Kültür Sanat Makaleler

Kulüp’ün Sonu: İstanbul Pogromu ve Sofra

Kulüp’ün sonu, pogromu ele alışı ve ani ton değişimi çok konuşuldu. Dizi boyunca yazdığım izlenimlerin sonuncusunda 9 ve 10. bölümlerin düşündürdüklerini not ediyor, kapanışın buruk tadını açıklamaya çalışıyorum. (Spoiler içerir)

Sondan önceki bölüm Holokost’un Türkiye’ye tesiri konusuyla başlıyor. Istanbul Holokost’tan kaçanların (yasadışı yollardan) Filistin’e ulaşması icin kritik bir noktaydı. Birçok yerli ve yabancı Yahudi bu mültecilere yardım etmekle meşguldü. Holokost mültecileri için didinenTürkiyelilerden biri Simon Brod idi. Matilda’nın babası da ona benzer bir figür.

Simon Brod

İshak ve Matilda Aseo kardeşlerin buluşması aklıma şu deyimi getirdi: El ke no tiene ermano, no tiene ni pie ni mano. Kardeşi olmayanın ne ayağı ne eli olur.

Hala Orhan/Niko’nun ailesinin nereden geldiğine, nasıl gizlendiğine dair belirli bir fikir yok. Girit, İzmir, İstanbul, Bursa zikredildi ama hiçbirinden emin olamıyoruz. Mesela annesi Mevhibe’nin kimliğini görüyoruz- hem resmi ismi Mevhibe hem de İstanbul’a kayıtlı.

Bir önceki bölümde aniden başlayan Çelebi’nin iyi karakter oluşu çalışana sempatik davranışıyla destekleniyor. Ancak dönüşümü hala ikna edici değil.

Benzer şekilde Selim’de ansızın bir değişim var. Afra tafralı sanatçı hallerinden, birdenbire alkolik oluyor, sonra yıldırım gibi dönüyor mütevazi oluyor. Dizinin bittiğini izleyen bizler biliyoruz da karakterlerin nereden haberi olmuş? Onlar neden birdenbire kendi hikayelerini toparlama telaşına girmiş?

Tanıştırıldığından beri Matilda’nın abisi İshak Aseo’yu pek tanıyamadık. Aşkale’den nasıl çıktığını, ABD’ye nasıl gittiğini, orada nasıl bir hayatı olduğunu bilmiyoruz. Böyle olunca Matilda’yı bilinmezliğe davet eden ABD’ye çağrışı daha da mantıksız oluyor.

Tatmin etmeyen dokuzuncu bölümü çok tartışılan son bölüm takip ediyor.

Kapı İşaretleme ve Pogromun Başlangıcı

Bölümün açılışında gördüğümüz kapı işaretleme birçok Türkiyeli için maalesef tanıdık bir görüntü. Bu pratik ne bu pogromla başladı ne de bununla bitti. Ermenilerden Alevilere bu ülkede kapısı işaretlenenler çok oldu ve olmaya devam ediyor.

Normalde selam veren Müslüman komşunun Şapkacı Koen’e pogrom günü, daha şiddetin öncesinde ters bakması, selam vermemesi ilginç. Aslında birçok tanıklığın tersine bir sahne. Tanıklar sıklıkla utanmazlığa vurgu yapıyor. Pogrom saatlerinin öncesinde ve sonrasında pogroma katılan Türk tanıdıklarının bir sürüsünün hiçbir şey olmamış gibi davrandığına dikkat çekiyor. Bunu İzmirli bir tanığın pogrom anlatısında da görüyoruz:

Ertesi gün de o terbiyesiz adam, hiçbir şey yokmuş gibi bize gazete getirdi.

Kulüp’te gördüğümüz galeyana getirme konuşması toplanan adamların o ana kadar yapacaklarından bihaber olduğunu ima ediyor. Ama herhalde kamyona doluşurken Rum mallarını yağmalamaya gittiklerini biliyorlardı.

Kimdi Pogromcular?

Dizideki pogrom görselleri ziyadesiyle melodramatik. Eski fotoğrafların müzikle beraber geçmesi de bu ‘Türk filmi’ havasını perçinliyor. Raşel’in İstiklal’in ortasında kalması, İsmet’in ‘iyi Türk’ rolünü iyice sağlamlaştırmak için, daha önce herhangi bir dayanışmacı veya eşitlikçi hareketi yokken sinirli grubun karşısında umutsuzca durmaya çalışması… Bunlar hem gerçek dışı hem de genç kıza tokat atan İsmet’i aklama çabasının bir devamı.

İzleyicilerin bu sahnelerden ayrılırken sormasını istediğim bir şey kendi ailesinin nerede olduğu. Özellikle İstanbullular bunu yapmalı. Hala faillerin yeterince tespit edilmediği bir vaka bu pogrom. Ama resimlerdeki insanların mutlaka onları tanıyacak çocukları ve torunları var. Sorun, “Dede sen o sırada neredeydin? Yoksa Daryo’nun tabelasından sarkan adam sen miydin?”

Dizide Vatandaş Türkçe Konuş! kampanyasından etraflıca bahsedilmedi ama Taksim’de yürüyen Orhan’ın arkasında resmen devam etmeyen ama sosyal gücünü koruyan bu kampanyanın bir posterini görüyoruz.

Kürşad karakteri hala bir gizem. Devletin Türkleştirme maşalarını temsil eden bu adamın neden Rumca konuştuğu mesela akıllarda bir soru. Bu karakterleri tanıyarak Türkçülerin motivasyonlarını anlayabilirdik.

Ağzından çıkan “tek hakkin köle olmak” sözü Roni Margulies’in yakın zamanda çıkan kitabının ve benim Varlık Vergisi savunanlara cevap verdiğim bir yazımın başlığını aklıma getirdi.

Pogromun Şiddetleri ve Cezasızlık

Pogrom sahnesinden önce de Tasula karakteri dizinin en zayıf yanlarından biriydi. Bahtiyar’ın ona saldırışı sonrasında bu karakterin son sahneye dahil edilişi de karaktere yapılan bir adaletsizlik. Nasıl cinsel saldırı girişiminden dakikalar/saatler sonra Tasula gülümsenen bir sofrada bulunabilir?

Bahtiyar’in sonundan tecavüze kalkanların cezasını alacağı gibi bir sonuç mu çıkarmalıyız? Eğer bu isteniyorsa işin doğrusunun öyle olmadığını hatırlamak gerek: pogromcular ne istedilerse yaptı ve suçları yanlarına kaldı. Türkiye’de her pogromda olduğu gibi. Nadir bulunan bir fail anlatısında da bunu görüyoruz.

7 Eylül sabahı suçlanan ve karakola götürenler ilgisiz solcular olmuştu. Mina Urgan anlatıyor:

Adnan Menderes, bunun suçlusunun komünistler olması gerektiğine karar verdi. Sıkı Yönetim Komutanı Nurettin Aknoz Paşa, hemen o sabah ‘6-7 Eylül suçlusu olarak, solcular, Sultanahmet meydanında salkım salkım asılacak’ diye buyurdu. Bunun üzerine elli komünistin hemen tutuklanması emredildi. Birinci Şubedeki komünist dosyaların bir kısmı gelişigüzel raflardan indirilip masaların üstüne yığıldı. Artık piyango kime çıkarsa. Bunların arasında ölenler ya da yıllardır İstanbul’a ayak basmayanlar vardı. Aralarında anımsadığım kadarıyla Aziz Nesin, Nihat Sargın, Profesör Pertev Boratav’ın kardeşleri Dr. Müeyyet ile Dr. Can, Kemal Tahir, Tornacı Emin, İlhan Berktay, İzzettin Dinamo, Dede Ahmet, Dr. Hulusi ve daha başkaları vardı. Bunlar aylarca Harbiye’de hapis kaldılar. Polis de askerler de bu adamların 6-7 Eylül olaylarıyla uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmadığını o kadar iyi biliyordu ki, değil mahkemeye verilmek, çoğu alelusul sorguya bile çekilmemişti.

Pogromun cinsel saldırı yönü Tasula ve Bahtiyar üzerinden Kulüp’ün anlatısına dahil edilmiş ancak uzun süre bahsedilmeyen bir konuydu. Ancak kadınlar pogromda sadece hedef degillerdi. Resimlerden de görüleceği gibi pogromun aktörü olan kadınlar da olmuştu.

Niko’nun Öyküsü Eksik Kaldı

Orhan/Niko’nun hikayesinin sonu da birçok karakterde gördüğümüz ani değişiklerden biri. Annesi icin ceset gömen adamin böyle bir şey yapması kişiliğinin dışında kalıyor. Onca bölümdür aldığı riskleri böyle bir pes edişle bitirmesi bu karakterin ve ilginç gizlenişinin hak ettiği bir son değil.

Kulüp Istanbul’un önünden yürürken karşılaştıkları sahne tanıkların hatırladıkları gibi. Akla hep gelen şeylerden biri caddeye dökülen balya balya kumaşlar.

Her Şey Af Mı Oldu?

Dizi sonunda Çelebi’yi bir kapı açışla aklanmış mı oldu? Bölümlerdir yaptıkları tek celsede silinmiş, iyi Türk olarak tescil edilmiş oldu.

Çelebi’nin dönüşümünden daha da hızlı olan ise dizinin sonundaki ton değişimi. Sofra buluşması yaşanan olayların ardından abes bir sahne. Sofranın her şeyini kaybeden yarısı gerçekçi olursak kısa süre içinde göç edecek. Özellikle Rumlar, ve daha az oranda Ermeni ve Yahudiler yeni yerlerde baştan başlayacaktı. Bu sevinçli sofra toplu göç gerçeğini göz ardı ederek olayları tatlıya bağlamayı, olumlu bir şekilde hikayeyi bitirmeyi istemiş. Ama anlatılan hikaye, ve bugün gelinen durum bu mutlu son isteğine hiç de elverişli değil.

Kulüp dizisi 1. sezon kaç bölüm Kulüp nereden izlenir - Internet Haber

Matilda’nın abisine “ailem burda” demesi de bir nevi göç ayıplaması. Evet dizi boyunca bir seçilmiş aile teması var. Ancak Matilda’nın kendisine hiçbir zararı dokunmuş, hatta onu affetmiş abisini aileden saymaması için bir sebep yok. Yani abisi de en az masadaki seçilmişler kadar ailesi. Göç opsiyonun böyle bir çırpıda elenmesi gerçekte olanı, ve bugün azınlıkların hala durmadan düşündüğü göç meselesini bir kenara itiyor. Bu göç itişi Matilda karakteri için de şaşırtıcı zira kendisi ilk bölümde neredeyse İsrail’e gidiyordu. Bileti bile almıştı.

Bu seçilmiş sofra ailesine Çelebi’nin veya biraz önce masadakilerin yarısına silah çeken abinin dahil edilmesi de kavramın ne kadar esnetildiğinin bir göstergesi. Daha iki bölüm önce masadaki herkesin hayatını karartmakla uğraşan, masadaki kadınların bazılarına taciz eden Çelebi nasıl bu ailenin parçası olabilir?

Sonun Sonu

Bölümü ve bütün dizinin dış ses anlatımıyla, fazlasıyla klişeleşmiş ve gereksiz ‘renklerini kaybeden İstanbul’ lafıyla bitmesi, pogromun yetersiz bir şekilde ele alınması, ardından olumlu bir hava çizilip göçün kötü bir karar olarak reddedilmesi…Bunların hepsi birer hayal kırıklığı bence. Kulüp’ün 10 bölümde anlattığı hikayeler silsilesi çok daha kuvvetli bir son hak ediyordu.

Tatmin edici farklı sonlar hayal edebiliriz. Belki masadakilerin birer birer göç ettiği bir son. Belki de sonraki gün işlerin düzelmediğini gösteren bir son. Dizinin sonu anlattığı meselelerle zıtlığa düşüp neşeli bir son yarattı. Bu gerçekdışı son ne kadar bütünlüğü bozsa da Kulüp akıllarda çığır açan bir yapım olarak kalacak. Kim bilir ardından bundan bile cesur ne tür yapımlara yol açacak…