Holokost Makaleler

Stella Levi ve Rodoslu Yahudilerin Hikayesi

Bu yazı Avlaremoz’un 29 Ocak 2023’teki çevrimiçi Holokost Anma Günü panelinde yaptığım konuşmanın metnidir. Bazı kısımlar yazının kolay okunabilirliği için değiştirilmiştir.

Holokost’u düşünmenin zorluklarından biri 6 milyon gibi büyük bir sayıyı kavramak. Nazilerin katlettikleri milyonlar, yüzlerce farklı yerdendi. Bazıları yaşadıkları yerlerde kurşuna dizilerek öldürüldü, bazıları Almanların özellikle Doğu Avrupa’da kurdukları endüstriyel ölçekli ölüm kamplarında imha edildi.

Bugün bahsedeceğim Rodos Yahudileri evlerinden yüzlerce kilometre uzakta yok edildi. Naziler, 1944 Temmuz’unda adadaki 1650 Yahudi’yi önce gemiyle, ardından trenle Auschwitz ölüm kampına götürdüler. Rodosluların ölüme gidişi Holokost’un en uzun yolculuğuydu. Yüzde doksanı vardıklarında yok edildi. Gemiye bindirilen Rodoslulardan sadece 151’i Holokost’tan sonra hayattaydı. Tanıdıkları çoğu kişi, akrabalarının çoğu, etraflarındaki neredeyse herkes yok edilmişti.

Rodoslular Holokost’tan Önce Kimdi?

Rodosluların hikayesini – Holokost’tan öncesini ve sonrasını – tüm canlılığıyla ve zorluğuyla anlatanlardan biri Stella Levi. Bu yıl 100 yaşına basan Stella haftalar boyunca yazar Michael Frank’e yaşamını anlatmış. Bugün size anlatacaklarım Frank’in Stella’yla röportajlarından oluşan One Hundred Saturdays (Yüz Cumartesi) adlı kitabından.

Stella Levi bize ilk başta Rodoslu Sefarad toplumunu ve 20. yüzyılda tecrübe ettiği modernleşme dalgasını anlatıyor. Stella doğmadan önce, 1912’deki Osmanlı – İtalya savaşının ardından Rodos İtalyan kontrolüne geçmişti. Yahudi mahallesinin yani Djuderia’nın sakinleri yüzyıllarca Osmanlı olarak yaşadıktan sonra birdenbire İtalyan tebaası olmuşlardı. İzmir’le, Aydın’la, Bodrum’la ve tabii ki başkent İstanbul’la olan göç ve ticaret ilişkileri bu el değiştirmeyle zayıfladı. İtalya’nın kültürü ve dili adayı ve özellikle Stella gibi gençleri etkisi altına almaya başladı. Buna rağmen Djuderia’nın dili hala Ladino’ydu. Ancak dönemin ekonomik şartlarından dolayı Rodoslu Yahudiler yoğun olarak Kongo’ya, Rodezya’ya (bugün Zimbabwe) ve ABD’ye göç ediyordu. Bu göçlerin hayat kurtardığından henüz haberleri yoktu. Stella’nın ailesinden de göçler olmuştu.

Faşist Rejim Altında Hayat Sürdürmek

İtalyan kontrolüne dönersek, 1930’larda İtalya demek faşist rejim demekti. Sıkı bir faşist lider olan Cesare De Vecchi 1936 ile 1940 arasında On İki Adaların valisiydi ve bölgeyi en büyük ada olan Rodos’tan yönetiyordu. De Vecchi döneminde bir park yapılması için 500 yıldır aynı yerde duran Yahudi mezarlığı boşaltıldı. Aileler haftalarca ölülerini çıkartıp daha uzakta yeni bir yere gömmeye taşıdılar. Stella’ya göre mezarın zorla boşaltılması Djuderia’da kötülüklerin habercisi olarak algılanmıştı – ancak kötülüklerin ne boyutta olacağını kimse hayal edemezdi. 1938’de, Stella’nın liseye başlayacağı yıl, Yahudilerin okula gitmesi yasaklandı. Bu onun için bir yıkımdı. Okul yasağı 1938’de başlayan faşist ırk yasalarından yalnızca biriydi. Yahudiler kamuda her türlü istihdamdan menedilmişti. Tiyatroda sahne almaları, konser vermeleri, film ve plaklarda bulunmaları yasaktı. Yahudi avukat, doktor ve ebeler kovulmuş veya işleri sınırlanmıştı. Sokakta satıcılık ve otelcilik artık Yahudilere memnu mesleklerdi. Yahudiler öğrenci ya da öğretmen olarak okulda bulunamadığı gibi, Spinoza’dan Einstein’e, Marx’tan Freud’a Yahudi yazarların bahsi de okulda yasaktı. Stella’nın babası aileyi odun ve kömür satarak geçindiriyordu. Irk yasaları gereğince işini bir İtalyan’a satmak zorunda kaldı ve yeni patronun elemanı olarak işini sürdürdü. Böylece Levi ailesi iyice fakirleşmeye başladı. Adanın ünlü Sefarad haham okulu da bu dönemde kapatıldı. Stella ve ailesinin gündelik yaşamında sinemaya gitme yasağı veya İtalyan doktorlara ziyaret yasağı gibi şeyler zaman zaman delinse de artık faşizm altında yaşadıkları kimsenin gözünden kaçamazdı. Buna rağmen Stella’nın hala İtalyan arkadaşları vardı. Irk yasalarına rağmen ilk gençliğini yaşamayı, deneyimlediklerini sindirmeyi sürdürüyordu. Okuldan atılmalarına rağmen bazı İtalyan öğretmenler isteyen Yahudi öğrencilere ayrı olarak ders veriyordu – ki Stella bunların başındaydı. Zira liseye gitmeleri yasak olmasına rağmen faşist hukukun bir ironisi olarak Yahudilerin lise bitirme sınavına girme hakkı hala vardı. Ancak çok çalışmasına rağmen sınav günü Stella taş kesilmişti, sınava başlayamamıştı bile.

Gemiler, Mülteciler, Naziler

Savaş şiddetlendikçe Rodos’a mülteci gemileri ulaşmaya başladı – İstanbul ve İzmir’de olduğu gibi. Bunlardan ilki İstanbullu Yahudilerin hafızasına kazınan Struma gibi Köstence limanından çıkan Rim gemisiydi. Gemide Simi yakınlarında yangın çıkması üzerine 814 yolcu Rodos’a geldi ve adalı Yahudiler bir ay kadar onları besledi. Rim sonunda Filistin’e yeniden yelken açtı.

Tuna nehrinden gelen Pentcho’nun ise 1940 Ekim’inde Ege’de yol alırken motoru patladı ve yolcuları İtalyan kurtarma gemisi sayesinde Rodos’a getirildi. Bunun sebebi İtalya’nın kendi sularında yüzlerce mültecinin ölmesinden çekinmesiydi (böylesi bir çekince Türkiye’nin gemi politikasında karşımıza çıkmıyor). Futbol sahasında ve ardından askeri hava sahasında tutulan yolcuların ihtiyaçlarını karşılayan yine ağırlıklı olarak Rodos Yahudileriydi. Uzun süre hapis gibi bir durumda Rodos’ta bekleyen bu mülteciler sonunda Calabria’da bir kampa yollandı. İtalya’nın 1943’te kurtarılışıyla onlar da kurtulmuştu.

Bu esnada göç eden Rodos Yahudilerinin sayısı gittikçe artıyordu. Kötü bir şeylerin geleceğini düşünenler vardı ama maalesef çoğunluk değildiler. Alametleri sezenler daha çok geleneksel Djuderia’nın dışında yaşayan, daha üst sınıf Yahudi ailelerdi. Göç edenler arasında Stella’nın abisi ve ablaları da vardı: ikisi ABD’ye, biri Kongo’ya gitmişti. Hayatları daha da zorlaşıp iyice fakirleştiklerinde Levi ailesi topluca göç etmeyi de denemişti. Daha varlıklı bir akrabaları Amerika’ya yolculuklarını karşılayamayı önermişti. Ancak Amerika’ya vizeleri çıkmamıştı. ABD’ye göre dört kişi kalan Levi ailesi vize için fazla büyüktü. Onları adada tutan, Holokost’un kıskancında bırakan kağıt duvarlardı. Levilerin tabii bundan haberi yoktu: göç isteklerinin arkasında yatan yaklaşan ölüme dair bir sezgi değil, fakirlik ve belirsizlikti. Stella’ya göre son ana kadar, Auschwitz’e girene kadar, Rodoslular ne olduğunu bilmiyorlardı.

Müttefiklerin işgaliyle İtalya 1943 Eylül’ünde teslim olduktan üç gün sonra Naziler Rodos ve On İki Adaları işgal etti. Alman işgaliyle beraber adada hayat gergin bir sakinlikte devam etti önce. Ancak sakinlik çok sürmeyecekti. 1944’te adaya İngiliz bombaları yağmaya başladı. Hedef önce Alman hava sahası ancak ardından Djuderia’ya yakın liman ve Alman gemileri de hedef oldu. Böylece Djuderia’da siren ve sığınağa saklanma günleri başladı. 8 Şubat 1944’te mahalleye düşen bir bomba ikisi çocuk sekiz kişiyi yakarak öldürdü. İnsanlar uyumaya korkuyordu. Nisan 1944’te, Pesah’ın ilk günü, Djuderia’ya düşen bombalardan tüm Leviler sağ kurtulsa da o sabah sinagogdan çıkan 26 kişi öldürülmüştü. Bu ölümler üzerine mahalleliler kaçıştı. Yunan dostlarının yanına, şehir dışında köylere dağıldı Rodos Yahudileri. Büyük bir kısmı bir daha mahalleye dönemeyecekti.

Rodos Yahudi Mahallesi (Djuderia)

Auschwitz’e Doğru Holokost’un En Uzun Yolculuğu

19 Temmuz 1944’te Naziler, tüm Yahudi erkeklerin aeronotica denilen hava üssüne gelmesi için çağrıda bulundu. Neredeyse kör haline gelen babası Yehuda’nın yerine üsse Stella gitti. Yahudiler arasında Ladino, İtalyanca ve Fransızca biliniyordu ama Almanlarla iletişim zordu. Ancak üste Nazilere yardım eden, Ladino konuşan bir işbirlikçi vardı. Bir sonraki gün kadınlar ve çocuklar da üsse çağırıldı. Değerli eşyalarını da getirmeleri söylendi. Hem tutuklanma hem de soygundu gerçekleşen. Hâlâ tam olarak ne olduğunu anlamayan Rodos Yahudileri emre uydular. İki gece orada tutulduktan sonra Rodos Yahudileri 23 Temmuz 1944’te topluca iskeleye yürütüldü. 1650 Yahudi üç gemiye bindirildi. Frank’in hayretle aktardığı üzere az sayıda SS subayının gözetiminde yüzlerce Yahudi birkaç kısacık günde bulunmuş, toplanmış ve gemiye bindirilmişti. İtalyanların bu operasyona ne kadar yardımcı olduğu hala bir tartışma konusu.

SS subayları nezaretinde gemiler açılırken adada 50 Yahudi kalmıştı. Biri 90 yaşında kimsesiz bir kadındı ve ne olduğundan haberi bile yoktu. Terk edilmiş mahallede kaldıktan bir ay sonra ölmüştü. Lina Amato adlı 8 yaşında bir kız İtalyan öğretmen Gerolamo Sotgiu tarafından saklanmıştı. Bir İtalyanla evlenip soyadını değiştiren Vittoria Sidis de yollanmamıştı. Kurtulanların geri kalanı ise hayatlarını adadaki Türkiye konsolosu Selahattin Ülkümen’e borçluydu. Türkiye vatandaşlığı olan, Türkiye’de doğmuş veya sabık Osmanlı vatandaşlığı gerekçesiyle Türkiye vatandaşlığına hakkı olanlar veya bu kişilerle evli olanlar ve çocukları, Ülkümen’in şahsi inisiyatifiyle, Türkiye hükümetinin merkezi uygulamalarından bağımsız olarak, kurtarılmıştı. Avrupa’nın muhtelif şehirlerinde konsolosluklar 1930lar boyunca Yahudileri vatandaşlıktan atarken, Ülkümen 43 kişiyi neredeyse kesin ölümden kurtarmıştı. Bu nedenle kendisi Türkiye’nin tek Uluslararası Dürüstler Madalyası sahibidir. Ülkümen’in kurtardıklarından biri Stella’nın İzmir doğumlu komşusu Matilde Turiel’di. Adada sağ kalan Türkiye vatandaşı Yahudiler de birkaç ay içinde Gestapo baskısı sebebiyle Rodos’u terk etti. Böylece Rodos yüzyıllar sonra ilk defa Yahudisiz – Nazi terimiyle Judenrein oldu.

Selahattin Ülkümen

Stella’nın ölüme doğru gemi yolculuğuna dönersek yolda Rodoslulara bir gemi – yüz kadar Kos Yahudisi katıldı. O adada Ülkümen Türkiye vatandaşlığı ile 13 kişi kurtarmıştı. Gemiler bir de Leros’da durdu. Adanın tek Yahudisini de bu ölüm karavanına katmak için. Stella’nın hatırında bu yolculuk sırasında gördüğü gemiler var: İngiliz gemileri, Türk gemileri. Kimse ölüme yolcuklarına dur diyememişti. Gemideki yüzlerce kişi de Nazilere karşı ayaklanmayı, gemiyi ele geçirmeyi denememişti. Bu sorular hayatta kalanları ömürleri boyunca kovalayacaktı.

8 günlük gemi yolculuğundan sonra Atina’ya varan adalı Yahudiler Haidari hapis kampında tutuldu 3 gün. Yolculuk boyunca susuzluktan ölenler olmuştu. Bir yaşlı adam ise Nazi dayağıyla öldürülmüştü. Auschwitz’e doğru tren yolculuğundan önce, adalılara Haidari’de 800 kadar Atinalı Yahudi de katılmıştı. Bu yolculuk Stella’nın adadan ilk ayrılışıydı. Nereye gittiklerini hala bilmiyorlardı. Bindirildikleri yük trenlerinde yolculuk 13 gün sürdü. Saatlerce ayakta duruyor, tuvalet için kova kullanıyordu. Yolda Stella’nın büyük dayısı dahil yirmiden fazla kişi ölmüştü. Bedenleri tren durdukça indiriliyordu.

16 Ağustos 1944’te Auschwitz’e vardıklarında karşılarında valizlerini almak için Ladino konuşan Selanikliler vardı. Askerler hemen Yahudileri ayırmaya başladı. Stella ve kardeşi Renee bir tarafa yollanırken annesi Miriam, teyzesi Raşel, kuzeni Lea ve Lea’nın bebeği Pippo öteki tarafa yollandı. Hâlâ başlarına ne geldiğinin tam olarak farkında değillerdi. Stella’dan bir ay sonra aynı kampa Hollanda’dan Anne Frank de gelecekti.

Her Gün Ölümü Görmek

Yerleştirildiği Birkenau kampı – Auschwitz kompleksinin bir uzantısı – Stella’nın Rodos dışında birkaç günden fazla durduğu ilk yerdi. Tutuldukları yerde hem koğuş hem de oda kaptanları vardı. Bu kaptanlar ve etraflarındaki diğer tutuklu kadınlar hep Yidiş konuşan Aşkenazlardı ve Yidiş konuşmayan Rodosluların Yahudi bile olduğuna ilkin inanmamışlardı. Diğer tutukluklara bir dayanışma içinde olmaları zordu. Günler geçtikçe Stella tanıdığı bir sürü genç kadının ölümüne şahit oldu. Okul arkadaşları, komşuları, akrabaları. Rodoslular akın akın ölüyordu. Bu ölümlerden sonra Naziler Rodosluları Fransız Yahudilerle beraber tutulmaya başlandı – en azından artık iletişim kurabiliyorlardı. Varışlarından iki buçuk ay sonra yeniden bir ayırma işlemi oldu. Stella ve Renee Levi yine ölümden döndüler. Ancak neredeyse yaşıtları olan Allegra Avzaradel yüzündeki yanık izi yüzünden sağlıksız addedilip ölüme gönderilmişti.

Stella ve Renee buradan Almanya’daki Dachau kampına yollandı. Oradan da kısa sürede Türkheim adlı bir kampa yollandılar. Daha sonra tekrar Dachau’ya, bu sefer o komplekin bir uzantısına, ardında da Allach’a götürüldüler. Stella’ya göre Auschwitz’te Naziler insanları doğrudan öldürürken bu diğer kamplarda ölümlerin önde gelen sebebi hastalıktı. Hastalıklar da pislik, açlık, soğuk ve yorgunluktan geliyordu. Stella’ya göre kamp öylesi yabancı bir deneyim, öylesi inanılmaz bir şeydi ki sanki o günleri yaşayan kendisi değil, soyutlanmış, kendinden gayrı başka bir Stella’ydı. Hem benliğinden hem de bedeninden yabancılaşmıştı. Her gün ölümün eşiğinde bekliyorlardı.

Kurtulmak, Hayatta Kalmak, Devam Etmek

1945’te Amerikan ve Sovyet orduları kampları özgürleştirmeye başlamıştı. Stella Allach’ta iken Amerikalılar bu kampa ulaştı. Stella ve Renee kurtulmuştu. Ama onların hikayesi kesinlikle mutlu bir hikâye değil. Kamptan sonra İtalya’da vardıklarında fark ettikleri aslında içlerinde bildikleri bir gerçekti: akrabaları ve tanıdıklarının çoğu yok edilmişti. Tüm dünyaları olan Rodos Yahudi mahallesi artık yoktu. Savaştan sonra kurtulan 151 Yahudi’den biri bile yaşamak için Rodos’a dönmemişti.

İtalya’da bir süre yaşadıktan sonra yıllar önce göç eden kardeşlerinin yanına Amerika’ya taşındılar. Ama bu bir mutlu son değil. Hayatlarının geri kalanı bu felaketin etkisindeydi. Bugün anlatabildiğim Stella’nın hayatından yalnızca kısa bir kesit. Kamplardaki iğrenç koşulları, ölümün kıyısında ve tanıklığında aylarca yaşamanın insan zihnine uyguladığı şiddeti ancak basitçe işaret ettim. 1945’ten sonraki hayatında Stella ve diğer kurtulanlar bedenlerinde ve zihinlerinde Holokost’un izlerini taşıdı, hala taşıyor. Sadece dövmelerden bahsetmiyorum: maruz kaldıkları kimyasal temizliklerden dolayı birçok kadın hayatlarının geri kalanında adet olamadı, bazıları istedikleri halde hamile kalamadı.

Kurtulanların hayatları başlarına gelen en büyük felaketten ibaret değil: Stella’nın en heyecanla anlattığı hikayeler Holokost öncesine, Rodos’un geleneksel Sefarad toplumuna dair. Holokost’un ardından Stella, önceki hayatındaki gibi farklı dostluklar kuruyor, aşklar yaşıyor, şehirlerde yaşıyor. Bütün bir hayat sürdürüyor ve yüz yaşında yaşamaya devam ediyor. Ancak Holokost anlatılarının mutlu sonla bitmesi mümkün değil. Mesela Rodos’tan bahsediyorsak eğer, yok edilen bir toplumdan bahsediyoruz. Holokost’tan sağ çıka her bir Rodoslu için imha edilmiş dokuz Rodoslu sayabiliriz. Yok edilenler kurtulanların kardeşi, yeğeni, babası, çocuğu, ninesi, en iyi arkadaşı, sevgilisi, komşusu. Her kurtulan – Stella’nın anlattığı gibi – bu ağırlığı taşıyor. Ama bu ada gibi yüzlerce kent ve kasaba var. Polonya’nın, Almanya’nın, Macaristan’ın ve daha nice ülkenin ve yüzlerce şehrin çehresi, insanları, yaşamı, kültürü geri çevrilemez şekilde değiştirildi bu soykırımla. Holokost Balkan ve Ege Sefaradlarının on binlercesini katlederek bir dilin, Ladino’nun da katili olmaya yeltendi. Holokost’u anmak tatlıya bağlanan masallar arayıp kendimizi avutmak olamaz. Holokost’u anmak korkunç gerçeğin yüzüne dimdik bakmak demek.