Anayasa Mahkemesi eski raportörü Dr. Selami Er: Karar devletçe hukuk kullanılarak gasp edilen varlıkların iadesi için üzerinden çok uzun zaman geçse de umut olduğunu gösteriyor. Umarız bu yorum ayrım yapılmaksızın mülkleri gasp edilen tüm mağdurlar için uygulanır.
Kaynak: Kronos, Selami Er
Anayasa Mahkemesi (AYM) 14.12.2022 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan Sanasaryan Vakfının başvurusu (2019/6264) üzerine mevcut konjonktürde oldukça cüretkar bir karara imza attı. Mahkeme, hakların koruma kapsamını geniş ve lehe yorumlayan mülkiyet hakkı ile ilgili belki de son yıllardaki en önemli kararını verdi.
Kararın verilmesine sebep olan olaylar yüz yıllın üzerinde bir geçmişe dayanıyor. Sansaryan Vakfı Osmanlı döneminde 1901 yılındaErmeni milletinin fakir çocuklarının eğitim ve öğretim masraflarının karşılanması gayesiyle kurulmuş bir vakıf. Vakıf kurulurken temsil yetkisi Ermeni patriğine verilmiş.
Başvuruya konu taşınmazın (Sanasaryan Han) yönetimi 1930 yılında açılan dava sonrasında İstanbul İl Özel İdaresi’nedevredilmiş, 1952 yılında ise adına tescil edilmiş ve uzun bir süre İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılmıştır. Nâzım Hikmet, Vedat Türkali, Ece Ayhan, Aziz Nesin, Attila İlhan, Mihri Belli, Dr. Hayk Açıkgöz, Vartan İhmalyan, Ahmet Arif, Ruhi Su gibi pek çok kişinin gözaltı ve tutuklamalar nedeni ile kaldığı ve yazılarına konu olan bina, işkence yapılan bir mekan olarak ün salmış ve dik bir tabuta benzeyen hücrelerinden ötürü “Tabutluk” olarak da anılmıştır.[1] Bu nedenle kararın esasının yanında sembolik olarak da önemli olduğunu vurgulamak gerekir.
Vakfın ve Vakıflar Başmüdürlüğünün İl Özel İdaresine karşı açtıkları müdahalenin meni davaları mahkemelerce reddedilmiş, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1985 yılında açtığı tapu iptali ve tescil davası sonucu ise taşınmaz 1987 yılında Genel Müdürlük adına tescil edilmiştir.
Türkiye Ermenileri Patrikliği (Patriklik) ise 2011 yılında, İl Özel İdaresi lehine yapılan tescilin yolsuz olduğu ve taşınmazın mülkiyetinin Vakfa ait olduğu gerekçesiyle Genel Müdürlük ve İl Özel İdaresi aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Bu dava reddolmuş, ancak temyiz aşamasında Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2017 yılında Vakıf lehine bir karar vermiştir. Kararda, Medeni Kanunu’nun 1027. maddesi uyarınca tapu kaydında mülkiyet hakkıyla ilgili değişikliklerin ancak mahkeme kararı ile yapılabileceği vurgulanmıştır. Ayrıca, dava konusu taşınmazın ise önce idari bir yazıya istinaden oluşturulduğu, Genel Müdürlük adına yapılan tescilin ise davacı Vakfın taraf olmadığı bir yargılamaya dayandığı ve her iki işlemin de yolsuz tescil niteliğinde olduğu, ayrıca 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun (2008 yılında iyileştirici düzenlemeler yapılmıştır) 2. maddesiyle cemaat vakıflarının mülhak vakıf statüsünden çıkarıldığı ve ayrı bir vakıf türü olarak benimsendiği gerekçesine yer verilmiştir.
Genel Müdürlük, kararın düzeltilmesi talebinde bulunmuş, bunun üzerine aynı Daire bu defa 2018 yılında bozma kararını kaldırarak ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Kararın gerekçesinde Vakfın vakfiyesine göre mütevelliliği Ermeni Patriğine şart edilmiş olduğundan Vakfın cemaat vakıflarından olmadığı, mazbut vakıf olduğu, Vakfın idare ve temsilinin Genel Müdürlüğe geçtiği, Genel Müdürlük ile Vakıf arasındaki bir davanın ancak kayyım aracılığıyla açılabileceği ve Patriğin Vakfı temsil yetkisinin olmadığı ifade edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi başvuruyu önce zaman bakımından yetki kapsamında incelemiş ve daha önceki kararlarının aksine lehe bir yorum ile bireysel başvurunun başladığı 23.9.2012 tarihinden çok önce meydana gelmiş ve kesinleşmiş bir müdahaleyi yetkisi kapsamında görmüştür. Başvuruya konu müdahale, esasen en son olarak 1987’de kesinleşen bir kamu işlemine ilişkindir. Kararda, mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki müdahalelerin anlık bir eylem mahiyetinde olduğu ve dolayısı ile devam eden ihlal durumunun olmadığı belirtilmiştir. Ancak, 2011 yılında açılan davaya istinaden Yargıtay tarafından verilen yolsuz tescile ilişkin karar göz önünde bulundurularak 2011 yılında açılan davanın eski davayı canlandırdığı kabul edilmiştir.
