Ölü bedenlerin saygı görmeye hakkı var! Ölüm, sözün bittiği yer! Ama işte bir zehirli iklim de var! Kürt, Ermeni, Yahudi düşmanlığını körükleyen her söylem, eylem ve politikayla biraz daha yoğunlaşan zehri soluduğumuz bu topraklarda salt yaşayana değil ölene de işkence yapıldığına tanığız. Kimliğine, diline, dinine, varlığına saldırılanlar öldükten sonra da rahat bırakılmıyor.
Kaynak: Berrin Sönmez / Duvar
“Bana sorarsan su çatlağını buldu!” Ne zaman bir cenazeye, bir ölüme, ölü bedene, mezara, mezarlığa, en hafif deyimiyle saygısızlık, hürmetsizlik ama gerçekçi söyleyişle dilim, elim zor varsa da, eziyet, işkence, saldırı gerçekleşse Hrant Dink’in bu videosunu izlerim. Ve her izleyişimde üç-beş kere başa dönüp tekrar etmeden kapatamam. Ve çoğumuz böyleyiz eminim. Bu topraklarda yaşayanların bu topraklarda yatmaya hakkı var! Ölü bedenlerin saygı görmeye hakkı var! Ölüm, sözün bittiği yer! Ama işte bir zehirli iklim de var! Kürt, Ermeni, Yahudi düşmanlığını körükleyen her söylem, eylem ve politikayla biraz daha yoğunlaşan zehri soluduğumuz bu topraklarda salt yaşayana değil ölene de işkence yapıldığına tanığız. Kimliğine, diline, dinine, varlığına saldırılanlar öldükten sonra da rahat bırakılmıyor.
Kamu görevlileri Kürt Taybet Ananın cenazesini günlerce sokak ortasında bıraktılar, ölü bedenleri çıplak teşhir edip bunu kendileri sosyal medyada paylaştılar. Yaşarken kiralık ev verilmeyenlerin büyükleri öldüğünde mezar yeri verilmedi, hatta önceden defnedilmiş olanların mezarına saldırıldığı için cenaze, yerinden alınıp tekrar başka şehirde defnedilmek zorunda kaldı.
Kamu görevlileri, yöneticileri böyle yaptığında halkı kışkırtmış oluyor. Kışkırtılan halkın çocuklarıysa ölenin kimliğini, ölenin kartviziti sayılan mezar taşını kırıp tahrip edip yok etmek istedi. Devlet yaşayanların haklarını ihlal edip kimliklerini yok sayınca bu toplumun çocukları, ölenleri yerinde rahat bırakmaz oldu. O çocukları yönlendiren, azmettiren var mı, varsa kimler olduğu etkin bir soruşturmayla kolayca bulunur. İstenirse bulunur da toplumu ötekine düşman haline getiren kışkırtıcı politikaların sahibi aynı devlet olayı soruşturunca, şimdiden biliyoruz ki ortaya çıkacak sonuç kimseyi tatmin etmeyecek. Adalet arayışının hep askıda kalışından biliyoruz. Kim bilir belki gerçekten belli bir azmettiricisi yok da toplumun yaygın olarak kışkırtılmasından kaynaklı kolektif düşmanlaştırma politikasının eseri olarak karşımıza çıkmıştır. Hasköy Musevi Mezarlığına yapılan saldırı öyle pek çocuk işi olamaz gibi. 81 mezar taşının kırılması, 11-13 yaşlarındaki birkaç çocuğun harcı değil sanki.
Saldırının polisiye kısmını güvensek de güvenmesek de polise, devlete bırakmak zorundayız, peşini bırakmadan tabii ki. Saldırı hakkında biz sıradan insanlara düşene bakalım. Hrant Dink’e kulak verip biz sıradan insanlar “birbirimizin doktoru” olmaya çalışalım. Videoda nakledilen anekdot, bazılarımıza göre tekil ya da ender bir olay anlatısı sayılabilir. Irkçı, tektipçi politikalarla zehirlenmediğimiz zamanlar, bu politikaların hız kestiği zamanlar yeşeriveren, bahar cıvıltılı duyguların varlığına inananlardanım. Ortak akıl ve dostlukla beslenen böylesi duyguları geliştirmek biraz emek istiyor hepsi bu. Hasköy Musevi Mezarlığına saldırı sonrası yapılan bir basın açıklaması, umutlanmak için bizlere şans sundu. Bir dostluk grubu olarak tanıdığım İstanbul Dostları Platformu, etnik, dini, kültürel ve ideolojik farklılıklarıyla birlikte bir arada durmayı önceleyenlerin ortamı. İstanbul’u maddi, manevi, kültürel mirasıyla tanımayı ve birliktelik ruhunu yaşamayı hedefleyen bir yapılanma. Farklı din ve dillerden insanların birlikte her dine ve dile ait tarihi mekanlarını gererek kaynaştıklarını söylemek mümkün. Eski İstanbul kültürü eskimesin ve günümüz toplumuna bir arada yaşama kültürü aktarılsın diyerek yola çıkanlar Türk Yahudi Toplumuna geçmiş olsun mesajı verdikleri basın açıklamasında saldırıyı kınıyor.
Basın Açıklamasından bir bölüm şöyle
“Bizler farklılıklarımızı zenginlik olarak gören, birlikte eşit ve kardeşçe yaşamayı toplumsal yaşama hâkim kılmak için çaba sarf eden İstanbul Dostları Platformu olarak, bir süredir farklı inançların mabed, mezarlık, kültürel miras gibi manevi değerlerine yapılan çirkin saldırıları kınıyoruz.
Saldırıların sistematik olarak devam etmesi ve her seferinde bireysel saldırılarmış gibi geçiştirilmesi bizi derin bir endişeye sevk etmektedir. Bu açıdan, son zamanlarda tırmandırılan nefret söylemi ve şiddet ortamının giderilmesi için uzun vadeli olarak toplumsal barışı inşa edecek çalışmaların yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Biz gücümüzün yettiğince bu tür çalışmalara aktif katkı sağlamaya devam edeceğiz.
Yaşanan çirkin saldırıdan ötürü Türk Yahudi Toplumu’na geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor ve bu nefreti üreten aktörleri en sert biçimde kınıyoruz. İSTANBUL DOSTLARI PLATFORMU”
KARAR AŞAMASINDA MÜDAHİLLİK TALEBİ
Danıştay 10. Daire, Cumhurbaşkanı kararına karşı iptal istemiyle açılan İstanbul Sözleşmesi davalarında karar aşamasında, UYAP sistemi ekranlarında görüldüğü üzere. 10. Daire başkanı, 28 Nisan’daki ilk duruşma öncesi yapılan görüşmede EŞİK gönüllüleri ve dosya sahibi avukatlara adli tatil öncesi kararı açıklama eğiliminde olduklarını söyledi. 23 Haziran’dan bu yana her an bir karar bekleniyor. Tahminler 8 Temmuz’da yoğunlaşmıştı ama karar gelmedi. Şimdi 18-20 Temmuz aralığında her an karar yayınlanabilir beklentisi hâkim. Bu arada yeni bir gelişme yaşandı. Karar aşamasındaki dosyalardan birisine, Yargıçlar Sendikası dosyasına Hukukçu Kadınlar Derneği üçüncü taraf olarak müdahale talebinde bulunmuş. Dilekçe 7 Temmuz tarihli ve 8 Temmuz’da ilgili dosyaya eklendiği görülüyor. Daire, dilekçeyi dosyaya işlediğine göre müdahillik talebini kararında dikkate alacak demektir. Ancak şu anda başka dosyalara benzer dilekçeler verilip verilmediğini bilmiyorum.
Bir sivil toplum örgütünün hukuki hakkını kullanıyor olmasını yargıya müdahale olarak nitelendirmek hak savunuculuğu ile izahı mümkün olmayan açıklamalardan. Her ne kadar GONGO olarak nitelendirilmeyi hak eden bir örgüt olsa da malum haklar herkes içindir. Diğer yandan Cumhuriyet Gazetesinin haber dili özellikle dilekçede imzası olan avukatı “başörtülü avukat ve imam hatipli avukat” şeklinde etiketleme usulü hak savunuculuğu açısından kabul edilemez ifadeler olarak kınanmayı hak ediyor. Etiketleyerek toplumsal kutuplaşmayı politika edinen iktidara hizmet ettiğini de bir hakkın kullanılmasıyla başka bir hakkın kullanılmasına engel olunmayacağını görmeyişiyle de sorunlu bir habercilik ortaya konduğunu belirtmeden geçmem mümkün değil. Bir kadın örgütünü ayrımcı ve nefret söylemi çağrışımı yapan dille etiketlemesine, İstanbul Sözleşmesi duruşmalarına hazırlanırken ördüğümüz birliktelik ağını bozmasına itiraz etmek, Türkiye’nin geleceği için de son derece önemli.
Diğer yandan müdahillik talebini değerlendirmeden geçmek de istemiyorum. 7 Temmuz’da verilen bu dilekçe, dört duruşma boyunca İstanbul Sözleşmesi duruşmalarını toplumsal davaya dönüştürmeyi başaran ve karar ne olursa olsun bu yönüyle kazanmış sayılması gereken kadın hareketinin karşısına başka bir toplumsallık çıkarma girişimi olarak görülüyor. Sözleşme karşıtlığı öteden beri bilinen bahsi geçen dernek, kendince kendi hakkını kullanmış sayılıp geçilmeli. Hukuksuz çekilme kararını verirken hiçbir gerekçe açıklamayan Cumhurbaşkanı, yargıya müdahale etmek istediği takdirde küçük bir derneğin girişimini gerekçe göstermeye ihtiyaç duymaz. Belki yarın belki yarından da yakın bir zamanda yazılı olarak kararını açıklaması bekleyen Danıştay 10. Daire yargıçları, kadınların yaşamına ve Türkiye’nin geleceğine dair hüküm kurduklarının farkında olsun yeter. Biz kadınlar için mücadele baki. Eğer Cumhurbaşkanı kararını iptal ederse İstanbul Sözleşmesi’ni uygulatmak için; eğer davaları ret ederse yeniden imzalatmak için; eğer topu Anayasa Mahkemesine atarsa bu defa yeniden hukuki mücadeleyi daha geniş ölçekle yurt çapında toplumsallaştırmak için mücadele baki…
Ölü bedenlerin saygı görmeye hakkı var! Ölüm, sözün bittiği yer! Ama işte bir zehirli iklim de var! Kürt, Ermeni, Yahudi düşmanlığını körükleyen her söylem, eylem ve politikayla biraz daha yoğunlaşan zehri soluduğumuz bu topraklarda salt yaşayana değil ölene de işkence yapıldığına tanığız. Kimliğine, diline, dinine, varlığına saldırılanlar öldükten sonra da rahat bırakılmıyor.
Kaynak: Berrin Sönmez / Duvar
“Bana sorarsan su çatlağını buldu!” Ne zaman bir cenazeye, bir ölüme, ölü bedene, mezara, mezarlığa, en hafif deyimiyle saygısızlık, hürmetsizlik ama gerçekçi söyleyişle dilim, elim zor varsa da, eziyet, işkence, saldırı gerçekleşse Hrant Dink’in bu videosunu izlerim. Ve her izleyişimde üç-beş kere başa dönüp tekrar etmeden kapatamam. Ve çoğumuz böyleyiz eminim. Bu topraklarda yaşayanların bu topraklarda yatmaya hakkı var! Ölü bedenlerin saygı görmeye hakkı var! Ölüm, sözün bittiği yer! Ama işte bir zehirli iklim de var! Kürt, Ermeni, Yahudi düşmanlığını körükleyen her söylem, eylem ve politikayla biraz daha yoğunlaşan zehri soluduğumuz bu topraklarda salt yaşayana değil ölene de işkence yapıldığına tanığız. Kimliğine, diline, dinine, varlığına saldırılanlar öldükten sonra da rahat bırakılmıyor.
Kamu görevlileri Kürt Taybet Ananın cenazesini günlerce sokak ortasında bıraktılar, ölü bedenleri çıplak teşhir edip bunu kendileri sosyal medyada paylaştılar. Yaşarken kiralık ev verilmeyenlerin büyükleri öldüğünde mezar yeri verilmedi, hatta önceden defnedilmiş olanların mezarına saldırıldığı için cenaze, yerinden alınıp tekrar başka şehirde defnedilmek zorunda kaldı.
Kamu görevlileri, yöneticileri böyle yaptığında halkı kışkırtmış oluyor. Kışkırtılan halkın çocuklarıysa ölenin kimliğini, ölenin kartviziti sayılan mezar taşını kırıp tahrip edip yok etmek istedi. Devlet yaşayanların haklarını ihlal edip kimliklerini yok sayınca bu toplumun çocukları, ölenleri yerinde rahat bırakmaz oldu. O çocukları yönlendiren, azmettiren var mı, varsa kimler olduğu etkin bir soruşturmayla kolayca bulunur. İstenirse bulunur da toplumu ötekine düşman haline getiren kışkırtıcı politikaların sahibi aynı devlet olayı soruşturunca, şimdiden biliyoruz ki ortaya çıkacak sonuç kimseyi tatmin etmeyecek. Adalet arayışının hep askıda kalışından biliyoruz. Kim bilir belki gerçekten belli bir azmettiricisi yok da toplumun yaygın olarak kışkırtılmasından kaynaklı kolektif düşmanlaştırma politikasının eseri olarak karşımıza çıkmıştır. Hasköy Musevi Mezarlığına yapılan saldırı öyle pek çocuk işi olamaz gibi. 81 mezar taşının kırılması, 11-13 yaşlarındaki birkaç çocuğun harcı değil sanki.
Saldırının polisiye kısmını güvensek de güvenmesek de polise, devlete bırakmak zorundayız, peşini bırakmadan tabii ki. Saldırı hakkında biz sıradan insanlara düşene bakalım. Hrant Dink’e kulak verip biz sıradan insanlar “birbirimizin doktoru” olmaya çalışalım. Videoda nakledilen anekdot, bazılarımıza göre tekil ya da ender bir olay anlatısı sayılabilir. Irkçı, tektipçi politikalarla zehirlenmediğimiz zamanlar, bu politikaların hız kestiği zamanlar yeşeriveren, bahar cıvıltılı duyguların varlığına inananlardanım. Ortak akıl ve dostlukla beslenen böylesi duyguları geliştirmek biraz emek istiyor hepsi bu. Hasköy Musevi Mezarlığına saldırı sonrası yapılan bir basın açıklaması, umutlanmak için bizlere şans sundu. Bir dostluk grubu olarak tanıdığım İstanbul Dostları Platformu, etnik, dini, kültürel ve ideolojik farklılıklarıyla birlikte bir arada durmayı önceleyenlerin ortamı. İstanbul’u maddi, manevi, kültürel mirasıyla tanımayı ve birliktelik ruhunu yaşamayı hedefleyen bir yapılanma. Farklı din ve dillerden insanların birlikte her dine ve dile ait tarihi mekanlarını gererek kaynaştıklarını söylemek mümkün. Eski İstanbul kültürü eskimesin ve günümüz toplumuna bir arada yaşama kültürü aktarılsın diyerek yola çıkanlar Türk Yahudi Toplumuna geçmiş olsun mesajı verdikleri basın açıklamasında saldırıyı kınıyor.
Basın Açıklamasından bir bölüm şöyle
“Bizler farklılıklarımızı zenginlik olarak gören, birlikte eşit ve kardeşçe yaşamayı toplumsal yaşama hâkim kılmak için çaba sarf eden İstanbul Dostları Platformu olarak, bir süredir farklı inançların mabed, mezarlık, kültürel miras gibi manevi değerlerine yapılan çirkin saldırıları kınıyoruz.
Saldırıların sistematik olarak devam etmesi ve her seferinde bireysel saldırılarmış gibi geçiştirilmesi bizi derin bir endişeye sevk etmektedir. Bu açıdan, son zamanlarda tırmandırılan nefret söylemi ve şiddet ortamının giderilmesi için uzun vadeli olarak toplumsal barışı inşa edecek çalışmaların yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Biz gücümüzün yettiğince bu tür çalışmalara aktif katkı sağlamaya devam edeceğiz.
Yaşanan çirkin saldırıdan ötürü Türk Yahudi Toplumu’na geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor ve bu nefreti üreten aktörleri en sert biçimde kınıyoruz. İSTANBUL DOSTLARI PLATFORMU”
KARAR AŞAMASINDA MÜDAHİLLİK TALEBİ
Danıştay 10. Daire, Cumhurbaşkanı kararına karşı iptal istemiyle açılan İstanbul Sözleşmesi davalarında karar aşamasında, UYAP sistemi ekranlarında görüldüğü üzere. 10. Daire başkanı, 28 Nisan’daki ilk duruşma öncesi yapılan görüşmede EŞİK gönüllüleri ve dosya sahibi avukatlara adli tatil öncesi kararı açıklama eğiliminde olduklarını söyledi. 23 Haziran’dan bu yana her an bir karar bekleniyor. Tahminler 8 Temmuz’da yoğunlaşmıştı ama karar gelmedi. Şimdi 18-20 Temmuz aralığında her an karar yayınlanabilir beklentisi hâkim. Bu arada yeni bir gelişme yaşandı. Karar aşamasındaki dosyalardan birisine, Yargıçlar Sendikası dosyasına Hukukçu Kadınlar Derneği üçüncü taraf olarak müdahale talebinde bulunmuş. Dilekçe 7 Temmuz tarihli ve 8 Temmuz’da ilgili dosyaya eklendiği görülüyor. Daire, dilekçeyi dosyaya işlediğine göre müdahillik talebini kararında dikkate alacak demektir. Ancak şu anda başka dosyalara benzer dilekçeler verilip verilmediğini bilmiyorum.
Bir sivil toplum örgütünün hukuki hakkını kullanıyor olmasını yargıya müdahale olarak nitelendirmek hak savunuculuğu ile izahı mümkün olmayan açıklamalardan. Her ne kadar GONGO olarak nitelendirilmeyi hak eden bir örgüt olsa da malum haklar herkes içindir. Diğer yandan Cumhuriyet Gazetesinin haber dili özellikle dilekçede imzası olan avukatı “başörtülü avukat ve imam hatipli avukat” şeklinde etiketleme usulü hak savunuculuğu açısından kabul edilemez ifadeler olarak kınanmayı hak ediyor. Etiketleyerek toplumsal kutuplaşmayı politika edinen iktidara hizmet ettiğini de bir hakkın kullanılmasıyla başka bir hakkın kullanılmasına engel olunmayacağını görmeyişiyle de sorunlu bir habercilik ortaya konduğunu belirtmeden geçmem mümkün değil. Bir kadın örgütünü ayrımcı ve nefret söylemi çağrışımı yapan dille etiketlemesine, İstanbul Sözleşmesi duruşmalarına hazırlanırken ördüğümüz birliktelik ağını bozmasına itiraz etmek, Türkiye’nin geleceği için de son derece önemli.
Diğer yandan müdahillik talebini değerlendirmeden geçmek de istemiyorum. 7 Temmuz’da verilen bu dilekçe, dört duruşma boyunca İstanbul Sözleşmesi duruşmalarını toplumsal davaya dönüştürmeyi başaran ve karar ne olursa olsun bu yönüyle kazanmış sayılması gereken kadın hareketinin karşısına başka bir toplumsallık çıkarma girişimi olarak görülüyor. Sözleşme karşıtlığı öteden beri bilinen bahsi geçen dernek, kendince kendi hakkını kullanmış sayılıp geçilmeli. Hukuksuz çekilme kararını verirken hiçbir gerekçe açıklamayan Cumhurbaşkanı, yargıya müdahale etmek istediği takdirde küçük bir derneğin girişimini gerekçe göstermeye ihtiyaç duymaz. Belki yarın belki yarından da yakın bir zamanda yazılı olarak kararını açıklaması bekleyen Danıştay 10. Daire yargıçları, kadınların yaşamına ve Türkiye’nin geleceğine dair hüküm kurduklarının farkında olsun yeter. Biz kadınlar için mücadele baki. Eğer Cumhurbaşkanı kararını iptal ederse İstanbul Sözleşmesi’ni uygulatmak için; eğer davaları ret ederse yeniden imzalatmak için; eğer topu Anayasa Mahkemesine atarsa bu defa yeniden hukuki mücadeleyi daha geniş ölçekle yurt çapında toplumsallaştırmak için mücadele baki…
Paylaş: