göremediğimizi sordu. Gerşon Dede önce şaşırdı ve gözleri parladı. “Sen çok tuhaf bir çocuksun, torunum Yair. Acıklı laflar ediyorsun ama hiç ağlamıyorsun, tıpkı annen gibi. Ama ben senin yerine ağlarım.” Dedem parmağını ağzına sokup tükürükle ıslattıktan sonra Yair’in gözlerinin altına elmacık kemiklerine inen iki ıslak çizgi çekti. Yair korktu ve yerinden sıçrayıp, “Gerşon Dede delirmiş!” diye haykırdı ve evden dışarı kaçtı. 

Annem Gerşon Dede’ye öldürücü bir bakış attı. “Gerşon, çok şaşkınım. Michael bunu görmüş olsaydı…” Sonra ayağa kalkıp Yair’i aramaya gitti, kapıyı ardından sessiz bir öfkeyle çarparak. Masada Gerşon Dede ve ben kaldık. 

Gerşon Dede peçeteyi alıp önce gözlerini, sonra ağzını sildi. “Annen babanın anısının zihnimizde taşa oyulmuş gibi kalmasından yana. Sabit, değişmez, zamandan etkilenmeden. Bana kalsa Michael’i tereyağından oyardım ve hep birlikte eriyişini seyrederdik. Baban ağaç gövdelerine sıradan şeyler oymaktansa hayatını suya yazıp duygu girdapları yaratmayı yeğlerdi.” 

Gerşon Dede’nin söylediklerinin tek kelimesini bile anlamadım, fakat artık kapının kapalı olduğunu ve İlyas peygamber geldiğinde içeri giremeyeceğini biliyordum. 

Yair bir sonraki yıl Seder’e katılmadı. Gerşon Dede gidinceye kadar odasından çıkmamaya karar verdi. O gece yatmaya gitmeden önce babamın Anı Odası’na gittim. Babamın fotoğraflarına baktım, fakat hiçbir şeye dokunmadım. Annem sessizce içeri girip bana arkamdan sarıldı. “Seder’e katıldığın için çok mutluyum, buna da Seder denebilirse. Kolay olmadığını biliyorum. Gerşon Dede rahatsız edici bir adam, ondan ben de hoşlanmıyorum. Fakat önemli, baban için.” 

Başımı öptü. “Teşekkür ederim, Yoav,” diye fısıldadı. Ben Seder’de çok iyi zaman geçirmiştim oysa. Başkalarının evlerindeki gibi uzun ve sıkıcı değildi, çünkü Gerşon Dede Hagada’nın sadece güzel sözcüklerini okuyordu. Ve Yair olmadığı için soruları ben sordum, dördünü de. Bir, iki, üç, bum.

Fotoğraf: Grgur Žučko/PIXSELL