Halbuki AYM benzer konularda yapılan başvuruları daha önce maalesef zaman bakımından yetkisi olmadığı gerekçesi ile kabul edilemez bulmakta idi.[2] Bu yeni yorum, benzer şekilde mülkiyet hakkı ihlal edilenlerin, yani devletçe hukuk kullanılarak tabiri caiz ise gasp edilen varlıkların iadesi için üzerinden çok uzun zaman geçse de bir umut olduğunu göstermektedir. Umarz bu yorum ve ilkeler ayrım yapılmaksızın mülkleri gasp edilen tüm mağdurlar için uygulanır.
Başvurunun esasına ilişkin inceleme ise ağırlıklı olarak Vakfın statüsü ve kişi bakımından yetki konusu incelenerek verilmiştir. Bu aşamada Vakıfların statüsünü tespit etmenin ve kanun hükümlerinin yorumlanmasının kural olarak derece mahkemelerinin takdirinde olduğu ve AYM’nin görevi olmadığı açıklanmıştır. Bununla birlikte Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun bir kararına atıfla 5404 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten sonra ayrı bir kategori olarak kabul edilen cemaat vakıflarının Genel Müdürlük tarafından değil, mensuplarının seçtiği kişi veya kurullar tarafından yönetilmesinin öngörüldüğü, Yargıtay’ın son kararında ise kanun lafzında olmadığı halde Vakfın mazbut vakıf sayıldığı, oysa hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı düzenleme yapma yetkisinin yasama organına ait olduğu, kanun hükümlerinin öngörülebilir olmayan şekilde genişletici yorumlandığı ve sonuç olarak müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Kararla derece mahkemesinde yeniden yargılama yapılarak ihalin gideriminin sağlanması gerektiği hüküm altına alınmıştır. AYM bunun üzerinde durarak vurgulamış ve adeta kararının uygulanmaması riskine karşı derece mahkemesine açık kapı bırakmamıştır.
Bir hukuk devletinde kimsenin malına/mülküne kendi rızası olmaksızın (kamulaştırma ve devletleştirme hariç) ve bedeli ödenmeksizin el konulamaz, kimsenin malı elinden alınamaz. Aksinin kabulü devlet eli ile gaspı meşrulaştırmaktır. Bunu bugün kabul edenler yarın bunun kendi başlarına da gelmesine engel olamazlar. Anayasa Mahkemesinin bu kararı çok yerinde ve doğru bir karar olup, yüz yıllık bir yanlışın düzeltilmesine imkan sağlamıştır.
Bununla birlikte şunu da ifade etmek gerekir ki, şüpheli darbe girişimi sonrasında, ne Anayasada ve ne de kanunlarda dayanağı bulunmayan KHK’lar ile binlerce kurum kapatılarak mal varlıkları kamuya devredilmiş, güya mahkeme kararları ile binlerce kişi ve kurum için kayyım atanmış, bazıları TMSF eli ile satılmuş ve tahminlere göre 50 milyar Dolar büyüklüğünde bir sermaye kitlesel olarak gasp edilmiştir. Ancak, Anayasa Mahkemesi bu konuda lehe tek bir karar dahi ver(e)memiştir.
Umarız Mahkemenin yazıya konu karardaki duyarlılığı yaklaşan seçimler vesilesi ile iktidarın her kesime şirin görünme ihtiyacı nedeni ile zımni/açık onayına değil, bu konudaki ilkesel görüşüne dayanıyordur. İlkesel bir tutum kitlesel mülkiyet hakkı ihlalleri için bir umut olacaktır. Esasen AYM kararının altında hangi saik bulunursa bulunsun ve benzer konularda hangi kararı verirse versin son kertede bu kadar açık mülkiyet gasplarının uzun vadede sürdürülmesi mümkün olmayacaktır. AYM’nin tutumu sadece bunun ne kadar süreceğini ve kendi duruşu hakkında tarihin vereceği hükmü etkileyecektir.
[1] https://m.bianet.org/bianet/hukuk/271463-92-yil-sonra-sanasaryan-han-in-devlete-devri-aym-den-dondu
[2] Örnek başvurular için Bkz. Agavni Mari Hazaryan Ve Diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016 ve Yosif Lindiridi Ve Manol Lindiridi, B. No: 2013/2058, 25/6/2015
Anayasa Mahkemesi eski raportörü Dr. Selami Er: Karar devletçe hukuk kullanılarak gasp edilen varlıkların iadesi için üzerinden çok uzun zaman geçse de umut olduğunu gösteriyor. Umarız bu yorum ayrım yapılmaksızın mülkleri gasp edilen tüm mağdurlar için uygulanır.
