TÜİK verilerine göre 2018 yılında yaklaşık 324 bin , 2019 yılında 330 bin kişi yurtdışına göç etti. Göç edenlerin yaş aralığına bakıldığında 25-29, 30-34 ve 35-39 grupları en çok göç eden gruplar olarak öne çıkıyor. Bununla birlikte, 0-4, 5-9 ve 10-14 yaş aralıklarındaki Türkiye vatandaşları da göç eden ebeveynleriyle birlikte Türkiye’den ayrılmış görünüyorlar. 2020 ve 2021 yıllarına ait verilere ise TÜİK’in internet sitesinden ulaşılamıyor. Her ne kadar bu verilere ulaşılamasa da yurtdışına yönelen göçün azalmadığı tam tersine arttığı aşikâr.
Uzmanlar beyin göçünün ekonomik sebeplerden dolayı Türkiye’de her zaman yaşandığını ancak son dalganın siyasi nedenlerle, gençlerin ülkenin geleceğine dair umutlarını kesmelerinden kaynaklandığını belirtiyorlar. Sosyal medyaya bakıldığında, yurtdışına taşınan Türkiye vatandaşlarının “Almanya’da market fiyatları”, “ABD’de aylık geçim masrafları”, “Hollanda’da kiralık ev aramak” gibi videoları on binlerce tık alıyor. Her gönderinin altına, onlarca potansiyel göçmenin nasıl gidebileceklerini sordukları, yorumları yerleşiyor. Türkiye için nahoş olan bu tabloda, niceliksel olarak da “azınlık” kabul edilen Yahudiler nasıl bir yer kaplıyor?
Dini-etnik kimliklerinin ötesinde sıradan vatandaşlar olarak Türkiye Yahudileri de bütün Türkiye’yi etkileyen ekonomik istikrarsızlık, iktidarın otoriterleşmesi ve Türkiye’nin iktidarlar ötesi gerçeği olan nepotizmin şiddetini arttırarak artık sıradan bir norm haline gelmesinden azade değiller. Hatta Türkiye’yi etkileyen bütün sorunlardan, azınlık mensupları olarak daha fazla etkilendiklerini bile söyleyebiliriz. Dolayısıyla Türkiye’nin geleceğini tehdit eden en büyük sorunlardan birisi olarak beyin göçü olgusunun Yahudileri de kapsadığı bir gerçek.
Bu göçün büyük bir bölümü Avrupa ve Kuzey Amerika’ya yöneliyor. Yahudi göçünün de bu coğrafyalara yöneldiği kesin ancak göçün ayrıntılarını anlayabilmek için göçmenlere ulaşmak ve göç motivasyonlarını anlayabilmeye yönelik çalışmaların yapılması gerekiyor. Avrupa ve Kuzey Amerika dışında başka bir göç rotası ise Yahudiler için her zaman açık bir kapı olması, entegrasyon destekleri ve Türkiye’ye coğrafi yakınlığı itibariyle İsrail’dir. İsrail’e yönelen göçün niceliksel büyüklüğünü İsrail Merkezi İstatistik Bürosu’nun senelik olarak yayınlanan göç istatistiklerinden takip etmek mümkün. Göçün niteliksel yönü ise yine göçmenlerle yapılacak birebir derinlemesine görüşmelerle anlaşılabilir ancak. Türkiye’den İsrail’e yapılan göçün son yıllardaki seyrini aşağıdaki grafikten izleyebiliriz;
Göçün niceliksel kısmına dair resmi veriler ile İsrail’de yaptığım alan araştırmasında bana aktarılan bilgilere dayanarak, göçün tırmanışa geçtiği dönemlerin paralellik gösterdiğini belirtebilirim. Grafiğe göre göç rakamları 2015 yılından itibaren yükselmeye başlıyor ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında zirveye ulaşıyor. İsrail’de yaptığım görüşmelerde de görüşmecilerimin büyük bir kısmının darbe girişimi sonrasında İsrail’e göç ettiğini gördüm. Bir başka önemli nokta da görüşmecilerin yaş dağılımlarının ağırlıklı olarak 25-40 yaş grubuna girmesi, TÜİK verilerinde gösterilen yaş dağılımının ağırlık noktasıyla paralellik gösteriyor.
Göçün niteliksel boyutlarına bakıldığında ise 25-40 yaş görüşmecilerimin hepsi en az lisans mezunu olan, en az bir yabancı dil bilen ve iletişim teknolojisi, mühendislik, satış-pazarlama ve tıp alanlarında çalışan profesyonellerden oluşuyor. Görüşmecilerimin göç motivasyonları ise elbette Türkiye’de Yahudi olmak ve buna bağlı olarak yaşanan antisemitizm ve ayrımcılık tecrübelerinden bağımsız değerlendirilemez ve bu başka bir yazının konusu olarak yazılmayı bekliyor. Ancak söz konusu göçün itici unsurları, Yahudi ve Yahudi olmayan Türkiye vatandaşlarında büyük ölçüde örtüşme gösteriyor.
Umutlanmak ve Bağları Kopartmak: Kısa bir zamanda diliminde oluşan iki zıt duygu
Göç sadece fiziksel varlığın değil duyguların, anıların, unutulan ve unutulamayanlara dair bilginin ve göç edilen zamana kadar inşa edilen anlamların da başka bir yere taşınmasıdır. Bu yüzden Türkiye, göçmenlerinin sırtlarına göç yoluna çıkarken çok fazla yük yükler. Sırta yüklenen yükleri kendinden biraz uzaklaşabilip görebilmek yani neleri taşıdığının farkına varmak da ayrıca ağırlığı arttırır. Türkiye’de yaşamak, kısa zaman dilimleri içerisinde birçok sarsıcı olayı yaşamayı, hayata “kaldığı yerden” devam etmeyi ve başka coğrafyalarda yaşayanlar için unutulmayacak olayları birkaç ay içerisinde unutmayı öğretiyor hepimize.
Yaptığım görüşmelerde umudun umutsuzluğa dönüşümü arasındaki sürenin ne kadar kısa olduğunu ve bu aralığa ne kadar çok şey sığdırılabildiğine tanık oldum. Görüşmeciler kendilerini göç etmeye yönelten süreci anlatırlarken, Gezi Protestolarındaki umutlarından, kadın cinayetleri ve çocuk tecavüzlerinin yarattığı öfke ve geleceğe dair endişelerinden, yeşili azalan şehirlerin üstüne çöken inşaat tozlarından nefes alamamaktan, iktidarın giderek otoriterleşmesi ve toplumun giderek muhafazakârlaşmasından doğan daralmadan, sanata ve bilime değer verilmemesinden kaynaklanan karanlıktan ve sonunda 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı korku sonrası kopuştan bahsettiler.
2013 yılında Gezi Protestoları sırasında eğitimi için yurtdışında olan bir görüşmecim, sosyal medyadan protestoları takip ederken kendi kendine “bir gün Türkiye’de mi yaşayacağız, geri mi döneceğiz?” diyerek heyecanlandığını bana anlatırken, 2016 yılında darbe girişiminin olduğu gece bir arkadaşına “biz burada ne yapıyoruz, neyi bekliyoruz?” sorusunu sorması, iki uç duygu arasındaki yolculuğu gözler önüne seriyor.
Göç sonrasında “evini” bulmaya çalışmak
Göç rasyonel bir karar sonrasında gerçekleşen bir yer değiştirmedir. Göçmen şartlarının daha iyi olacağını düşündüğü coğrafyaya en hızlı ve en sorunsuz şekilde ulaşmayı hedefler. Rasyonel bir kararla başlayan süreç, irrasyonel süreçlerle birleşir. Varılan yer neresi olursa olsun, göçmen psikolojisi dalgalı bir seyir izler. İlk aşamada varılan ülkedeki sorunlar görmezden gelinir ve baskın duygu dalgalı denizden karaya varmaktır. Bir sonraki aşama sert bir düşüştür. Artık varılan noktadaki sorunlar görünür hale gelir ve sorunlarla mücadele edebilmek için zihin, terk edilen ülkeye dair özlemi öne çıkartarak, yeni duruma uyum sağlamaya çalışır. Bu aşamanın duygusu “arafta kalmak”tır. Son aşama ise bir nevi orta yol bulmaktadır. Varılan nokta ne mükemmeldir ne de terk edilen yer sadece iyi hislerden ibarettir. Ancak, göçmen artık arafta değildir ve “yeni” ülkesine dair göç sonrası gerçekliği daha rasyonel olarak yorumlayabilecek duruma gelmiştir. İrrasyonel kısım ise zihinde ve kalpte yerine yerleşmiştir ve kaybolmadığını zaman zaman gösterir. O his iki harfin bir araya gelmesiyle oluşan, dev bir duygu olarak “ev”dir.
İsrail’e son yıllarda göç eden Türkiyeli Yahudilerin de akıllarında ve gönüllerinde evin neresi olduğu, arkada mı kaldığı yoksa yeniden mi inşa edileceği soruları varlığını koruyor. Kimileri evlerini arkalarında bırakmış ve ev artık bir nostaljik bir imgeden ibarettir. Kimilerinin zihninde, fiziksel alanının darlığına rağmen, anıları, bitişleri, başlangıçları, iyi günleri ve kötü günleri içine sığdırabilen “ev” salt fiziksel bir mekana dönüşüp, “vatan”ın içinde erimektedir. Kimileri ise ilk evlerini olduğu gibi İsrail’e taşıyamayacaklarını bilerek, İsrail’de ikinci bir evi inşa etmeye başlamışlardır. Doktora tezim için gerçekleştirmekte olduğum saha çalışması dahilinde beyin göçü kapsamında değerlendirilebilecek görüşmecilerimin çoğu “ilk evlerinin” kendilerine kattıklarını da yanlarına alarak İsrail’e gelmişler. Arkada bırakılan evlerin kapılarına kilit vurmak istememişler fakat diğer bir taraftan hayatlarına yeni bir ev daha dahil etmişler. Yeni evlerini, eski evlerinden getirilebilecekleri düşünerek kurmuşlar. Kalanlar ise yeni eve sığmadıklarından değil yolda yıpranmamaları için bırakılmış. Halen eski eve her fırsatta gidiliyor, ev havalandırılıyor, eşyaların tozları alınıyor ve yaşam orada da belli zamanlarda akıyor.
Ne iş olsa yapmam!
Türkiyeli Yahudiler için İsrail deneyimi, Türkiye’de kimi zaman konfor alanına da dönüşebilen korunaklı alandan çıkış demek. Görüşmecilerimin bu alandan çıkışları hem memnuniyetleri hem de zorlukları beraberinde getiriyor.
Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden mezun olmuş, en az bir yabancı dil bilen ve göç öncesinde kariyerlerinde yükselmeye başlamış olan Türkiyeli Yahudiler göç sonrasında, geleneksel göçmenlerin “gerekirse taş yerim”, “ne iş olsa yaparım” gibi ifadelerle gündelik hayata yerleşen her koşulu kabul etme “zorunluluğunu” reddederek, yetenek ve tecrübelerine uygun pozisyon ve sektörlere yönelme eğilimindeler. Zaman maliyeti olan ve kaynak gerektiren bu yönelim, Türkiye’den taşınan ekonomik, kültürel ve sosyal sermayenin İsrail’de verimli bir şekilde kullanılmasını ve arttırılmasını da beraberinde getiriyor. Böylece, göç sonrası mesleki devamlılık çoğu göçmen için gerçekleştirilmesi zor bir ölçütken, son dalga göçlerde mesleki devamlılık oranı yüksekliği göze çarpıyor.
Çalışma yaşamlarına bakıldığında en çok örnek verilen noktalardan birisi “esnek çalışma” kavramı. Esnek çalışmanın, çalışma saatlerinin özel alana doğru esnemesi anlamına gelmediği, çocuklu profesyoneller için çocuklarıyla vakit geçirebilmek için işten erken çıkılabileceği, iş programının bu ölçüt doğrultusunda oluşturulacağı ve bunun çalışılan yerde sorun yaratmayacağı; bekârlar içinse işin zaman ayırmak istenilen aktivitelere göre düzenlenebileceği anlamına da gelebileceğinin görülmesi, göç sonrası memnuniyeti arttırıyor. Gündelik hayat pratiklerinde ise kendini yeniden yaratma süreci farklı şekillerde vücut buluyor. Türkiye’de alışılan konfor alanı İsrail’de aileden ayrı eve çıkma tecrübeleriyle, sosyal hayatta daha düşük hizmet kalitesine alışmakla veya gündelik hayat pratikleri içine daha basit olanın da iş görebileceğini anlamakla değişime uğruyor.
Bu denli çetrefilli bir konuya kısa da olsa değinen bu yazımı toparlamam gerekirse, İsrail’e yönelen genç ve nitelikli insan gücü İsrail dışındaki ülkelere yönelen beyin göçünden, göç motivasyonları ve uyum sağlama süreçleri, bu süreçte uygulanan stratejiler itibariyle çok da farklı değil. Bu göçlerden en zararlı çıkan ise yetişmiş insan gücünü kaybetmekte olan Türkiye. İster Yahudi olsun ister olmasın, gidenlerin Türkiye’ye geri dönmesi şimdilik uzak bir ihtimal olarak görünüyor. Yeni yıl için, beyin göçünün temelini oluşturan ve hızlandıran her türlü koşulun ortadan kalktığı, özgürce nefes alabildiğimiz bir ülke diliyorum.
Kaynaklar
Rıfat Bali, “Aliya” Türk Yahudilerinin İsrail’e Göç Hikayeleri, İstanbul: Libra Yayınları, 2018.
Sergio DellaPergola, Diaspora vs. Homeland: Migration to Israel, 1991-2019, Jerusalem: The Hebrew University of Jerusalem, 2020.
A. Muzaffer Erol, Potsdam Üniversitesi Yahudi Çalışmaları Enstitüsü Doktora öğrencisi.
TÜİK verilerine göre 2018 yılında yaklaşık 324 bin , 2019 yılında 330 bin kişi yurtdışına göç etti. Göç edenlerin yaş aralığına bakıldığında 25-29, 30-34 ve 35-39 grupları en çok göç eden gruplar olarak öne çıkıyor. Bununla birlikte, 0-4, 5-9 ve 10-14 yaş aralıklarındaki Türkiye vatandaşları da göç eden ebeveynleriyle birlikte Türkiye’den ayrılmış görünüyorlar. 2020 ve 2021 yıllarına ait verilere ise TÜİK’in internet sitesinden ulaşılamıyor. Her ne kadar bu verilere ulaşılamasa da yurtdışına yönelen göçün azalmadığı tam tersine arttığı aşikâr.
Uzmanlar beyin göçünün ekonomik sebeplerden dolayı Türkiye’de her zaman yaşandığını ancak son dalganın siyasi nedenlerle, gençlerin ülkenin geleceğine dair umutlarını kesmelerinden kaynaklandığını belirtiyorlar. Sosyal medyaya bakıldığında, yurtdışına taşınan Türkiye vatandaşlarının “Almanya’da market fiyatları”, “ABD’de aylık geçim masrafları”, “Hollanda’da kiralık ev aramak” gibi videoları on binlerce tık alıyor. Her gönderinin altına, onlarca potansiyel göçmenin nasıl gidebileceklerini sordukları, yorumları yerleşiyor. Türkiye için nahoş olan bu tabloda, niceliksel olarak da “azınlık” kabul edilen Yahudiler nasıl bir yer kaplıyor?
Dini-etnik kimliklerinin ötesinde sıradan vatandaşlar olarak Türkiye Yahudileri de bütün Türkiye’yi etkileyen ekonomik istikrarsızlık, iktidarın otoriterleşmesi ve Türkiye’nin iktidarlar ötesi gerçeği olan nepotizmin şiddetini arttırarak artık sıradan bir norm haline gelmesinden azade değiller. Hatta Türkiye’yi etkileyen bütün sorunlardan, azınlık mensupları olarak daha fazla etkilendiklerini bile söyleyebiliriz. Dolayısıyla Türkiye’nin geleceğini tehdit eden en büyük sorunlardan birisi olarak beyin göçü olgusunun Yahudileri de kapsadığı bir gerçek.
Bu göçün büyük bir bölümü Avrupa ve Kuzey Amerika’ya yöneliyor. Yahudi göçünün de bu coğrafyalara yöneldiği kesin ancak göçün ayrıntılarını anlayabilmek için göçmenlere ulaşmak ve göç motivasyonlarını anlayabilmeye yönelik çalışmaların yapılması gerekiyor. Avrupa ve Kuzey Amerika dışında başka bir göç rotası ise Yahudiler için her zaman açık bir kapı olması, entegrasyon destekleri ve Türkiye’ye coğrafi yakınlığı itibariyle İsrail’dir. İsrail’e yönelen göçün niceliksel büyüklüğünü İsrail Merkezi İstatistik Bürosu’nun senelik olarak yayınlanan göç istatistiklerinden takip etmek mümkün. Göçün niteliksel yönü ise yine göçmenlerle yapılacak birebir derinlemesine görüşmelerle anlaşılabilir ancak. Türkiye’den İsrail’e yapılan göçün son yıllardaki seyrini aşağıdaki grafikten izleyebiliriz;
Göçün niceliksel kısmına dair resmi veriler ile İsrail’de yaptığım alan araştırmasında bana aktarılan bilgilere dayanarak, göçün tırmanışa geçtiği dönemlerin paralellik gösterdiğini belirtebilirim. Grafiğe göre göç rakamları 2015 yılından itibaren yükselmeye başlıyor ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında zirveye ulaşıyor. İsrail’de yaptığım görüşmelerde de görüşmecilerimin büyük bir kısmının darbe girişimi sonrasında İsrail’e göç ettiğini gördüm. Bir başka önemli nokta da görüşmecilerin yaş dağılımlarının ağırlıklı olarak 25-40 yaş grubuna girmesi, TÜİK verilerinde gösterilen yaş dağılımının ağırlık noktasıyla paralellik gösteriyor.
Göçün niteliksel boyutlarına bakıldığında ise 25-40 yaş görüşmecilerimin hepsi en az lisans mezunu olan, en az bir yabancı dil bilen ve iletişim teknolojisi, mühendislik, satış-pazarlama ve tıp alanlarında çalışan profesyonellerden oluşuyor. Görüşmecilerimin göç motivasyonları ise elbette Türkiye’de Yahudi olmak ve buna bağlı olarak yaşanan antisemitizm ve ayrımcılık tecrübelerinden bağımsız değerlendirilemez ve bu başka bir yazının konusu olarak yazılmayı bekliyor. Ancak söz konusu göçün itici unsurları, Yahudi ve Yahudi olmayan Türkiye vatandaşlarında büyük ölçüde örtüşme gösteriyor.
Umutlanmak ve Bağları Kopartmak: Kısa bir zamanda diliminde oluşan iki zıt duygu
Göç sadece fiziksel varlığın değil duyguların, anıların, unutulan ve unutulamayanlara dair bilginin ve göç edilen zamana kadar inşa edilen anlamların da başka bir yere taşınmasıdır. Bu yüzden Türkiye, göçmenlerinin sırtlarına göç yoluna çıkarken çok fazla yük yükler. Sırta yüklenen yükleri kendinden biraz uzaklaşabilip görebilmek yani neleri taşıdığının farkına varmak da ayrıca ağırlığı arttırır. Türkiye’de yaşamak, kısa zaman dilimleri içerisinde birçok sarsıcı olayı yaşamayı, hayata “kaldığı yerden” devam etmeyi ve başka coğrafyalarda yaşayanlar için unutulmayacak olayları birkaç ay içerisinde unutmayı öğretiyor hepimize.
Yaptığım görüşmelerde umudun umutsuzluğa dönüşümü arasındaki sürenin ne kadar kısa olduğunu ve bu aralığa ne kadar çok şey sığdırılabildiğine tanık oldum. Görüşmeciler kendilerini göç etmeye yönelten süreci anlatırlarken, Gezi Protestolarındaki umutlarından, kadın cinayetleri ve çocuk tecavüzlerinin yarattığı öfke ve geleceğe dair endişelerinden, yeşili azalan şehirlerin üstüne çöken inşaat tozlarından nefes alamamaktan, iktidarın giderek otoriterleşmesi ve toplumun giderek muhafazakârlaşmasından doğan daralmadan, sanata ve bilime değer verilmemesinden kaynaklanan karanlıktan ve sonunda 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı korku sonrası kopuştan bahsettiler.
2013 yılında Gezi Protestoları sırasında eğitimi için yurtdışında olan bir görüşmecim, sosyal medyadan protestoları takip ederken kendi kendine “bir gün Türkiye’de mi yaşayacağız, geri mi döneceğiz?” diyerek heyecanlandığını bana anlatırken, 2016 yılında darbe girişiminin olduğu gece bir arkadaşına “biz burada ne yapıyoruz, neyi bekliyoruz?” sorusunu sorması, iki uç duygu arasındaki yolculuğu gözler önüne seriyor.
Göç sonrasında “evini” bulmaya çalışmak
Göç rasyonel bir karar sonrasında gerçekleşen bir yer değiştirmedir. Göçmen şartlarının daha iyi olacağını düşündüğü coğrafyaya en hızlı ve en sorunsuz şekilde ulaşmayı hedefler. Rasyonel bir kararla başlayan süreç, irrasyonel süreçlerle birleşir. Varılan yer neresi olursa olsun, göçmen psikolojisi dalgalı bir seyir izler. İlk aşamada varılan ülkedeki sorunlar görmezden gelinir ve baskın duygu dalgalı denizden karaya varmaktır. Bir sonraki aşama sert bir düşüştür. Artık varılan noktadaki sorunlar görünür hale gelir ve sorunlarla mücadele edebilmek için zihin, terk edilen ülkeye dair özlemi öne çıkartarak, yeni duruma uyum sağlamaya çalışır. Bu aşamanın duygusu “arafta kalmak”tır. Son aşama ise bir nevi orta yol bulmaktadır. Varılan nokta ne mükemmeldir ne de terk edilen yer sadece iyi hislerden ibarettir. Ancak, göçmen artık arafta değildir ve “yeni” ülkesine dair göç sonrası gerçekliği daha rasyonel olarak yorumlayabilecek duruma gelmiştir. İrrasyonel kısım ise zihinde ve kalpte yerine yerleşmiştir ve kaybolmadığını zaman zaman gösterir. O his iki harfin bir araya gelmesiyle oluşan, dev bir duygu olarak “ev”dir.
İsrail’e son yıllarda göç eden Türkiyeli Yahudilerin de akıllarında ve gönüllerinde evin neresi olduğu, arkada mı kaldığı yoksa yeniden mi inşa edileceği soruları varlığını koruyor. Kimileri evlerini arkalarında bırakmış ve ev artık bir nostaljik bir imgeden ibarettir. Kimilerinin zihninde, fiziksel alanının darlığına rağmen, anıları, bitişleri, başlangıçları, iyi günleri ve kötü günleri içine sığdırabilen “ev” salt fiziksel bir mekana dönüşüp, “vatan”ın içinde erimektedir. Kimileri ise ilk evlerini olduğu gibi İsrail’e taşıyamayacaklarını bilerek, İsrail’de ikinci bir evi inşa etmeye başlamışlardır. Doktora tezim için gerçekleştirmekte olduğum saha çalışması dahilinde beyin göçü kapsamında değerlendirilebilecek görüşmecilerimin çoğu “ilk evlerinin” kendilerine kattıklarını da yanlarına alarak İsrail’e gelmişler. Arkada bırakılan evlerin kapılarına kilit vurmak istememişler fakat diğer bir taraftan hayatlarına yeni bir ev daha dahil etmişler. Yeni evlerini, eski evlerinden getirilebilecekleri düşünerek kurmuşlar. Kalanlar ise yeni eve sığmadıklarından değil yolda yıpranmamaları için bırakılmış. Halen eski eve her fırsatta gidiliyor, ev havalandırılıyor, eşyaların tozları alınıyor ve yaşam orada da belli zamanlarda akıyor.
Ne iş olsa yapmam!
Türkiyeli Yahudiler için İsrail deneyimi, Türkiye’de kimi zaman konfor alanına da dönüşebilen korunaklı alandan çıkış demek. Görüşmecilerimin bu alandan çıkışları hem memnuniyetleri hem de zorlukları beraberinde getiriyor.
Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden mezun olmuş, en az bir yabancı dil bilen ve göç öncesinde kariyerlerinde yükselmeye başlamış olan Türkiyeli Yahudiler göç sonrasında, geleneksel göçmenlerin “gerekirse taş yerim”, “ne iş olsa yaparım” gibi ifadelerle gündelik hayata yerleşen her koşulu kabul etme “zorunluluğunu” reddederek, yetenek ve tecrübelerine uygun pozisyon ve sektörlere yönelme eğilimindeler. Zaman maliyeti olan ve kaynak gerektiren bu yönelim, Türkiye’den taşınan ekonomik, kültürel ve sosyal sermayenin İsrail’de verimli bir şekilde kullanılmasını ve arttırılmasını da beraberinde getiriyor. Böylece, göç sonrası mesleki devamlılık çoğu göçmen için gerçekleştirilmesi zor bir ölçütken, son dalga göçlerde mesleki devamlılık oranı yüksekliği göze çarpıyor.
Çalışma yaşamlarına bakıldığında en çok örnek verilen noktalardan birisi “esnek çalışma” kavramı. Esnek çalışmanın, çalışma saatlerinin özel alana doğru esnemesi anlamına gelmediği, çocuklu profesyoneller için çocuklarıyla vakit geçirebilmek için işten erken çıkılabileceği, iş programının bu ölçüt doğrultusunda oluşturulacağı ve bunun çalışılan yerde sorun yaratmayacağı; bekârlar içinse işin zaman ayırmak istenilen aktivitelere göre düzenlenebileceği anlamına da gelebileceğinin görülmesi, göç sonrası memnuniyeti arttırıyor. Gündelik hayat pratiklerinde ise kendini yeniden yaratma süreci farklı şekillerde vücut buluyor. Türkiye’de alışılan konfor alanı İsrail’de aileden ayrı eve çıkma tecrübeleriyle, sosyal hayatta daha düşük hizmet kalitesine alışmakla veya gündelik hayat pratikleri içine daha basit olanın da iş görebileceğini anlamakla değişime uğruyor.
Bu denli çetrefilli bir konuya kısa da olsa değinen bu yazımı toparlamam gerekirse, İsrail’e yönelen genç ve nitelikli insan gücü İsrail dışındaki ülkelere yönelen beyin göçünden, göç motivasyonları ve uyum sağlama süreçleri, bu süreçte uygulanan stratejiler itibariyle çok da farklı değil. Bu göçlerden en zararlı çıkan ise yetişmiş insan gücünü kaybetmekte olan Türkiye. İster Yahudi olsun ister olmasın, gidenlerin Türkiye’ye geri dönmesi şimdilik uzak bir ihtimal olarak görünüyor. Yeni yıl için, beyin göçünün temelini oluşturan ve hızlandıran her türlü koşulun ortadan kalktığı, özgürce nefes alabildiğimiz bir ülke diliyorum.
Kaynaklar
Rıfat Bali, “Aliya” Türk Yahudilerinin İsrail’e Göç Hikayeleri, İstanbul: Libra Yayınları, 2018.
Sergio DellaPergola, Diaspora vs. Homeland: Migration to Israel, 1991-2019, Jerusalem: The Hebrew University of Jerusalem, 2020.
A. Muzaffer Erol, Potsdam Üniversitesi Yahudi Çalışmaları Enstitüsü Doktora öğrencisi.
Paylaş: