Holokost Makaleler

Alman Sloganının Arkasındaki Yahudi Aile Şirketi: S. A. Loevy

Bundan dört sene önce bu zamanlar Berlin’de tek başına bir turist olarak dolaşırken bugün Almanya Federal Meclisi, daha önce ise Alman İmparatorluğu ve Weimar Cumhuriyeti meclisleri olarak kullanılan Reichstag/Bundestag binasının önünde bir fotoğraf çekmiştim: Meclis binasının önünde birbirine sarılıp poz veren mutlu bir çift ve onların fotoğrafını çeken bir başka yabancı. Siyah-beyaz düzenlediğim fotoğrafta ne yaparsam yapayım hâlâ göze batan bir yazı var: “Dem Deutschen Volke” (“Alman Halkına”). Pek çok kişi gibi bu yazının Nazi Almanyasına dayanan bir tarihi olduğunu düşünüyorum ve önünde gülerek poz vermek abes geliyor. Bu rahatsızlığımı takip edip basit bir araştırma sonunda sandığımın aksine Nazilerden çok öncesine uzanan şu bilgilere erişiyorum.

Reichstag 1894’ün Aralık’ında ilk oturumunu gerçekleştirmek üzere buluştuğunda, binanın mimarı Paul Wallot’un planladığı “Alman Halkına” ithafına ayrılan yer henüz bir anlaşmaya varılmadığı için boştur. Spekülasyonlara göre, dönemin Alman İmparatoru II. Wilhelm, Wallot’un önerisini resmi bir yazıyla reddeder ya da bir başka deyişle uygulamaya izin vermez. Açılıştan bir yıl sonra komisyonda beşe karşı yedi oyla ithaf plakasında “Dem Deutschen Reich” (“Alman İmparatorluğuna”) yazmasına karar verilir fakat bu karar da hiçbir zaman uygulanmaz. Ancak 20 yıl sonra, 1. Dünya Savaşı sırasında konu tekrar gündeme gelir. Savaş başlayalı henüz bir yıl olsa da beklenmedik kadar çok sayıda kurban verilmiş, imparatorluğa ve monarşiye olan güven sarsılmaya başlamıştır. Bir gazete makalesinde, halkın hükümete ve monarşiye karşı bu güven kaybını gidermek için binaya “Dem Deutschen Volke” yazısının yerleştirilmesi önerilir. 27 Ağustos 1915’teki genel kurul toplantısında Reichstag Başkanı Johannes Kaempf vekillerin coşkulu alkışlarıyla karşılanan şu bilgiyi duyurur: “Borçlu olduğumuz Reich Şansölyesinin önerisi ve doğrudan isteği üzerine, bu bina üzerinde aynı zamanda umut verici olan ‘Dem Deutschen Volke’ yazacaktır.” Bu coşku üzerine II. Wilhelm de artık itiraz etmez ve plakanın hazırlanması için Fransa’yla yapılan savaşlar sırasında ele geçirilen iki topu tedarik ettirir. Mimar Peter Behrens, Alman karakterinin Cermen ve Roma köklerini simgelemek adına Germanic Fraktur ve Roman Antiqua yazı karakterlerini sentezleyerek plaka için yeni bir yazı tipi tasarlar. 1916 sonbaharında Siegfried ve Albert Loevy kardeşler Behrens’in tasarımını üretmeye başlar. Bronz eritilir ve harfler 1916 Noel’inin hemen öncesinde, 22 senedir kendilerine ayrılan yerle buluşur.

Almanya Federal Meclisi’nin resmî web sitesindeki bilgiler yukarıdakilerle sınırlı. Ancak isimleri son derece Almanken soyadları Yahudi olduklarını gizlemeyen bu iki kardeşin hikayesini merak etmeye devam ediyorum. Bu merak ve çok sınırlı kaynaklardan edindiğim bilgiler karşıma tahmin edemeyeceğim kadar trajik bir aile hikayesini çıkarıyor.

Loevy kardeşlerin ebeveynleri, pirinç döküm ustası Samuel Abraham Loevy ve eşi Rebecca, 19. yüzyılın ortalarında Doğu Prusya’dan Berlin’e gelirler ve 1855’te şehrin merkezinde bir dökümhane kurarlar. Tipik bir başarı hikayesi olarak bu küçük atölye kısa zamanda işçiliğiyle tanınan bir şirkete dönüşür. İki nesil içinde sektörün en önemli isimlerinden biri haline gelen “S. A. Loevy” markası, 1910’da II. Wilhelm tarafından “kraliyet tedarikçisi” tayin edilir. 1923’ten itibaren Walter Gropius tarafından 20. yüzyılın tasarım ikonu olan ünlü Gropius kapı kolunun üretimi için görevlendirilir. 1929’da Berlin’deki bir günlük gazete, Berlin’de ve İmparatorluk’ta şirketin tedarik etmediği bir kamu binası dahi olmadığını coşkuyla yazar. Gerçekten de şirket aralarında St. Petersburg’daki Alman Büyükelçiliği’nin de bulunduğu çok sayıda önemli bina için ve Peter Behrens ve Bruno Paul gibi önde gelen mimarlardan komisyonlar alır. Bauhaus hareketinin tüm öncü mimarları bronz eserlerini Albert ve Siegfried Loevy kardeşlere yaptırır. 1939’da “Aryanlaştırılana” kadar etkileyici hükümet binaları ve özel villalar için bağlantı parçaları, yazılar ve abartılı tasarlanmış kapı portalları sağlamaya devam ederler.

O zamana kadar Loevy zanaatkar ailesi muhtemelen uzun zamandır kendilerini Alman halkının bir parçası olarak görmektedir. Ancak burjuvaziye yükselişlerini ve eşit Almanlar olarak görülmeye yönelik girişimlerini nafile kılan din, her zaman bir rol oynar. Birçok Alman-Yahudi ailede olduğu gibi Loevy ailesinin de birçok üyesi bu sorunu daha da yoğun bir şekilde uyum sağlayarak çözmeye çalışır. Ailenin bazı üyeleri inançlarına sadık kalırken bir kısmı ise bilinçli olarak bunu yapmama kararı alır.

Albert Loevy, asimilasyon yolunda pek ileri gitmez. Bir Yahudi olan Franziska Moses ile evlenir ve çocuklarını geleneksel ve inançlı büyütür. Albert Loevy 1925’te öldüğünde Yahudi mezarlığındaki aile kabristanına gömülür. Eşi ve çocuklarını ise, arşiv belgelerinde ancak kuru sözlerle anlatılan başka bir kader beklemektedir. Albert ve Franziska’nın kızları Hanna’nın bir sinagogda koro şefi olan eşi 1938’deki Kasım pogromundan sonra Sachsenhausen toplama kampına sürülür ancak beş hafta sonra serbest bırakılır çünkü Hanna nihayet Büyük Britanya’ya çıkış vizesi alabilmiştir. 1920’lerin sonlarında babası Albert ve amcası Siegfried’dan dökümhaneyi devralan ve mühendislik mezunu olan Ernst ise, S. A. Loevy şirketine Temmuz 1939’da Naziler tarafından el konulduktan sonra bir yıkım şirketinde zorunlu işçi statüsünde çalışmaya başlar. 1942 sonbaharında Albert’in eşi ve Ernst’in annesi Franziska, Theresienstadt gettosuna sürülür. Ernst ve eşi, Davut Yıldızı’nı takmayı reddettikleri ve böylece ‘yasadışı’ oldukları için ‘yeraltına’ inerler. Bir daireleri ve yemek fişleri olmadan Berlin’de dokuz ay bu şekilde hayatta kaldıktan sonra Eylül 1943’te bir bekçi tarafından tanınıp tutuklanırlar. Bunu, Alexanderplatz’daki Gestapo’da dört haftalık işkence ve Yahudi hastanesinde üç aylık bakım izler. Sonunda ‘taburcu edilebilir’ olan Ernst Loevy, 22 Şubat 1944’te Auschwitz’e sürülür ve doğrudan gaz odasına gönderilir.

Siegfried Loevy ise kardeşi Alfred’in aksine bilinçli olarak asimilasyonu seçenlerdendir. Henüz meşhur plaka üzerine çalışırlarken Alman İmparatoru büyük bir tantanayla ordudaki sözde Yahudi sayısını duyurur. Alman halkı arasındaki yaygın bir söylentiye göre, üniformalı Yahudilerin cephede hizmetten kaçınacakları varsayılmaktadır. Bu noktada işin aslını Siegfried’a da sormak gerekirdi çünkü henüz savaşın başında oğlu Peter, Alman ordusunda bir astsubay olarak şehit düşmüştür. Bir Hristiyanla evli olan baba Siegfried, daha sonra halihazırda yetişkin olan diğer oğlu Erich’i her türlü damgalamadan kurtarmak için bir arkadaşının öğretmeni tarafından evlat edinilmeye ikna eder. 1918’den itibaren Erich Loevy’ye “Erich Gloeden” adı verilir.