Kaynak: Kronos, Selami Er
Anayasa Mahkemesi (AYM) 14.12.2022 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan Sanasaryan Vakfının başvurusu (2019/6264) üzerine mevcut konjonktürde oldukça cüretkar bir karara imza attı. Mahkeme, hakların koruma kapsamını geniş ve lehe yorumlayan mülkiyet hakkı ile ilgili belki de son yıllardaki en önemli kararını verdi.
Kararın verilmesine sebep olan olaylar yüz yıllın üzerinde bir geçmişe dayanıyor. Sansaryan Vakfı Osmanlı döneminde 1901 yılındaErmeni milletinin fakir çocuklarının eğitim ve öğretim masraflarının karşılanması gayesiyle kurulmuş bir vakıf. Vakıf kurulurken temsil yetkisi Ermeni patriğine verilmiş.
Başvuruya konu taşınmazın (Sanasaryan Han) yönetimi 1930 yılında açılan dava sonrasında İstanbul İl Özel İdaresi’nedevredilmiş, 1952 yılında ise adına tescil edilmiş ve uzun bir süre İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılmıştır. Nâzım Hikmet, Vedat Türkali, Ece Ayhan, Aziz Nesin, Attila İlhan, Mihri Belli, Dr. Hayk Açıkgöz, Vartan İhmalyan, Ahmet Arif, Ruhi Su gibi pek çok kişinin gözaltı ve tutuklamalar nedeni ile kaldığı ve yazılarına konu olan bina, işkence yapılan bir mekan olarak ün salmış ve dik bir tabuta benzeyen hücrelerinden ötürü “Tabutluk” olarak da anılmıştır.[1] Bu nedenle kararın esasının yanında sembolik olarak da önemli olduğunu vurgulamak gerekir.
Vakfın ve Vakıflar Başmüdürlüğünün İl Özel İdaresine karşı açtıkları müdahalenin meni davaları mahkemelerce reddedilmiş, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1985 yılında açtığı tapu iptali ve tescil davası sonucu ise taşınmaz 1987 yılında Genel Müdürlük adına tescil edilmiştir.
Türkiye Ermenileri Patrikliği (Patriklik) ise 2011 yılında, İl Özel İdaresi lehine yapılan tescilin yolsuz olduğu ve taşınmazın mülkiyetinin Vakfa ait olduğu gerekçesiyle Genel Müdürlük ve İl Özel İdaresi aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Bu dava reddolmuş, ancak temyiz aşamasında Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2017 yılında Vakıf lehine bir karar vermiştir. Kararda, Medeni Kanunu’nun 1027. maddesi uyarınca tapu kaydında mülkiyet hakkıyla ilgili değişikliklerin ancak mahkeme kararı ile yapılabileceği vurgulanmıştır. Ayrıca, dava konusu taşınmazın ise önce idari bir yazıya istinaden oluşturulduğu, Genel Müdürlük adına yapılan tescilin ise davacı Vakfın taraf olmadığı bir yargılamaya dayandığı ve her iki işlemin de yolsuz tescil niteliğinde olduğu, ayrıca 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun (2008 yılında iyileştirici düzenlemeler yapılmıştır) 2. maddesiyle cemaat vakıflarının mülhak vakıf statüsünden çıkarıldığı ve ayrı bir vakıf türü olarak benimsendiği gerekçesine yer verilmiştir.
Genel Müdürlük, kararın düzeltilmesi talebinde bulunmuş, bunun üzerine aynı Daire bu defa 2018 yılında bozma kararını kaldırarak ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Kararın gerekçesinde Vakfın vakfiyesine göre mütevelliliği Ermeni Patriğine şart edilmiş olduğundan Vakfın cemaat vakıflarından olmadığı, mazbut vakıf olduğu, Vakfın idare ve temsilinin Genel Müdürlüğe geçtiği, Genel Müdürlük ile Vakıf arasındaki bir davanın ancak kayyım aracılığıyla açılabileceği ve Patriğin Vakfı temsil yetkisinin olmadığı ifade edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi başvuruyu önce zaman bakımından yetki kapsamında incelemiş ve daha önceki kararlarının aksine lehe bir yorum ile bireysel başvurunun başladığı 23.9.2012 tarihinden çok önce meydana gelmiş ve kesinleşmiş bir müdahaleyi yetkisi kapsamında görmüştür. Başvuruya konu müdahale, esasen en son olarak 1987’de kesinleşen bir kamu işlemine ilişkindir. Kararda, mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki müdahalelerin anlık bir eylem mahiyetinde olduğu ve dolayısı ile devam eden ihlal durumunun olmadığı belirtilmiştir. Ancak, 2011 yılında açılan davaya istinaden Yargıtay tarafından verilen yolsuz tescile ilişkin karar göz önünde bulundurularak 2011 yılında açılan davanın eski davayı canlandırdığı kabul edilmiştir.
Halbuki AYM benzer konularda yapılan başvuruları daha önce maalesef zaman bakımından yetkisi olmadığı gerekçesi ile kabul edilemez bulmakta idi.[2] Bu yeni yorum, benzer şekilde mülkiyet hakkı ihlal edilenlerin, yani devletçe hukuk kullanılarak tabiri caiz ise gasp edilen varlıkların iadesi için üzerinden çok uzun zaman geçse de bir umut olduğunu göstermektedir. Umarz bu yorum ve ilkeler ayrım yapılmaksızın mülkleri gasp edilen tüm mağdurlar için uygulanır.
Başvurunun esasına ilişkin inceleme ise ağırlıklı olarak Vakfın statüsü ve kişi bakımından yetki konusu incelenerek verilmiştir. Bu aşamada Vakıfların statüsünü tespit etmenin ve kanun hükümlerinin yorumlanmasının kural olarak derece mahkemelerinin takdirinde olduğu ve AYM’nin görevi olmadığı açıklanmıştır. Bununla birlikte Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun bir kararına atıfla 5404 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten sonra ayrı bir kategori olarak kabul edilen cemaat vakıflarının Genel Müdürlük tarafından değil, mensuplarının seçtiği kişi veya kurullar tarafından yönetilmesinin öngörüldüğü, Yargıtay’ın son kararında ise kanun lafzında olmadığı halde Vakfın mazbut vakıf sayıldığı, oysa hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı düzenleme yapma yetkisinin yasama organına ait olduğu, kanun hükümlerinin öngörülebilir olmayan şekilde genişletici yorumlandığı ve sonuç olarak müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Kararla derece mahkemesinde yeniden yargılama yapılarak ihalin gideriminin sağlanması gerektiği hüküm altına alınmıştır. AYM bunun üzerinde durarak vurgulamış ve adeta kararının uygulanmaması riskine karşı derece mahkemesine açık kapı bırakmamıştır.
Bir hukuk devletinde kimsenin malına/mülküne kendi rızası olmaksızın (kamulaştırma ve devletleştirme hariç) ve bedeli ödenmeksizin el konulamaz, kimsenin malı elinden alınamaz. Aksinin kabulü devlet eli ile gaspı meşrulaştırmaktır. Bunu bugün kabul edenler yarın bunun kendi başlarına da gelmesine engel olamazlar. Anayasa Mahkemesinin bu kararı çok yerinde ve doğru bir karar olup, yüz yıllık bir yanlışın düzeltilmesine imkan sağlamıştır.
Bununla birlikte şunu da ifade etmek gerekir ki, şüpheli darbe girişimi sonrasında, ne Anayasada ve ne de kanunlarda dayanağı bulunmayan KHK’lar ile binlerce kurum kapatılarak mal varlıkları kamuya devredilmiş, güya mahkeme kararları ile binlerce kişi ve kurum için kayyım atanmış, bazıları TMSF eli ile satılmuş ve tahminlere göre 50 milyar Dolar büyüklüğünde bir sermaye kitlesel olarak gasp edilmiştir. Ancak, Anayasa Mahkemesi bu konuda lehe tek bir karar dahi ver(e)memiştir.
Umarız Mahkemenin yazıya konu karardaki duyarlılığı yaklaşan seçimler vesilesi ile iktidarın her kesime şirin görünme ihtiyacı nedeni ile zımni/açık onayına değil, bu konudaki ilkesel görüşüne dayanıyordur. İlkesel bir tutum kitlesel mülkiyet hakkı ihlalleri için bir umut olacaktır. Esasen AYM kararının altında hangi saik bulunursa bulunsun ve benzer konularda hangi kararı verirse versin son kertede bu kadar açık mülkiyet gasplarının uzun vadede sürdürülmesi mümkün olmayacaktır. AYM’nin tutumu sadece bunun ne kadar süreceğini ve kendi duruşu hakkında tarihin vereceği hükmü etkileyecektir.
[1] https://m.bianet.org/bianet/hukuk/271463-92-yil-sonra-sanasaryan-han-in-devlete-devri-aym-den-dondu
[2] Örnek başvurular için Bkz. Agavni Mari Hazaryan Ve Diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016 ve Yosif Lindiridi Ve Manol Lindiridi, B. No: 2013/2058, 25/6/2015
Paylaş: