Nazilerin kültürel hafızadan silmeye çalıştığı kitapları 37 yıl boyunca toplayan Georg Paul Salzmann’ın ‘Yanmış Kitaplar Kütüphanesi’, Augsburg Üniversitesi’nin dijital arşivinde dünyaya açıldı.
Alman Öğrenci Birliği’nin, 6 Nisan 1933’te dağıttığı broşürde, “Alman olmayan ruha karşı” eylem çağrısı yapılıyordu. Bu, ülke çapına yayılacak bir propaganda kampanyasının ilk adımıydı. Çok geçmeden bunun sonuçları alındı: 10 Mayıs gecesi, Nazilerin coşkulu destekçileri olan üniversite öğrencileri pek çok üniversite kentinde meşaleli yürüyüş düzenledi. O gece başta Berlin ve Münih olmak üzere pek çok kentin meydanlarında, “Alman olmayan” 25 bin civarında kitap yakıldı. Öğrencilerin çoğu, Nazi askeri üniformalarını giyinmişti. Berlin’in Opera Meydanı’ndaki “tören”, radyodan halka naklen aktarılıyordu. Karl Marx, Sigmund Frud, Thomas Mann, Stefan Zweig ve Bertolt Brecht’in de aralarında bulunduğu yazarların kitapları, 10 Mayıs ve devamındaki günlerde “ateşte yakılarak tasfiye edildi.” Bu sembolik ama uğursuz bir eylemdi; “toptan temizlik” başlatılmıştı. 10 Mayıs’ın ardından sadece Yahudi yazarlar değil, rejimi eleştiren, militarizme karşı çıkan, demokrasiyi veya sosyalizmi savunan ve “Yahudi akrabaları” olan tüm yazarlar da susturuldu. Nazilerin kara listelerinde adı geçen yazarlar, sonraki yıllarda ya ülkeden kaçtı ya da Holokost’un kurbanı oldu.
12 BİN CİLTLİK EŞSİZ KOLEKSİYON
Yaklaşık 90 yıl önce yakılan bu eserlerin çoğunun ilk baskılarına bugün herkes Augsburg Üniversitesi’nin çevrimiçi kütüphanesinde ulaşabiliyor. Nazilerin var olma hakkı tanımadığı yazarların eserlerinin yer aldığı 12 bin ciltlik eşsiz koleksiyon, Augsburg Üniversitesi ve bağışçılar tarafından 2009 yılında Georg Paul Salzmann’dan satın alındı. Salzmann, bu kitapları 1976’dan 2013’teki ölümüne kadar geçen sürede antika pazarlarını, kıyıda köşede kalmış kitapçıları gezerek tek tek aramış, bulmuş ve satın almıştı. Bütün evi romanlar, şiirler ve oyunlarla dolu yüzlerce metrelik raflarla çevrilmişti. Bu onun ‘Yakılan Kitaplar Kütüphanesi’ydi. Salzmann, inşaat sektöründe çalışan bir mali müşavirdi. Kendi anlatımına göre, “bir tesadüf eseri”, Nazilerin yaktığı, yasaklayarak kültürel hafızadan silmeye çalıştığı yazarların kitaplarını toplamaya başlamıştı. Ama hayatta hiçbir şey tesadüf değildir, derler. Yaşadığımız her olay, bizi bir sonrakine taşır. Salzmann’ın koleksiyonun ilk kitabını satın aldığı ‘o an’dan filmi geriye sardığımızda, karşımıza Nasyonal Sosyalist bir ailede büyümüş küçük bir çocuk ve savaşın neden olduğu acılar çıkıyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Doğu Almanya topraklarında kalacak Thüringen’de, 1929 yılında doğan Salzmann, kitapların yakıldığı 10 Mayıs gecesinde sadece dört yaşındaydı. Ailesi tarafından küçük yaşlarda Hitler Gençliği’nin toplantılarına yollandı. Babası “ilk andan itibaren” ateşli bir Nazi’ydi, öyle ki 1945 yılının Mayıs ayında kesin yenilgi anlaşıldığında intihar etti. O sırada 17 yaşında olan Georg bir Nazi askeriydi, akciğer enfeksiyonu sebebiyle hastanede yatıyordu. 