Erich [Loevy] Gloeden, 1938. Fotoğraf: Armin D. Steuer

“Mükemmel bir asimilasyoncu” ya da “Nazi üniforması giymiş bir Siyonist”

Erich, çocukken vaftiz edildiğinden Naziler tarafından ‘birinci derece melez’ olarak tanımlanmaz. İsim değişikliği sayesinde de Berlin’de hâlâ rahatsız edilmeden, kendisinin de alaycı deyimiyle “mükemmel bir asimilasyoncu” olarak yaşamaktadır. 1936’da babası Siegfried’ın ölümünden sonra Yahudi inancına ve hatta Siyonizm’e döndüğü gerçeğini kendisine saklar. “Nazi üniforması giymiş bir Siyonist” olarak 1939’da Todt Organizasyonu için, muhtemelen Varşova gettosu duvarının inşasında da, mimar olarak çalışır.

Erich (Loevy) Gloeden, savaş yıllarında sadece Yahudilere değil, zulüm gören pek çok kişiye yardım ettiği için tehlikeli bir ikili yaşam sürmektedir. Ağustos 1944’teki bir durum ise işleri iyice çıkmaza sürükler. Direniş grupları, Erich’in Nazi rejimi tarafından zulme uğrayanların saklanmasına yardım ettiğini uzun zamandır bilmektedir. Erich, Dresden’den bir arkadaşı tarafından kendisine yönlendirilen bir yabancıyı yanına alır. Kısa bir süre sonra, konuğunun Hitler’i devirmek isteyen ancak 20 Temmuz’da başarısız bir suikast girişiminde bulunan Wehrmacht subaylarından biri olduğu ortaya çıkar: Tutuklanması için yarım milyon Reichsmark ödül ilân edilen Topçu Generali Fritz Lindemann. Kapısının çalındığı günden dört hafta sonra muhbirler ve Gestapo tarafından Erich’in dairesine baskın düzenlenir. Erich, eşi, kayınvalidesi ve kısa bir süre sonra kurşun yaralarından ölecek olan General Lindemann tutuklanır. Erich ve eşi Lilo’nun kişisel bilgileri kontrol edildiğinde Gestapo tarafından sözde yarı Yahudi oldukları ‘ifşa edilir’. İkili daha sonra Kasım 1944’te Roland Freisler’in başkanlığındaki Nasyonal Sosyalist ‘Halk Mahkemesi’ tarafından Hitler’e yönelik komplo düzenleyenlere karşı açılan ilk davada ölüm cezasına çarptırılır. Karardan üç gün sonra Erich Gloeden, Lilo (Elisabeth Charlotte) Gloeden ve Lilo’nun annesi, Berlin-Plötzensee’de giyotinle idam edilir. Ölüm cezasının üzerinde büyük harflerle “DEM DEUTSCHEN VOLKE” yazmaktadır.

“Gloeden” ailesinin bu üç ismini anmak için Berlin-Westend, Kastanienallee 23’teki son evlerinin önüne 4 Ekim 2010’da üç stolperstein (tökezleme taşı) yerleştirilmiş. 2016 yılında dönemin Federal Meclis Başkanı Norbert Lammert, Almanya’nın Birlik Günü’nde Dresden’de yaptığı konuşmada, her ülkenin ulusal tarihinin Almanya’nın da birkaç nesil önce ulusun üyeleriyken dışladığı Gloeden’lar gibi hızla unutulan insanların hikayeleriyle dolu olduğunu söylemiş. Elbette onurlarının iadesi için bunun gibi aksiyonlar hiçbir zaman geç değil ve her zaman önemlidir. Fakat buraya kadar anlıyorum ki, Berlin’deki pek çok binada izleri bulunabilecek Loevy ismi için hâlâ pek bir şey yapılmıyor. Bu yazı aracılığıyla, civara yolu düşenleri o meşhur sloganın önünde durup Loevy ailesi ve Nazi zulmüne uğrayan herkesi anmaya ve benzer hikayeleri unutturmaya çalışan ulusal tarihlerle yüzleşmeye davet ediyorum.