1945 yılı onun da hayatında önemli kırılma anlarının yaşandığı bir zaman dilimi oldu. Berlin Harekâtı’nın üzerinden henüz bir ay geçmişti. Ülkedeki toplama ve ölüm kamplarında sağ kalan Yahudiler kurtarılmaya başlanmıştı. Bir Haziran günü ABD’li bir asker, Salzmann’ı Almanya’nın en büyük toplama kamplarından biri olan Buchenwald’a götürdü. Salzmann’ın kampta tanıştığı bir Yahudi, ona yaşadıklarını anlattı; artık nerede yaşayacağını, nereye gideceğini bilmiyordu, yakınlarının nerede olduğuysa koca bir muammaydı. Ama bu karşılaşma Salzmann’ın söz ettiği ‘o tesadüf’ değildi, bu kısa sohbette o ana kadar bildikleri ve inandıkları tepetaklak olmuştu. Sonraki kırılma anını savaşın ardından gittiği bir kitapçıda yaşadı. Koca bir raf dolusu kitabın sırtında yazan isimler ona hiç tanıdık gelmiyordu. Lion Feuchwangers, Stefan Zweig, Max Brod, Jakob Wassermann, Kurt Tucholsky, Sigmund Freud da kimdi? Bu isimleri ne ailesinde ne de okulda duymuştu. Kitapçı, hikâyeyi anlattı: Hepsi Nazilerin kara listesinde yer alan yasaklı yazarlardı, 1933 yılından beri bu kitapları büyük bir dikkatle saklamıştı.
‘BİRİLERİ TAM DA BU KİTABI ATEŞTE YAKILMAKTAN KURTARDI’
Salzmann’ın, ‘Yakılmış Kitaplar Kütüphanesi’nin ilk kitabını satın alacağı ‘tesadüfün’ yaşanması için daha zaman vardı, önce 1953 yılında eşiyle Doğu Almanya’dan Batı Almanya’ya kaçacaktı. Bundan da 23 yıl sonra, bir iş için birkaç aylığına Bremen’de yaşadığı 1976 yılında, onun can sıkıntısını fark eden bir komşusu Slazmann’ı okuma kulübüne davet etti. İlk toplantıda Salzmann’a Yahudi yazar Ernst Weiss’ı araştırma görevi verildi. Weiss’ın hayatı ve eserleri o kadar ilgisini çekmişti ki bu araştırmanın peşinden önce Köln’e, oradan Amsterdam, Bern ve Zürih’e gitti. Salzmann bir antikacıda Weiss’in 1916’da yayımlanan ‘Der Kampf’ (Savaş) kitabının ilk baskısını aldı. Bu onun ‘Yakılmış Kitaplar Kütüphanesi’nin ilk kitabı oldu. Böylece Nazi döneminde yasaklanan, kara listelere alınan, var olma hakkı tanınmayan, sürgünde yaşamak zorunda bırakılan veya öldürülen yazarların 1933’te Alman kentlerinde yakılan kitapların ilk baskılarını toplamak Salzmann’ın hayatının işi haline geldi. Almanya’nın bütün şehirleri ile Fransa, İsviçre ve Hollanda’daki kitapçıları, antika pazarlarını ve bitpazarlarını dolaştı. Önce evinin bodrumunu kitaplık haline getirdi. Bodrumdaki raflar tamamen dolduğunda kitaplar evin odalarına taştı. “Hazine Avı” (1990) belgeselinde Slazmann, neden özellikle ilk baskıları topladığına dair şunları söylemişti: “Bu kitapların çok özel bir aurası, bir kaderi, hissedebildiğim bir hikâyesi var. Bazen önceki sahiplerin ithafları veya notları oluyor kitaplarda. Ayrıca ilk baskıyı elime aldığımda yazara çok yakın olduğumu hissediyorum. Ve o anda şunu biliyorsunuz: Birileri tam da bu kitabı ateşte yakılmaktan kurtardı. Bu kitapları bulmak, çoktan kaybolduğunu düşündüğünüz bir hazineyi ortaya çıkarmak gibi.”
Augsburg Üniversitesi’nin kütüphanesinde çevrimiçi olarak erişilebilen Salzmann’ın koleksiyonunda Stefan Zweig’ın, Hitler rejiminin neden olduğu karamsarlık ve Avrupa’nın içine düştüğü durumdan duyduğu üzüntü nedeniyle 22 Şubat 1942 gecesi intihar edeceği Brezilya’daki sürgün yıllarında yazdığı ve sadece numaralandırılmış 250 baskı yapan ünlü romanı ‘Satranç’ın 107 sayılı ilk baskısı bulunuyor. Yakılmış Kitaplar Kütüphanesi’nin 12 bin ciltlik yapıtları arasında el yazmaları, gravürler, fotoğraflar, dergiler de yer alıyor.
Hikâyenin sonunda, “Peki, neden bu çaba?” diye sorulabilir. Öyle ya Salzmann bir edebiyat uzmanı, tarihçi veya akademisyen değil, inşaat sektöründe çalışan kendi halinde bir mali müşavirdi. Az değil, 37 yıl boyunca iğneyle kuyu kazar gibi 12 bin cildi toplayacak azmi nereden geliyordu? Evindeki kütüphaneyle Almanya’da ünlendiği 1990’lı yıllarda Salzmann, bu soruyu soran gazeteciye şu yanıtı verdi: “Nazilerin bütün bir yazar jenerasyonunu toplumsal ve kültürel hafızadan silme çabasının başarılı olmasını istemedim. Özellikle bizden sonra gelen gençlerin kitap yakmanın tahrip edici gücünü öğrenmesi gerekiyor.”
Öyle de oldu. Georg Salzmann sayesinde Nazilerin unutturma, yerli ve milli olma çabası değil, kültürel hafıza galip çıktı.
Nazilerin kültürel hafızadan silmeye çalıştığı kitapları 37 yıl boyunca toplayan Georg Paul Salzmann’ın ‘Yanmış Kitaplar Kütüphanesi’, Augsburg Üniversitesi’nin dijital arşivinde dünyaya açıldı.
Kaynak: Semra Pelek / Duvar
Alman Öğrenci Birliği’nin, 6 Nisan 1933’te dağıttığı broşürde, “Alman olmayan ruha karşı” eylem çağrısı yapılıyordu. Bu, ülke çapına yayılacak bir propaganda kampanyasının ilk adımıydı. Çok geçmeden bunun sonuçları alındı: 10 Mayıs gecesi, Nazilerin coşkulu destekçileri olan üniversite öğrencileri pek çok üniversite kentinde meşaleli yürüyüş düzenledi. O gece başta Berlin ve Münih olmak üzere pek çok kentin meydanlarında, “Alman olmayan” 25 bin civarında kitap yakıldı. Öğrencilerin çoğu, Nazi askeri üniformalarını giyinmişti. Berlin’in Opera Meydanı’ndaki “tören”, radyodan halka naklen aktarılıyordu. Karl Marx, Sigmund Frud, Thomas Mann, Stefan Zweig ve Bertolt Brecht’in de aralarında bulunduğu yazarların kitapları, 10 Mayıs ve devamındaki günlerde “ateşte yakılarak tasfiye edildi.” Bu sembolik ama uğursuz bir eylemdi; “toptan temizlik” başlatılmıştı. 10 Mayıs’ın ardından sadece Yahudi yazarlar değil, rejimi eleştiren, militarizme karşı çıkan, demokrasiyi veya sosyalizmi savunan ve “Yahudi akrabaları” olan tüm yazarlar da susturuldu. Nazilerin kara listelerinde adı geçen yazarlar, sonraki yıllarda ya ülkeden kaçtı ya da Holokost’un kurbanı oldu.
12 BİN CİLTLİK EŞSİZ KOLEKSİYON
Yaklaşık 90 yıl önce yakılan bu eserlerin çoğunun ilk baskılarına bugün herkes Augsburg Üniversitesi’nin çevrimiçi kütüphanesinde ulaşabiliyor. Nazilerin var olma hakkı tanımadığı yazarların eserlerinin yer aldığı 12 bin ciltlik eşsiz koleksiyon, Augsburg Üniversitesi ve bağışçılar tarafından 2009 yılında Georg Paul Salzmann’dan satın alındı. Salzmann, bu kitapları 1976’dan 2013’teki ölümüne kadar geçen sürede antika pazarlarını, kıyıda köşede kalmış kitapçıları gezerek tek tek aramış, bulmuş ve satın almıştı. Bütün evi romanlar, şiirler ve oyunlarla dolu yüzlerce metrelik raflarla çevrilmişti. Bu onun ‘Yakılan Kitaplar Kütüphanesi’ydi. Salzmann, inşaat sektöründe çalışan bir mali müşavirdi. Kendi anlatımına göre, “bir tesadüf eseri”, Nazilerin yaktığı, yasaklayarak kültürel hafızadan silmeye çalıştığı yazarların kitaplarını toplamaya başlamıştı. Ama hayatta hiçbir şey tesadüf değildir, derler. Yaşadığımız her olay, bizi bir sonrakine taşır. Salzmann’ın koleksiyonun ilk kitabını satın aldığı ‘o an’dan filmi geriye sardığımızda, karşımıza Nasyonal Sosyalist bir ailede büyümüş küçük bir çocuk ve savaşın neden olduğu acılar çıkıyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Doğu Almanya topraklarında kalacak Thüringen’de, 1929 yılında doğan Salzmann, kitapların yakıldığı 10 Mayıs gecesinde sadece dört yaşındaydı. Ailesi tarafından küçük yaşlarda Hitler Gençliği’nin toplantılarına yollandı. Babası “ilk andan itibaren” ateşli bir Nazi’ydi, öyle ki 1945 yılının Mayıs ayında kesin yenilgi anlaşıldığında intihar etti. O sırada 17 yaşında olan Georg bir Nazi askeriydi, akciğer enfeksiyonu sebebiyle hastanede yatıyordu. 1945 yılı onun da hayatında önemli kırılma anlarının yaşandığı bir zaman dilimi oldu. Berlin Harekâtı’nın üzerinden henüz bir ay geçmişti. Ülkedeki toplama ve ölüm kamplarında sağ kalan Yahudiler kurtarılmaya başlanmıştı. Bir Haziran günü ABD’li bir asker, Salzmann’ı Almanya’nın en büyük toplama kamplarından biri olan Buchenwald’a götürdü. Salzmann’ın kampta tanıştığı bir Yahudi, ona yaşadıklarını anlattı; artık nerede yaşayacağını, nereye gideceğini bilmiyordu, yakınlarının nerede olduğuysa koca bir muammaydı. Ama bu karşılaşma Salzmann’ın söz ettiği ‘o tesadüf’ değildi, bu kısa sohbette o ana kadar bildikleri ve inandıkları tepetaklak olmuştu. Sonraki kırılma anını savaşın ardından gittiği bir kitapçıda yaşadı. Koca bir raf dolusu kitabın sırtında yazan isimler ona hiç tanıdık gelmiyordu. Lion Feuchwangers, Stefan Zweig, Max Brod, Jakob Wassermann, Kurt Tucholsky, Sigmund Freud da kimdi? Bu isimleri ne ailesinde ne de okulda duymuştu. Kitapçı, hikâyeyi anlattı: Hepsi Nazilerin kara listesinde yer alan yasaklı yazarlardı, 1933 yılından beri bu kitapları büyük bir dikkatle saklamıştı.
‘BİRİLERİ TAM DA BU KİTABI ATEŞTE YAKILMAKTAN KURTARDI’
Salzmann’ın, ‘Yakılmış Kitaplar Kütüphanesi’nin ilk kitabını satın alacağı ‘tesadüfün’ yaşanması için daha zaman vardı, önce 1953 yılında eşiyle Doğu Almanya’dan Batı Almanya’ya kaçacaktı. Bundan da 23 yıl sonra, bir iş için birkaç aylığına Bremen’de yaşadığı 1976 yılında, onun can sıkıntısını fark eden bir komşusu Slazmann’ı okuma kulübüne davet etti. İlk toplantıda Salzmann’a Yahudi yazar Ernst Weiss’ı araştırma görevi verildi. Weiss’ın hayatı ve eserleri o kadar ilgisini çekmişti ki bu araştırmanın peşinden önce Köln’e, oradan Amsterdam, Bern ve Zürih’e gitti. Salzmann bir antikacıda Weiss’in 1916’da yayımlanan ‘Der Kampf’ (Savaş) kitabının ilk baskısını aldı. Bu onun ‘Yakılmış Kitaplar Kütüphanesi’nin ilk kitabı oldu. Böylece Nazi döneminde yasaklanan, kara listelere alınan, var olma hakkı tanınmayan, sürgünde yaşamak zorunda bırakılan veya öldürülen yazarların 1933’te Alman kentlerinde yakılan kitapların ilk baskılarını toplamak Salzmann’ın hayatının işi haline geldi. Almanya’nın bütün şehirleri ile Fransa, İsviçre ve Hollanda’daki kitapçıları, antika pazarlarını ve bitpazarlarını dolaştı. Önce evinin bodrumunu kitaplık haline getirdi. Bodrumdaki raflar tamamen dolduğunda kitaplar evin odalarına taştı. “Hazine Avı” (1990) belgeselinde Slazmann, neden özellikle ilk baskıları topladığına dair şunları söylemişti: “Bu kitapların çok özel bir aurası, bir kaderi, hissedebildiğim bir hikâyesi var. Bazen önceki sahiplerin ithafları veya notları oluyor kitaplarda. Ayrıca ilk baskıyı elime aldığımda yazara çok yakın olduğumu hissediyorum. Ve o anda şunu biliyorsunuz: Birileri tam da bu kitabı ateşte yakılmaktan kurtardı. Bu kitapları bulmak, çoktan kaybolduğunu düşündüğünüz bir hazineyi ortaya çıkarmak gibi.”
Augsburg Üniversitesi’nin kütüphanesinde çevrimiçi olarak erişilebilen Salzmann’ın koleksiyonunda Stefan Zweig’ın, Hitler rejiminin neden olduğu karamsarlık ve Avrupa’nın içine düştüğü durumdan duyduğu üzüntü nedeniyle 22 Şubat 1942 gecesi intihar edeceği Brezilya’daki sürgün yıllarında yazdığı ve sadece numaralandırılmış 250 baskı yapan ünlü romanı ‘Satranç’ın 107 sayılı ilk baskısı bulunuyor. Yakılmış Kitaplar Kütüphanesi’nin 12 bin ciltlik yapıtları arasında el yazmaları, gravürler, fotoğraflar, dergiler de yer alıyor.
Koleksiyonun dijital arşivini üniversitenin linkinden inceleyebilirsiniz.
KÜLTÜREL HAFIZA GALİP ÇIKTI
Hikâyenin sonunda, “Peki, neden bu çaba?” diye sorulabilir. Öyle ya Salzmann bir edebiyat uzmanı, tarihçi veya akademisyen değil, inşaat sektöründe çalışan kendi halinde bir mali müşavirdi. Az değil, 37 yıl boyunca iğneyle kuyu kazar gibi 12 bin cildi toplayacak azmi nereden geliyordu? Evindeki kütüphaneyle Almanya’da ünlendiği 1990’lı yıllarda Salzmann, bu soruyu soran gazeteciye şu yanıtı verdi: “Nazilerin bütün bir yazar jenerasyonunu toplumsal ve kültürel hafızadan silme çabasının başarılı olmasını istemedim. Özellikle bizden sonra gelen gençlerin kitap yakmanın tahrip edici gücünü öğrenmesi gerekiyor.”
Öyle de oldu. Georg Salzmann sayesinde Nazilerin unutturma, yerli ve milli olma çabası değil, kültürel hafıza galip çıktı.
Paylaş: